31 Mart 2014 Pazartesi

İLGİNÇ OLAYLAR

Dün yaptığımız seçimlerle yerel yöneticilerimizi belirlemiş olduk. Aylardır süren hazırlık ve propaganda çalışmalarıyla hem bedenen hem zihnen yorgun düştük. Birde üstüne siyasi kirliliği eklersek ne yıpratıcı bir süreçten geçtiğimiz anlaşılır. Bugün seçimleri kim kazanmış olursa olsun çirkin rekabet bittiği için şükretmeliyiz. Oysa seçimler bir aile yönetimi demek olan mutlak-i yapı, yani krallık veya bizdeki biçimiyle padişahlıktan sonra milletin kendi kendini idaresi demek olan cumhuriyet ve onun taçlanmış biçimi olan halkın bizzat katılımıyla temsilciler gönderdiği demokrasinin bayramıdır. O bayram ertesinde biraz neşeli ve ilginç haberlerle yorulan zihinlerimizi dinlendirmek istiyorum.

Okuduğumuz her haber bizi karamsarlığa düşürecek değil ya. Kimileri kahkahalarla güldürebilir bile. İnsandan kaynaklanan bazı garip davranışlara gülmemek mümkün mü? Belki de bazı haberleri okumuş olabilirsiniz. Bu gün bu haberlerle sizleri neşelendirmek istiyorum.

İşte ilk haberimiz:

-Belçika’da yaşayan Türk işadamı Uğur C. Ferrari’sine LPG taktırmak isteyince 145 bin Euro'luk otomobili şirket tarafından elinden alındı. 

Elinizde 145 bin euro’luk araba alacak servetiniz var ve siz o arabayı nerdeyse su ile çalıştırmak isteyeceksiniz. Gelinde çıkın işin içinden. Bizim milletimizin işine akıl sır ermez gerçekten.

-Hong Kong’da 2 yılda yapımı tamamlanan 2 bin 500 daireli 7 gökdelenin daha kullanılmadan konut fiyatları düşmesin diye yıkılmasına karar verildi. Dünyanın en büyük yıkımı Haziran 2005’de başladı ve yaklaşık 10 ay sürdü.

Meğer akıl sır erdirilme konusunda tek millet değilmişiz. Baksanıza; adamlar önce yapıyorlar sonra yıkıyorlar. Buda bir iş canım. Bizde bu konuda belediyeler birer uzmanlık alanıdır. Bakın İstanbul’a. Ben 50 yılını biliyorum, hep yapıp bozuyorlar, sonra gene yapıyorlar, gene bozuyorlar. Bizde durum farklımı? Tabiî ki hayır. Son on yılda kaç kere yollarımız kazıldı?

-Konya’nın Karapınar İlçesi’ndeki bir bekçi köpeği sahibi Emin Çenesiz’in cep telefonunu yuttu. Olay köpeğin karnından telefon melodisi gelince anlaşıldı. Talihsiz telefon küçük ebatlarda olması nedeniyle dışkı yoluyla dışarı atıldı.

Evimizin sevimli yaratıkları çok meraklı olurlar. Gördükleri her şeyi karıştırmaya, her şeyle oynamaya bayılırlar. Bu bekçi köpeği herhalde aşık olduğu finoyu aramak istedi, havlarken de heyecandan telefonu ağzına kaçırıp yutuverdi. Yoksa o telefon çalar mıydı hiç? Allahtan ki telefon küçükmüş. Ya büyük olsaydı.. Şimdi merak ediyorum, telefonu sahibi bir daha kullanmış mıdır acaba? 

-Hindistan’ın Assam eyaletinde pirinç birası içip sarhoş olan 12 fil 3 kişiyi ezerek öldürdü 2 kişiyi de yaraladı. Resmi rakamlara göre Assam eyaletinde son 5 yılda filler en az 150 kişiyi ezerek öldürdü. 

Bu haberi okuduğumda aklıma seyrettiğim, adını unuttuğum bir kovboy filmi geldi. Sadece erkek oyunculardan biri aklımda; o da James Coburn. Film hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığım için kaynakta bulamadım.

Filmin öyküsü şöyle: Filmin kahramanı olan hanımın babasını öldürürler. Bu hanım kendisine intikamını alacak bir kovboy arar. James Coburn’u önerirler. Fakat o kovboyluktan uzaklaşmış, alkolik olmuştur. Çaresiz iş başa düşmüştür. Çıkarken, “sen yaşayan ölüsün, senin efsane kovboy olduğunu kimse hatırlamayacak” der. Silah kuşanıp babasının katillerinin peşine düşer. James Coburn’a bu söz acı gelir. O da silahını kuşanır atına biner ve kızın ardından yola koyulur.

Filmin bana göre en can alıcı sahnesi James Coburn’un silah kuşanıp meyhaneden çıkarken kendisinin içtiği içkiyi atına da içirmesidir. At sarhoş bir durumda meyhanenin duvarına dayanmış durmaktadır. Sonrasını anlatmaya gerek yok. Bildiğiniz sonlardan biri gerçekleşir.

- Danimarka’da geçen yıl Tanrı’ya inanmadığını söyleyerek tartışmalara yol açan Thorkild Grosböll adlı papaz piskoposluğun istifa etmesi yolundaki isteğini reddedince görevden alındı.

Ne uyanık papazmış. Ama bu uyanıklık sökmemiş işte. Hangi düşünceyle papaz olarak kalmak istemiş kim bilir? Düşünsenize vereceği vaazlarda inanmadığı konuda cemaatine nasıl daha çok inanmalarını söyleyebilir? Günah çıkarmaya gelenlere nasıl telkin verebilir, değil mi ama? İşte bu yüzden papaz efendi piskoposlarla  papaz olmuş. 

-ABD’nin en çok satan gazetesi USA Today'in 5 defa Pulitzer ödülüne aday gösterilen muhabiri Jack Kelley'in yıllarca izlediğini ileri sürdüğü uluslararası olaylarla ilgili yalan haberler yazdığı ortaya çıktı. 

Hiçbir meslek gurubu gazetecilik kadar aynı anda bütün toplumu etkilemez. Bir avukatlık mesleği, bir doktorluk mesleği, bir muhasebecilik mesleği, bir noterlik (ki bunlarda kamunun işleyişine doğrudan etkide bulunan mesleklerdir) suç işlese bile aynı anda bütün toplumu etkileyemez. Üyesi olduğum meslek bu konuda çok dikkatli davranılması gereken meslektir. Amerikalı gazeteci belki de dünyanın gidişine küçükte olsa etkide bulunmuştur. Nede olsa istediği politikaları devletlere uygulatan bir devletin gazetecisi.

-Endonezya Devlet Başkanı Megawati Sukarnaputri, destekçilerine “Partiye verilecek oyları artırmak için daha çok sevgili edinin” çağrısında bulundu. Seçim kampanyası nedeniyle Semarang kentinde bulunan Sukarnaputri, “Bir kız arkadaşınız varsa, daha fazlasını bulun. Gelecek seçimler için hepsini partimize üye yapalım” dedi.

Demokrasi budur işte. Diğer partilerde bunu başlatırlarsa ki bence başlatırlar, biz erkeklere gün doğdu demektir. Bu uygulamanın ülkemizde taraftar bulmamış olmasına çok şaşırdım. Bizim partilerimiz cin fikirli adamlardan kuruludur oysa.

 - Çinli genç futbolcuların, Real Madridli David Beckham ve Roberto Carlos'a özenerek saçlarını uzatmaları ve ‘tuhaf şekiller’ vermeleri Çin Futbol Federasyonu tarafından yasaklandı.  

2002 dünya kupasında bizde vardık hatırlarsınız. Çin orda rakibimizdi. Ama bizim bir Ümit Davala’mız vardı, saç tipiyle o kupanın en ilginç ve tek örneğiydi. Saçlarını iki kulağının yanından, yani şakaklarından başlayıp ensesine inen kısımlarını traş etmiş, başının alnından ensesine inen orta kısmında saç bırakarak Kızılderililere benzemişti. 

-Aydın’ın Karpuzlu İlçesi'nde gerçekleştirilen sezonun ilk deve güreşlerinde Türkiye ve AB adını taşıyan iki deve güreştirildi. Mücadele iki devenin birbirini yenememesi sonucu berabere sonuçlandı.   

Türkmen geleneklerinde deve güreşi de var. Bu develere böyle isimler takılması halkın gündemi dikkatle izlediğinin işaretidir. Bu yıl deve güreşleri yapıldı mı yada yapılacak mı bilmiyorum. Develere ne isimler koymuşlar veya koyacaklardır dersiniz?


Yayın Tarihi: 31.03.2014

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Hafta sonu olmasa şu politik konulardan kurtulacağımız yok! Gerçi bu hafta sonu yerel seçimler yapılacak ve bu yüzden diğer hafta sonları gibi bu konular biraz olsun duraksamayacağı için yeterince nefes alma imkânına sahip olamayacağız. Buna rağmen bu pazarda sizlere sıkıcı politik söylemlerden uzaklaştırabileceğimi umduğum şiirlerimi sunacağım. İlk 4 şiir sevgiliye gönderilmemiş ayrılık şiirleridir.

….    ….    ….

24
Sen kimsenin bilmediği vadide gölsün
Ben okyanusta bir yalnız ada
Seni kim, nasıl görsün
Beni bulabilir misin yada
İkimiz sevdamız kadar büyük
Ve
Kimsesiziz
Bir kuş konardı kıyılarına
Bir yudum suyundan içmeye
Yorgun kanatlarını dinlendirirdi o kuş
Benim kıraç topraklarımda
Gagasından suyun damlardı,
Yeşerirdim.

Aydın Göle
05 ağustos 2002

***   ***  ***

25
Bir sigarayı paylaşmak ne güzeldi
Ne güzeldi
sigarada kalan dudağını öpmek
Seni doya doya seyretmek
Gözlerinde gözlerimi unutmak
Ne güzeldi
Belini sarmak
Seni ölesiye sevmek
Beni çılgınca sevmen
Ne güzeldi
Şimdi dudaklarında biten bir sigarayım

Aydın Göle
06 ağustos 2002

***   ***  ***

26
Şimdi sensizliğim
Kara bulut gibi gözlerime oturdu
Zamansız sağanaklara tutuluyorum
Uykular bana dargın
sen gittiğinden beri
Yastığım benden nefret ediyor
Geceler benden şikâyetçi

Aydın Göle
06 ağustos 2002

***   ***  ***

27
Teselli kâr etmiyor yarama
İçten içe çürüyorum
Umudum yok çıkamam yarına
Ölüme doğru yürüyorum

Işıklarım birer birer sönüyor
Sönmeyen bir o kaldı içimde
Bu karanlık beni boğuyor
Günlerim geçiyor aynı biçimde

Teselli kâr etmiyor yarama
Beni bu hale koyan yâr ama
Kalbimden ona ah edemiyorum
Sende benim gibi ol demiyorum

Aydın Göle
07 ağustos 2002

***   ***  ***

GÖNDERİLEN ŞİİRLER

Sevgiliye gönderilmeyen ayrılık şiirlerinden sonra, dostlarıma fikirlerimi belirttiğim kısa mesajla yolladığım şiirleri sunuyorum şimdide. İlk şiir toplumsal veya kişisel felaketimizin sebebi kendimiz olduğunu anlattığım bir şiir.

….    ….    ….

175
İpini kendi çeker idam mahkûmu
Sehpadaki tabureye tekmeyi kendi atar
Cellâttan önce
Ne deprem ne sel ne hastalık
İhmâl öldürür, birde vurdum duymazlık
Cellâttan önce

Aydın Göle
07 ağustos 2002

***   ***  ***

Bu şiirde ölüme hüküm giymeden can sıkıntısını anlatmak istedim. Ne kadar gereksiz ayrıntılar kafamıza takılır bazen. Bazen de kafamıza bir şeyin takılmasına gerek kalmadan da sıkılmaz mıyız?

….    ….    ….

176
Canım birden çok sıkıldı sebepsiz
Kırışık kumaş gibi içim
Pencereme konmuyor artık kırlangıçlar
Zamanın yargıçları henüz
Üstüme kalemlerini kırmadılar oysa

Aydın Göle
08 ağustos 2002

***   ***  ***

Sevgiye direnenlere yazılmış bir şiir. Ben bunu görünce sersefil ağlarım diyorum. Bu sevgi karşı cinsin sevgisi değildir sadece. Dost, arkadaş, kardeş ve ana baba sevgisi de buna dahildir.

177
Kalbinde bir kilit
Diyorsun ki girme, git
Oradan çıkmadım ki hiç
Hiç farkında değil misin
Ne içerdeyim ne dışarıda
Benden küçücük bir iz varda
Sen görmek istemiyorsun
Kalbinin kilidini kıracağım
Ya hep içinde kalacağım
Dışarı çıkacağım yada
Görüp yitik suretimi aynada
Sersefil ağlayacağım

Aydın Göle
09 ağustos 2002

***   ***  ***

Bu şiirde dernek vasıtasıyla tanıdığım çok saygılı, çok efendi, kültürlü bir arkadaşımı anlatıyorum. O da şiir yazıyordu. O sıralar adı Telsim olan GSM şirketinin “cepchat” denen bir sohbet servisi vardı. Cep telefonuyla genel odalarda yada kendinizin kurduğunuz kişisel odalarınızda en fazla 10 kişiyle sohbet edebiliyordunuz. Ben kendime “ŞİİR” odası kurmuş ve bu arkadaşımı oraya almıştım. “Pc” bildiğiniz gibi bilgisayarı tanımlayan simgesel bir kısaltma.  O bu kısaltmayı ikileterek ismini “Pcpc” koymuştu. Bu isimle “Pcpc” adıyla odaya giriyordu. Pcpc ise pisipisi okunuyordu. Bu ismi kediyle böyle ilişkilendirdim. Senna ünlü Formula1 yarışçısıydı. Bunu kendine isim edinen başka bir arkadaşı da andım bu şiirde.

Pcpc dediğim arkadaşım tüm görünümüne rağmen kendini dışarıya karşı saklayan biriymiş. Bir gün intihar girişiminde bulunduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Uzun süren tedaviler sonucu hayata tekrar bağlandı. İzmir’den bir öğretmen hanıma aşık oldu ve onunla evlenip oraya yerleşti.    


178
Kedi sever mi
Bilmem evinde var mı kedisi
Kediye nidadır pisi pisi
Ama sanal alemde öyledir ismi
Senna değildir o, her ortamın sevgilisi
Zoru başarır tek başına kendisi

Aydın Göle
10 ağustos 2002



Bu haftalıkta bu kadar. Haftaya gene şiirlerle görüşmek üzere hoşça kalın sevgili okurlar.


Yayın Tarihi: 30.03.2014 


GÖRÜNÜR GERÇEĞİN ARDINDAKİLER 2

Bilincimizin bu şekilde dış etkilerle güdülenebileceği 1900’lü yıllardan bu yana bilinen ve kullanılan bir yöntemdir.

1957 Senesinde Vance Packard bu gizli ikna yollarını ele aldığı “The Hidden Persuaders” adlı kitabını yayınlar. Kitabında, umut, korku, suçluluk ve cinsellikleri üzerine odaklanmış reklâmlar ile insanların ihtiyaçları olmayan malları dahi satın almaya ikna edildiğini tespit eder.

Yine Reklamların tüketici davranışları üzerindeki etkilerini araştıran James Vicary, 1957 yazında, New Jersey, Ft Lee sinama solonunda Picnic adlı filmin gösterimi sırasında (bir şehir efsanesi olarak bildiğimiz) deneyi gereçekleştirir. Sinema salonunda projeksiyon makinesinin yanına görüş algısı denemelerinde kullanılan ve çok kısa, anlık süreler ile resim ve harf gösteren bir cihazı (takistoskop) yerleştirir. Film süresince her 5 saniyede bir flash şeklinde patlayan reklam mesajlarını ekranda görüntüler. Bu mesajlar saniyenin 1/ 3000’i kadar kısa bir süre sinema perdesinde göründüğü için hiç kimse fark etmez tabii. Az önceki açıklamalardan hatırlayacağız; izleyicilerden hiçbiri bu mesajları bilinçli bir şekilde algılayamamış; şartlı ve sürekli kendilerine aktarılan bu tekrarlamaları büyük bir ihtimâlle bilinçaltına depolamışlardır. Gönderilen mesajlar ne miydi? Hepimizin tahmin edeceği gibi: “Coca Cola için”, “Acıktınız mı? Popcorn Yiyin!” şeklindedir. Sonuç mu? Son derece ilginç: Popcorn satışı %57.8, Coca Cola satışı da %18.1 oranında artmış.

Uzun süre devam eden bu uygulama 1974’de Millî İletişim Komitesince yasaklanmış olmasına rağmen pek de etkili olamamıştır.

Bu adamlar zaten açıktan açığa bu işi yapıyorlar. Filmlerle, reklamlarla her türlü mesajı veriyorlar. Buna rağmen niçin böyle gizli bir kare uyguluyorlar?
Cevabı çok basit: Çünkü gördüğümüz zaman bu kadar etkili olmuyor. Çünkü kişi, bilinçli bir tercih ile gördüklerini veya duyduklarını ya ret ediyor ya da kabul ediyor. Çünkü baştan önüne seçenek getirilmiş oluyor.
Fakat bu, öyle bir şey ki insan onu görmüyor, duymuyor ve hissedemiyor, yani bizlerin algı frekanslarımızın tamamen altında veya üstünde yer alıyor. Böyle bir şeyi kabul yahut ret etme gibi bir imkânımız var mı? Elbette hayır.
İşte 25. karenin ve subliminal reklamların temel mantığı budur! Hedefteki kitlenin bilinçli tercih hakkını gasp ederek, onları gizlice zehirlemek!

Bilinç-altı teknolojisi maalesef çizgi filmlerde, şarkılarda, reklam panolarında, filmlerde yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor. Çocuklara sevgiyi kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz çizgi filmlerin arasına pornografik resimler, şiddet unsuru içeren görüntüler bu teknolojiyle saklanıyor. Çocuğumuz fark etmeden o görüntüleri beynine konuk ediyor ve şahsiyetinin oluştuğu o en ciddî yaş dilimde (sıfır-yedi yaş arası) bu görüntüler içeride şuur-altında hapsoluyor. Artık siz siz olun her gördüğünüz ve duyduğunuza çok dikkat edin.
Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır çocuklarımızın şuur-altına kazımıştır.

Sizler, televizyonlarınızın karşısında uyumaya devam ederken, koltuğunuza oturup en sevdiğiniz dizi ya da filmleriniz yayına başlarken: “ BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLÂM UYGULANMAKTADIR” uyarısını görmediğinizi söyleyebilir misiniz?
Sanayi Bakanlığına göre sanal reklamın tarifi aşağıdaki gibi :
"Sanal reklam"; hukuken kullanımı meşru görüntülerin, canlı veya banttan bilgisayar marifeti ile manipülâsyonu ve söz konusu görüntülerde yer alan muhtelif unsurları reklam amacı ile hâlihazırda kullanılan veya ileride geliştirilecek teknolojiler vasıtasıyla oyun sahası ve çevresi üzerine düşürülen tüm görüntüleridir.” Televizyonda izlediğimiz pek çok dizide ya da filmde ya marka yerleştirme ya da sanal reklam uygulamaları ile karşılaşıyoruz. Bir dönem gişe rekorları kıran “Kurtlar Vadisi Irak” filmini hatırlayın. Film başlarken “Bu filmde sanal reklam uygulaması yapılmaktadır” uyarısı vardı. Ekranda bir ovada yol alan otomobili izlerken birden bir mimarlık firmasının reklam tabelası ve bir apartman beliriveriyor. Kerpiç evlerin üstüne getirilmek istenmiş ama başarılı olunamadığı için ortalık yerde duran uydu antenleri reklamları ve uyarı tabelalarının altında beliriveren markalar… 
O halde en can alıcı soru şu: Niçin sanal reklam? 
Çünkü şuur-altına telkin göndermenin en iyi yoludur da ondan.

Emperyalizm ve kapitalizm vahşice her şeye saldırıp insanları robotlaştırıyor. Sadece 25. kare değil, GDO’lu besinlerden hayvan ve insan klonlamaya kadar ne varsa insanın geleceğini tehdit eder durumdadır. Ne için? Sadece birkaç para babasının biraz daha zenginleşmeleri için. Bu para babalarının ülkelerinin dünya hakimiyeti için. Bunların sayesinde hayat kirlenmiştir. Ahlaki değerler erozyona uğramıştır. Belki gelecek nesiller için gösterilen daha iyi bir dünya ve daha iyi bir yaşamdır fakat, insanın yok oluşuna gidişinin gizlendiğini düşünüyorum.



BİTTİ


Yayın Tarihi: 28.03.2014

GÖRÜNÜR GERÇEĞİN ARDINDAKİLER 1

Bir kere olsun sinema seyretmeyen, müzik dinlemeyen var mıdır? Hiç sanmıyorum. Diyelim ki vardır. Anlatacaklarımdan sonra hiçbir etkiye açık olmadan,  olduğu gibi kaldığını sananlar bile hayal kırıklığına uğrayacaklar ne yazık ki...

Bu günkü yazımızın konusu, geçenlerde gelen yakınım bir hanımla sohbet sırasında ortaya çıktı. O hanım sinema ve televizyon dünyasında deyim haline gelen 25. kareden söz etmişti. Açıkçası derinlemesine, yeterli bilgiye sahip değildim. Üstün körü bir şeyler biliyordum sadece. Bu yazı için konuyu araştırınca gene emperyal emeller taşıyan bugünkü gelişmiş ülkelerin ticari bağımlılığın yanı sıra bilinç altı yoluyla bağlılığı da sağlamaya çalıştıklarını gördüm. Bu yolla istedikleri ülkenin, istedikleri insanına, istedikleri her şeyi yaptırdıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Dünyada ticaret, sanat ve estetik adına ne yapılıyorsa maksatlı açık anlamının yanı sıra maksatlı veya maksatsız gizli anlama sahiptir. Ticaret ve siyaset dünyasında bu konuyu reklam sektörü ile alabildiğine kullanmaktadırlar. O ürünü kullanan, sinemasını seyreden, müziğini dinleyen, hiç farkında olmaksızın, verilmek istenen mesajı da alarak etkilenmektedir.

Önce 25. kare nedir onu görelim.

Bilinçaltının sonsuzluğu, bilincin ise bu alandan fark edebildiğimiz kısmı, yani toplumun görgüleri, örfleri, adetleri ve yasalarımızı ifade eder. Bilinçaltımız bir saniyede 400 milyar bit bilgiyi işlerken, bilincimiz bunun sadece 2000 tanesini fark edebiliyor. Bilinçaltı bir çocuk gibi. Kendine söylenen her şeyi alıp uyguluyor ve iyi kötü ayırımı yapmıyor. Dolayısıyla bilincimiz bilinçaltını, bilinçaltı da bilinci etkiliyor ve böylece kimliğimiz kişiliğimiz ve varlık okumamız açığa çıkıyor.

Bilincin bu özelliği keşfedildikten sonra, teknolojinin de ilerlemesiyle, Subluminal Teknik yani bilinçaltına gizli mesaj gönderme yöntemi kullanılmaya başlanmıştır. Bilinçaltına mesaj gönderme çeşitli yollarla yapılabiliyor. Müziğin altına insan kulağının duyamayacağı ama bilinçaltımızın algılayabileceği dalga boyunda mesajlar yerleştirilebiliyor. Gözümüz saniyede 24 kareyi algılayabiliyor. Böylece filmlerin, dizilerin, reklamların arasında, 25. kare kullanılarak bazı mesajlar iletilebiliyor.

Sözün kısası 25. kare koskoca yazının içine atılan bir veya birkaç noktadan başka bir şey değil. Biz yazıyı okurken noktaları ne kadar görürüz.

Gözümüz ve bilincimiz bunu algılayamıyor ama bilinçaltımız algılıyor. Kokuyla bile bilinçaltına mesaj göndermek mümkün. Bu teknikleri, yasak olmasına rağmen, daha çok reklam sektörü kullanıyor. Verilen reklamın arasına yerleştirilen mesajlar sizi o ürünü almaya yönlendirebiliyor.

Bazı süper marketlerde çalınan hızlı müziklerin altına “daha çok al, daha çok al” mesajı yerleştiriliyor. İnsan bilincinde alışveriş şevkini arttıran Paçuli yağının da marketlerde belli aralıklarla verilmesi kokuyla telkin yöntemlerinden biri. Çocuğunuzun seyrettiği masum çizgi filmde ses ve görüntü yoluyla pornografi ve şiddet içeren mesajlar yerleştirilmiş olabileceğini iddia ediliyor.
Aslan Kral, Alaattin’in Lambası, 25. kareleri bizzat tespit edilen çizgi filmlerden. Seyreden “Donald Duck amca,” çizgi filmde laptop ile yazışıyor görür. Ama görüntüyü dondurup yaklaştırdığınızda laptop ekranında çıplak bir kadın görürsünüz. Orada ne işi var diye sorulmaz mı? Çocuğunuzun seyrettiği çizgi filmdeki 25. kareyi anlayabilmek için DVD oynatıcıda ağır çekimde izlemeniz gerekir.

25. kare filmlerde de çok kullanılan bir teknik. “Fight Clup filminde 26 tane 25. kare var. Ağır çekime alıp izlerseniz bu kareleri yakalayabilirsiniz. Bu filmin yönetmeni, müziklerini yapan kişi eşcinsel ve 25. karelere de eşcinsellikle ilgili mesajlar yerleştirilmiş. Bu mesajları aldığınızda eşcinsellik size normal bir olaymış gibi geliyor. Yüzüklerin Efendisi’nde de 25. kare mesajları var. Müzik endüstrisinde de Madonna ve Michael Jackson kullanıyor.
Mc Donalds’ın çektiği reklamlarda o kadar çok 25. kare var ki! Bazı siyasi partiler bile 25. kareyi zaman zaman kullanıyor.” Aktaş’a göre bu mesajların en çok kullanıldığı ülkelerden biri Rusya. Sırf bu mesajları tespit edebilmek için özel dedektörler yapmışlar. Bir çok müzisyene bu teknikle insanları alışverişe yönlendiren müzikler yapma teklifleri yapılmaktadır. Bu konuda en ilginç gizli mesaj; “Amerika’nın Irak’ı işgali esnasında radyoda yapılan Kur’an yayınının altında Iraklıların bilinçaltına “direnmeniz faydasız” olduğu işlenen mesajlardı.



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 26.03.2014

BİLGECE DÜŞÜNCELER

 İnsanı insan yapan bir çok özellik vardır. Bu özellik başka hiçbir canlıda bulunmaz. Siz hiç bilge bir köpek, mucit bir kedi, düşünür bir kuş, eğitmen bir aslan, marangoz bir yılan, tamirci bir maymun, yada ceviz kırmak için alet kullanan bir sincap gördünüz mü? Yok ki, nasıl göresiniz? Bütün canlılar ihtiyaçları kadar yaşar ve bulduklarıyla yetinirler. Zaten onlara ihtiyaçları olan donanım verilmiştir. Bu yüzden türlerin kendi aralarında çok önemli sorunlar çıkmaz. Çıkarsa da fiziki güçle çözerler. Gerçi onlarda da eş seçimi sırasında (gene kendi aralarında) kavgalar olur, onlarda da yurt edindikleri yerleri başka türlere karşı savunma güdüsü var. Onlarda da sevinçler ve korkular olduğu herkesçe bilinir. Ama hepsi bu kadardır. Çünkü onlar hayatı üretemezler. Yukarda da dediğim gibi onlar ihtiyaçları kadar yaşar ve bulduklarıyla yetinirler.

İnsan hayatı yeniden ürettiği için insan-insan ve doğa-insan ilişkileri sürekli değişir. Bu ilişkiler sonucunda insan diğer canlılardan, hatta geçmiş zamanların insanlarından farklılaşır. Bu farklılaşmayla doğan başkalaşma, gelişme demektir. Gelişme; eskiye oranla hayatı kolaylaştırırken ilişkileri daha karmaşık duruma getirir. İnsan işte bu yüzden belkide bin yıllardır düşünürler ve bilgelerin aracılığıyla bu duruma çareler arar (bilginlerle bilgeleri ayrı tutmak lazım, bilginler var olan sorunlara teknik çözümler ürettiklerinde, bilerek veya bilmeyerek yeni sorunların doğmasına yol açarlarken, bilgeler gözlem güçlerine bağlı olarak, yumuşaklık ve barış içinde hem eski sorunları, hem bilginlerin doğurdukları yeni sorunları çözerler).  

Bugün sizlere hayatın içinden damıtılıp gelen minik örneklerle bilgelerin hayata bakışlarını göstermek istedim. Var mısınız; bilgelerin elindeki, dilindeki bu etkileyici ve çekim gücü yüksek dünyayı kurmaya? Öyleyse buyurun!  

***

Bir bilgeye sormuşlar:
-Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
-Terzimi severim,” diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
-Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
-Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.
Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.

Önyargı bu kadar güzel eleştirilir işte. Atomun ünlü mucidi Albert Einstein da, “önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zor” demişti.

***

Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!..

Şöyle etrafınıza bakın en çok konuşan çocuklar ve delilerdir. Ama onlardan da çok konuşan yarım akıllılardır. Bunlar hiç susmayı bilmezler. Çağımızda kendini ifade etmek moda. Bu moda kara cahiller tarafından da çok tutuldu. Onlar her fırsatta herkesten çok ve herkesle kavga ederek konuşurlar.

***

Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar,

-Deneyim, demiş.
O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar
-Hatalarımla, demiş

Aklıma burada bir zamanların “ne kentli ne köylü” olan kesimin büyüttüğü popüler kültürün ağababası Orhan Gencebay’ın “hatasız kul olmaz” adlı şarkısı geldi. Bu türü çok sevmem, ama Orhan Gencebay ve bu şarkısı (diğer bazı şarkıları da) kendime uyguladığım yasağı delebilmiştir. Bu şarkı tıpkı bu söz gibi bir durumu açıklıyor. Hata yapmayan insan nerdeyse yoktur. İnsan hata yaparak öğrenir. Sonunda belli bir yaşa geldiğinde kazandığı bilgi birikimi -ki biz buna tecrübe yada bugünkü karşılığıyla söyleyecek olursak deneyim diyoruz- sayesinde hatalarından sıyrılır.

***

Bir bilgeye
-Nasıl insan oluruz, diye sormuşlar. Üç adım atlama gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
-Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun

Anlatılan şey ne kadar zor bir şeydir düşünebiliyor musunuz? Size düşmanınızı sev deseler ne gibi bir tepki verirdiniz? Yok, yok öyle sert ve katı bir tutum sergilemeyin. İnsan olmaktan bahsediyoruz, insan olabilmekten.. öyle kolay değil insan olmak. İşte yolu yordamı bu. Size küçük bir tüyo vereyim mi? Kendi benlik çerçevenizden çıkın ve uzaklardan bir yerden bakın, herkesin ve her şeyin ne kadar aynı olduğunu göreceksiniz. Birde bunların üstüne “yaratılanı severim, yaratandan ötürü” sözünü hatırlayın. Sorun kalmaz o zaman, emin olun.  

***

Bilgeye sormuşlar dünyada en güzel şey ne diye?

-Sevmek, demiş...
Peki sonra? demişler...
-Sevilmek, demiş...
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler...
O da demiş ki;
-İnsan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir.

Hangi kalpte yer aldığımıza yüzde yüz emin olamayız, ama kimlerin kalbimizde yeri olduğunu çok iyi biliriz. Sevdiklerimizin yeridir orası. Orda ne kadar çok sevdiğimiz varsa bizi sevende o kadar çok olacaktır.  Kendimiz bir mücevher odasıysak kalbimiz de elmas kutusudur. Sevdiklerimizin her birinin birer pırlanta olduğunu düşünün, onları kaybetmek ister misiniz? Elbette, hayır dediğinizi duyar gibiyim. Onlara öyle özen gösteririz ki, kötülük yapmak değil, sert bir söz söyleyemez, kem gözle dahi bakamayız. Bu bile sevdiğimize emin olduğumuzun belirtisidir.

Bir ara göç etmek düşüncesiyle Avustralya’ya giden dostum, arkadaşım, aynı orkestrada beraber müzik yaptığım, Karsan Soğutma’nın sahibi Rahmi Oskay taa oralardan bu bilge hikâyelerini göndermiş, bende bu hikâyeleri çok beğenmiştim. Oralarda fazla kalamayan dostuma gazetemiz aracılığıyla bu köşeden ona teşekkür ediyorum.



Yayın Tarihi: 24.03.2014 


ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Günler günlerle yarışırken gene hafta sonunda buluşmuş olduk. Ömür böyle böyle sonlanırken bir tatlı sada bırakmışlara ne mutlu. Mevla hepimizi mutlular kervanında eylesin.

Bu haftaki şiirlerde ayrılık şiirleri. Şairin güleni var mıdır? Şiirlerinde hüzün yerine neşeyi anlatan kaç şair vardır? Bence yok denecek kadar azdır. Şairler; ister bireysel, ister toplumsal şairler olsun, zor anların sözcüsüdürler. Refah ve sefahat içinde şiir yazılabilir mi sizce? Şair çile çekmeden şair olamaz. Şiir bir çilenin tasasıdır. Şair bunu etinde kemiğinde duymadan şiir yazamaz. Ayrılık böyle bir çiledir işte. Bunun tasasını yaşamakla bu şiirler doğdu.

İlk şiirimiz gönderilmemiş bir şiir.

…. ….


GÖNDERİLMEMİŞ ŞİİR

17
Ne günler geçiyor
Ne seni unutabiliyorum
Her şey dondurulmuş sanki
Kuşlar uçmuyor
Çiçek açmıyor
Rüzgâr esmiyor
Yağmur yağmıyor
Toprak çatlamış
Her şey donmuş sanki
Buzlu camın ardında her şey
Benim kanım çekilmiş
Damarlarım kupkuru
Bu yüzden ben donmuyorum

Aydın Göle
31 temmuz 2002

*** ***

Sırada iki tane gönderilmiş şiir var. Bu şiirler sevgiliye yazılmış şiirler değil. Kime gönderdiğimi de hatırlamıyorum.

…. ….

GÖNDERİLMİŞ ŞİİRLER

173
Cennetten kovulduk biz
Ne günahımız vardı
Günahkar varsa
Ana-babalardı
Sevmeyi öğretin çocuklara
Silahlar çiçek atsın
Mermi yerine

Aydın Göle
31 temmuz 2002

*** ***

174
Yakamozlansa kulaç attığım deniz
Hatta yansa, tutuşsa
Bakır kırmızısında bulurum
Sonsuz yalnızlığımda kendimi
Pervasız ıslığım şehrimi sarar

Aydın Göle
1 ağustos 2002

*** ***

Bundan sonraki şiirler, gene sevgiliye gönderilmemiş ayrılık şiirleridir. Araya girmeden şiirleri sizlere sunuyorum.

18
Kelimelerimi yitirdim
Hayallerimi sende unuttum
Umutlarımı sende çaldılar
Dilimde söz
Yaşlarımda göz kalmadı
Yaşıyor muyum
Gören var mı beni

Aydın Göle
1 ağustos 2002

*** ***

19
Kanatsız kuşum ben günlerim eksik
Her günüm Cuma bitimi
Ayrılık karıştı günlerime
Salı yok
Çarşamba bana dargın
Perşembe cinnete yenik
Yitip gitti, nerde bilmiyorum
Cumartesi eskici heybesinde
Dilenciler dileniyor Pazarı
Pazartesi işçiler ağlıyor
duvar diplerinde
Sensizliğin Cuması bulaştı her günüme
Kanatsız günlerim ayrılık kokar
Güller ayrılık kokar yanık yanık

Aydın Göle
1 ağustos 2002

*** ***

20
Bütün kuşlar kanatsız
Uçmadan günleri eskiyor
Uçan sadece yarasalar viranelerde
Sen gideli
iliğine kadar emiyorlar günleri
Sabahlardan kan damlıyor artık
Sensizlik yarasından sızım sızım
Güneş kime doğuyor
Ay kime gülümsüyor geceleri
Her gün Cuma bitimi
Her Cuma sensizliğimdir
Matem tütsüleri tüter mabetlerde
Akşam üstleri güneş batarken

Aydın Göle
2 ağustos 2002

*** ***

21
Yokluğun silindir gibi geçti üstümden
Sokakların asfaltıyım
üstümde binlerce ayak
Binlerce pabuç örseliyor gövdemi
Binlerce lastik teker beni kazıyor yerden
Her bir pabuçta biraz tozum
Her bir tekerde biraz gurbet
Vuslata çıkmayan hasretim ben
Her çıkmazımda ölüm bekçileri
Yokluğun silindir gibi geçti üstümden

Aydın Göle
2 ağustos 2002

*** ***

22
Bulutlardan kopup
toprağa düşen yağmurum
Toprak bekler beni özlemle,
sen beklemezsin
Bırak kalbine yağayım sağnak sağnak
Aç kalbinin kapılarını
bırak içeri gireyim
Beni ortalarda mahzun bırakma
Beni sevginden yoksun bırakma

Aydın Göle
2 ağustos 2002

*** ***

23
İçtiğim su
Aldığım nefes
Gittiğim yolsun
Gök kuşağı renklerini
Çiçekler kokunu
Meltemler nefesini çalmışlar
Neye baksam seni görüyorum
Çıldırıyorum
Bir sevgiyi yaşayamadık doya doya
Rüzgara teslim ettiğimiz
uçurtma çocuklarıydık
Gökyüzü kadar mavi sevgimizle

Aydın Göle
2 ağustos 2002

*** ***

Haftaya buluşmak umuduyla hepinize iyi pazarlar sevgili okurla

Yayın Tarihi: 23.03.2014

BİLGİSAYAR ÇAĞINDA DEĞİŞEN ATASÖZLERİ

Bilgisayar büyük çoğunluğumuzun evine girdi. Benim gibi ileri yaşta bilgisayarla tanışan sadece kullanıcı olabilir, öyle arıza gidermek, donanım eklemek, program kurmak kimsenin harcı değildir. Evinde çocukları yada torunları olanlar şanslı sayılır. Çünkü çocuklar, hem teknolojik bir çağın çocukları, hem de öğrenme çağında oldukları için teknolojiyi öğrenmeye çok yatkınlar. Bu konularda epey bilgiye sahipler. Gene de her şeyi bilmeleri mümkün değil. Bu yüzden elde bilgisayar kasaları bilgisayarcılara, yada onarım bilen eşe dosta gidenleri görüyoruz. Bilgisayar bir devrimdir gerçekten. Tıpkı zamanında radyo ve televizyonun toplumu etkilemesi gibi, hatta nicelik ve nitelik olarak onlardan daha fazla oranda etkilemiştir. Radyo ve televizyonla sadece size verilenleri alırdınız. En fazla seyretmeme ve dinlememe hakkınızı kullanabilirdiniz. Seçme hakkınız yoktu. Şimdiyse bilgisayarla sınırsız seçim yapabilme hakıyla istediğinizi alır, istemediğinizi almazsınız. Üstüne üstlük verirsinizde. Bu verme işi hem yönetimleri, hem pazarı, hem sosyal hayatı etkiler ve toplumla yönetimlerin daha hızlı gelişmesini, değişmesini sağlar. İyi kullanılırsa katılımcı demokrasi denen görüş böyle gerçekleşmiş olacaktır sanıyorum.                                      
Bu kadar girişten sonra bilgisayar dünyasından incilere geçerek biraz eğlenelim. Atasözleri, deyimler ve bilmecelerden oluşan bu inciler dizisini gördüğümde çok beğendim. Sizlerinde beğeneceğinizi umuyorum. Bildiğimiz atasözleri, deyimler ve bilmeceler bilgisayar çağına göre bakın nasıl değişmiş.

İlk sözümüz bir ata sözü:

“Gülü seven dikenine katlanır.” Yani sevdiğinizi seviyorsanız kusurlarını hoş görün diyor  bu atasözü. Bakın bunu bilgisayar ve internet dünyasına nasıl çevirmişler:
Windows’u seven formata katlanır. Windows kullanımı kolay ama internette tehlikelere açık bir işletim programı. Bu sözle ne güzel vurgulamışlar.

            İkinci sözümüz bir deyim:

            “Ev alma komşu al.” Sizde biliyorsunuz güzel ev kadar, güzel çevre, temiz ve ahlâklı insanlar da önemli. Kim öyle bir semtte yaşamak istemez ki? Bilgisayar ve internet dünyasında bu söz; “ağ alma komşu al.” Olmuş.

            İlk iki örnekle, atasözlerinin ve deyimlerin değiştirilmiş haliyle bilgisayar ve internet dünyasının durumunu eğlenceli biçimde görmüş olduk. Bundan sonraki atasözlerinin, deyimlerin, bilmecelerin bilgisayarla internet dünyasına çevrilmiş halini, eğlenceyi kesintiye uğratmamak için alt alta yazacağım                                                                              
*
Orjinal program kullananı dokuz ağdan kovarlar.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
*
Görünen ağ protokol istemez.
Görünen köy kılavuz istemez
*
Sakla setup’ı gelir zamanı.
Sakla samanı gelir zamanı
*
Avi gelen yerden mp3 esirgenmez.
Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez
*
Bugünün işini görev zamanlayıcısına bırakma.
Bugünün işini yarına bırakma.
*
Dos kocamış, windowsun maskarası olmuş.
Kurt kocamış, köpeklerin maskarası olmuş.
*
Beleş anti-virüs programı, virüsü türkü çağıra çağıra ararmış.
El elin eşeğini türkü çağıra çağıra ararmış.
*
Kazaa yüklüyorum demez.
Kaza geliyorum demez.
*
Hard diski virüs bassa norton’a vız gelir.
*Sora sora crack bulunur.
Sora sora Bağdat bulunur.
*
Zip’le yatan rar’la kalkar.
Körle yatan şaşı kalkar.
*
İşletim sistemi windows olanin, başı beladan kurtulmaz.
Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan kurtulmaz.
*
Paketin gidişi tracert’den bellidir.
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
*
Eceli gelen windows mavi ekran verir.
Eceli gelen köpek cami duvarına işer.
*
Yazılımsız donanım, donanımsız yazılım olmaz.
*
Çarşıdan aldım bin kilobayt eve geldim bir megabayt.
Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane.
*
Ram’sız windows oynamaz.
Aç ayı oynamaz.
*
Sabreden derviş windowsu çalıştırmış.
Sabreden derviş muradına ermiş.
*
Kılavuzu animatör olanın burnu 3d den kurtulmaz.
Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan kurtulmaz.
*
Virüsünü temizlemeyen diskini temizler.
Kızını dövmeyen dizini döver.
*
Upgrade ı an, tornavidayı hazırla.
İti an çomağı (değneği) hazırla
*
Pc ye mac vermişler, ille de windowsum demiş.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş.
*
Dos işler windows övünür.
Alet işler el övünür.
*
Patch i çıkmamış programdan ümit kesilmez.
Çıkmamış candan ümit kesilmez
*
Kimine adlip söz, kimine sb live az.
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.
*
Bana bilgisayar verin interneti göçüreyim.
Bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden kaldırayım.
*
Ak anti-virüs kara gün içindir.
Ak akçe kara gün içindir.
*
Dos kocayınca windows un maskarası olur.
Kurt kocayınca, köpeklerin maskarası olur.                                                                                                  
***

            Bilgisayar incilerini uzatmak mümkün. Biz bu kadarla yetinelim. Nasıl beğendiniz mi? Bu sıkıntılı günlerimizde sizi günlük konularla sıkmak istemedim. Konular çok sıkıcı çünkü. Ama şurası da gerçek; dünya eskisinden çok farklı, gelecekten ümit kesmemize hiç gerek yok! Sadece dikkatli olmak ve aklımızı her zamankinden daha fazla duygularımızın önünde tutmak zorundayız. Bunu başarırsak gelecekte de varlığımızı sürdürürüz.


Yayın Tarihi: 21.03.2014 


ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -12

Tarih boyunca Yahudilerle birlikte soykırıma uğrayarak ortak bir kaderi paylaşan, fakat Yahudiler kadar dünyanın ilgisini çekemeyen Çingenelere ve onların tarihlerine yer verdiğim yazı dizimizi bu gün bitiriyoruz.

***

Avrupa Çingenelerinin yıllar öncesinden örgütlenmelerini başarmış olmalarına rağmen, ülkemizdeki Çingenelerin bunu henüz gerçekleştirememiş olduklarını görüyoruz. Aslında Avrupa Çingenelerinin bu örgütlenişini Avrupa’nın demokratik ortamının yanı sıra, oradaki Çingenelere yönelik baskılar ve misyonerlik faaliyetlerine bağlamak mümkündür. Almanya’da 1903’de Schlesien’de “Güneydoğu-Avrupa Misyonu” isimli örgüt kurulmuştur. Bunu 1913’deki merkezi Zürih’de olan “İsviçreli Çingeneler” teşkilatı takip etmiştir. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de daha sonraki zamanlarda bilhassa 1948-1983 yılları arasında pek çok farklı Çingene örgütleri teşekkül etmiştir. 1955’den itibaren de Çingene konferansları başlatılmıştır. Sonra Nisan 1971’de Londra’da “1.Enternasyonal Çingene Konferansı” tertip edilmiştir. Bu konferansa 14 ülkeden delegeler katılmıştır. Konferansın başkanlığını Yugoslav delegesi Slobodan Berberski yapmıştır. Konferansın ana konusunu, bilhassa Almanya’daki Çingenelere yönelik ırkçı cinayetler, maruz kaldıkları insanlık dışı uygulamalar, hakaretler ve Çingenelerin kullandığı kamp alanlarının kanunsuz bir şekilde yasaklanması teşkil etmiştir. Ayrıca bu konferansta Avrupa Çingenelerinin genel sorunları da dile getirilmiştir. Nisan 1978’de ise Genf şehrinde “2. Dünya Çingene Konferansı,” 26 ülkeden gelen 120 delegenin iştirakiyle gerçekleşmiştir. On iki oturumdan oluşan bu konferansta dünya Çingenelerinin genel sorunları tartışılmıştır. Konferans, bütün oturumların başkanlığını yapan Dr. Jan Cibula’nın “Genf Açıklaması” olarak isimlendirilen şu ifadesiyle son bulmuştur: “Ben Çingene doktorum. İnsanları fakir, zengin, beyaz ya da siyah diye ayırmaksızın iyileştiriyorum. Hiç bir ayırım yapmaksızın herkese gerekli ilaçları, bilgimi ve kalbimi veriyorum... Biz insani dünyada insani varlığımızla yaşamak istiyoruz. Biz cemiyetin (örgütün) kapısını açtık. Kapalılığı gerimizde bırakmak, eski günahlarımızı unutmak istiyoruz. Biz güneşin altında bir yer istiyoruz. Karanlık dünyamızda, çocuklarımızın iyiliği elde etmesi, kültürümüzü herkese-bizim dışımızdaki herkese sunabilmeleri için aydınlık bir hava arzuluyoruz.”

Dünyada Çingenelerin böyle bir isteği varken, bunun için örgütlenebiliyorlarken ülkemizde tam tersine modern kentleşme biçimiyle birlikte yerleşik Çingeneler tecrit edilir duruma gelmişlerdir. Klasik kentleşme modelinde aynı mahallede oturabilen yerleşik Çingeneler kentsel dönüşümle yerlerinden yurtlarından olduğu gibi tekrar iskân edilmeyi bekler duruma gelmişlerdir.

Göçebe Çingeneler eğitim ve istihdam konusunda pek zorluk çıkarmadıkları için öğrenmeyi ve çalışmayı pek sevmediği düşünülür. Bu yüzden onlara bir takım işlerin doğal çalışanı olarak bakılır. Örnek vermek gerekirse; katı çöp atıklarını toplama işini örnek verebiliriz. Son zamanlarda yerel yönetimlerin katı çöp atıklarını diğer çöplerden ayırmak için birden fazla çöp tankları koyduklarını gördük. Okunmuş gazete ve dergilerden, kullanılmış cam ve pet şişe ile plastik ürünlere kadar ayrıştıran çöp tanklarını herkesin açması mümkün olamadığı için göçer Çingeneler katı çöp atığı toplayıcılığı yapamadılar. Tekrar eskiye dönüldü. Bu kez de katı çöp toplayıcılığı bir sektöre dönüştü. Anadolu’dan gelen uyanık girişimciler, katı çöpleri toplamak için gene geldikleri şehirlerden çocukları getirerek çalıştırdılar.  Büyük şehirlerde giderek artan marketler bu iş için bulunmaz kaynaktı. Sokak araları Çingenelere kaldı tabii.
Bizde onlar sayesinde tıpkı gelişmiş ülkeler gibi kağıt, cam ve plastiği sanayiye yeniden kazandırmış oluyoruz. Böylelikle çoğunun ham maddesini ithal etmekten ve döviz harcamaktan kurtuluyoruz.

Bu alan bir israf kaynağıdır. Her sene tonlarca kâğıt, cam ve plastik kaybolup gidiyor. Buna hala seyirci kaldığımızı söyleyelim. Sözün burasında böyle bir israfı bilmeyerekte olsa önledikleri için Çingeneleri takdir etmek gerekmez mi? Aslında Belediyeler Çevre Bakanlığıyla elele verip gerçekte bir çeşit çevre temizliği yapan Çingenelerin bu hareketini bir sisteme dahil etmelidirler. En fazla kağıt, en fazla plastik, en fazla cam toplama ödülleri verilebilir.


Dizi yazımızın sonuna ünlü Çingeneleri sunmak isterim. Bir çoğunu biliyorsunuz.
Ama içlerinden bir çoğunun da Çingene olduğunu okuyunca şaşıracaksınız. Ne fark eder? Önemli olan önce kendine, sonra herkese faydalı, insan sever, yurt sever, ilkeli insan olmak değil mi?


İŞTE ÜNLÜ ÇİNGENELER 

* Türkan Şoray (Sinema sanatçısı)
* Kibariye (Ses sanatçısı)
* Ebru Gündeş (Ses sanatçısı)
* Hüsnü Şenlendirici (Klarnetçi)
* Adnan Şenses (Ses sanatçısı)
* Sibel Can (Ses sanatçısı)
* Sibel Turnagöl (Oyuncuşarkıcı)
* Sadri Alışık (Sinema sanatçısı)
* Safiye Ayla (Ses sanatçısı)
* Muazzez Ersoy (Ses sanatçısı)
* Nalan Altınörs (Ses sanatçısı)
* Burhan Öcal (Ritim ustası)
* Kadri Şençalar (Sanatçı)
* Mustafa Kandıralı (Klarnetçi)
* Orhan Gencebay (Besteci ve ses sanatçısı)
* NİHAT ERİM:
Anayasa Profesörü. 1971 yılında Kocaeli Milletvekili olarak girdiği Meclis´te hükümeti kurmakla görevlendirildi. Erim, 26 Mart 1971´de kurduğu hükümetin Başbakanı oldu. Türkiye´nin 12. Başbakan´ı olarak politika tarihine geçti.
* ATİLLA KARAOSMANOĞLU: Nihat Erim´in hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Karaosmanoğlu o sıralarda Dünya Bankası´nda Başkan Yardımcısı olarak çalışıyordu. Ekonomiyi düzeltmek için Türkiye´ye çağırılmıştı.
* LALE AYTAMAN: Türkiye´nin ilk kadın valisi. 1991´de Muğla Valiliği´ne atanmıştı.
* TURAN GÜNEŞ: Anayasa Profesörü. Ecevit Hükümeti´nde Dışişleri Bakanlığı yaptı.
* PROF. DR. HİKMEK ŞİMŞEK:
Ünlü Orkestra şefi. (5 Şubat 2006´da öldü)
* SADİ SOMUNCUOĞLU: DSP-MHPANAP Koalisyon Hükümeti´nde Devlet Bakanlığı yaptı. MHP´li.
* PROF. DR. HURŞİT GÜNEŞ: 2005´te Deniz Baykal´a karşı CHP Genel Başkanlığı´na adaylığını koydu. 

Dizi yazımız burada sona eriyor. Muhakkak ki bu yazımızın bir takım kusurları vardır. Eksik gördüğünüz, anlatılmamış pek çok konu aklınıza gelebilir. Ya kaynak yetersizliğinden, yada konunun dağılmaması amacıyla yazıya bu şekilde yön vermek zorunda hissetim kendimi. Umarım hoş görürsünüz.



BİTTİ


Yayın Tarihi: 19.03.2014

ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -11

Yahudilerle Çingenelerin tarih boyunca uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaştıklarını söyleyerek yazı dizimize başlamış, ortak kadere rağmen Yahudilerin dünyaya egemen olup her yerde sözünü dinlenirken, Çingenelerin hayatlarının aynı şekilde sürmesi yazma nedenim olduğunu belirtmiştim. Gerçektende Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güçle, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kaldı. 12 bölümlük yazı dizisinin bugün sondan bir önceki bölümüyle konumuzu toparlamaya başlıyoruz.

***   ***

Bu sonuçlar günümüz sonuçları değildir. Bugün bu rakamlar yerleşiklik ölçüsü esas alınırsa göçerliğin azaldığını görebiliriz. Aradan geçen zaman, nüfusta bir artışı beraberinde getirmiştir mutlaka. Nüfus sayısına ortalama %50 fark konulmalıdır.
Gene aynı araştırmaya göre Avrupa ülkelerinde durumun ne olduğunu görelim.

1970-1980 yılları arasında Avrupa'da takriben 4 milyon çingene olduğu hesaplanmıştır. Hindistan dışında Asya, Amerika ve dünyanın diğer yerlerindeki çingeneler ise 3-4 milyon olarak hesap edilmektedir. Böylece Hindistan hariç dünya çingenelerinin sayısı 7-8 milyon olarak tespit edilmektedir.
1988 yılındaki tahminlere göre Çingenelerin ülkelere göre dağılımı ve genel sayısı şöyledir:

Yugoslavya : 650.000
Romanya : 540.000
Türkiye : 500.000
Macaristan : 500.000
İspanya : 450.000
Rusya : 370.000
Bulgaristan : 300.000
Çekoslovakya : 200.000
Fransa : 90.000
İtalya : 90.000
Yunanistan : 50.000
İngiltere : 50.000
Federal Almanya : 50.000
Arnavutluk : 50.000
Portekiz : 50.000
Hollanda : 30.000
Belçika : 14.000
İrlanda : 10.000
İsviçre : 10.000
Avusturya : 9.000
İsveç : 8.000
Finlandiya : 6.000
Norveç : 4.000
Danimarka : 3.000
Doğu Almanya : 3.000                                                     ________________________________________                                                                            Toplam 4.487.000

Günümüzde Çingenelerin durumunu görelim şimdide.
Çingenelerin artık içinde yaşadıkları topluma entegre olmaya başlaması ve eski kimliğini tamamen terk etmiş olmasıdır. Biz çok sayıda olmasa da, eski yaşayışlarını, dillerini, kimliklerini tamamen terk edip yeni bir hayata başlayan esmer vatandaşlarımızın varlığına şahit olduk. Özellikle Çankırı elekçilerin çok fazla olduğu sanılan bir ilimiz olmakla beraber, burada eski kimliklerini devam ettirenlerin çok az olduğu görülmektedir (burada benim gözlemimi de eklemek istiyorum. Elektrik süpürgesinin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte kentimizdeki süpürgeci Çingeneler işverenlikten işçiliğe gerilediler. Bir kısmı belediyelere girerek geri hizmetlerde, bir kısmı ya gündelik işlerde, yada küçük işletmelerde çalışmaya başladılar. Bir kısmı da işsiz güçsüz kaldılar. A.G.). Aynı şeyi pek çok ilimizde de görmek mümkündür. Dolayısıyla önceki yıllarda verilen rakamlara göre fazla bir artış olmamasının ana sebepleri bizce bunlardır

Bizde durum böyle. Ülkemiz planlı ekonomiden çıktığından beri herkes kaderine terk edilmiş durumdadır. Ülkemizde çok uzun süreden beri tamamen serbest piyasa kurallarına bağlı, insanı değil kârlılığı gözeten bir dünya görüşü hakim. İşsizlik herkesim için yaygın endişe kaynağıdır. Çingeneler de, değişen çağa göre geri kaldığı oranda, işsizliğe mahkûm olmaktadır. Eğitim seviyelerinin azlığı ve örgütlenme bilinçlerinin olmayışı sorunlarını çözmelerine engel oluşturmaktadır. Avrupa da durum nasılmış, Çingenler bu konuda neler yapmışlar, birde onu görelim.



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 17.03.2014

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar, bir hafta daha geçti ve gene bir Pazar günü birlikteyiz. Bu sene kurak ve ılık bir kış geçirmekten olsa gerek grip hastalığı ortalığı kasıp kavuruyor. Üstünüze afiyet bende bir haftadır griple boğuştum. Yalnız bu defaki çok farklıydı. Bilinen şekliyle üst solunum yollarımda enfeksiyon olmadı. Ne boğazlarım yandı ne burnum aktı. Başımda her zamanki berraktı. Sadece öksürüğüm arttı. Ama eklem ağrılarım öldürdü. Bu yüzden yürümekte epey zorlandım. Hatta iki gün nerdeyse yürüyemedim. Benim bir ayağımda felç var. Diğeriyle basabiliyorum. Basabildiğim ayağım böyle olunca zorunlu ihtiyaçların dışında hareket edemedim. Meğer bu defaki gribin özelliği eklemlerle kendini belli etmesiymiş. Daha önceleri göz, kulak gripleri olduğunu öğrenmiştik. Buna birde eklem gribini de mi katmak gerek?

Neyse!.. şükürler olsun bugüne sağlıklı olarak erdim.

Gelelim şiirlere…

Bugünkü şiirlerimi, bir tanesi hariç, hepsini kimseye gönderilmemiş ayrılık şiirlerimden seçtim. Gene araya girmeden olduğu gibi aktarıyorum. Fazla söze gerek yok, çünkü duygularımı şiirleri okuyunca anlayacaksınız.

….    ….    ….
  
YOLLANMAMIŞ ŞİİRLER

7
Kırışmış kumaş gibiyim
Dudaklarım uçukladı, patladı
Yüzümde bedenimde sivilceler
Yüreğimde ateşler yanıyor
Ağır ağır kanıyor yüreğim
Buda olacakmış demek, buda olacakmış
Olmasa şaşardım, olmasa
Kırışmış kumaş gibiyim

Aydın Göle
29 temmuz 2002

***   ***

8
Beni bıraktın aşkınla baş başa
Baş edemiyorum onunla,
en çokta akşam üstleri..
Renkler dönünce kızıla
Bir sinsi hüzün çöküyor yüreğime
Kara bir bulut gibi
Çisil çisil yağmur yağıyor
Usul usul ağlıyorum
Herkeste sana benzeyen bir şey var
Kiminin kaşı gözü, kiminin ağzı burnu
Hepsini toplasan bir sen etmez
Kime baksam seni buluyorum
Nereye baksam ordasın
Beni bıraktın aşkınla baş başa
Onunla baş edemiyorum
Ah!.. bir görsem seni

Aydın Göle
29 temmuz 2002

***   ***

9
Hasretinden fırınlarda kavruldum
Ayrılık rüzgârı esti dört yana savruldum
Ya gel bir kere gel göreyim
Ya ecel gelsin ben can vereyim
Bu can oldukça bende
kurtulamam sevdandan

Aydın Göle
29 temmuz 2002

***   ***

10
Aynı göğe bakıyoruz
Aynı yıldızı görüyoruz
Soluduğumuz hava aynı
En uzak yıldız bana senden yakın
Seni göremiyorum onu gördüğüm gibi
Ne olur bana dön, ne olur sev beni
Uzaklarda durma öyle ne olur
Geceler yorganımız
Ay fenerimiz olsun gel

Aydın Göle
29 temmuz 2002

***   ***

12
Çok korkuyorum
Beni unutacaksın biliyorum
Bu yüzden göz yaşlarım dinmiyor
Bu yüzden ağlıyorum
Bu sabah
gözyaşlarımla çiçekleri suladım
Her damlada
biraz daha boyunlarını büktüler
Bir daha çiçeklenmezler eminim
Eminim yandıklarına gözyaşlarımdan

Aydın Göle
30 temmuz 2002

***   ***

13
Sana hiç veda etmeyeceğim
Seni sonsuza dek bekleyeceğim
Her sabah yanımdaymışsın gibi
Gülücüklerini düşünüp düşünüp
Sana günaydın diyeceğim
Her gece, yeşilinde boğulduğum
Gözlerini öpeceğim
Seni
meleklerin kanadına bırakmadan önce


Aydın Göle
30 temmuz 2002

***   ***   ***

Aşağıdaki şiir sevgiliye gönderilmiş şiirlerden biri. Ayrılık anında sevgiliye sitemin bini bir paradır ya, bu şiirle sevgiliye ah etmeyi değil, sitem etmeyi seçmiştim. Eee boşuna söylenmemiş, “ayrılık sevgiye dahil.” Rahmetli Atilla İlhan böyle demişti.

GÖNDERİLMİŞ ŞİİRLER

172
Yalnızlık hazin hikaye
Oynanan bir kişilik oyun
Kostümler dekorlar pespaye
Denizi durgun, sessiz koyun
Ne limana uğrar,
ne uzaktan geçer bir gemi
Geçse de günler unutturamaz seni
Doğarken yalnız doğdum
Ölürken yalnız öleceğim
Bir kadın doğurdu beni
Bir kadın da öldürecek
Yani sen.. Yani sen..

Aydın Göle
30 temmuz 2002

***   ***

Gene yollanmamış şiirlere dönelim.

….    ….    ….

YOLLANMAMIŞ ŞİİRLER

14
Gene yıldızlar üşüştü başıma
Seni sordum, görmemişler hiç
Parlak ışığın güneşi kör eder
Seni nasıl görsünler ki..
Bana uzak yıldızımsın
Benden uzak yıldızımsın
Ulaşamıyor, dokunamıyorum sana
Sen yaşamam için lazımsın
Yüreğim sabah meltemleriyle
Serinlesin gel!
Günü yüklenip umutlarla gel bir tanem!

Aydın Göle
31 temmuz 2002

***   *** 

15
Aşk!
Ey aşk!
Heyecan fırtınalarıyla sürprizler taşırsın içinde
Beni hiç terk etme
Sevdiğim bıraksa da sen bırakma beni
Ne kadar çilen varsa razıyım
Yak, ateş olup en harlı
Boğ, hırçın bir deniz olup,
Boynuzu kurtlu boğalar gibi
Üstüme üstüme gel durmadan
Havada oksijen azalsın varsın
Varsın nefes alamayayım..
Ne kadar çilen varsa razıyım,
Ayrılık verme
Ayrılığa dayanamamış dağlar,
Ben nasıl dayanayım
Hem ben dağ mıyım
Beni dağ mı sandın
Aşk!
Ey aşk!
Beni terk etme!
Kim olsa severim o zaman,
Kim olsa severim
Kimseyi onun kadar sevemem fakat
Sevdiğimi ver bana ey aşk!
Sevdiğimi ver bana

Aydın Göle
31 temmuz 2002

….   ….   ….

İyi pazarlar sevgili okurlar. Her Pazar sizleri mutlu ve umutlu bulmak dileğiyle hoşça kalın.


 Yayın Tarihi: 16.03.2014


ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -10

Yahudilerle Çingenelerin tarih boyunca uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaşmışlardır. Bu ortak kadere rağmen birinin dünyaya egemen olup her yerde sözünü dinletirken, Çingenelerin hayatlarının aynı şekilde sürmesi ilgimi çekiyor.  Bu yüzden Çingeneler hakkında da yazmaya karar verdim. Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güç ile, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kalmıştı. 12 bölümlük yazı dizisinin bugünkü bölümünde de Cumhuriyet Türkiye’sinde Çingenelerin illere göre dağılımıyla dizi yazımıza devam ediyorum.

***   ***
Osmaniye
Merkez: Yeşilyurt Mahallesi : 3.000
Osmaniye Çingeneleri cambazlık (hayvan ticareti), pazarcılık, hamallık, bohçacılık, ticaret ve müzisyenlikle geçimlerini temin ederler.

Samsun
Merkez: Cezaevi (Sanayi Mıntıkası), Sosyalmesken Evleri, Terminal Mahallesi,
Modernpazar Civarları :4.000
Bafra: : 300
Çarşamba : 700
Toplam 5.000
Bunlar geçimlerini çocuklar ayakkabı boyacılığı, kadınlar evlerde temizlik işleri, erkeklerde taksi ve dolmuş duraklarında simsarlık ve taksicilik, tıkanan lağımları açma işi, tuvalet işletmeciliği yapıyorlar. Buna rağmen ikamet ettiği evler lüks olup, ekonomik seviyeleri iyi görünmektedir. Bunlarda müzisyenlik mesleğinin icra edildiğine şahit olunmamıştır. Çarşamba’dakiler ise geçimlerini daha ziyade sümüklüböcek ve kurbağa toplayarak sağlamaktadırlar.

Sivas
Merkez: İstasyon Mahallesi civarı : 2.000
Bunlar “Poşa” olarak bilinmektedir. Geçimlerini bohçacılık ve çalgıcılıkla sağlıyorlar.
Tekirdağ
Şehir Merkezi: Aydoğdu Mahallesi (2.000),
Çukurova Mahallesi (200),
Zafer ve Kanarya Mahalleleri (500) : 2.700
Çorlu: Hıdırağa Mahallesi ve Hatip Mahallesi (Kore Semti): 15.000
Lüleburgaz: : 5.000
Toplam 27.700
Tekirdağ Romanları (Çingeneleri) geçimlerini çalgıcılık, müzisyenlik, hamallık, ayakkabı boyacılığı ve kadınların gündelikçiliği, tuğla fabrikasında tuğla dizme işleriyle sağlamaktadır. Çorlu ve Lüleburgaz’dakiler ise müzisyenlik, hamallık, cambazlık (hayvan ticareti), inşaat işçiliği, tombalacılık ve kadınlar da temizlikçilikle hayatlarını kazanmaktadır.

Tokat
Suluova: : 1.000
Erbaa: : 300
Niksar: : 100
Toplam 1.400
Başlıca geçim kaynakları bohçacılık, elekçilik ve dilencilikten oluşmaktadır. Eskiden söğüt dallarından sepet yapma işiyle de uğraşırlarmış. Günümüzde bu meslek terk edilmiştir.

Trabzon
Merkez: Ortahisar, Dere Mahallesi ve Değirmendere Mahallesi: 1.000
Genellikle erkekler inşaat işçiliği, hamallık, çocuklar ayakkabı boyacılığı ve kadınlar ise temizlikçilikle geçimlerini temin etmektedirler.

Van
Merkez: Kaledibi : 2.000
Bunlar Mıtırp olarak anılmakta ve geçimlerini müzisyenlikle temin etmektedirler. Özellikle de davul ve zurna bunların baş müzik aletleridir. Ticaretle uğraşan ve çok zengin olanlarının olduğu da söylenmektedir.

Zonguldak
Merkez: 2. Makas Mahallesi, Alt Tamaşarlık, Baştarla, Çaycuma Gökçebey Mahallesi, Kokaksu, Devrek, Çaydeğirmeni Mahallesi, Çadalağzı, Kilimli : 5.000
Karadeniz Bölgesi'nde Çingenelerin en fazla olduğu il Zonguldak’tır. Başlıca geçim kaynakları; kaçak madencilik, taş kömürü trenlerinden dökülen kömürleri toplayarak satma ve hurdacılıktır.
Tam göçer Çingenelerin toplam sayısı 30.000’i geçmemektedir. Buna yarı yerleşikler de ilave edildiğinde göçer Çingene sayısı 100.000’e yaklaşmaktadır. Bu rakamlara göre Türkiye’de yaşayan bütün Çingenelerin toplam sayısı 600.000’e yaklaşmaktadır.



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 14.03.2014

ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -9

Yahudilerle Çingenelerin tarih boyunca uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaşmışlardır. Bu ortak kadere rağmen biri dünyaya egemen olup her yerde sözünü dinletirken, Çingenelerin hayatlarının aynı şekilde sürmesi ilgimi çekiyor. Bu yüzden Çingeneler hakkında da yazmaya karar verdim. Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güç ile, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kalmıştı. 12 bölümlük yazı dizisinin bugünkü bölümünde de Cumhuriyet Türkiye’sinde Çingenelerin illere göre dağılımıyla dizi yazımıza devam ediyorum.

***   ***

Kahramanmaraş
Merkez: Sakarya Mahallesi : 3.000
Kendilerini “Kahraman Maraş Aşireti” olarak takdim eden bu insanlar yarı göçer bir hayat yaşamakta ve geçimlerini pazarlamacılık, bohçacılıkla temin etmektedirler.

Kayseri
Merkez: Gaziosman, Yavuzlar ve Yunusemre : 3.000
Bohçacılık başta olmak üzere Kayseri Çingenelerinin ana geçim kaynaklarını oluşturmaktadır.

Kırklareli
Şehir Merkezi: Tomoğlu Mahallesi (4.000) ve Doğu Mahallesi (2.000) : 6.000
Müzisyenlik, arabacılık, pazarcılık, hamallık, gündelikçilik ve temizlikçilik ve hurdacılık Kırklareli Romanlarının genel geçim kaynaklarını oluşturmaktadır.

Kırşehir 
Merkez: Bağlarbaşı Mahallesi : 600
Başlıca geçim kaynakları çalgıcılık, çengicilik ve bohçacılıktır.

Konya 
Merkez: Muhacir Pazarı : 3.000
Ilgın: : 600
Akşehir: İstasyon Mahallesi civarı : 2.000
Toplam 5.600
Konya Çingeneleri geçimlerini genellikle müzisyenlik, çalgıcılık, bohçacılık, sepetçilik ve elekçilikle temin
etmektedirler.

Malatya
Merkez: : 2.500
Esas merkezlerinin Malatya olduğunu söyleyen “Melikan” veya “Melikli Aşireti” Türkiye’de dağınık olarak göçmen bir şekilde yaşamaktadır. Kendi ifadelerine göre Adana, İskenderun, Gaziantep, Kayseri, Konya ve Konya Ereğli’de bunların akrabaları bulunuyor. Bunların başlıca geçim kaynağı horoz (Hint horozu) döğüşüdür. Bunun yanı sıra pazarlamacılık da yapmaktadırlar.

Manisa 
Akhisar: Yeldeğirmeni Mahallesi : 3.000
Akhisar Çingeneleri geçimlerini ziraatçılık başta olmak üzere, hasat zamanında pamuk tarlalarında
gündelikçiliğin yanı sıra bohçacılık, çalgıcılık, müzisyenlik ve çok azı da sepetçilikle sağlamaktadırlar.

Muğla
Fethiye: Günlükbaşı, Cumhuriyet Mahallesi ve Deppoy : 6.000
Ortaca: : 6.000
Milas: Dibekderesi Köyü : 250
Toplam 12.550
Fethiye ve Ortaca Çingeneleri bohçacılık, sepetçilik ve düğünlerde çalgıcılık müzisyenlik yaparak geçimlerini sağlarken, Dibekderesi’ndekiler ise sadece müzisyenlikle geçinmektedirler. Milas ve Bodrum civarındaki yerli halkın düğün ve eğlenceleri bunlar tarafından yapılmaktadır.

Ordu
Merkez: : 500
Fatsa: Mandıra Mahallesi : 120
Toplam 620
Bunlar geçimlerini bohçacılık, evlerde temizlikçilik, tefecilik, dilencilik ve az da olsa gayrimeşru işlerden sağlıyorlar.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 12.03.2014