31 Temmuz 2014 Perşembe

MEDENİYETLER SAVAŞININ BİZE YANSIYAN SONUÇLARI 2

Bir ramazanı daha idrak edip bitirmenin manevi huzuruyla ramazan bayramına erdik çok şükür. Bütün Türk ve İslam dünyasının ramazan bayramını kutlar, dünyanın neresinde egemenler eliyle yürütülen ne türlü zulüm ve işkence varsa onları bitirmesini yüce yaradanımızdan diliyorum. 

*

1980 sonrasında beliren ve artık günümüzde kendini iyice gösteren yeni dünya düzeni masalı emperyalizmin kendini gerçekleştirmesinden başka bir şey değildir. Kapitalizmin doğal sonucu olarak yayılmacı ve genişlemeci olan büyük devletler artık silahları değiştirmişlerdir. Çok gerekli olmadıkça silaha kendileri başvurmazlar. Ülkelerin algılarını çarpıtarak iç savaşa sürüklenip savaşmalarını sağlarlar. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslara bakarsanız bunu görürsünüz. Kimi yerlerde sonuç alındı. Kafkaslar ve Ortadoğuda çalışmalar ve buna bağlı olarakta çatışmalar sürüyor. Ulusların uyanıpta emperyalizme karşı verecekleri mücadelelerle belirlenecek yeni bir tarihe kadar bu coğrafyalarda iç savaşların çıkması muhtemeldir.

Bu durumu anlatmak üzere kaleme aldığım bu yazı dizisinde modernist ve post modernist görüşler listesini vermeye devam ediyorum. Sadece o liste bile her şeyi anlatmaya yetiyor.

7: Modernist görüşe göre:
Medya yayını
f: Postmodernist görüşe göre:
Birbirini etkileyen, müşteriye hizmet eden medyanın dağıtımı, çok miktarda küçük medya’ların ortaya çıkması (Network ve Web)

8: Modernist görüşe göre:
Merkezileşmiş bilgi
g: Postmodernist görüşe göre:
Dağıtılmış, yayılmış bilgi

9: Modernist görüşe göre:
Yüksek ve aşağı kültür ayrımı; yüksek veya resmi kültürün normatif ve otoriter olmasında konsensüs
h: Postmodernist görüşe göre:
Aşağı popüler kültür tarafından yüksek kültür hakimiyetinin bölünmesi; popüler ve yüksek kültürün karışımı; pop kültürünün yeni değerler kazanması

10: Modernist görüşe göre:
Tam çalışmaların ve amacın sanat olması
ı: Postmodernist görüşe göre:
Proses, performans, üretim olarak sanat

11: Modernist görüşe göre:
Sanat: sanatçı tarafından meydana getirilen orijinal bir objedir
i: Postmodernist görüşe göre:
Sanat: dinleyiciler ve alt kültürler tarafından meydana getirilen kültürün yeniden işlenmesi

12: Modernist görüşe göre:
Genel sınırlar ve bütünlük hissi (sanat, müzik ve edebiyatta)
j: Postmodernist görüşe göre:
Melezlik, kültürlerin yeniden birbirlerine bağlanması

13: Modernist görüşe göre:
Derinlere uzanan kökler-derinlik
k: Postmodernist görüşe göre:
Kök gövdeler-yüzeysellik

14: Modernist görüşe göre:
Niyet ve gayede ciddiyet
l: Postmodernist görüşe göre:
Oyun, ironi, resmi ciddiyete tepki

15: Modernist görüşe göre:
Birleşmişlik duygusu, benliğin merkez olması; “ferdiyetçilik”, birleşmiş kimlik
m: Postmodernist görüşe göre:
Bölünmüşlük duygusu ve benliğin merkez olmaması, çoklu ve çatışmacı kimlikler

16: Modernist görüşe göre:
Cinsel farklılığa göre şekillenmiş güç düzeni, tek cinsiyetler, pornografinin dışlanması
n: Postmodernist görüşe göre:
Çift cinsiyetlilik, pornografi

17: Modernist görüşe göre:
Dünyanın anlatıcısı olarak kitap, yazılı bilgi sistemi olarak kütüphane
o: Postmodernist görüşe göre:
Yazılı medyanın fiziki sınırlarının aşılması olarak yüksek-medya, 

18: Modernist görüşe göre:
Makine  
ö: Postmodernist görüşe göre:
Bilgi



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 28.07.14

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Gene gönderilmemiş sevda şiirleri. Gene yürek acılarına tanık olacaksınız sevgili okurlar. Şair zorda gerek. Zoru yaşamadan şiir doğmaz. Ne tür yazarsanız yazın refah içinde dingin durgun bir hayattan bir tek satır çıkmaz. Aşkta zorların en zorudur. Ama hayatın tacıdır, taşımayı bileni aşk acısı bile güzelleştirir. Bu şiirlerde yer yer bunu bulacaksınız.

***

102
Ölüm sessizliği var kulaklarımda
Ölüm susuzluğu var dudaklarımda
Nerdesin nefesine, sesine, gölgesine vurulduğum
Nerdesin saat gibi hep sana kurulduğum
Al beni benden
Bırakma beni sensiz
Al beni benden
Bırakma yalnız,
Bir sensizlik, birde hasret iki ucu açık makas
Beni kâğıt gibi kesecek vicdansız
Günlerimi de
Güllerimi de

Aydın Göle
04 şubat 2003

***

103
Ben tamamını verdim sevgimin tükenmedi
Sen iki taksit ödedin sonra durdun.
Sevgi borcunun kefilimi var?
Kurtulurum mu sanıyorsun bu borçtan?
Bana sevgi borcun var, sen ölemezsin.
Yaşarsan bu borçla, hiç mi hiç gülemezsin.
Her sevene haram olursun.
Yüreğim sana hasret susarsa bir gün
O hasret uzaklarda bulur seni, nefes alamazsın
Seni sevmekten bıkmıyorum.
Gözlerin aklıma takıldı kaldı,
O yüzden göklere bakamıyorum.
Gözlerin aklıma takıldı kaldı,
O yüzden ışıkları yakamıyorum.
Bana sevgi borcun var, sen ölemezsin
Yüreğini bana ver, kurtul bu borçtan.

Aydın Göle
07 şubat 2003

***

104
Sevgilim sorsalar seni bana
Erguvanlı bahçeler mi derim senin için?
Üzgün yağan kar mı derim kış ortasında
Kısa ömürlü kelebek mi derim
Sevgiden söz ederken

Aydın Göle
08 şubat 2003

***

105
Sevgi
Sevdiğimize sırılsıklam tutulmak mıdır?
Çiçekleri neden seviyoruz öyleyse
Yağmuru..
Fırtınayı..
Güneşi..
Ayı..
Kemanın tellerini;
Kimi zaman hoyrat,
Kimi zaman müşfik,
Okşayan yayı.
Neden dost oluruz köpeklerle
Neden koşarız baharda kelebeklerle
Unutmamak için kimseyi
Sevgi günün kutlu olsun küçüğüm

Aydın Göle
14 şubat 2003

***

106
Ne çok kırıyorsun beni, ne çok
Bilmeyen sende kalp yok sanır
Sende kalp var, var ama
Kan basıyor sadece, vücuduna
Sevgi basmıyor damarlarına
Vefa, sadakat basmıyor hücrelerine
Kanında sevgi yok ki
Beslenmemişsin sevgiyle çocukken
Kalbinin günahı yok
Sevgi bassaydı kalbin
Vefa, sadakat bassaydı
Işık saçardı gecene, umut saçardı
Taş kesilmezdi böyle
Görev amiri olmazdı
Kulak memesi kıvamında hamur
Her yanı kırmızı samur sarardı seni
Aklına gelirdi sık sık seni sevenlerin
Beni hiç unutmazdın
Şarabın ve dostun eskisi makbul
Eskidikçe şarap ve dostluklar
Servet eder değeri
Beni sevmesen de olur
Sevmesen, unutsan da olur
Sevenlerine, sevgine sahip çık
İstersen beni bir çırpıda yık
Ne önemim var ki zaten
Biten sigara gibi duruyorum dudaklarında

Aydın Göle
14 şubat 2003

***

107
Siya siya kürekler
Dalıp çıkıyor suya
Firar ediyor yürekler
Rast gelince ahuya
Sevdadır yaşatan hengâmeyi
Sevdadır dudağıma
Dolayan bu nağmeyi
En azgını gelsin dalgaların
Boğuşurum
Kazanan sonunda bilirim
Ben olurum
Çünkü inanırım sonuna kadar
Umut kesmem Allahtan
Bu gün olmazsa beklerim,
Gelen ve her gelecek sabahtan.

Aydın Göle
17 şubat 2003

***

108
Eğer kabil olsa
Kalbine girer çıkmazdım.
Eğer kabil olsa
Kalbimi sinene koyardım.
Gör bak nasıl kopuyor fırtına
Adın her geçtiğinde.
Belki anlardın o zaman
Sevgimin büyüklüğünü.
Richterler ölçmez
Şilepler taşıyamaz sevgimi.
Eğer kabil olsa
Kalbini alırdım senden.
Sana kalpsiz diyenleri doğrulardım.
İhtimallerde durmak ne zor.
Kabil olsa her şey
Yani kesin
Yani keskin
Şah damarımı keserdim gözümü kırpmadan.
Kırpmadan, eğer sensizlik varsa yarınlarımda.
Eğer kabil olsa
Bilsem bilinmezi
Yaşamazdım..

Aydın Göle
20 şubat 2003

***

Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar.


Yayın Tarihi: 25.07.14

MEDENİYETLER SAVAŞININ BİZE YANSIYAN SONUÇLARI 1

Temeli ikinci dünya savaşından sonra atılan,1980’li yıllarda sonuçları alınmaya başlanan ve bugünkü dünyanın oluşmasını sağlayan görüşlerin sahipleri ekonomide Milton Friedman, düşünsel alanda Samuel Huntington ve Bernard Lewis’tir. Bugün aşılmışta olsa sonuçlarını gelecekte göreceğimiz için bu kişilerin savunduğu görüşlerin ortaya koyduğu durumla karşı karşıyayız. Sovyet rejiminin çökmesinden sonra Amerikan politikalarını sözünü ettiğim bu görüşler belirlemişti.

Milton Friedman’ın neler yaptığını belirterek konuyu açmaya başlayalım. 1946da Chicago Üniversitesi’ne iktisat teorisi okutmak için atandı ve bundan sonra 30 yıl akademik kariyerini bu kurumda geçirmiştir. Bu akademik atmosferde 1930lardaki gerçekleri unutarak bu büyük buhran ve krizleri kendine göre teorilerle açıklayarak bir sağcı görüşlü ve bakışlı serbest piyasa, cemiyete karşı sorumsuz olan şirketlere ve sadece sıkı para politikasına önem veren, hiç piyasaya ve sosyal konulara karışmayan bir küçük devlet prensiplerine inanan fikirler taşıyan çok doktriner bir ekonomiciler grubunun yetişmesine ön ayak oldu.

Medeniyetler savaşı olarak adlandırdığı Sovyetler Birliği sonrası dünyanın içine düşeceği çekişmeyi kuramlaştıran Samuel Huntington’dur.

“Medeniyetler Çatışması, Samuel Huntington tarafından işlenen, Soğuk Savaş sonrasına denk gelen 1990’lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini ifade eden bir tezdir.”

Orta doğu tarihi üstüne düşünceler geliştiren Bernard Lewiste yeni dünya düzeninin ilk mimarlarından biridir. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmış batılı uzmanlar arasında en çok okunan yazarlardandır. Yahudi kökenlidir ve George Bush’un danışmanlığını yapmıştır.

Bunların sonunda Amerika tarafından Afganistan ve Irak işgal edilmiştir.

Buraya giden süreçte önce ekonomiler Milton Friedman görüşüne yaklaştırıldı. Ekonomik dayanaktan yoksun ülkelerin daha sonra algılarıyla oynanıp ulusçuluk karalanırken, mikro milliyetçilik hortlatıldı. Her ülkenin içindeki azınlıklar kaşındı. Kimi yerlerde bu bölünmelere kadar vardı.

Şimdide postmodernizmin ne olduğunu görelim. İlk anılacaklar modernlik, karşısında yer alanlarsa postmodernizmin ilkeleri olacak. Bakalım farklar nelermiş?

Modernizmle Postmodernizmin Karşılaştırması:

1: Modernist görüşe göre:
Hiyerarşi, düzen, merkezileştirilmiş kontrol  
a: Postmodernist görüşe göre:
Anarşi, düzenin yıkılması, merkezi kontrolun kalkması

2: Modernist görüşe göre:
Büyük politik yatırımlar (millet-devlet, parti)
b: Postmodernist görüşe göre:
Mikropolitik yatırımlar, kurumsal güç çatışmaları, kimlikçi politikalar

3:Modernist görüşe göre:
Milli kimliğin ve kültürün söylemi; kültürel ve etnik orijinler miti 
c: Postmodernist görüşe göre:
Lokal söylemler, büyük söylemlerin ironik yıkımı: orijine ait mitoslarının aksi

4:Modernist görüşe göre:
Bilim ve teknoloji vasıtasıyla büyük ilerleme söylemi
ç: Postmodernist görüşe göre:
İlerlemeye şüpheyle bakmak, teknoloji karşıtlığı reaksiyonlar, yeni çağ dinleri

5: Modernist görüşe göre:
Temsilcilerin ve medyanın önündeki “gerçeğe” inanç, “orijinalin” içtenliği
d: Postmodernist görüşe göre:
Aşırı realite, imaj doygunluğu, taklidîn gerçek olandan daha güçlü olması, gerçekte var olmayan şeylerin sunulması ve bunların var olanlardan daha güçlü olması

6: Modernist görüşe göre:
Kitle kültürü, kitle tüketimi
e: Postmodernist görüşe göre:
Kültürün kitlesel olmaması (demassified culture), küçük pazarlar, az üretim




DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 25.07.14

DOLANDIRICILIK; ALDATMA VE ALDANMA HİKÂYELERİ

Çeşitli aldatılma hikâyeleri okudum. Tanıdıklarım arasında aldatılanlarıda gördüm. Kimsenin bu duruma düşmesini dilemem. Hele aciz durumda olanları umut tacirliği yaparak aldatmak her halde affedilir şey değildir. Geçen gün bir bayan arkadaşım facebook’ta gerçek olduğuna inanamayacağınız bir haber paylaşmıştı. Haber her açıdan incelenmesi gereken içerikte. Önce haberi okuyalım mı, ne dersiniz?

***

Kayseri’de hırsızın  biri, bir evin çatısına çıkmış ve anten kablosunu kesmiş. Evin reisi de tam TV’ye dalmışken yayın kesilince televizyonunu biraz kurcalamış. Ama arızanın ne olduğunu anlamamış.

“Bozuldu herhalde” diyerek yatmış.

Ertesi gün adam işe gittikten sonra hırsız kapıyı açıp adamın karısına,

“Yenge, beni ağabey gönderdi, televizyon bozuk, alın da bir bakın dedi” demiş.

Kadıncağız da televizyonu vermiş. Akşam adam eve geldiğinde televizyonu göremeyip de ne olduğunu sorunca karısından olayı öğrenmiş. Adamın beyni dumura uğramış tabii. O hafta sonu adamla karısı balkonda keyif yaparlarken hırsız aşağıdan ıslık çala çala onlara bakarak geçmiş.

Kadın hırsızı tanımış.

“Bak bey! Televizyonu çalan adam işte buydu” demiş.

Adam bunu duyunca pijamalarla adamı kovalamaya başlamış. 5 dakika sonra başka bir adam  adamın evine gelip, karısına kimlik göstermeden;

“Hanımefendi ben polisim, beyefendi hırsızı yakaladı. Bizi aradı. Biz onları aldık karakola götürdük. Şimdi karakoldalar. Beyefendinin üstünde pantolonu yoktu. Pantolonuyla, cüzdanını istiyor.” Demiş.

Kadın da hiçbir şey demeden polis olduğunu söyleyen kapıdaki adama eşinin pantolonuyla cüzdanını vermiş.

Evin adamı hırsızı uzun süre kovaladıktan sonra kan ter içinde eve dönmüş...

Kadın kocasının pijamalarla geri geldiğini görünce bir kere daha aldatıldıklarını anlamış ama iş işten geçmiş.

***

Bu haberi okuduğumda aklıma çocukluğumda yaşadığımız buna benzer bir olay geldi. Yanlış hatırlamıyorsam 1962 yılıydı. Bir gün öğle üzeri kapımız çaldı. Tamda bir sokak ötede oturan babamın teyzesine gitmeye hazırlanıyorduk. Annem kapıyı açtı. Gelen yabancı ve yaşlı bir teyzeydi. Susamış, bir bardak su istiyordu. Beni görünce sevgi sözleriyle süsleyerek bana övgüler düzdü. Annem suyu getirince o yaşlı teyze beni okuyup üfleyerek sakatlığımdan kurtarabileceğini söyledi. Bunun için bir leğen su, bir makas, bir paket tuz, bir kalıp beyaz sabun ve birkaç giyecek eşyayla bir çamaşır ipi istedi. Kendine göre dualar okuyup tuz ve sabun kattığı bir leğen suyu bir gece dışarıda ayazda bekletilmesini istedi. Ertesi gün sabah gelip beni o suyla yıkayacaktı. Diğerlerini alıp gitti. Bizde gitmek için hazırlandığımız babamın teyzesine gittik. Ben oldukça küçük olduğum için olan bitenin farkında değildim, fakat annemin heyecanını fark ediyordum. Sohbetin bir yerinde annem bu konuyu açarak babamın teyzesini ertesi gün sabahtan bize gelmesi için davet etti. Az şey mi? Yabancı yaşlı teyze gelip beni özel okumalarla ayazda bekletilmesini söylediği suyla yıkadıktan sonra yürüyecektim. Buna annem ve babamın teyzesi ümitlenmişlerdi. Doktorlar çare bulamamıştı ama Allah belki bu yabancı yaşlı teyzeyi vesile etmiş olabilirdi. Ertesi sabah erkenden babamın teyzesi geldi. Ama o yabancı yaşlı teyze bir daha hiç gelmedi.

İşte o yabancı yaşlı teyze bir umut taciriydi. Böyle insanlar her fırsattan faydalanmayı bilirler.

Bir tanıdığımız vardı. Oğulları Almanya’da çalışıyordu. Kendileri yaşlılıklarında gelinlerine ve torunlarına ana babalık yaptılar. Oğulları her yıl yaz tatilinde, bazen de yılbaşında izne gelirdi. Uzun seneler kendisinden mektuplarla haber aldılar. O zamanlar evlere telefon almak öyle kolay şey değildi, çok sıra beklenirdi. Bir mektubun gidip gelmesi de en az 8-10 günü bulurdu. Kısaca oradan biriyle yollanan selamın değeri çoktu. Selamı getiren en azından selamı yollayanı çok yakın zamanda görmüştür. Sağlığı ve sıhhati konusunda dolaysız şahitlik eder. Bu da selamı getirilenin yakınlarını ferahlatır.

Bir gün; tanıdığımız o aileye, adamın biri Almanya’dan geldiğini, oğullarından selam getirdiğini söyler. O kadar iyi dersine çalışmıştır ki, Almanya’daki arkadaşı olduğunu söylediği kişi ve geldiği kişiler hakkında bir arkadaşın bilebileceği her şeyi bilir. Ortada kuşkulanılacak hiçbir şey bırakmaz.

Bunun üstüne onlarda adamı bir güzel ağırlarlar.

Adam kızını evlendirmek için gelmiş. Birkaç parça takı almak için çarşıya çıkacakmış. Kendisinin de takılar konusunda hiç bilgisi yokmuş. Tanıdıklarımızın kız torunlarının takılarını çok zarif bulmuş. Kendisine yardımcı olmalarını istemiş. Onlarda memnuniyetle kabul etmişler. Beğendiği birkaç parça takıyı tanıdığımız olan yaşlı adama yanına almasını, bildikleri bir kuyumcuya kendisiyle birlikte gelmesini önermiş. Denileni yapmışlar. Adam kuyumcuda gösterme bahanesiyle altınları alıp kuyumcuya göstermiş. Kuyumcu takıların değerini ve ne olduğunu anlatmış. Adam bunları birde kızına göstermek için eve gidip hemen döneceğini belirterek tanıdığımız yaşlı adamcağıza biraz beklemesini söylemiş ve dışarı çıkmış. Gidiş o gidiş. Bir süre sonra  gerçeği anlarlar ama yapacak bir şey yoktur.

Bu aldatma ve aldanma hikâyeleri bitmez. Günümüzde kredi kartından tutunda, telefonlara kadar uzanan yelpazede çeşitli hilelerle insanlar aldatılıyor. Tongaya cahiller düşse sıradan olacak olaylar, profösörden sanatçıya kadar uzanınca toplumun daha çok ilgisini çekiyor. Başta da dediğim gibi bayan arkadaşımın facebokta paylaştığı olayı ve bu olayları çeşitli açılardan incelemek lazım. Bu konularda başlı başına bir tez hazırlanabilir.


Yayın Tarihi: 23.07.14

CIMBIZLA SEÇİLEN HABERLER 2

Geçen gün okuduğunuz ilk bölümde “asparagas” olarak adlandırılan masa başı uydurma haberlerden söz etmiştim. Uydurma haberlerle gündemden uzak, hiçbir konuyla ilgilenmeyen ve kolay güdülen yığınlar oluşturulduğunu belirtmiştim. Benim amacım sizlerin dikkatlerini başka yöne çekmek değil. Kimsenin çıkarına değil bu haberler. Yani Orhan Veli’nin “cımbız” şiirindeki şirin hanımefendiler kadar dünyadan bir haber olabilme başarısını gösteremediğim için kendimi zorluyorum. Ne deniyordu o şiirde;

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya

Ah ne mutlu hayat sürer böyle olanlar. Öyle her şeye kolay kolay üzülmezler. Kendilerini üzen şeylerede hemen bir çözüm bulurlar.

Geçen bölümü mektuplaşmanın güzelliğini ve mektup beklemenin heyecanını anlatarak,
elli altı sene sonra gelen mektuba ne demeli, evlenmeyi düşündüğünüz kişiden gelecek mektupsa bu ne düşünürsünüz diye sorarak bitirmiştim. Kaldığımız yerden devam edelim

***
Patricia Kirwan, sevgilisini yemeğe davet eden bir mektup alınca, acı acı gülümsemekle yetindi.

Çünkü mektup tam 56 yıl önce postaya verilmiş ve bir aşk katledilmişti! İngiltere’nin başkenti Londra’da 3 Mart 1950 tarihinde postaya verilen bir mektup, tam 56 yıl sonra adrese ulaştı. The Sun gazetesinin haberine göre, mektupta, Gwen isimli kadın erkek arkadaşı George Green’i öğle yemeğine davet ediyor. El yazısıyla yazılan mektupta şu ifadeler yer alıyor:

‘George, önümüzdeki hafta Monty’de buluşalım. Saat 2 senin için uygun mu? Sevgiler Gwen.’

90 kilometre mesafedeki Cambridge kentinden postalanan mektup, adresin üzerinde
yazılı Trinity Koleji’ne geçtiğimiz gün ulaştı.

Sekreter Patricia Kirwan, ‘Mektubun üzerindeki tarihi görünce hepimiz güldük.
Belki de mektubun ulaşamaması büyük bir aşkı bitirmiştir’ dedi.

***

Böyle hatalar insana çok pahalıya patlar. Bir ömür biter biten umutla beraber. İnsanın yüzü gülmez olur. Gülen bir yüz ne güzeldir oysa. Peki gülmek mahkeme yoluyla yasaklanabilir mi? Yasaklanmış işte. Bu haberi okuyunca şaşırdım. Bakın gülmek neden yasaklanmış.

Dünyada ilk kez bir adamın mahkeme kararıyla gülmesi yasaklandı.

Almanya’da en büyük zevklerinden birinin ‘gülmek’ olduğunu söyleyen 54 yaşındaki Joachim B. sesli bir şekilde gülüp tatmin olabilmek için her gün düzenli olarak parka gidince burada sabah sporu yapan insanları rahatsız etti.

Bunun üzerine hakkında dava açılan Joachim mahkum oldu. Yüksek sesle kahkaha atmanın insanları rahatsız ettiğine karar veren mahkeme Joachim’in gülmesini yasakladı ve yasağa
karşı gelmesi durumunda 5 bin Euro para veya 6 ay hapis cezasına çarptırılacağını belirtti.

Joachim ise, “Yaptığım tek şey gülmekti. Bu sağlıklı ve dostane bir hareket. Kendimi iyi hissediyordum. Benim için nefes almak, yemek ve içmek gibiydi” diye konuştu.

***

Evet, insan için gülmek nefes almak gibi, yemek içmek gibi önemlidir. Güldüğümüz oranda insanlaşırız. Çünkü gülmek çelişkileri görmek demektir. İnsanca zekaya sahip olanlar daha çok güler. İşi abartmamakta şart. Tıpkı yeme içmeyi abartmamak gerektiği gibi. İnsanoğlu abartınca her şeyi abartır. Bu abartmalar iç korkularımıza yansırsa kötü. Sonunda insanı psikolog’a kadar götürür. Aşağıdaki haber böyle bir haber.  

ABD’nin Kansas eyaletinde erkek arkadaşıyla yaşayan bir kadın, iki yıl boyunca tuvaletten kalkmayınca derisi klozete yapıştı.

Erkek arkadaşı Kory McFarren’in AP ajansına anlattığına göre, 35 yaşındaki Pam Babcock, iki yıl önce fobileri yüzünden banyodan çıkmamaya başladı.

Babcock için banyoya yiyecek içecek götüren McFarren, geçen ay sonunda Babcock’ın bilincini kaybetmesi üzerine polisi aradı. Polis, Babcock’ı klozetten ayıramayınca klozet oturağıyla birlikte hastaneye götürdü.

Yapılan operasyonla, Babcock klozetten ayrıldı ancak genç kadının tekerlekli sandalyeye mahkûm olabileceği belirtildi.

***

Bir haberde bizden.. okuyunca inanmakta zorlanacaksınız. Bakın haber neymiş?

Av köpeği avcıyı vurdu

(gelde inan)

Konya’nın Beyşehir İlçesi’nde 39 yaşındaki avcı Erdem Kayak, yemek yedikleri sırada, av köpeğinin üzerinden geçerken tetiğine bastığı yerdeki tüfeğin ateş alması sonucu kalçasından yaralandı.

Olay, dün saat 14.00 sıralarında Beyşehir İlçesi’ne bağlı Şamlar Köyü yakınlarındaki Baraj mevkisinde meydana geldi. Seydişehir’in Kızılca köyünde oturan minibüs şoförü Erdem Kayak, babası 65 yaşındaki işçi emeklisi Mustafa Kayak ve arkadaşı 35 yaşındaki Ali İhsan Adıgüzel ile birlikte tavşan avlamaya çıktı.

3 kişi Baraj Mevkisi’nde yere kurdukları sofrada yemek yemeye başladı. Bu sırada Erdem Kayak, av köpeğinin, üzerinden geçerken tetiğine bastığı yere konan tüfeğin ateş alması sonucu kalçasından yaralandı. Kayak, babası ve arkadaşı tarafından Beyşehir Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Kayak, burada yapılan ilk müdahalenin ardından Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edildi. Sağlık durumu iyi olan Kayak’ın yapılacak ameliyatla kalçasına saplanan saçmaların çıkarılacağı belirtildi.

Yaşadıkları olayı anlatan Ali İhsan Adıgüzel, “Erdem ve babasıyla öğleye doğru ava gittik. Öğlende yemeğe oturduk. Bu sırada Mustafa amca, Erdem’e, ‘Tüfeği yere koydun ama, emniyeti kapalı mı?’ dedi. Erdem de ‘kapattım’ diye cevap verdi. Biz yemek yemeye başladığımızda bir patlama sesi duyduk. Arkamıza baktığımızda köpeğin tüfeğin üzerinden geçtiğini ve tetiğe bastığını fark ettik. Sonra Erdem vurulduğunu fark etti” dedi.
......

Görünmez kaza işte. Ne diyelim?  Cımbızla seçilen haberlere kanmayın, gündemden uzak kalmayın. Ama gündeme gömülerekte boğulmayın. Her şeyin farkında olmak yeter. Gülmekse her zaman serbest.



BİTTİ


Yayın Tarihi: 21.07.14 

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Pazar günü şiirlerimle bu köşeyi farklı kılma ya çalışıyorum. Gazetemizde sizlerle birlikte olduğum bir yılı geçti. Umar ve dilerim bu sürede bir alışkanlık halinde izlenir olmuşumdur. Gazete sahibimiz Abdullah beyin bana tahammülüde önemli etken. Bazen yazıları göndermeyi unutabiliyorum çünkü. O zamanlarda beni aradığında yazıyı göndermediğimi fark ediyorum. .

Öyle yada böyle bir seneyi geçtik. Ama siz okurlarımdan olumlu veya olumsuz hiçbir tepki almadım. Oysa benim için görüşlerinizin önemi var. Sizlerle sıcak bir okur yazar ilişkisi kurmak isterdim. O durumda karşılıklı iletişim kurulmuş olurdu. Her iletişim etkileşim demektir. Bunun için tercih ettiğiniz gazetemiz yazarlarının e-posta adreslerine öneri, istek ve şikâyetlerinizi yazın, yada gazetemizin telefonlarını arayarak bizleri yalnız bırakmayın.
Kim bilir bu ne zaman kısmet olur.

Bu pazarda şiirlerin arasına girmek istemiyorum. Gene gönderilmemiş, ayrılık sonrası sevgiliye yazılmış şiirlerle sizleri baş başa bırakıyorum. Umarım beğenirsiniz

***

93
İçimde bir yara kanıyor, tedavisi yok.
Bin yıllık ihtirasları kaşıdım, günahımla yüzleştim.
Ne güçsüzüm Tanrım!
Devrim bitti mi?
Ya umutlar?..

Aydın Göle
20 ocak 2003

***

94
Hangi sorular sorulmalı, sorulacak sorular
Sorular meselelerde mi gizli yoksa
Görüngülere kanma
Yüzüstü bırakır giderler bir gün
Ellerinde koskocaman bir hiç kalır

 Aydın Göle
20 ocak 2003

***

 95
Ne sihirdir ne keramet
El çabukluğu marifet
Çakıl taşlarını altın
Altınları bakır
Kralları fakir yaptım
Fakirleri çivi yataklarından kurtardım
Neredesiniz?

 Aydın Göle
20 ocak 2003

***

 96
Yağmurlar dinmedi
Gene ağlıyor gökler
Bilmem daha ne kadar yağar
Günler haftalar mı sürer
Aylar, yıllar mı
Utanmayın ağlayın yağmurla
Giden sevgilinin ardından
Gören nasılsa anlamaz ağladığınızı
Ben ağlayamıyorum
Bir mısra bile düşüremedim
Şiir tükendi Ben ağlayamıyorum
Söze ne hacet Dilim tutuldu
Ben ağlayamam öfkem var
Ben ağlayamam
Kendimle barışık değilim bugün
Sevmiyorum kendimi
Onu sevdiğim kadar
Bu yüzden kıyamıyorum
Kıyamam ona

 Aydın Göle
21 ocak 2003

***

97
Efsaneleri yaşamak buysa
Efsanenin içindeyim
O zaten efsane
Bir sınav mı var
Burası sanki dershane
Allah’ım beni deniyor musun
Ahretten önce sırattayım

 Aydın Göle
21 ocak 2003

***

 98
Geri döner baharla
Bütün göçmen kuşlar
Sende dön güvercinim
Gök kuşağının altından
Gel pencereme
Yada omzuma kon
Sabır kaynayan kazandır
Taşı artık
Hasretin benden büyük
Beni aştı artık
Hasret sürgünlerindeyim
Sensizlik günlerindeyim

Aydın Göle
21 ocak 2003

***

 99
Gece olacaksa
Sabahı olmalı
Sabah olacaksa
Seheri olmalı
Seher olacaksa
Meltemi olmalı
Meltem olacaksa
Yar yanında olmalı
Yar olacaksa
Sevecen eli olmalı
Her seven
Biraz kaçık
Biraz uçuk
Biraz deli olmalı
Uzun yağmurların ardından
Tertemiz güneş doğmalı
Ağaç olacaksa
Üstünde ötüşen kuşlar
Altında öpüşen çiftler olmalı

 Aydın Göle
22 ocak 2003

***

100
Ben uyumuyorum
Yıldızlar gözünü kırpmadı henüz
Sende katıl türkümüze
Ağlamaktan, gülmekten sarhoş
Sabahları karşılayalım
Hasretinle eskidiğim
Al beni avuçlarına
Demir leblebiydi hasretin
Çiğnedim çiğneyemedim
Diş kalmadı ağzımda
Yutulmuyor bir türlü
Senli günler unutulmuyor bir türlü
Büyüdükçe hatıran
Devleşiyor hasretin

Aydın Göle
30 ocak 2003

***

101
Kadife yanağın değince yanağıma
Güvercin kanadı ellerini
Teslim edince avuçlarıma
En azgın kederler dinerdi
Petunyalar açardı
Yalan riya utanırdı
Kaçardı hayatımızdan

 Aydın Göle
04 şubat 2003

***

Bu haftalıkta bu kadar sevgili dostlar. Tekrar buluşmak dileğiyle..


Yayın Tarihi: 20.07.14

CIMBIZLA SEÇİLEN HABERLER 1

Öyle haberler vardır, dudaklarınız gülümsemeye kıvrılır. Öyle haberler, vardır insanı şaşırtır. Bazen bu haberlerin gerçek olduğuna inanamazsınız. Gazetecilikte “asparagas” denilen masa başında uydurulan haberler olduğunu düşünürsünüz. Bir ara ülkemizde de  bu amaçla çıkan gazeteler bile vardı. Önceleri çok ilgi görmüşlerdi. Giderek o kadar zorlama haberler uyduruldu ki, sevimliliklerini kaybettiler ve sonunda müşteriden oldular. Şimdi gazetelerde bir küçük sütunda da yer bulamıyorlar. Aşağıya alıntılayacağım haberler bu nitelikte haberlere benziyorlar. Bu haberlerin tehlikesi, insanları gündem dışı tutması.. Halkı denetlenebilir yığınlar olarak görmek isteyenler, özellikle bu tarz haberlerin yayınlanmasını istediklerinden kimsenin şüphesi olmasın.

Benim amacım sizlerin dikkatlerini başka yöne çekmek değil. Kimsenin çıkarına değil bu haberler. Yani Orhan Veli’nin “cımbız” şiirindeki şirin hanımefendiler kadar dünyadan bir haber olabilme başarısını gösteremediğim için kendimi zorluyorum. Ne deniyordu o şiirde;

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya

Ah ne mutlu hayat sürer böyle olanlar.. öyle her şeye kolay kolay üzülmezler. Kendilerini üzen şeylerede hemen bir çözüm bulurlar. Tıpkı aşağıdaki haberde okuyacağınız adam gibi.

İngiltere’de kaynanasının sürekli dırdır etmesinden bunalan Steve Owen’ın intikamı korkunç oldu. Damat Owen kaynanasını ünlü açık arttırma sitesi ebay’de 1 sterline satışa çıkardı.

İngiliz tabloid (boyut olarak normal gazetelerin yarısı) gazetesi The Sun’ın haberine göre 42 yaşındaki Steve Owen, kendisinden sadece 8 yaş büyük olan kaynanasını ‘garip ürünler’ kategorisinde ‘kullanılmış’ olarak niteleyerek açık arttırmaya çıkardı.

Eşi Tracey ile evlendikten sonra kaynanası Caroline Allen’in 27 yıldır yaşadığı Amerika’daki evini terk ettiğini ve İngiltere’ye gelerek kendi sokaklarında bir eve taşındığını söyleyen Owen, kaynanasına açık arttırma açılışı için 1 sterlin fiyat biçti.

İşsiz olduğu bildirilen Steve Owen, siteye de, ‘Bu yaşlı bir kaynana ve 1980 yılından bu yana kullanılmadı.Amerika’dan geldi. Onu buradan alıp götürecek bir adam arıyorum. Yaşına göre pek de kötü değil. Ev hayvanları ile iyi geçinir yemekle arası iyidir’ şeklinde bir not düştü.

Steve Owen, The Sun gazetesine yaptığı açıklamada da, kaynanasını satışa çıkarırken çok ciddi olduğunu söyledi ve ‘Her gün evime gelip beni değiştirmeye ve daha düzenli yapmaya çalışıyor. Umarım biri onun ellerini benim üstümden çekebilir. O bekâr ve kötü de görünmüyor’ dedi.

Öte yandan satışa çıkarılan kaynana Caroline ise, ‘O söz dinlemeyen bir tembel. Değişene kadar dırdırı bırakmayacağım. Bu benim görevim’ dedi.

Damadının kendisine 1 sterlinlik bir açılış fiyatı belirlemiş olmasının hoşuna gitmediğini söyleyen Caroline Allen, ‘En azından 100 sterlinden başlatsaydı’ diye konuştu.

***

Bu haber kaynana sevmez damat ve gelinlere kötü örnek olmasa bari. Analarımız kutsal varlıklardır çünkü. Sadece analarımız mı? Babalarımız kutsal değil mi? Alın size kadın erkek eşitliği konusunda kadınlar lehine bir gösterge. Hep analar kutsaldır, babadan söz eden yok! Durun canım, bu sözümü ciddiye alıp tozu dumana katmayın; şaka yaptım.
Şaka yapmak insanın özelliklerinden midir? Başka canlılar şaka yapabilir mi? Örneğin aşağıda okuyacağınız haberdeki at şaka yapıyor olmasın.


ABD’nin Florida eyaletinde yaşayan Patches isimli at görenleri hayrete düşürüyor. Thompson kardeşlere ait at tam bir insan gibi yaşıyor. Sahiplerinin üstü açık arabasında ona özel yaptırılan arka koltukta seyahat eden Patches molalarda arabaya çizburger sipariş verip yiyebiliyor! Thomas kardeşlerin evinde telefonu da kimsenin açmasına gerek kalmıyor, çünkü Patches bu konuda hepsinden hızlı. Patches gece olduğunda da karyolasında yorganın altına uzanarak uyuyor.

***

Sizin böyle bir atınız olsa çok şakacı olduğunu düşünmez misiniz? Hatta onu kalkıp at gibi davranması için ahırına kovalamaz mısınız? Ben olsam öyle yapardım. Çünkü atlar ayakta uyudukları için uyurken yatmazlar. Sırtları kaşınırsa yatarlar. O zamanda yorgana ihtiyaçları olmaz değil mi ama?

Eskiden mektup yollama alışkanlığımız vardı. Üzüntümüzü, sevincimizi, arzumuzu, isteklerimizi sözle kâğıda döker, sevdiklerimize yollardık. Sonrada heyecanla cevap gelmesini beklerdik. Bir mektup yurt içi postaya verilişinden itibaren en erken benim hatırladığım üç günde gelirdi. Daha eskiden daha geç alıcıya ulaşırdı muhakkak. Yurt dışı mektuplarıysa en erken beşle sekiz gün arasında alıcıya ulaşırdı. Cep telefonlarının kısa mesaj servisi, postayı resmi evrak ulaştırıcısı konumunda düşürdü. Artık mektup yazan kimse yok! Hele internet çağı bunu tamamen bitirdi. Güzel şeydi mektup almak.. ona cevap vermekte. Beklemek bambaşka heyecandı. Gabriel Garcia  Marquez’in “Albaya mektup yok” romanı geldi aklıma. Yaşamsal bir konuda beklediğiniz mektup gelmezse dünyanız kararmaz mı? Sizin varlığınızın kabul edildiğinin kanıtıdır mektuplar. Gelmeyen mektuplarsa sizin varlığınızı bilmedikleri için gelmiyordur. Bu düşünce insanı kemirir durur. Ya elli altı sene sonra gelen mektuba ne demeli? Evlenmeyi düşündüğünüz kişiden gelecek mektupsa bu ne düşünürsünüz?

Gelecek yazımızda bu haberi okuyalım. Cımbızla seçilen haberlere kanmayın, gündemden uzak kalmayın. Ama gündeme gömülerekte boğulmayın. Her şeyin farkında olmak yeter.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 18.07.14

HER KESİMİN “GARDIROP ATATÜRKÇÜLERİ” VAR

Bir yazımda “Gardırop Atatürkçülüğü”nden söz etmiş, bu şekilde Atatürkçülüğün sadece şekle baktığını belirtmiştim. Oysa Atatürkçülük gelişen hayat şartlarına göre yeni, akılcı, hurafelerden uzak uygulamalar bulmak, o uygulamaların bağlayıcılığı için döneme uygun kanunlar çıkarmaktır. Burada kişisel hayata müdahale olmaksızın uygulama esastır. Her görüş için aynı şeyden söz edilemez mi? Elbette edilir. Kimsenin ne yediğine ne içtiğine bakılamayacağı gibi, kimsenin nasıl ibadet ettiği tartışma konusu olamaz. Bakılacaksa sadece hayat sahamızın ne kadar genişletildiği, ne kadar rahat hareket edebilir olduğumuza bakılmalıdır.

Bugünkü iktidarı istemeyenler (içlerinde bende varım) bu güne kadar neden istemediler?

Bu iktidar (bu konuda diğerlerinden ayrılıyorum, benim korkum bunlar değildi) kopkoyu bir dincidir, kadınları zorla kapatacak, erkekleri sopayla camilere sokacak diye düşünülürdü. Bu iktidar, yani AKP iktidarı kendisi gibi İslamcı olmayanı kıtır kıtır kesecek denirdi. Sonunda devleti dönüştürecek diye korkulurdu. Ama bunlar olmadı. Kadınları zorla kapatmadı, erkekleri sopayla camiye sokmadı. Kimseyi kıtır kıtır kesmedi...
 
Kullandığı  hafif dini söylemi katmazsak ortaya öyle “kopkoyu bir İslamcı lider”de çıkmadı.

İşin bu tarafını bırakıp öze bakarsak (asıl korktuğum taraf, işte bu taraf) ortaya nelerin çıktığını daha iyi görürüz.

İktidarın Zihninin arkasında saklanan “sağcı, otoriterlik heveslisi çıktı... 

Bitaraf olanın bertaraf olacağına dair otoriter bir söylem çıktı.

“Halkın oyuyla gelmek, asmayıda, kesmeyide haklı kılar” söylemi çıktı. 

İşine geldiğinde muarızlarını her türlü hırpalamaya ve gözden düşürmeye yönelik pragmatik söylem çıktı.

Medya patronuna “Köşe yazarına sahip çık” diye seslenerek düşünce özgürlüğünü umursamayan bir söylem çıktı.

Eleştirinin açacağı ufka bakmak yerine, “Sen kimsin ya? Beni sen mi yöneteceksin?” diyerek diklenme söylemi çıktı. 
 
Asıl sorun kişinin kendi inancını yaşaması değil, açığa çıkması engellenemeyen “otoriter zihniyet”tir. 

Bu yazıyı yazmama esin kaynağı olan Ahmet Hakan’ın 05.09.2010’da Hürriyet Gazetesinde yayınlanan yazısında bu zihniyet vurgulanıyordu.

O günden bu güne kadar köprülerin altından çok sular akmış ama söylem ve davranışta bir değişiklik olmamıştır. Karşı durmamız gereken bu zihniyettir. Bunu atlayarak karşı çıkmak akıllılık değildir.

Bu konuda sadece çekince ve sakıncalar üretmek karşıtlara fayda sağlamaz. Sağlamadığı da ortada. 2002 yılından bu yana 3 yerel, 2 referandum ve gene 3 genel seçim geçirdik. Hepsini AKP kazandı. Önümüzde bir seçim daha var. Ağustosun ikinci haftasında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimi nedeniyle siyasetçilerimiz ve halk gene aynı kısır çekişmelere girecektir. Bu kısır çekişmelerden kurtulmak için “Gardırop Atatürkçülüğü”nden kurtulmak gerek. Çünkü her görüşün “Gardırop Atatürkçülüğü” var. İnanın bu durum bölenin işine gelir. Bölünen olursak buna en çok sevinen gene bölen olacaktır. Onun için içeriye değil dışarıya bakmak gerek. Çünkü bölen dışarıda. O her iki tarafın “Gardırop Atatürkçüler”ini kullanıyor.


Yayın Tarihi: 16.07.14

KÖRLER ÜLKESİNE KRAL OLMAK

Bugün değineceğim konu nedeniyle görme engellileri üzersem kendilerinden özür dilerim. Amacım saplantı ve çelişkileri anlatmak, aynı kaderi değişik biçimde paylaştığım bir engelli gurubunu rencide etmek değil.

Kendi eksikliklerimizi görmeyip herkesi kendimize benzetme huyumuz yüzünden bizden farklı olanları pek beğenmeyiz. Bu, birbirimizden farklı biçimde düşünen ve davranan bireyler topluluğu, yani çoğulcu bir toplum olamayışımız örneği olarak sürekli karşımıza çıkar. Biz tek bir fikirde çokluğu erdem sayan bir ülkenin insanlarıyız. Bu yüzden birden fazla fikre tahammülümüz yok. Hele eleştiriye hiç.. her alanda bunu görürsünüz. Oysa tek fikirde çoğalmak, beyinlere üniforma geçirmek gibidir. Egemen düşüncenin baskısı böyle başlar. Birden fazla düşünceyle bir arada olmak, çok düşünceyle çoğulcu olmak toplumun canlılığını sürdürebilmek için önemli şarttır.

Bireysel yaşantımızda da öyle değil midir? Öyle olduğu için herkes bir modanın peşinden koşar durur. Konuştuğu dilden giyim kuşamına, saçından tırnağına, kullandığı her şeyde modanın egemenliğini görmüyor muyuz? İş alanında özel girişimcilere bakarsak aynı şeyi görürüz. Hele küçük esnaflıkta durum içler acısıdır. Herkes farklı bir şey düşünmeden işin kolayına kaçıyor. Şöyle çarşı pazar gezin ne demek istediğimi anlarsınız.

1970’lerin başında Tofaş, Murat otomobillerini üretince emekliliği gelen çoğu genç işçi, ikramiyesini yatırıp Murat taksi alarak taksicilik yapmıştı. 1980’lerde bir videotek çılgınlığı sarmıştı. 1990’larda ise önce cep telefonu dükkânları pıtrak gibi çoğaldı, sonrada internet kafeler. Herkes aynı konuya yönelince kimse başarılı olamadı. Bir mahallede beş bakkal örneği gibi adım başı açılan benzer dükkânlar sonunda teker teker kapandılar. Bunun adı körlüktür işte. Bu körlük organsal değil algısal körlüktür. Algısal körlük; gide gide akıl tutulması dediğimiz, “başka şey düşünememe”ye kadar işi vardırır. O kadarki biraz farklı biçimde düşünenleride kendine benzetir.

Psikolog Doğan Cüceloğlu bu konuda çok güzel bir hikâye anlatıyor. “İÇİMİZDEKİ BİZ” kitabındaki bu hikâyeyi gelin birlikte okuyalım.

*** *** ***

Dere tepe, dağ taş dolaşmayı çok seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürürmüş. Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir koy görmüş; alacalı bulacalı garip bir koy.

Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün. 
Köyün içine girince anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri.

Gezgin tek gözlü adam karar vermiş burada yaşamaya.
“Hiç değilse benim tek gözüm var” diyormuş. 
“Körler ülkesinde şaşılar kral olur derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım”

Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış. Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş. Bir gün körlerden biri ötekilerden birinin malını çalmış. Sadece tek gözlü adam görmüş bunu. 

Bağırarak ilan etmiş “filanca falancanın malını çaldııı”
Körler; “nerden biliyorsun ki” demişler, “o kadar uzaktan duyamazsın ki?”
Ben duymadım, gördüm” demiş adam. “Gözüm var benim, görüyorum…”
Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış. Uzun zaman içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.
“Ne demek görmek,” demişler. “Nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden 
anlayabiliyor musun ne olup bittiğini?”
“Anlıyorum tabi” demiş adam.
İnanmayız, imtihan edeceğiz seni” demişler.
Adamı almış uzakta bir yere dikmişler.
Tecrübeleriyle eminlermiş ki o uzaklıktan hiçbir şey duyulamaz.
“Anlat bakalımdemişler, “biz şimdi ne yapıyoruz?”
Adam anlatmış:
Oturuyorsunuz, kalkıyorsunuz, koşuyorsunuz, yemek
yiyorsunuz, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı falan…”
Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar.
“Hadi anlatsana…”
Adam: “içeri girdiniz, göremiyorum ki” demiş.
“Ne olmuş yani içeri girdiysek, elli santim fark var, anlat hadi anlat” demişler.
Arada duvar var ama demiş adam, göremiyorum…”
Körler, “sen atıyorsun” demişler. “Deminki tesadüftü, bak şimdi bilemiyorsun…”
“Çıkın dışarı söyleyeyim” demiş adam.
Bu kadar mesafeden duyduktan sonra ha içerisi ha dışarısı” demiş körler.
“Ama ben duymuyorum, ben görüyorum ” diyormuş adam.
Öyle şey olmaz” demişler. “Sende bir sorun var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni.”
Adamı yaka paça hekime getirmişler. Hekim de kör tabi. Elleriyle yoklamaya başlamış. 
Adamın açık olan gözünü kastederek “Buldum” demiş, “sorun burada. Saçmalaması bundan dolayı” diyormuş, “şimdi düzeltirim ben onu…”
Körler ülkesinde kral olmak isteyen gezgin zor kurtarmış kendini onların elinden.

*** *** ***

Körlerin ülkesinde tek gözlü gören olmak ayrıcalık değildir. Gördüğünüzü sizin gibi gören bir başkası olmadıktan sonra anlattıklarınızla kimseyi ikna edemezsiniz. Sonunda siz, görmenin bir kusur olduğuna karar verir, gönüllü olarak kör olmayı seçebilirsiniz. Zaten başka çarede yoktur. Eninde sonunda onlar sizi kör edeceklerdir.

Kitabın son sözüyle yazımızı bitirelim.

*** *** ***


Körler görenleri anlayamazlar. Saçmaladıklarını sanırlar ve onu da düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar.

Kıssadan hisse mi diyorsunuz? O kadar çok ki, hangisini sırasıyla anlatayım şaşırdım. Kısaca bütün toplum kör olmaya müsaittik; kimi durumda egemenler hiç düşünmeden bizleri kör ettiler, kimi durumdada çıkarımıza öyle geldi körlüğü seçtik. Genelde dünya, özelde ülkemiz çok şey kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Bizim hata ve günahlarımızı çocuklarımız, torunlarımız görecek ve arkamızdan rahmet okumayacaklar.


Yayın Tarihi: 14.07.14

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 57

Merhaba sevgili okurlar. Bugün evimiz birleşmiş milletler gibi. Almanya’dan ve Amerika’dan misafirlerimiz var. Gelenler teyzelerim. İstanbul’daki teyzemle geldiler. Annemin keyfine diyecek yok. Yüreğimin sızısı canım annem Allah beterinden korusun, çok hastalıkla boğuşuyor. O keyifli olduğu zaman bizde keyifli oluyoruz tabii. Böyle bir keyfi size aktarabilirsem ne mutlu bana...

Şiirlerimi sunduğum bu tatil gününde hepinize şiir kadar güzel, şurup gibi bir gün geçirmenizi diliyorum. Ama ne yazık ki şurup gibi bir havadan ziyade bunaltıcı bir hava bekleniyor. Küresel ısınmanın olumsuzluklarını bu yıl kış aylarında bütün çıplaklığıyla yaşadık. Bundan sonra yaz kış fark etmeksizin bu durum artarak sürecektir. Ne diyelim? İnsanoğlu ektiğini biçiyor.

Bu hafta bitmeden mübarek ramazan ayı bitiyor. Perşembe günü bayram başlayacak. Bayram sonunda anayasa değişikliği için halk oylaması yapılacak. Umarım memleketimiz için en iyi sonuç alınır.
Şiirleri gene araya girmeden beğeninize sunuyorum.

***

84
Fesleğen kokarsın yağmurlarla ıslanırken
Duyulmaz hiç sesim, gelsem sabah erken
Kuşlar kanat açmadı, mavi değil gökyüzü
Uyanda öp öksüzü, gün bir daha doğsun
Aydın Göle
10 ocak 2003

***

85
Saçma sapan
Anlaşılmaz sözler duyarsan benden
Kelimelerimi yitirmişimdir, arıyorumdur
Gözlerime iyi bak nerdeler, soruyorumdur
Vahşi, kıstırılmış hayvan gibi boğuksa sesim
Gelirken harfleri düşürmüşümdür
Hiçbir ses duymazsan,
çıt çıkmazsa benden hatta
Seni değil kendimi unutmuşumdur
Seni unutamam yıldızlar söyler
Seni hatırlatır ak güvercinler
Seni unutamam gök devrilmeden üstüme
Kendimi unutmadığım gün mü var?
Hep bir yerlerde,
Adını fısıldarken buluyorum,
Her bir parçamı.
Nefesimle ısıtıp penceremin camını
Adınla dolduruyorum
İçim ısınıyor
alnım terliyor boncuk boncuk
İçimde gürbüz çocuk.
Balık olmuş şişede
Deniz kestanelerini özler, yosunları özler
Görmez şişenin dışındakini
Ben seni unutamam yıldız dolu bu gece
Göz yaşımda yıldız gördüm unutamam

Aydın Göle
10 ocak 2003

***

86
Bu gece yağmur yağmasın ben ağlıyorum ya
Bu gece kimse uyanmasın ben uyumuyorum ya
Nöbetlerdeyim, nöbet tutuyorum sensizlik nöbetimde
Ne zaman bitecek bilmem ne zaman
Ben sonsuz zamana, sensizlik nöbetlerine kilitlendim
Bu gece yağmur yağmasın ben ağlıyorum ya
Kırılmaz kilitlerin odasındaki yalnızlığımla

Aydın Göle
10 ocak 2003

***

87
Mısralar yakamı bırakmıyor
Şiir yağıyor dize dize
Her mısra yüreğimi yakıyor
Kelimeler geliyor dize
Senin saçlarını okşar gibi
Kelimeleri okşuyorum
Bir sen gelmedin dize
Boğuyor beni boğuyor
Saçlarını okşamak isteğim
Ne oldu bir tanem ne oldu bize
Senden uzaktayım sanki hapisteyim
Bin kolum var binide boş
Seni saramazsa.
Seni saramazsa,
Hasret büyür taşar yüreğimden
Dönüp duramam kendi içimde

Aydın Göle
10 ocak 2003

***

88
Ben beni arıyorum, kendimi yani
Düşürdüm sevda yollarında bulamıyorum
Dün sevdanın kollarında gördüm ağır hasta
Beni almak için sevdadan,
ardından koştum
Bir dönemeçte kaybettim kendimi
Hükümlüdür, hükümsüz değil
Hem de
ağırlaştırılmış müebbede hükümlü
Kurtuluş yok sevdadan, beni arıyorum
Boynunda beni
Sırtında beni
Sevda çıkmazı
Şubat apartmanı
14 numarada oturan beni
Bulanlara ömrümü vereceğim

Aydın Göle
13 ocak 2003

***

89
Neden eziyet ediyorsun yüreğime
Zaten küçük, zaten öksüz bir çocuk o
Neden eziyet ediyorsun yüreğime
Zaten güçsüz, zaten ruhu yaşlı çocuk o
Aylar uzadıkça uzuyor ayrılığın gölgesi
Kapılar almaz hasreti,
hasret sığmaz kapılardan
Bir yüreğe nasıl sığar bilmez misin
Ruhu yaşlandıysa bundan,
Unuttuysa bundan unuttu kendini
Eziyet etme yüreğime
sana tutkun çocuk o.

Aydın Göle
14 ocak 2003

***

90
Eğer dünya duracaksa şimdi dursun
Yıldızlar
kopan tespih gibi dağılsın semaya
Sen gelmeyeceksen zaman koşsun
Ben mahşeri bekleyeceğim.
Sıratı kıratla geçeceğim,
Seni terkime alıp.
Hasret benim vuslatım, yüreğim sabret
Duracaksa dünya şimdi dursun
Yar yok yanımda
Yıldızlar pul pul olsun
Dökülsün geceden

Aydın Göle
16 ocak 2003

***

91
Eğer yağmur yağıyorsa çık dolaş
Yağmur benim ellerimdir
O ellerimle saçlarını okşayacağım
Eğer güneş çıkarsa bulutların arasından
Gözünü güneşe çevir gözlerini
Güneş sevginden tutuşmuş gözlerimdir
Bak tutuşan gözlerime korkmadan bak
Gözlerinden kalbine akacağım

Aydın Göle
16 ocak 2003

***

92
Yaşadıklarımızı fazla önemseme
Yitirilmiş duyarlılığımıza ağıt yakma
Her bir avuntu günahımızı öder mi
Ödermi insanlığa borcumuzu
(yada sevdamıza yeni yük ekler mi)
Yaşadıklarımız,
yarınlardan çalınmış anlardır.
Ömrümüzden kaç günümüz silinir,
yada kaç yılımız..
Boş ver yaşanmıştır yaşananlar
Yaydan çıkmış ok geri döner mi
Geri döner mi yola çıkmış kurşun
Son takatine dek gider varacağı yere
Yaşadıklarımızı fazla önemseme

Aydın Göle
16 ocak 2003

***

Bu pazarlıkta bu kadar. Her ne kadar sürç-i lisan eyledikse af ola sevgili okurlar. Hepinize güzel bir hafta sonu ve tekrar görüşmek dileğiyle.. Hoşça kalın!..



Yayın Tarihi: 13.07.14

ESKİDEN GARDIROP ATATÜRKÇÜLERİ VARDI 2

Yazının CFR ile ilgili bölümü böyle sona eriyordu. Aynı yazı günümüzde özgürlükler adı altında ilkesizliği ilke edinen Ahmet Altan’ın yazdıkları üstüne yazar kendi düşüncesini katarak devem ediyordu. Asıl sıkıntı bundan sonra başladığı için kimi yerde (...) işaretleriyle yazıya sansür koyacağım.

***

Ahmet Altan’ın 4 Kasım 2010 tarihli Taraf gazetesindeki “CHP” başlıklı yazısından bir bölüm:

“2010 yılında ‘Atatürk ilke ve inkılaplarına’ bağlı bir parti Türkiye’de hayatiyetini sürdürebilir mi? / Bence, kendini ‘Atatürk ilkeleriyle’ tarif eden hiçbir partinin yaşama şansı yok. /

(…)

Altan’ın bu satırlarını okurken, 6 yıl önce yazdığım bir yazıyı hatırladım.
“Mustafa Kemal, Mustafa Kemal’e karşı!” diye bir yazı...
Yeri gelmişken biraz kısaltarak yeniden ‘tedavüle’ sokmak isterim:
Farklı durumlarda –hatta bazen aynı durumda- birbiriyle yüzde yüz çelişen tavırlar almış bir siyasetçiyi ideolog olarak kabul edemeyiz. Pragmatizm başlı başına bir ideolojiyse, tamam. Değilse, Kemalizm de ideoloji değildir. Mustafa Kemal’in filanca tavrını, icraatını, inkılâbını benimsediğinizi söyleyebilirsiniz, ama kendi kendinizle çelişmeyi göze almadan “Ben Kemalist’im” diyemezsiniz.
Nedir Kemalizm?

(…)

Kemalizm’i laik bir ideoloji olarak görüyorsanız, Reis-i Cumhur Mustafa Kemal’in Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an tefsiri yazdırmasını ve devlete bağlı bir diyanet işleri başkanlığı kurdurmasını nasıl izah ediyorsunuz?

(…)

Bir görüşe göre ‘Mustafa Kemal ne yaptıysa Anadolu topraklarını kaybetmeyelim diye yaptı; yeri geldi Batı’ya meydan okudu, yeri geldi Batı’ya taviz verdi; tavırları çelişkili de olsa aynı amaca matuftu, dolayısıyla bir tutarlılıktan söz edilebilir.’ Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Kemalizmin pragmatizmden başka bir şey ifade etmediği, bir ideoloji veya doktrin olmadığı, Anadolu topraklarını korumaya matuf konjonktürel manevralardan meydana geldiği, hatta konjonktüre göre manevra yapmayı ‘ilkeleştirdiği’ görülecektir.
Öyle ise, “Mustafa Kemal’in yolu”nu takip edenler, yeri ve zamanı geldiğinde –ki çoktan gelmiştir-, “Ülkemizin selameti için Mustafa Kemal’i aşmalıyız” diyebilmelidirler. (Gerçek Hayat, 7 Mayıs 2004)

***

Bu yazıyı okuduktan sonra CFR’lere dönmeye gerek var mı? Eskiden Gardırop Atatürkçüleri ABD darbecileri ve Sovyetçiler vardı, şimdi ABD lehine çalışan CFR’ciler ve Sorosçular var. Şimdi daha çetrefilli, daha zorlu sorunlarla boğuşuyoruz. En baştada Atatürk hakkında olur olmaz sözler söyleyerek akılları dumura uğratıyorlar. Dumura uğrayan aklın ülke yararına bir şey düşünmesi engellenmiş, böylelikle bir devleti oluşturan sebeplerin ortadan kalkması sağlanmış olur.

Bu sorunlar gündem oluşturmak için oluşturulmuş sorunlardır. Sorunlar bir taraftan giderek derinleştiyse sorunun ciddiyetinden değil, siyasetçilerin basiretsizliğinden ciddileşmiştir. (...) Bakın Gardırop Atatürkçülüğü deyimini siyasi söylemimize kazandıran Bülent Ecevit 1980 sonrasında  nasıl anlatıyor.

Ecevit’in 27 Aralık 1981 tarihli mektubu 12 eylülün uygulamaları üzerinedir ve o uygulamaların neler olduğunu gösterir.

“(...)
Yeni bir ulusal kültür oluşuma katkı için kurduğu kurumlar (TTK ve TDK) ortadan kaldırılıyor. Atatürk’ün her türlü dogmacılıktan uzak bilimci yaklaşımı bırakılıyor;
(...)
Kadınlara her hakkı ve özgürlüğü tanımıştır, her olanağı sağlamıştır, ama ne giyeceklerine müdahale etmemiştir.”

İşte Gardırop Atatürkçüleri bunu görmezler. Sorun çok daha büyük ve çok daha tehlikeliyken önemsiz ayrıntıya takılmak başka türlü açıklanamaz.


 BİTTİ



Yayın Tarihi: 11.07.14

ESKİDEN GARDIROP ATATÜRKÇÜLERİ VARDI 1

Dilimize rahmetli Ecevit’in kazandırdığı Gardırop Atatürkçülüğü tanımının tarifi şöyle: Sadece kravat, papyon takmayı, batılılar gibi giyinmeyi Atatürkçülük sayan kişilere Gardırop Atatürkçüsü denir. Gardrop Atatürkçüleri, batılıların giysilerine, yaşantılarına özenirler, ama batıdaki gibi gerçek çok partili, çoğulcu özgürlükçü demokrasiye, söz, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne, bilime, tekniğe, çağdaş kurumlara karşıdırlar. Ayrıca tam bağımsızlıkta pek önemli değildir onlar için. Eee Atatürkçülükten geriye ne kalır o zaman? Tabiî ki koskoca bir hiç.. bugünkü liberal aydınlarında  AB ve ABD eksenli bağımlılığını karşılıklı bağımlılık adıyla önemsizleştirmesi bu hiçliğin bana kalırsa görüntüsüdür.

Sözün burasında bir ara verelim. İzniniz olursa bu konuyla ilgisiz gibi duran bir konuya girelim. Kaynağını 13 haziran 2003 tarihli Vakit gazetesi olarak doğrulattığım bir yazıya yer vermek istiyorum. Bugüne uyarlanarak internetten ileti ile bana yollanan böyle bir yazının bu gazetede yayınlanması da ayrıca ilginç. 

Aşağıda okuyacağınız yazının kaynağını ararken kısaltılmış adı CFR olan iki konuya rastladım. Biri deniz ve nehir taşımacılığının şartnamesi, diğeri yazımızı ilgilendiren konuydu.

CFR ne demekti, CFR’nin amacı neydi aşağıya alıntı yaptığım yazıdan örneklerle görelim önce:

***  

CFR, 21 Temmuz 1921’de New York’ta kuruldu. Kuruluşunda Yahudi kökenli Walter Lippmann’ın önemli rolü oldu. 2. Dünya Savaşı’nda çok önemli bir rol oynadı. Foreign Affairs adlı ünlü dergi bu örgütün yayın organıdır. Bu dergi vasıtasıyla dünya kamuoyu üzerinde bir politik yönlendirme yapmaya çalışmaktadır. Görünüşte CFR’nin çalışmalarının pek gizli olmadığı ileri sürülür. Gerçekte ise son derece gizli çalışmaktadır.

CFR’nin açık okunuşu “Council of Foreign Relations” yani “Dış İlişkiler Komitesi”dir. Gizli Dünya Devleti’nin en önemli organlarından biridir.

Soros Vakfı vasıtasıyla dünya ülkelerinin geleceği için Gizli Dünya Devleti’ne hizmet edecek yöneticiler yetiştirmeye çalışan Yahudi kökenli George Soros ABD’nin CFR üyesi ünlülerinin başında gelir. CFR’nin Türkiye’den de üyeleri mevcuttur.
Dünyada olduğu gibi  Türkiye’de de adımlarını  atarken, küresel çete, başından beri olduğu gibi, sadece AKP’yle yetinmedi. CHP, MHP ve SP içindeki kollarınıda güçlendirdi. Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel operasyonları ELİTLER eliyle yönetti. BASIN YAYIN ve ÜNİVERSİTELER’de darbeleri CFR yaptı.  Aydınların ve yöneticilerin bu kadar rahatlıkla gözüken ülke tasfiyesindeki çabalarının nedeni CFR işgalidir.

Bunlara muhalefet edecek olanları Kanada’da beslenen hahamların ve benzerlerinin ‘iddialarıyla’ hapise tıkdırdı. TSK’yı önce NATO’yla zehirledi, ardından diğer CFR uzantılarıyla sızma operasyonuna tabii tuttu.
Şimdi ‘YEPYENİ’ bir anayasa yolda!
CFR federasyon anayasası istiyor! Vazgeçilmezi ‘başkanlık sistemi’
CFR, gizli ve açık örgütleriyle üzerinde çalıştığı, ‘İstanbul merkezli yakın Doğu federasyonu’ ve ‘Diyarbakır merkezli Ortadoğu federasyonu’ operasyonunda adım adım ilerliyor.

Birkaç ay sonra, 2011’de Türkiye daha sıkışık bir gündemle yaşayacaktır.
‘Zaman daralıyor’ …
Bunlar ‘boş laf’ olarak niteleyenler 2011 de(nsonra) olacaklara hazır olsunlar. İsteyenler yaşamlarını uyuyarak geçirsinler.
Günlük yaşamınızda yakın çevrenizi dışlayarak, kişisel kârlar peşine düşerek, sizlere sunulan Televizyon Lunaparkının eğlencesi içine düşerek, sıkıştığınızda bankalara güvenerek (ki ben bu borçlanmanın çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Farkındaysanız kredi kartlarının kullanımı düştü fakat şişen borçları yeniden yapılandırma adı altında daha uzun zamana yayarak, daha çok borçlanma demek olan kredi ile borç ödeme dönemi başladı) asıl önemli olanı son günlerini yaşadığınız Cumhuriyet değerlerini sonsuz korumacı güç sanarak uyurken;  toplumsal tepki hakkınızı rahatınızı bozmasın diye kullanmazsanız  CFR kapınıza zararlıdır mührünü kazıdığında uyanmak bir işinize yaramayacaktır.

***



DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 09.07.14