30 Haziran 2015 Salı

OSMANLIDAN CUMHURİYETE ANAYASALAR 4

Anayasaların özgürlüklerin göstergesi olduğunu anlatmaya çalıştığım yazı dizimizin bu bölümünde sıra 1961 anayasasına geldi.

1961 Anayasası: 

“Önceki anayasalarımıza göre daha ayrıntılı ve uzundur. 1961 Anayasası pek çok açıdan anayasa hukukumuza yenilikler getirmiştir. Bu anayasa, 1921 ve 1924 Anayasalarından farklı olarak bir Başlangıç bölümüne yer vermiş ve bunu esas metinden saymıştır. 2. maddesi cumhuriyetin niteliklerini sıralamıştır. Bunlar içinde devletin insan haklarına dayanması, aynı zamanda sosyal bir hukuk devleti olması önceki anayasalarımızda yer almayan özelliklerdir. 1961 Anayasası, 1924 Anayasasına göre çok daha geniş ve ayrıntılı bir hak ve özgürlükler listesi sunmaktadır. Önceki Anayasadan farklı olarak sağlık, sosyal güvenlik, sendikal haklar gibi sosyal ve ekonomik haklar ilk kez bu anayasada yer bulmuştur. Siyasal partiler de, bu anayasada “demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru” olarak düzenlenmiş; siyasal partilerin mali denetimleri ile gerektiğinde kapatılmaları görevinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesi gibi bazı özel güvenceler öngörülmüştür. Bu anayasa, hak ve özgürlükleri saymakla yetinmemiş; hak ve özgürlüklerin kullanımının güçleştirilmesi ya da engellenmesini önleyici güvenceler de getirmiştir. Bu güvencelerin en önemlerinden biri, hak ve özgürlüğün özüne dokunulamayacağına ilişkin hükümdür.”

Bu anayasa sayesinde bireyin korunduğunu ve çalışanların örgütlenip kendilerini ifade edebildiğini görüyoruz. Geçen süre içinde kendisini geleceğe taşıyacak sınıfsal temele dayanmayan cumhuriyet bu anayasa ile sınıfsal ayrılığı kabul etmiştir. İş dünyası ilk kez toplu sözleşmeler dönemine girmiş, 82 anayasasıyla ucuz iş cennetine döndürülmeye çalışılan ülkemizde bilinen anlamıyla sendikalaşma, mecburi sigortalılık gibi kurumlar bu anayasanın özgürlükçü anlayışının eseri olmuştur. Kaldığımız yerden devam edelim.

“1961 Anayasası’nın getirdiği bir başka yenilik egemenliğin kullanılışına ilişkindir. TBMM artık egemenliğin tek ve yegane temsilcisi değildir. Bundan böyle egemenlik, anayasanın koyduğu esaslara göre “yetkili organlar” eliyle kullanılacaktır. TBMM, bu yetkili organlardan yalnızca biridir. Yasama organının kuruluşu açısından bu anayasanın getirdiği yenilik çift meclis sistemidir. TBMM’nin bir kanadı genel oyla seçilen üyelerden oluşan Millet Meclisi; diğer kanadı ise, genel oyla işbaşına gelenlerin yanında, tabii senatörlük, atama gibi halk tarafından seçilmemiş üyelerin de yer aldığı Cumhuriyet Senatosudur.”

61 anayasasının bence en garip uygulaması yarı krallıklarda görülen Lordlar kamarası gibi daimi senatörlüğün kurulmasıdır. Rejimi seçkinlerin koruyacağına olan inancın bir göstergesi olmaktan öteye gidememiş, yasamada fazladan zaman kaybına sebep olmuştur. Bunda demokrasiye geçilmiş olmasına rağmen iktidar döneminde yaptığı uygulamalar nedeniyle DP’nin rolü  büyüktür. Tıpkı tek parti dönemi gibi o da tek parti anlayışıyla ülkeyi yönettiği için ve (hâlâ iktidarların bir hastalığı olan) arzularına göre (rahmetli Özal’ın da uyguladığı ve Erdoğan hükümetlerinin ünlü maliye bakanı Unakıtan döneminde limanda bekletilen gemiler için çıkarılan kanunların boşaltma işlemleri bitince kaldırıldığı bir ülkedir ülkemiz) günü birlik çıkarılan kanunlarla iş görme ve denetlenmeme isteklerinin sonucu olarak parlamentonun karşısına senatoyu koymuşlardır. O da yetmemiş, yetkileri arttırılarak Anayasa Mahkemesiyle çıkarılan kanunların anayasaya uygunluğu denetlenmiştir. Bunu aşağıdaki açıklamalardan da göreceğiz. Devam edelim.   

“Anayasa’nın yasama-yürütme ilişkileri açısından getirdiği yenilik, cumhurbaşkanı seçimi ile meclisin seçim döneminin birbirinden ayrılmasıdır. Bir kişi TBMM tarafından ve kendi içinden yedi yıl için en çok arka arkaya iki kez cumhurbaşkanı olarak seçilebilir. Ayrıca, cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak amacıyla seçilen kişinin varsa partisiyle ilişiğinin kesileceği ve TBMM üyeliğinin son bulacağı belirtilmiştir. Meclis üyesi olmayanların da bakan olarak atanması bu anayasayla olanaklı hale gelmiştir. Ayrıca gensoru yoluyla hükümetin düşürülmesi zorlaştırılmıştır. Milli Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum haline gelmiştir. Anayasanın getirdiği bir başka yenilik de TRT ve üniversitelere özerklik tanınmasıdır.” 

Milli güvenlik kurulu askerlere iç yönetimde yetki vermek anlamına geldiği için demokrasiyle bağdaşmaz. Askerin devleti koruma işi dışa yönelik olmalıdır. İçe yönelen asker siyasete bulaşır.



Yayın Tarihi: 29.06.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Bu hafta sizin için ünlü ozanlarımızdan deyişler seçtim. Halk edebiyatı içinde çok önemli bir yer tutan ozanlarımızın şiirleri derin bir düşüncenin ortaya konmasıdır. Bu şiirlerde ya kâmil insanı oluşturma çabaları görülür, yada kötülükler yerilir. Ama sevgili ölürcesine kıskanılır. Uçan kuştan bile.. işte öyle bir şiirle başlıyorum. Şimdiki kuşaktan kaç kişi ozanımızı bilir bilmiyorum, Aşık Ali İzzet Özkan bu türküyü yaktığında 1960’lar hüküm sürüyordu. Türkünün şiirinin bilinip bilinmediğini sormama gerek yok. Çünkü çok ünlü bir şiir, mutlaka türküsüyle birlikte günümüz gençleri de duymuş, dinlemiştir. 

...
KISKANIRIM (MÜHÜR GÖZLÜM)

Mühür gözlüm seni elden
Sakınırım kıskanırım
Uçan kuştan esen yelden
Sakınırım kıskanırım
Kavumundan akrabandan
Kardeşinden öz babandan
Seni doğuran anandan
Sakınırım kıskanırım
Beşikte yatan kuzundan
Hem oğlundan hem kuzundan
Ben seni senin gözünden
Sakınırım kıskanırım
Havadaki turnalardan
Su içtiğim kurnalardan
Geyindiğim sırmalardan
Sakınırım kıskanırım
Al’İzzeti ancalardan
Elindeki goncalardan
Yerdeki karıncalardan
Sakınırım kıskanırım
...
Aşık Ali İzzet Özkan

***

NE AĞLARSIN BENİM ZÜLFÜ SİYAHIM

Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahîm,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.
Göklere Erişti Figânım Ahım,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.

Bir Gülün Çevresi Dikendir Hardır,
Bülbül Har Elinde Ah İle Zardır.
Ne Olsa Da Kışın Sonu Bahardır,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.

Daimi'yem Her Can Ermez Bu Sırra,
Gerçek Aşık Olan Erer O Nûra.
Yusuf Sabır İle Vardı Mısır’a,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.
...
Aşık Daimi (İsmail Aydın)

***

ÖLDÜRDÜK ŞÜKÜR

Dostu akrabayı unuttuk vallah
Sevgiyi, saygıyı kaldırdık şükür
Aktüeliz, modacıyız maşallah
Olmayanı bizler oldurduk şükür

Kayboluyor günden güne özümüz
Sinemizi yaktı kendi közümüz
Oğul köçek, dansöz oldu kızımız
Eve delileri doldurduk şükür

Bizler çağ atladık diyorlar güya
Büründük hepimiz bir başka huya
Özenti duyunca Bülent Ersoy’a
Fazlalıklar varmış aldırdık şükür

Her köşe başını tutmuş bir dayı
Kapalı zarflarda verilir payı
Ağam sensin, Paşam! Sen deyi deyi
Ayıya kavalı çaldırdık şükür

Her senaryo her filimde biz varız
İçten içe coşar, taşar, kaynarız
Teneke sesini duysak oynarız
Velhasılı toptan çıldırdık şükür

Ummanoğlu şaş bakınca tes temiz
Sözü yalan, işi çürük ustamız
Doktor para, çare bulmaz hastamız
İnsanlığı çoktan öldürdük şükür
...
Aşık Enver Saraç (Ummanoğlu)

*** 

AHU GÖZLÜM
Ahu Gözlüm Tut Elimden,
Vazgeçmeden Emelimden.
Aşkın Beni Temelinden,
Yıkmadan Gel, Yakmadan Gel.

Derde Salmadan Başımı,
Noksan Etmeden İşimi.
Damla Damla Göz Yaşımı,
Dökmeden Gel, Akmadan Gel.

Feymani’yim, Kaçma Benden,
Usanmadı Gönül Senden.
Ecel Tatlı Canı Tenden,
Çekmeden Gel Çıkmadan Gel.
...
Feymani

***

DUYGULAR DÖNÜŞTÜ SÖZE

Erenler Zehir Getirin
Balınan Öldürmen Beni
Bağrıma Diken Batırın
Gülünen Öldürmen Beni

Hiçlik Aleminde Mestim
Varlık Sevdasını Kestim
Yokluk Benim Eski Dostum
Malınan Öldürmen Beni

Yar Diyerek Yana Yana
Can Teslim Ettik Canana
En Yakınım Kıysın Bana
Elinen Öldürmen Beni

Bir Aşktır Düştü Özüme
Yanarım Kendi Közüme
Leyla Görünüp Gözüme
Çölinen Öldürmen Beni

Duygular Dönüştü Söze
Yanık Seda İşler Öze
Dertli Dertli Vurup Saza
Telinen Öldürmen Beni

Hüdaiyim Daldım Gama
Saldı Beni Demden Deme
Asın Kesin Yüzün Amma
Dilinen Öldürmen Beni
...
Aşık Hüdai (Sabri Orak)

***

MAKBULDÜR

Faydası olmayan bahardan yazdan
Yüce dağbaşının kışı makbuldür
Cahilin ettiği sohbetten sözden
Alimin hayali düşü makbuldür

Lokma yeme muhannetin elinden
Kurtulaman sonra acı dilinden
Namertlerin kaymağından balından
Merdin kuru yavan aşı makbuldür

Hüdai konuşur bir ince dilden
Hal ehli olmayan bilir mi halden
Bilgisiz görgüsüz duygusuz kuldan
Ölülerin mezar taşı makbuldür
...
Aşık Hüdai (Sabri Orak)

***

İŞTE GİDİYORUM ÇEŞM-İ SİYAHIM

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da

Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni bıraktın elin diline
Güldün Mahzuninin berbat haline
Mervanın elinde parelense de
...
Aşık Mahzuni Şerif

***

KARA TOPRAK

Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Beyhude Dolandım Boşa Yoruldum
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Nice Güzellere Bağlandım Kaldım
Ne Bir Vefa Gördüm Ne Faydalandım
Her Turlu İsteğim Topraktan Aldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Koyun Verdi Kuzu Verdi Sut Verdi
Yemek Verdi Ekmek Verdi Et Verdi
Kazma İle Dövmeyince Kıt Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Ademden Bu Deme Neslim Getirdi
Bana Turlu Turlu Meyva Yetirdi
Her gün Beni Tepesinde Götürdü
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Karnın Yardım Kazma İle Bel İle
Yüzün Yırttım Tırnak İle El İle
Yine Beni Karşıladı Gül İle
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

İşkence Yaptıkça Bana Gülerdi
Bunda Yalan Yoktur Herkesler Gördü
Bir Çekirdek Verdim Dört Bostan Verdi
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Havaya Bakarsam Hava Alırım
Toprağa Bakarsam Dua Alırım
Topraktan Ayrılsam Nerde Kalırım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Dileğin Varsa İste Allah'tan
Almak İçin Uzak Gitme Topraktan
Cömertlik Toprağa Verilmiş Haktan
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Hakikat Ararsan Açık Bir Nokta
Allah Kula Yakın Kul Da Allah'a
Hakkin Gizli Hazinesi Kara Toprakta
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Bütün Kusurlarımı Toprak Gizliyor
Merhem Çalıp Yaralarımı Tuzluyor
Kolun Açmış Yollarımı Gözlüyor
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Her Kim Ki Olursa Bu Sırr-ı Mazhar
Dünyaya Bırakır Ölmez Bir Eser
Gün Gelir Veysel'in Bağrına Basar
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
...
Aşık Veysel Şatıroğlu

***

GÜZELLİĞİN ON PAR’ETMEZ

Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz aleme
Aşıklarda meşk olmasa

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk’olmasa

Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa

Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı VEYSEL adı
O sana aşık olmasa.
...
Aşık Veysel Şatıroğlu

***

Bu haftada yazımızın sonuna geldik sevgili okurlar. Gelecek hafta gene şiirlerle buluşmak üzere dilinizden şiir, kulağınızdan müzik eksik olmasın. Hepinize bol bol dinlenebileceğiniz bir hafta sonu tatili dilerim. Hoşça kalın! 



Yayın Tarihi: 28.06.2015

OSMANLIDAN CUMHURİYETE ANAYASALAR 3

1924 anayasasını incelemeye başlamıştık. Kaldığımız yerden devam edelim.

Genel Esaslar bölümünde Türkiye Devletinin Cumhuriyet olduğu; egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu; TBMM’nin ulusun tek ve gerçek temsilcisi olduğu ve egemenliğini TBMM eliyle kullanacağı belirtilmiştir. Yasama ve yürütme erkleri TBMM’de toplanmıştır. TBMM yasama yetkisini bizzat kendisi; yürütme görevini ise cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu aracılığıyla yerine getirmektedir. Yargı erki ise, millet adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. Tek meclisten oluşan TBMM dört yılda bir yapılan genel seçimlerle oluşmaktadır. Milletvekillerine serbestçe çalışmalarını sağlamak için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı sağlanmıştır. Anayasa TBMM’ye, yasa yapmak, yorumlamak, para basmak, genel ve özel af ilan etmek gibi yasamaya ilişkin yetkiler yanında, soru, gensoru, soruşturma gibi hükümeti denetlemesini sağlayacak araçlar da vermiştir.” 

Yarı başkanlık sistemini andıran cumhurbaşkanlığı makamının gücüne karşılık meclisin denetleyiciliğide konularak bir tür parlamentarizmin uygulanmasını sağlamıştır. 

“Yürütme organının unsurlarından biri olan cumhurbaşkanı hem devletin hem de yürütmenin başıdır. TBMM tarafından, kendi üyeleri arasından bir dönem için seçilir. Anayasa, cumhurbaşkanına başbakanı seçme ve atama; başbakanın seçtiği bakanları atama; gerekli gördüğünde bakanlar kuruluna başkanlık etme; başkomutanlığı temsil etme; yasaları yayımlama; yasaları bir kez daha görüşülmek üzere Meclis’e geri gönderme gibi yetkileri tanımıştır. Cumhurbaşkanı sorumsuzdur; yürütme ile ilgili işlemleri karşı imza kuralına tabidir, yani başbakan ya da ilgili bakan tarafından imzalanması zorunludur. Yürütme görevini yerine getiren organ bakanlar kuruludur. Cumhurbaşkanı tarafından atanan bakanlar kurulu meclisten güvenoyu almak zorundadır. Başbakan ve bakanların meclise karşı kolektif ve bireysel sorumlulukları vardır. Yargı erki bağımsız mahkemeler tarafından millet adına kullanılır. Mahkemelerin yasayla kurulması; bağımsızlığı; yargı kararlarının bağlayıcılığı; savunma hakkı; yargılamanın herkese açık olması gibi yargı alanına ilişkin belli başlı ilkeler bu anayasada tanınmıştır. Sonuçta, meclis hükümeti sisteminin bazı etkileri devam ediyor olsa da, yasama-yürütme ilişkisi açısından bu anayasanın parlamenter sisteme yakın bir düzenleme getirdiği söylenebilir.” 

1924 Anayasasının özgürlük ve eşitlik anlayışı genel ve soyuttur. Klasik ve siyasi hak ve özgürlükler tanımış olmasına rağmen, ilköğretimin devlet okullarında parasız olması dışında, sosyal ve ekonomik haklara hiç yer almaz. Anayasa, düzenlediği hak ve özgürlükler için güvenceler öngörmemiş; milletin tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM tarafından yasa yoluyla söz konusu hak ve özgürlüklerin düzenlenip korunacağını varsaymıştır. 1921 Anayasasının benimsediği yerinden yönetim ilkesi bu Anayasada benimsenmemiş ve yerel yönetimler merkezin denetimine bırakılmıştır. 

“1924 Anayasası önemli değişikliklere uğramıştır. 1928’de devleti laikleştirme yönünde adımlar atılmıştır. Bu doğrultuda devletin dininin İslam olduğu hükmü ile cumhurbaşkanıyla milletvekillerinin yeminlerinde yer alan “vallahi” sözcüğü metinden çıkarılmış; Meclisin şeriat hükümlerini uygulama görevi kaldırılmıştır. 1934’te yapılan değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış; seçme yaşı 18’den 21’e çıkarılmıştır. 1937 değişikliği ile de Cumhuriyet Halk Partisinin altı okunu simgeleyen ilkeler anayasaya eklenmiştir. 1945’te Anayasa’nın dili sadeleştirilmiş, 1952’deki değişiklikle ise eski haline getirilmiştir.”

1950’den itibaren Demokrat Parti ve onun iki lideri Celal Bayar’la Adnan Menderes’i iktidarda görüyoruz. 1924 anayasasının kuruluş amacından saptırılabileceği sanısıyla 1960 ihtilalinin ardından bireyi ön plana koyan, egemenliğin kullanımını sadece parlamentoya bırakmayan, cumhurbaşkanını (Avrupa’daki kralların temsili özelliğinin dışında yetkisiz olması gibi) yönetimden ayıran bir anlayış 1961 anayasasınca kabul edilmiştir. Gelecek yazımızda 61 anayasasını yerimiz yettiği kadarıyla inceleyelim.



DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 26.06.2015

OSMANLIDAN CUMHURİYETE ANAYASALAR 2

2012 yılında T.B.M.M Başkanının yeni anayasa önerilerini S.T.K’ların ve halkın önerilerini beklediklerini belirtmesi üzerine “Engelliler adına kurulmuş bir STK olarak yeni anayasa yapımında görüşlerimizi bildirmek ve önerilerde bulunmak için anayasaları incelemeye başladım. Bu fikirden bir yazı dizisi doğdu. Anayasaları incelerken anayasa esasları üzerine makaleler okuyunca bu sürecin özgürlük tarihinin hem belgesi hem kilometre taşları olduğunu gördüm. Özgürlüklerin kilometre taşları olan anayasalar toplumun özgürlük istekleri sonucunda doğar. Oysa bizde böyle olmamıştır. Zamanın büyük devletlerinin baskısı sonucu azınlık haklarını koruyan ‘Kanun-i Esasi’ denilen ilk anayasamız ve ‘Gülhane Hat-ı Hümayunu’ olarak bilinen padişah buyruğu (fermanı) ile siyasi tarihimizde yerini almıştır.

Bu yazı dizisinde bizim tarihimizde Osmanlıdan bu yana anayasaların özgürlüğe giden bir yol olduğunu anlatmak amacındayım. Başlangıçtaki toplumsal etki veya baskı eksikliğimize rağmen, daha sonraki tarihsel süreç incelendiğinde durumu açıkça görmek mümkün.

2. anayasamız çerçeve bir anayasa olan ‘Teşkilat-ı Esasiye’dir. Bu aynı zamanda kuruluş anayasası olarak göz önünde bulundurulursa cumhuriyetin ilk, döneminin sona ermemiş olması nedeniylede Osmanlı’nın son ve köklü dönüşüm anayasasıdır.

O günlerden bir kaynak:

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu: 

“Bu Anayasa 24 maddeden oluşan çerçeve bir anayasadır. ‘Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu’ ilkesi ilk kez bu anayasada ifade edilmiştir. Bu hüküm, iktidarın kaynağında köklü bir dönüşümü göstermesi açısından önemlidir. Anayasa, millete ait olan bu egemenliğin tek ve gerçek temsilcisi olarak Büyük Millet Meclisini göstermektedir. Meclis seçimlerinin iki yılda bir yapılması ve meclisin kendiliğinden her yıl Kasım başında toplanması öngörülmüştür. Bu Anayasa, yasama ve yürütme yetkilerinin Parlamento’da toplanmasını öngören ‘meclis hükümeti’ sistemini benimsemiştir. Buna göre, Meclis kendi içinden bir başkan seçecektir. Yürütme görevi de, Meclis’in kendi üyeleri arasından seçtiği İcra Vekilleri Heyeti tarafından yerine getirilecektir. İcra vekilleri kendi aralarından bir başkan seçmekle birlikte, Meclis başkanı İcra Vekilleri Heyeti’nin de doğal başkanı olarak tanımlanmıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, meclis hükümeti sistemine uygun olarak, ayrı bir devlet başkanlığı makamı öngörmemiştir. Bu Anayasada nahiye şuraları ve idare heyetlerinin yargısal yetkilerinden söz eden düzenleme dışında yargı yetkisine de değinilmemiştir. Buna karşılık, yerinden yönetime yönelik düzenlemeler bu Anayasa’da geniş yer tutmuştur. Anayasa ülkeyi vilayetlere, kazalara ve nahiyelere ayırmış; bunlardan vilayet ve nahiyelere tüzel kişilik ve idari özerklik tanımıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan en önemli değişiklik cumhuriyetin ilanıdır.” 

Cumhuriyetin ilanına giden yolda yol göstericilik yapan bu anayasa daha sonra yerini 1924 anayasasına bırakmıştır. Mutlakiyetçilik, yani padişah buyruklarıyla (fermanlarıyla) ülke yönetme dönemi bitmiş, her hareketin kanuna uygunluğunu esas alan kanun devleti doğmuştur. Sanayi toplumunu geçtim, Osmanlının doğru dürüst köylü toplumu bile olmaması nedeniyle cumhuriyeti yaşatacak ve büyütecek kitlelerden mahrum çıkılan yolda özgürlüklerde sözde kalmak zorundaydı. Cumhuriyet dönemi uzun yıllar bunun mücadelesini vermiş, diğer İslam ülkelerinden farklı olarak, hiçbir doğal kaynağa sahip olmadan, bugün yetersiz olduğunu düşündüğümüz, fakat iyi kötü bir üretimin sağlandığı ve sadece bu üretim gücüyle zenginleşip gelişebilmiş, bunu halka indirgemeyi başarmış, onca itiş kakışa rağmen özgürlükler yolunda ilerleyen bir ülke olabilmiştir. Ülkemizin bu durumu o dönemin idealist dar kadrolarına borçlu olduğu apaçık ortadadır.

Şimdi gelelim 1924 anayasasına... daha ilk bakışta cumhuriyeti kurma ve yaşatma amacını güden ve devletin yapısının millete dayalı sistem olduğunu belirten, buna uygun şartların oluşmasını sağlamaya yönelik bir anayasa olduğunu söyleyebiliriz. Bu anayasa ile ilk defa millet padişahın tebası olmaktan çıkmış bir yurdun yurttaşı, vatandaşı olmuştur.

1924 Anayasası: 

“Ulus-Devlet anlayışının ürünü olan 20 Nisan 1924 tarihli Anayasa, Esas Hükümler, Yasama Görevi, Yürütme Görevi, Yargı Erki, Kamu Hakları ve Çeşitli Hükümler olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır.


DEVAM EDECEK 


Yayın Tarihi: 22.06.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ







Merhaba sevgili şiir sever okurlarım. Bu hafta edebiyatımızın en renkli, daha çok mizahi hikâye ve roman yazarı olarak tanıdığımız Aziz Nesin’in az bilinen yönünün, şairliğinin eseri şiirlerine yer vermek istiyorum.

Önce yazar-şairimizi tanıyalım:

Asıl adı ‘Mehmet Nusret’ olan Aziz Nesin 20 Aralık 1915’de İstanbul Heybeliada’da doğdu.  İstanbul Süleymaniye’de Kanuni Sultan Süleyman İlkokulunu bitirdi. İki yıl Darüşşafaka Lisesi’nde okudu 1935’de Kuleli Askeri Lisesi’ni, ardından da Ankara’da Harp Okulu’nu bitirdi. 1937’de asteğmen rütbesiyle orduya katıldı.  Askeri Fen Okulu’nu bitirdi. Bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Bölümü’ne devam etti. Subay olarak Anadolu ve Trakya’nın çeşitli yerlerinde görev yaptı. Üsteğmen rütbesindeyken “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” suçlamasıyla ordudan atıldı. Bakkallık, muhasiplik gibi işlerde çalıştıktan sonra gazeteciliğe başladı. Yedigün ve Karagöz gazetesinde redaktörlük ve yazarlık yaptı. Oyun yazarlığına başladı ve Tan gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Tan gazetesinin yakılması üzerine Cumartesi adlı haftalık magazin dergisini çıkardı, ardından Sabahattin Ali’yle birlikte Marko Paşa mizah gazetesini çıkarmaya başladı. Dönemin siyasilerini eleştirdiği için dergi defalarca kapatıldı, değişik adlarla yayınını sürdürdü. Amerikan yardımının eleştirildiği “Nereye Gidiyoruz?” adlı yazısı nedeniyle tutuklandı; on ay ağır hapis ve üç ay on gün de Bursa’da gözetim cezası aldı. Azizname adlı kitabı nedeniyle 4 ay, İngiltere Prensesi Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Mısır Kralı Faruk aleyhinde yazdığı yazı nedeniyle 6 ay hapse mahkum edildi. Oluş Kitabevi'ni açtı; Beyoğlu'nda bir ortağıyla "Paradi Fotoğraf Stüdyosu"'nu kurdu. Akbaba dergisinde takma adlarla öyküler yazmaya başladı. 1955'de 6-7 Eylül olayları sonrası sıkıyönetimce tutuklandı. Dolmuş, Yeni Gazete, Akşam, Tanin, Günaydın, Aydınlık gibi dergi ve gazetelerde gülmece öyküleri, röportajlar ve fıkralar yayımladı. Kemal Tahir’le birlikte Düşün Yayınevi’ni kurdu. Dolmuş-Karikatür dergisi ile birleşerek Bir yandan da Yeni Gazete, Akşam ve Tanin'de günlük köşe yazıları yazdı. 1962'de 42 sayı yaşayacak olan “Zübük” adlı mizah dergisini çıkardı. İtalya’da (Bordighera’da) yapılan ve 22 ülkenin katıldığı Uluslararası Gülmece Yarışmasında Altın Palmiye’yi iki kez kazandı. 1963’te yayınevinin yanması üzerine sadece yazarlıkla uğraştı. Bulgaristan’da düzenlenen yarışmada Altın Kirpi ödülünü 1969’da Moskova’da Krokodil ödülünü kazandı. 1972’de Nesin Vakfı’nı kurdu. Vakıf’ta, her yıl belirli sayıda alınan kimsesiz ve yoksul çocukların bakım ve eğitimlerini üstlendi. Kitaplarının tüm gelirini vakfa bıraktı. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanlığı yaptı. Aydınlar Dilekçesi girişiminde bulundu. 1985’de Ekin A.Ş’nin kurulması girişiminde bulundu. Aynı yıl, İngiltere’de PEN Kulüp onur üyeliğine seçildi. 2 Temmuz 1993’de Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak üzere Sivas’a gitti. 37 kişinin yaşamını yitirdiği Madımak Oteli katliamından sağ kurtuldu. 6 Temmuz’a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp krizi sonucu öldü.

İlk okuyacağınız şiirlerin adı yok. Ya Aziz Nesin bu şiirlerine bir ad vermemişti, yada bana yollayan dostum adlarını yazmayı unutmuştu. Ben okudum ve çok beğendim. Sade fakat çarpıcı şiirlerdi. Adı olmasa da burada yer vermeye değer.   

...

Nasıl bittiyse bundan öncekiler
Bu da biter.
Bite bite
Sonunda ben de biterim
Olur biter.

AZİZ NESİN ANISINA

***

Seziyorum ki kaçacaksın..
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende
Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
... Ama kokunu bırak bende
Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende
Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende
Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende
Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende.

AZİZ NESİN

***

Bir tohum verdin
çiçeğini al
Bir çekirdek verdin
Ağacını al
Bir dal verdin
... Ormanını al
Dünyamı verdim sana
Bende kal

AZİZ NESİN

***

ACININ DUVARI ASILINCA

Kendisi çatlamadan
Toprağı çatlatamaz tohum
Asmışım sinirini mutsuzluğun
Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum
Acısını artık duyamıyorum
Ki kendim öyle bir acı olmuşum
Nasıl görmezse göz kendini
Kendimi arıyor bulamıyorum.

AZİZ NESİN

***

ARKADAŞIM BADEM AĞACI

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar

Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Açarsın çiçeklerini..

Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen

AZİZ NESİN

***

BAĞIŞLA  

Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi 

Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya her şey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamış

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken sevgiye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Seviye on kala ölüme beş

AZİZ NESİN

***

BOŞUNA  

Sen yoksun...
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki...

Boşuna bu nehir...
Çırpınıp pırpırlanması...
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...

Uzar uzar gider...
Boşuna yorulur yollar...
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki...

Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız...
Birlikte ağlayamayacağız ki

Seviyorum seni boşuna...
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı Bölüşemiyeceğiz ki...

AZİZ NESİN

***

ÇOĞALMAK  

Kalabalıkta kalabalıkça yalnızlık
Yalnızladıkça birbirimizi
Haydi çoğalalım
Çoğaltarak kendimizi

Bir canım çoğal da bin can ol
Isıt yaşlıların yalnızlıklarını
Ilınsın üşümüşlüğü bırakılmışların

Çoğalın dudaklarım çoğalın sonsuz
Öpün bütün ağlayan çocukları kimsesiz
Çoğal gözlerim çoğal
Gör bütün görmeyenlerde yapayalnız
Ellerime tutunun ellerime çoğalın
Okşayın sevecenlikle çocukları
Hıçkırırlarken uykularında bile

AZİZ NESİN

***

GÜNEŞ DOĞUNCA

O çırılçıplak gecede
Sen sendin ben de ben
Bütün gece güneş açtık öpüşlerden
Gün doğunca ne oldu birden
O sabah kendi soğuğumuzdan
Kar yağdırdık güneşten
hep o korkuydu içimdeki
Ya sen de sen değilsen

AZİZ NESİN

***

KENDİME ÖĞÜT  

Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal
Suçüstü bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal...

AZİZ NESİN

***

KONSER

Şimdiden duyuyorum
Her şey birdenbire olacak
Şuramda bir kılcal damar
Ya da beynimde bir sinir ucu

O anda bir yerlere atılmış eski bir kemanın
Yalnızlıktan gerilmiş bir teli kopacak
Ya da terk edilmiş bozuk bir piyanodan
Tek notalık si minörden bir ses çıkacak

Karanlıkta ve yalnızken dinlemeli
Bu konser modası geçmiş adamın
Yaşamı boyunca sunmak isteyip de
Veremediği ilk ve son konser olacak

AZİZ NESİN

***

ÖLÜME EĞİLMEK

Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de gençti güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim
Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim

AZİZ NESİN

***

SEN FAKİRLİK BİLİR MİSİN 

Bal baklavadan usanan
Sen fakirlik bilir misin ?
Ey solaryum’larda yanan
Sen fakirlik bilir misin ?

Gözüm yok paranda falan
Paris’ten elbise alan
Doğum günü, parti, şölen..
Sen fakirlik bilir misin ?

Adın var dillere destan
Su içersin altın tastan
Vücudun geçilmez kastan
Sen fakirlik bilir misin ?

Yatların var katların var
Cins, cins arab atların var
İlginç damak tatların var
Sen fakirlik bilir misin ? 

Şurada aç yatan varken
Namusunu satan varken
Kartvizitli atan varken
Sen fakirlik bilir misin ?

A..zade gönlümüz zengin
Deryalar kadar da engin
Olamayız senin dengin
Sen fakirlik bilir misin ?

AZİZ NESİN

***

Bu haftalıkta bu kadar sevgili okurlar. Haftaya gene şiirlerle karşınızda olmayı umarak, herkese güzel bir hafta sonu tatili diliyorum. 



Yayın Tarihi: 21.06.2015

OSMANLIDAN CUMHURİYETE ANAYASALAR 1

Çarşamba günkü “Özgürlüklerin Kabul Edilmiş Hali:Anayasa” başlıklı yazımda, 2012 yılında yeni bir anayasa hazırlanma aşamasında, TBMM Başkanlığınca sivil toplum ve hatta bireysel öneriler sunulması istenmesi üzerine engelliler olarak katkıda bulunmak istediğimizi vurgulamış, anayasa yapmanın temel esasları üzerinde durmuş, cumhuriyet tarihi boyunca 3 kez, Osmanlı geçmişimizle birlikte 5 kez anayasa yaptığımızı ve anayasaların incelenirse özgürlüğe gidişin kilometre taşları olduğunun görüleceğini belirtmiştim. O yazı üzerine bu diziyi hazırladım. Bugün 9 bölüm sürecek bu yazı dizisine başlıyoruz.

*

Anayasalar toplumun ihtiyaçlarına göre yönetenlere karşı daha özgürlükçü bir gelişme göstermişlerdir.

Sermaye ve emek konusunda insan hareketlerinde kısıtlama ne kadar az ise özgürlükler o kadar geniş ve yaygındır. Bunun tersi daha çok yönetim erkini elinde bulunduranların işine yarar. Devleti temsil ettiğini iddia edenler devlet adına yasakçı veya daha az yasakçı olduğu ölçüde kendilerine iktidar olma ömrü biçerler. Devletlerin sık sık anayasa değiştirmesi bunun da işaretidir. Dünyada anayasası olmayan tek devlet İngiltere uzun ömrünü herhalde buna borçludur. Dünya siyasetine yön vermeye ve rejim ihraç etmeye başladığından beri ihtiyacı olan kanunları uygulamaya geçirirken bir yandan anayasa buyruğuna bağımlı olmama avantajına, diğer yandan devlet televizyonları aracılığıyla bile her türlü özel ve kamu kuruluşlarına, her türlü özel ve tüzel kişilere en sert eleştiriyi yapma hakkına sahipler.

Bizde Osmanlıdan başlayarak anayasal düzene geçişi, yazılarımı okuyanlar bilirler hep değinmişimdir, iç dinamiklerimiz zorlamış değildir. Cumhuriyetimizin kuruşlunda yapılan anayasa hariç diğerleri ortadoğuya biçim vermeye çalışan büyük devletlerin yön göstericiliğiyle yapılmıştır.

İlk anayasamız olan “1876 Kanun-i esasisi” toplumsal ihtiyaçtan değil, güçsüz düşen bir imparatorluğun içişlerine karışan o günkü büyük devletlerin zorlamasının eseridir. Padişah fermanıyla mutlakiyetten, yani padişah buyruğundan kanun devletine böylelikle geçilmiştir.

Tarihi kaynaklar bunu şöyle belirtiyor:

“O dönemde padişah II.Abdülhamid han sadrazamlığa getirdiği Mithat Paşa’nın hazırladığı ‘Kanun-ı Cedid’ adlı anayasa taslağı yerine,Fransız Anayasasını çevirtip nazırlarına inceleterek ikinci bir taslak hazırlattı.Anayasayı hazırlamakla görevli 28 kişilik Cemiyet-i Mahsusa’nın düzenlediği son taslak Heyet-i Vükela’da(Bakanlar Kurulu)kesin biçimini aldıktan sonra padişahın bir hatt-ı hümayunuyla kabul ve ilan edildi.”

Çıkarılan anayasa, Osmanlı Devletinin padişahçı ve dinsel özelliğine dokunmamıştır. Yalnız anayasayla iki kanatlı bir meclis kurulmuş (Meclis-i Umumi); padişahın seçtip atadığı Heyet-i Ayan üyeleri ve halkın seçtiği Heyet-i Mebusan üyeleri meclisin iki kanadında yer almışlardı. Bu Anayasa ile yeterli olmasa bile ilk kez halkın temsilcilerininde olduğu bir parlamento kurulmuştur. İlk anayasada padişahın yetkilerinin fazlalığı Heyet-i Mebusanın yasama sürecine katılma ve hükümetleri denetlemesine izin vermiyordu.

Bu izni II. Meşrutiyet verecekti. O sürecide tarihi kaynaklardan aktaralım.

“II. Meşrutiyet’in ilanından sonra toplanan Meclis-i Umumi 8 Ağustos 1909 tarihli yasayla Kanun-i Esasi’de çok önemli değişiklikler yapmıştır. Bu nedenle Kanun-i Esasi’nin yeni biçimi bazı yazarlarca “1909 Anayasası” olarak da adlandırılmaktadır. 1909 değişiklikleri, 1876 Anayasası’nın ilk biçiminden farklı olarak, padişahın tek taraflı iradesiyle değil, parlamentonun girişimi ve katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Artık Bu düzenlemelerle Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek anlamda anayasal monarşinin benimsendiği söylenebilir.”

Yetkiler konusuda şöyle açıklanmış:

“Söz konusu değişikliklerle padişahın yetkileri önemli ölçüde sınırlanmıştır. Sadrazamı ve onun seçtiği Heyet-i Vükela üyelerinin Padişah tarafından atanmasına rağmen, Heyet-i Vükela bireysel ve toplu olarak Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu tutulmuş; bir konuyu görüşmek için Padişah’tan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Parlamento’nun Padişah’ın daveti olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişah’ın iznine gerek olmadan yasa önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Padişah’ın ‘mutlak veto’ yetkisi ‘geciktirici veto’ya dönüştürülmüştür.”


DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 19.06.2015

ÖZGÜRLÜKLERİN KABUL EDİLMİŞ HALİ: ANAYASA

Bir hafta önce Pazar günü yapılan seçimler vakti geldiği için yapıldığı kadar, sistem değişikliğine gitmek isteyen iktidar partisinin amacını gerçekleştirmek için yeterli çoğunluğa erişmeye çalıştığı seçimlerdi. Sistem değişikliği önce anayasanın yeniden yazılmasını gerektiriyordu. Seçim sonuçları buna izin vermedi. Bunun nedenlerine inecek değilim. Benim amacım engellilerin anayasalarda kanunlar üstü vazedilmesi ve Osmanlı ile başlayan parlamenter ve anayasal kurumlaşma tarihimizi incelemekti.    Uzun zamandır yeni anayasa konusunda engelli (içinde bulunduğum yürüme engelli gurubunun görüşlerinin ağır basacağını tahmin ve takdir edersiniz) konularını içeren taslak hazırlamayı istemiş, bunu arkadaşlarıma, daha önce üyesi ve yöneticisi olduğumuz TSD Adapazarı şubesindeki arkadaşlarıma da iletmiştim. Onlarda bu konuda hukukçu tanıdıklarımızdan yardım isteyelim ve dernek federasyonlarına bu konuyu iletelim dediler. Hukukçu tanıdıklarımız bu konuya eğileceklerini, dernek federasyonları bu konuya herkesi duyarlı olmaya çağıracaklarını ve TBMM’ye bir taslak gönderilmesi konusunda öncülük yapacaklarını belirtmişlerdi.

Katılma süresine ayrılan günler azaldıkça benim telaşım arttmıştı. Beklediğimiz ilgi ve yardımı şimdiye kadar görememiştik. Belkide son anda yardım gelir, umutsuz olmamak gerekir düşüncesiyle boşuna beklemiştik.  Sonunda kimseden yardım almadan engelli gözüyle anayasa taslağı hazırlamaya karar verdim.

Önce kendime şu soruları sordum:

Anayasa Nedir?
Anayasaların İçinde Neler Yer Alır?

Sonrada şu başlıkları belirledim:

Anayasaların Temel Esasları
Cumhuriyet Tarihi Boyunca Anayasalar.

Sonra cevapları teker teker aradım.

Anayasa Nedir?

Devletin esas kuruluşunu, devletin kişilerle ve kişilerin birbirleriyle olan münasebetlerindeki temel hak ve hürriyetlerini belirten, tanınan bu hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasını engelleyecek yasama ve yargı sistemini kuran temel kanun.

Anayasaların İçinde Neler Yer Alır?

Anayasaların çoğunda bir başlangıç bölümü bulunur. Başlangıç, anayasanın felsefesini, yapıldığı dönemin siyasal ve toplumsal koşullarını, yapılış nedenlerini, dayandığı temel ilke ve değerleri ortaya koyan metindir. Başlangıç bölümü edebi bir dille kaleme alınır. Bu nedenle de genellikle hukuki açıdan kendi başına bir değer taşımaz. Başlangıç bölümüne yer veren yaşayan en eski anayasa 1787 tarihli ABD Anayasasıdır. Çağdaş anayasalarda başlangıç bölümünün ardından genel esaslar bölümü gelir. Genel esaslar bölümünde devletin temel nitelikleri açıklanır. Devlet modeli (üniter, federal ya da bölgeli), din-devlet ilişkileri ve bireylerin devlet karşısındaki konumuna ilişkin ilkeler bu bölümde yer alır. 

Anayasaların Temel Esasları

Değiştirilemez Temel Hükümler
Devletin Görevleri
Egemenliğin Kullanılması
Kanun Önünde Eşitlik
Kuruluş, Seçme ve Seçilme
Yasama Dokunulmazlığı
Kişi Hak ve Hürriyetleri
a) Yaşama hakkı
b) sağlık hakkı
c) eğitim hakkı
d) güvenlik hakkı
e) seyahat hakkı
f) çalışma hakkı
g) din ve vicdan hürriyeti hakkı
h) her türlü fikir ve düşüncesini açıklama hakkı

Bunların hepsi anayasa konusunda engelli haklarını içerir bir katkıda bulunmamıza yardımcı olacağı kanısını bende iyice arttırdı. Bunun üstüne 1961 ve 1982 anayasalarını internetten indirdim. Bu soru ve başlıkların ışığında anayasalarımızı inceledim. O döneminde TBMM başkanı sayın Cemil Çiçek beye bir taslak metin halinde biz engellilerin görüş ve dileklerini posta yoluyla ilettim.

Cumhuriyet tarihi boyunca 3 anayasa yaptık. 2012 Mayıs ayından sonrada 4.’sünü yapma çalışmaları başlayacaktı. Sonrası malum; partiler arası anlaşmazlık! Daha sonrasını anmaya gerek görmüyorum, zaten bugün yaşananlar her şeyi özetliyor.

Osmanlı geçmişimizi de katarsak şimdiye kadar 5 anayasa yapmışız.

1876 Kanun-i Esasisi 
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 
1924 Anayasası 
1961 Anayasası
1982 Anayasası

Her anayasanın bulunduğu dönemi yansıtan bir ruhu var. Bugün bunları anlatacak değilim. Sadece nerden nereye geldiğimizi göstermek açısından değinmek istedim. Ülkemiz ve dünyadaki ülke anayasaları izlenerek özgürlük mücadelesi hakkında bir fikir sahibi olunabiliyor. Bu açıdan da bakıldığında anayasalar önemli bir toplumsal göstergedir.   



Yayın Tarihi: 17.06.2015

FORMAT ATMADANDA SORUN ÇÖZÜLÜR

Bir süre önce internete girmek için bilgisayarımı açtım. Gel gelelim internete giremedim. Firefox’tan başka hiçbir yazılım, tarayıcı ve program çalışmıyordu. Gazeteye yazımı nasıl göndereceğim diye endişeye kapıldım. Allahtan bazı yazılarımın konularını ve kaynaklarını oluşturmuş ve kaydetmiştim. İş bilgisayarıma zorunlu olarak format atmaya gelip dayanmıştı çünkü. Öte yandan format atmak kolay teslim olmak demekti. Bu düşünce aklıma üşüşünce durdum. Firefox çalıştığına göre bende internet erişimi vardı. İş bilgisayarımın tam kapasiteyle hangi hatadan dolayı internete giremediğini bulmaktaydı.

Bende bu konularda el yordamıyla iş gören kör gibiyim (bu sözle bir engelli gurubuna başka guruptan bir engelli olarak, sözün kısası sonuçta bir engelli sıfatıyla saygısızlık yapmak niyetinde değilim. O sözün ardı böyle geliyor). Biliyorum çok kişi bu durumda. Herkes bilgisayar ve internet konusunda tam donanımlı bilgiye sahip değil. Çok ayrıntı olduğu için temel özellikler dışında akılda pek bir şey kalmıyor. Birde geç yaşta bilgisayarla tanışınca bildikleriniz sınırlı kalıyor.

Olsun! Ben hatayı bulmaya niyetliyim, yetmez mi?

Konuşma ortam sağlayıcı ve aynı zamanda gazeteye yazı yolladığım mesenger adresimi bilmem kaç kez açtım. Bilmem kaç kez “onar” tuşuna bastım. Her seferinde 80048820 numaralı hata kodunu verdi durdu. “Onar” tuşuna basmadan öncede gelen durum gösterir listede proxi hatası ve anahtar bağlantı noktası sorunu yazıyordu. Firefox’tan bu kodu girdim. Aynı şekilde rapor gelince çözümü buldum (!). Proxi ayarımı değiştirmem gerekiyordu. Ama nasıl?

Dedim ya, el yordamıyla iş gören kör gibiyim; bir şeyleri hallederken garip bir korku duyuyorum. Google’a sorduğum soruya bir sitede cevap buldum. O cevaba göre yaptığım uygulamadan sonuç alamadım. Formatı atmadan koca bir gün ve geceyi çöpe attım. Bu sorunu formatsız halletme inadım nerdeyse bitmekteydi, bir kere daha mesenger adresimi açmaya karar verdim. DNS ayarlarımı otomatiğe çevirdim. Açılmayınca onara bastım, bir pencere açıldı. Orda proxi otomatik seçim işaretini kaldırmayı deneyeyim dedim. O işareti kaldırır kaldırmaz bağlı olduğum haber alarm programları bütün haşmetleriyle açıldılar. Bu internet bağlantım açıldı demekti.

Açılır açılmaz Beşiktaş’ımla ilgili haberlerle

(ın Ordu’da Ordusporla (o zaman süper ligte orduspor vardı.) güç belâ berabere kaldığını öğrendim. Anlaşılan “playof”ta kalsak bile şampiyon olma şansımız kalmadı. Oyuncu antrenör kavgasıda dillerde. Dert bu olsun dedim ve bu olayın üstünden bir silindirle geçtim gittim. Gelgelelim kavgacı olduğumuzu bir kere daha onaylayan bir haberle canım gene sıkıldı. Millet vekilleri eğitimde tartışılan 4+4+4=12 yıllık yeni eğitim yasası nedeniyle)

birbirlerine tekme tokat girişen milletvekilleriyle ilgili haberler düştü. Peş peşe bu iki haberin ardından eskilerin internet, televizyon, hatta radyo bile yokken ne kadar mutlu yaşadıklarını düşündüm. O dünya bugünün çocuklarına masal gibi gelir. Benim uğraştığım konu ve dünyanın bilgiye verdiği değerle gelinen noktaya rağmen bizde hâlâ işler el yordamıyla görülüyor. Tıpkı benim el yordamıyla iş görmem gibi.. akla baş vurup bir orta yol bulma yerine rakibini yok etmeye yönelik anlayışla bundan başka ne beklenebilir ki.. iktidar ve muhalefet birbirinden farklı değil. Kimse bu ayıbı üstünden atmaya kalkarak diğerini karalamasın. Artık kimse kanmıyor.

Neden bu bir birine ille format atma telaşı, anlamış değilim. Format atmadan da sorun çözülür.

Bu format merakımız beni öldürecek.



Yayın Tarihi: 15.06.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Önümüz ramazan. Bu hafta 18 haziran Perşembe günü oruca başlıyoruz. Genel seçimlerden de yeni çıktık. Geçtiğimiz hafta yapılan seçimlerde halkımız kimseye tek başına iktidar olma şansı vermedi. Umar ve Allah’tan dilerim ki, ülkemizi yönetecek bir hükümet kurulur. Çünkü dünyada ortalığı kasıp kavuracak bir anlaşmazlık yok ama, içinde bulunduğumuz orta doğuda kazanlar kaynıyor. Kazanların kaynadığı bir bölgede çöldeki vaha gibiyiz.

Bugün buruk duyguların güzel şiirlerini yazan gurbet şairi namlı Kemalettin Kamu’dan şiirler seçtim. Bundan bir süre öncede şairin şiirlerini sunmuştum. Daha fazla sözü uzatmadan sizleri şairimizin şiirleriyle baş başa bırakmak istiyorum. 

...

AKDENİZ’DEN GEÇERKEN
Sular pırıl pırıl, rüzgar mis kokulu,
Kuş uçurmaz eski Türk kalyonlarının yolu.
Sağda sıra dağlarla kabaran Anadolu
Yeşil eteklerinde tükeniyor Toros’un!

Havada bir dost eli okşuyor derimizi;
Boynu bükük adalar tanıyor sanki bizi...
İçimize çevirip nemli gözlerimizi
Geçtik yabancı gibi yakınında Rodos’un!

Kemalettin Kamu

***

ATAMA AĞIT
Sırma sarısını yay saçlarına,
Gözüne rengini koy denizlerin;
Düşün dudakların en incesini,
Yüzüne tuncunu ver benizlerin.

Onda yürüyüşün en yiğitçesi,
Onda bükülmezi vardı dizlerin
Gezerdi ülkede bir hızır gibi
Em olup derdine çaresizlerin.
II.

Durgun bir denizi andırır dışı
İçi hiç sönmeyen bir yanardağı.
Sesinde ıslığı eser kuvvetin,
Sözünde şahlanır Hakkın bayrağı
III.

Dağlar dümdüz olur işaretiyle,
Ürperir ovalar avazesine;
Devrilir hıncına çarpar ordular
Kaleler dayanmaz yelpazesine.

Fikrin, güzelliğin, aşkın, her şeyin
Bağlıydı daima en tazesine
Yaşadı başı dik, dünyaya karşı
Getirdi dünyayı cenazesine!
IV.

Onsuz kaldığın bilse tabiat
Bağlar üzüm vermez, bahçeler kurur;
Okşar saçlarını ezelin eli,
Yüzüne ebedin ışığı vurur.

Övünür insanlık eserleriyle,
Yurt onun sevgisi üstünde durur.
Adıdır kurduğu devlete temel,
Ünü kurtardığı millete gurur!
V.

Fâni varlığını kaybetti ama,
Simgesi yurdumun burçlarındadır
Engin ufuklara uzanmış kolu,
Hızı altıokun uçlarındadır!

Kadının, erkeğin hafızasında
Gencin, ihtiyarın duşlarındadır
Yayla yellerinde eser gölgesi,
Sesi bahçemizin kuşlarındadır.
VI.

Ben mi yazacaktım göçüm gününü
Dökerek ardından böyle gözyaşı?
Ben ki ona büyük gezilerinde
Oldumdu bir küçük yol arkadaşı

En son durağına varmadan ömrün
Kapadı yolunu bir mezar taşı...
Büyük kurucusu cumhuriyetin
Hürriyet aşıkı milletin başı!

Kemalettin Kamu

***

BİNGÖL ÇOBANLARI

Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların

Görmediği gün aynı pınardan doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
Dolaştırıp dururuz aynı daussılayı
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda
“Suna”mın başka köye gelin gittiği akşam
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla
- Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al -
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun
Daima eğeceksin başkalarına boyun
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına

Kemalettin Kamu

***

GURBET

Gurbet o kadar acı
Ki, ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde

Eriyorum gitgide
Elveda her ümide
Gurbet benliğimi de
Bitirdi bir biçimde

Ne arzum ne emelim
Yaralanmış bir el’im
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde

Kemalettin Kamu

***

GURBET GECELERİ

Bekçisiyim, bu serin
Bu siyah gecelerin
Gurbetten daha derin
Bir yara yok içimde!

Korku bilmez ölümden
Her gün yeniden ölen
Bir bade gibi neden
Biteyim bir içimde!

Ne aşkım, ne emelim
Soluk bir karanfilim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde!


 Kemalettin Kamu

***

GÜZ

Kurudu artık otlar
Bitmiyor tazeleri
Birikinti sularda
Yaprak cenazeleri

Döndü yayladakiler
Erdi dağlara batı
Ovalar daha geniş
Kayalar daha katı

Başım avuçlarımda
Bir ağır külçe hüzün
Düşüyor gözlerime
Çiğ taneleri güzün.

 Kemalettin Kamu

***

İRŞAD

Sevgilim güvenme güzelliğine
Senin de saçların tarumar olur
Aldanma talihin pembe rengine
Hayatın uzun bir intizar olur.

Sevgilim her insan doğarken ağlar
Çiçeklerle açar, sularla çağlar
Rehgüzâr olur bahçeler, bağlar
Nihayet isimsiz bir mezar olur.

Sevgilim baksana bir yanda gülen
Bir yanda gözümün yaşını silen
Kimi benim gibi erir derdinden
Kimi senin gibi bahtiyar olur!

Sevgilim senin de geçer zamanın
Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü ânın
Böyledir kanunu kahpe dünyanın
Dört mevsim içinde bir bahar olur!

Kemalettin Kamu

***

SÖĞÜT

Dalın eğri büğrü yaprağın ince
Rengin iğdeleşir rüzgar esince
Yazın şemsiyesin yaşlıya gence
Güzün derelere verirsin öğüt.

Sılacı dibinde unutur çile
Esintin avutur bozkırı bile
Dökün tozlarını sabah yeliyle
Akşam güneşi ile boyunu büyüt.

Bir tünek olmadan kolların kara
Yollama gölgeni öbür bahara
Yaprak dökümünde uyup rüzgara
Yorgun dallarını sallama söğüt.

Kemalettin Kamu

***

Bu haftaki şiirlerin sonuna geldik sevgili okurlarım. Hepinize mutlu pazarlar diliyorum.



Yayın Tarihi: 14.06.2015

BAŞARILI İŞE RAĞMEN BAŞARISIZ SONUÇ OLMAZ

Hatırlarsınız, 21 ocak 2012’de Akdeniz Üniversitesinde dünyada ilk kez bir hastaya çift kol ve tek bacak, bir başka hastaya da yüz nakli yapılmıştı. Hemen ardından 24 şubattada Hacettepe Üniversitesi gene bir hastaya yüz, bir başka hastayada bu sefer çift kol ve çift bacak nakliyle dünyada bir ilki gerçekleştirmişti. “Dünyada ilk” biçiminde tanımlanan sihirli kelime bu nakilleri cazip kılıyordu.

Her işte nihai sonuç beklenmeden, yapılmak istenen işlemin yapılmış olması başarı olarak
kabul edilir. Tıpta bunu anlatan çok güzel bir söz var “ameliyat başarılı geçti fakat hastayı
kaybettik”. Başarı için yapılan her şey istenen sonuç alınmamış olsa bile işin ustasına son derece cazip gelir... Bunun üstüne “dünyada ilk” olmayı eklerseniz o kişinin gerçeklerden uzaklaşmasının olağan olduğunu görürsünüz. Olması gereken bu değildir. Her ülkede ve bizde de olması gerekenleri oldurmak için denetim organları ve kurullar en sonunda da
mahkemeler var. Bütün bunlar kılı kırk yararak, yapılan işlerin en hafif deyimiyle
sulandırılmasını, hatta hatta cinayete varmasını önlemek amacını taşır.

Bu kurulları harekete geçirecek bir çok sebebin olduğunu belirtmek amacıyla yüz ve organ nakli konulu yazımda şu satırları yazmıştım.

“Akdeniz Üniversitesinin başarılı operasyonunun ardından kendilerini çok daha gelişmiş gören Hacetepe Üniversitesi bunu bir yarış haline çevirdi. Sağlık bakanlığının iyi niyetle çıkardığı organ bağışı ve nakli kanunundan yararlanarak, hatta bazı iddialara göre kimi
durumlar gizlenerek bir kişiye 2. yüz naklini, bir başka kişiye iki kol iki bacak naklini
gerçekleştiriyor.”

Bu yazıyı iddialar sözcüğü içinde geçiştirmemek için o yazımıza ek olarak yazıyorum.

Sabah gazetesi o tarihlerde Şevket Çavdar’ın ölümüyle sonuçlanan çift kol ve çift bacak nakliyle ilgili korkunç bir durumu gözler önüne sermişti. Ordan satırlar aktaralım.

“Ameliyatı yapan Hacettepe Üniversitesi ekibinin bir başka hasta için çift kol nakline onay aldığı ve donörden bacakları almaması gerektiği ortaya çıktı. Ancak Türkiye’nin ilk yüz naklini yapan Prof. Ömer Özkan’ın da bakanlığa başvurduğunu öğrenen Doç. Dr. Serdar Nasır; son anda, bakanlığın izni olmadan bacakları da aldı.

Ulusal Organ Nakli Koordinatörlüğü; İzmir’de, hayatını kaybeden Nazım Akan’ın organ ve dokuları bağışlanınca Akdeniz Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve Gülhane Askeri Tıp Fakültesi (GATA) Doku Nakil Merkezleri’nden donöre uygun yüz ve uzuv hasta listelerini istedi. Hacettepe Üniversitesi, yüz ile uzuv nakli bekleyen 4 kişiyi bildirdi. Listede Şevket Çavdar da vardı. Akdeniz Üniversitesi ise dirsek altından çift kol ve diz altından çift bacak nakli bekleyen hastalarının ismini gönderdi. Ulusal Doku Nakli Koordinatörlüğü, yaş, boy, cinsiyete göre Gazi ve GATA’nın listelerindeki hastaların donöre uymadığını bildirdi.

Hacettepe’den çift kol nakli için bekleyen hasta ile Akdeniz’den çift kol ve çift bacak nakli bekleyen hastalar donörle uyumluydu. Akdeniz Üniversitesi daha önce nakil yaptığı için Hacettepe Üniversitesi’ne nakil izni verildi. Bakanlık, her olasılığa karşı Akdeniz Üniversitesi’nin de hazır olmasını istedi. Doç. Dr. Nasır’ın da aralarında bulunduğu nakil ekibi, Sağlık Bakanlığı’na ait ambulans uçakla İzmir’e giderken, Prof. Ömer Özkan’ın çift kol ve çift bacak nakli için izin aldığına dair bir duyum aldı. Bunun üzerine Doç. Dr. Nasır, İzmir’e gittiğinde, bakanlığa bildirmeden donörden çift kolun yanı sıra çift bacağı da aldı. Ömer Özkan hemen bakanlığı arayarak, ‘Çift kol için izin verdiğinizi açıklamıştınız, bacaklar neden alındı?’ diye isyan etti. Bakanlık bu arada Hacettepe’ye ulaşmaya çalıştı ancak operasyon başlamıştı. Doç. Dr. Nasır ve ekibinin, Şevket Çavdar isimli hastaya çift kol ve çift bacak nakli yaptığı medyadan duyuruldu.”

Hokkabazlığı görüyorsunuz değil mi? Şöhret uğruna neler oluyor.. şöhret olma mücadelesini sadece sinema yıldızı adayı genç kızların mücadelesi mi sanıyorsunuz? Öyle olmadığını bu olay çok açık biçimde ortaya koyuyor.

O yazıdan alıntılara devam edelim.

“Bakanlık, Çavdar’ın durumu netleşene kadar açıklama yapmama kararı almıştı. Çavdar’ın ölümünden 2 gün sonra Kompozit Doku Nakli Bilim Kurulu, 6 üye ve 10 ayrı branştan uzmanın katılımıyla toplanıldı. Mevzuat dışı uygulama üyelere bildirildi. Kurul, 3 hafta sonra Hacettepe Üniversitesi Nakil Merkezi hakkında kararını verecek.”
Bu kadarla da kalınmadı. Bir dizi kararla yeni kurallar konuldu. Şimdide bunları gene Sabah Gazetesinden görelim.

“Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinatörlüğü’nün belirlediği standartlara göre donör ile alıcı aynı cinsiyetten olmalı. Donörle alıcı arasında maksimum artı-eksi 20 yaş ve artı-eksi yüzde 10 boy farkı bulunmalı. Donörün organların alındığı yerin en yakınındaki nakil merkezine verilmeli. Ancak bu koşul gerçekleşmiyorsa Ulusal listede durumu en uygun hastaya verilmeli. Ulusal listede hastalar arasında eşitlik sağlanırsa nakil merkezi sıralamasına bakılmalı. O zamana kadar hiç nakil yapmamış ya da nakil sırası tekrar gelmiş merkez seçilmeli.”

Bundan sonra aynı anda aynı merkeze hem uzuvların hem de yüzün verilmemesi yönünde karar alındı. Alınan kararlara uygun mevzuat değişiklikleri yapılması durumunda, bir merkezde yüz nakli yapılırken diğer merkezde uzuv nakli yapılabilecek.

Bilimin egemen olduğu; üstelik insan sağlığını, insan hayatını doğrudan ilgilendiren bir alanda kişisel hırslarla böyle çekişmeler yaşanıyorsa, her türlü yalanın, her türlü cambazlığın hakim olduğu siyasette neler olmaz? Geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçimler sonrasında yaşanacakları göreceğiz. Ülkemizin, canlı bir varlık olduğu düşüncesiyle, doktor yarışları gibi siyasetçi yarışıyla hayatını kaybeden hasta konumunda olmamasını dileriz.

 Siyasete burada nokta koyalım ve konumuza dönelim.

Doktorluk başarıyla sınırlı olmamalı. Doktorlar hastanın yerine kendini koyabilmeli. Söz konusu olan bir hayattır. Hayat söz konusuysa insan bir mesleğin malzemesi olmaktan çıkar.

Bütün bunlar iki kol ve iki bacağın bir hastaya takılamayacağını bilmelerine rağmen “dünyada ilk olma” gözü dönmüşlüğüyle nakli yapıp hastayı kaybedince gelen kurallar. Bu kurallardan sonra bol keseden nakillerin durduğunu görüyoruz. Bu satırlardan sonra organ nakline karşı olduğum sonucu çıkmasın.

Sadece şunu vurgulamak amacım:
  
Başarılı işler başarılı sonuçları doğurur. Ortada başarılı olmayan sonuçlar varsa sözü edilen “başarı” içi boş bir sözcükten öteye gidemez.



Yayın Tarihi: 12.06.2015

HAKAN ŞÜKÜR’ÜN SADECE ÜNVANI MİLLETVEKİLİYDİ

2011 seçimlerinden sonra millet vekili seçilen Hakan Şükür hakkında 2 mart 2012 de yayınlanan bir yazı yazmıştım. Bana hak vereceğinizi düşündüğüm bu yazıya bir bakalım önce…

***
Son günlerde her gazetede Hakan Şükür hakkında yazılar var. Yazılar, haksız yazılar değil. Hakan Şükür bu türde yazıları hak etmiyor denemez. Okuduğum yazılar içinde Hakan Şükür’ün boş bir milletvekili olduğunu gösteren Yılmaz Özdil’in yazısıydı. Güzel örneklerle bunu okuruna kanıtlıyordu. Yerel basının usta kalemi Hüseyin Cumalı’da Hakan Şükür’ün Sakarya sporda yetişmiş olmasına rağmen, göstermelik ilgilerle Sakarya’ya olan borcunu ödermiş gibi yaptığını aslında hiç keyfini bozmadığını anlatıyordu.

Her iki yazarda çok yerinde tepkiler veriyorlar. Daha önceki yazımda belirtmiştim; Hakan Şükür Sakarya’dan değil İstanbul’dan aday olup seçildi. Bende bunu içime sindirememiştim. Zat-ı alilerinde ne Sakarya sevgisi varmış değil mi? Bir şeyi çok sevdikleri belli. Ama o Sakarya değil. Keşke o sevdikleri şeyi böyle haris biçimde sevmeselerdi. Çünkü bu sevgi ona çok hata yaptırıyor. Galatasaray’da oynarken Uefa kupasını aldıklarında istediği bir şeyi Fatih Terim almadığı için kazandıkları şan, şeref ve şöhreti hiçe sayarak Galatasaray’dan ayrılmış, İtalya’nın Torino takımına transfer olarak ilk hatasını yapmıştı. Ordada başarısız olunca geri gelmişti.

Milletvekilliğinde de aynı hatayı sürdürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Neticede hem milletvekili, hem Digitürk spor yorumcusu.

Yılmaz Özdil’in şu satırları Hakan Şükür’ün milletvekilliği karnesini ortaya koyuyor.

*

Kanun teklifi...
Sıfır.
Sözlü soru önergesi...
Sıfır.
Yazılı soru önergesi...
Sıfır.
Araştırma önergesi...
Sıfır.
Görüşme önergesi...
Sıfır.
(Şu ana kadar üç tane siyasi demeci var...
İlki:
“Ben bilmem, büyüklerim bilir”.
Öbürü:
“Beyefendiye sordum, beyefendi onay verdi”.
Sonuncusu:
“Mahkemeye veririm”.)
*
İhsan Özkes.
Müftü milletvekili.
Kanun teklifi...
14 tane.
*
Sözlü soru önergesi...
29 tane.
*
Yazılı soru önergesi...
16 tane.
*
Araştırma önergesi...
73 tane.
*
Futbolcu vekil: 0
Müftü vekil: 132
*
Bunlara bende devamlılığı ekleyeyim.
Toplam oturum sayısı: 35
Girdiği oturum sayısı: 10

Bir kişi neden vekil seçilir? Yan gelip yatsın, vekillik maaşının üstüne ek işle ballı maaş alsın diye mi? Kıyak emeklilik, ömür boyu üst seviyede sınırsız sağlık hizmeti ve gene ömür boyu yeşil pasaport almakta bunlara eklenmeli.

Hakan Şükür hakkında yazdığım ilk yazıda bir küçük hikâye anlatmıştım.
...
Genç bir delikanlı yaşlı bir bilgeye sormuş; “ben nasıl adam olurum.”
Bilge “siz, üç üniversite bitirdiğiniz zaman adam olursunuz” demiş.
Delikanlı 12 yıl sonra 3 üniversite bitirerek bilgenin karşısına çıkmış. “Üç üniversiteyi bitirdim efendim, ben şimdi adam oldum mu?”
Bilge “siz, üç üniversite bitirdiğiniz zaman dediğimde sadece senin üniversite bitirmenden söz etmemiştim. Deden, baban ve sen üniversite bitirdiğinde adam olursun demekti o dediklerim” demiş.
...
Bu hikâyeyle Hakan Şükür’e yerinde öğüt veren büyüklerinin olmadığını, olsa bu fahiş hataları yapmayabileceğini belirtmek istemiştim. Bu fahiş hatalar nedeniyle TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, milletvekilliği sırasında tam veya yarım gün, her ne isim altında olursa olsun milletvekillerinin hiçbir iş yapmalarına izin vermeyecek bir yasa çıkaracaklarını söyledi. Bu bile Hakan Şükür’ün milletin vekili olamadığının kanıtıdır. “Beyefendi izin vermiş” olsa bile.

Öyle kurallar vardır ki, kanunen yasak değildir. Gelin görün ki yasak olmayan bir konu, yazılı olmayan kurallar gereği yasakmış gibi uygulanamaz olabiliyor.

Örnek verelim. Kimse -istisnalar hariç- ölen arkadaşının, kardeşinin eşiyle öyle kolay kolay evlenemez. Evlenen yok mu? Var! Fakat onlar istisna.. oysa ne şer-i, ne medeni kanunlar buna engel değildir. Kısacası her şeyin kanun olmasına gerek yok! Hakan’ın vekilliği sırasında yaptığı yorumculukta böyle bir şeydir.

Geçen yazımızın sonunda sormuştuk, gene soruyoruz; Hakan Şükür şimdi milletin vekili mi? Hayır, Hakan Şükür’ün sadece ünvanı milletvekili. Bu haliyle kendisinin vekili olması bile mümkün değil. Yazık, çok yazık!...

*

Hakan Şükür bu seçimlerde gene milletvekili adayıydı, fakat bu kez bağımsız adaydı; seçilemedi. Kerameti kendinden menkul kişiler gibi ceketini koysa seçileceğini zannetti galiba. Milletvekilliği sırasında varlığıyla yokluğu belli olmayan, aydan aya ihtiyacı olmadığını düşündüğüm maaşını almaya gelen, milletin vekili olarak karnesi sıfırlarla dolu bir insan üstelik bağımsız milletvekili olarak seçilebilir miydi? Sormazlar mı adama; “partili milletvekiliyken ‘büyüklerim bilir’ demekten başka ne yaptın? Hangi yüzle üstelik bağımsız aday olarak seçimlere giriyorsun?”


Seçilemedi ama geçen dönem milletvekilliğinden emekliliğe hak kazanmıştı. Hakan Şükür milletvekiliyken boş yatıp geçirdiği zamanın ödülü emekli maaşını alsın diye, halk vergi olarak devlete öder. Bu millet kadirşinastır nede olsa... 


Yayın Tarihi: 10.06.2015

ANA SEVGİSİ: BÖYLE BİR SEVGİYE PAHA BİÇEBİLİR MİSİNİZ?

Bildiğiniz gibi Japonya depremleriylede ünlüdür. Öyle sık ve şiddetli depremlerle karşılaşırlar ki.. bizim gibi ülkeleri bırakın, gelişmiş Avrupa ülkeleri bile böylesi depremlerin ekonomik yükünü kolay kolay kaldıramaz. Japonlar geliştirdikleri deprem teknolojileriyle bunun üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Bu konuda bir ölçüde başarı sağlamış durumdalar. En azından can kayıpları binleri hatta yüzleri bile bulmuyor. Geçen yıl yaşanan felâket özünde depremden kaynaklansa bile sadece deprem felâketi değildi. Deprem nedeniyle oluşan dev dalgalar depremin kendisinden daha fazla zarar verdi. Ardından nükleer sızıntı bunların üstüne tüy dikti.

Her felâketten sonra yaşanan acıklı hikâyeler vardır. Dünyadada bizdede bu böyle. Şimdi anlatacağım hikâyedeki kişi talihsiz bir anne.  

Japonyada bir deprem sonrasında kurtarma ekipleri enkaz altında olduğu söylenen genç bir kadının yaşadığını düşünerek hassas çalışırlar. Ne yazık ki büyük uğraşlar sonucu ulaştıklarında kadının artık yaşamadığını görürler. Kadının enkaz altındaki duruşu biraz ilginçtir. Ellerinde bir şey tutarak iş yaparken dizlerinin üstüne çökmüş bu esnada ev üzerine yıkılmıştır sanki. Kurtarma ekibinin lideri yinede canlı olma ümidiyle kadına ulaşmaya çalışır. Fakat kadın çoktan ölmüştür.

Ekip oradan başka bir enkaza hareket etmek üzereyken bir sebepten dolayı ekip lideri açtığı delikten içeri doğru kadının cesedinin altına bakar ve seslenir! “Bir çocuk!... Bir çocuk var!” der. 

Ekip uzun bir çalışmadan sonra çiçekli bir battaniye içinde ölü kadının cesedinin altında 3 aylık bir bebek bulurlar. Kadın son bir hamleyle çocuğunu kurtarmak için bedenini ona siper etmiştir. Ekip çocuğa ulaştığında bebek hala uyumaktadır. Doktor hemen bu masum ve her şeyden habersiz bebeği muayene eder. Battaniyeyi açtığında içinde bir cep telefonu bulur. Ekranda yazılı bir mesaj vardır. Mesajda şu satırlar vardır:

“Eğer kurtarıldıysan, seni sevdiğimi daima hatırla! Annen!..”

Bir annenin çocuğuna olan sevgisini ölüm anında bile ona anlatma çabası hangi gözü yaşartmaz?

Anneler! Yürekleri evlâtları için atan o kutsal insanlar. Onlar için çocukları minikte olsa 70’lik dedede olsa durum değişmez.

Şimdide ülkemizdeki böyle bir anneden söz etmek istiyorum.

23 ekim 2011 Pazar günü Van’da deprem olmuştu. Bir çok bina yıkılmış, ilk etapta hayatlarını kaybetmeyen kimbilir ne çok can enkaz altında kurtarılmayı beklemişti. Van’ın Erciş ilçesinde bir anne henüz 2 haftalık olan bebeğiyle 46 saat enkaz altında kaldıktan sonra kurtarıldılar.

Anne ve bebeğe yapılan doktor kontrolünden sonra anneye bebeği nasıl yaşattığı sorulmuştu. Öyle ya, minicik bebek 2 gün nasıl beslenmişti? Genç anne, bebeğinin ağzının içine tükürdüğünü, böylelikle susuz kalmasını önlediğini söylediğinde dünya şaşkınlığını gizleyememiş, yabancı gazetelerde bu mucizeden söz etmişlerdi.

İşte anne böyle bir şeydir. Eli kolu bağlı olsa bile bir çözüm bulur ve yavrusunu korur. Onun için annenin yeri kolay kolay dolmaz. Ona bunu yaptıran yavrusuna olan sonsuz sevgisidir.

Allah’ın annelere verdiği bu sevgi ve merhamete paha biçebilir misiniz?



Yayın Tarihi: 08.06.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar, Saraybosna katliamı sırasında Boşnakların, Sırpların tüm çevirme ve kuşatmalarına rağmen giyim kuşamlarından vazgeçmediklerini, böyle bir direniş yöntemiyle dünyanın ilgisini çektiklerini belirtmiş, bunu örnek alıp gündemimizden düşmeyen sorunlaroı yok sayarak Murathan Mungan şiirlerini sunmaya devam etmiştim. Bu pazarda gene Murathan Mungan’ın şiirlerini sürdürecekken aklıma 7.2 şiddetindeki Van depremi geldi. Birden bire hepimizin (Kürt-Türk, Türk-Kürt) kendimizle yüzleşmemize sebep olarak gündemi değiştirmişti o deprem. Kim; omuzunda kimin olduğu bilinmeyen, üstelik o sırada ölmüş birinin eliyle gözlerinde müthiş kaygı, kurtarılmayı bekleyen, kurtarıldıktan sonra hastane yolunda hayatını kaybeden Yunus’u unutabilir. Kurtarılan Azra bebek için göz yaşı dökmeyen var mı o sıralar? İnsan olduğumuzu deprem gibi felaketlerle mi hatırlayacağız? Bizi öyle gerdiler ki, farkında olarak veya olmayarak canavarlaştık. Peki böyle canavarlaşarak bu vatanın tek parça kalmasını nasıl başarırız?  İnsan olduğumuzu unutarak bu mümkün mü?
Bugün kullanacağımız oyun bu açıdan çok büyük önemi var. Hangi görüşten olursanız olun oyunuz kutsaldır. Yurttaşlık hakkı olan oy kullanma hakkımızı kullanalım. İktidara gelecek parti veya partileri sevelim sevmeyelim yasal iktidar olduklarını bilerek sabırlı olalım. Zehir saçmayalım kimseye... onun için gelin şiirin panzehirine sığınalım. Gene Murathan Mungan’la..    

...

KUPON
ucuz bir efsane alın
gündelik yaşamınızdan
bir İmge biçin kendinize
pazarın ürettiği görünmez kumaşlardan
ya da değişik tarihli parçalardan
yüzünüzü ısmarlayın
yukarıdan aşağıya üç
soldan sağa beş
üç beş kişi
sığdırın kendinize
yedeğinizde bulunsun
malum, bu durumlar belli olmaz
her çekiliş için farklı
kuponlar
bu durak olmazsa önümüzdeki durak
ilerleyelim beyler
öldürdükçe içimizi önde boş yer var

MURATHAN MUNGAN

***

KUZEYDEKİ PENCERE
kokladığın gülün kokusu kalmış sende
baktığın denizin tuzu
geçtiğin iklimlerin masalı sinmiş üstüne
kuzeydeki pencere açık
göçebe bin bir gece

sözcükler sökülmüş bir anıyı
ne kadar tamamlayabilirse
bir andır eski defterlerin
güneşinden vurur yüzüne
yazsam olmaz dersin
kimi zaman sırf bunun için
yazmaya değerse de
kuzeydeki pencereyi açarken
yere düşen defterden görünür:
eksik kule, yırtık nehir
sımsıkı kapatmış olsak da
bizi ürperten anıları hayatımızın
eski defter ya da kuzeydeki pencere

MURATHAN MUNGAN

***

LAVANTA
Ordadır
yazın eskittiği otlar arasında
uzakta bir nehrin gürültüsünü kazar
masmavi usturalar abanoz ağacına

Ordadır
uyuyan bir namlunun sessizliğiyle
günün sabahlığında
dudaklarının arasında bir ot, bir ıslık
iz bırakmaz sisler gibi geçer ağaçların arasından
varır kendini derinleştiren uçurumlara

Ordadır, bir devin tavşan uykusunda
aklında kımıldanan otlar, ağaçlar
düşünü düşürdüğü sular
yüzünü bıraktığı sular
almamış zaman kalmış kireç altında
çelimsiz bir kabuk başlamış yürek yarası
ki ne zaman çarşılara çıksa silahsız
onu vururlar
göğsünde siyah bir yıldızla
kalbinde kuruyan bataklık
kırlara yakın durur, yanık kokulara

serin çiy vakti çimenlerle konuşur
ne zamandır çıkmıyor sokaklar açık artırıma
ıssız bir kil ile gövdesini kateden bir ateştopu
Kendini sakladığı sular altında
ve son bir kez:
ışık ve çamurda kaldı lavanta

MURATHAN MUNGAN

***

Bu şiiri bilmeyen var mıdır? Bilmeyen ve dinlemeyen var mıdır yeni türkü gurubunun bu şarkısını?

...

MASKELİ BALO
Yaredir sinede eski sevgili
Eski sevgili eski günler
Hayata baksana takmıyor kimseyi
Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi
Yaredir yine de

Yaktın gemilerimi
Dönüş yok artık geri
Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri

Yaredir sinede eski sevgili
Ne yapsan kolay unutulmaz
Ağlama geçmişe yaşadık bitti
Anılar bizi yalnız bırakmaz
Yalnızız yine de

MURATHAN MUNGAN

***

METAL
pencerede kedi yalnızlığı
metal bir ay fener gibi
böyle gecelerde yağmurun sesi
kağıt hışırtısına benzer
ışık yıllarının karanlık hızında
yedi askı daha asili yıldızlara
takıyorum kulaklarımı
dalmaya ve uçmaya hazır
iki kişi olarak
bölündüğüm yerde
hard’n’heavy slowları
yer değiştiriyor içimde bütün kişilikler
tek başıma oynadığım cin ruleti
bir jeton, bir zıpkın
aynı anda işliyor
katil ile maktul arasında en kısa yol
kalkış takımları infilak ediyor
dans bittiğinde birimiz ölecek
büyük plato bildiriyor koşulları:
tek kişilik düello bir metal tango!

MURATHAN MUNGAN

***

MIRILDANDIKLARIM
Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
‘içtenliğin’ yada ‘dünya görüşünün’ kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım nede mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
senin ve benim, yani bizim için...

MURATHAN MUNGAN

***

MİKA
Gökyüzünde yapıştırma bir yıldız
Şimşekler ormanında
Bir tek yıldırım
Selofan yağmurlardan sonra
Yine patinaj
Çekimine girdiğimiz
Manyetik alan
Dağılıyor elyaf ve aşk
Sezon değişiyor
Parabolik aynalarda
Başka bir set kuruluyor
Yepyeni bir dizayn
Işıl ışıl göz alıyor megastar mikalar
Klip hızında karton film derinliğinde
Bir marka gibi yaşanıyor aşklar
Merkezi sistem yönetiyor ayrılıkları, açıklamaları
Acı yok. Can yakmıyor tuzla buz olsa da
Dağılmış mika parçaları

Kesin çözüm
Acele servis
Buyrun, siz ne arzu etmiştiniz?

MURATHAN MUNGAN

***

Bu haftalıkta bu kadar sevgili okurlar. Hepinize, ülkemiz için iyilik ve güzellikler getireceğini umduğumuz seçimin olacağı mutlu bir hafta sonu dilerim.




Yayın Tarihi: 07.06.2015

KUŞKUCU AKILLILAR, KENDİNDEN EMİN CAHİLLER

Bizim toplumumuzda bilmemeye cahilliğe övgü çok yapılmıştır. Cahilin ve cahilliğin baş tacı edildiğini sıklıkla görürüz. Bilmek ve bildiğini sunmak pek hoş karşılanmaz. Bilgi edinmek uğraş isteyen bir iştir, kimse yorulmak istemez. İnsanlar hep kolayına kaçar. Sohbetlerle bilgi edinirler, sohbet bilgileriyle geliştiklerini sanırlar. Oysa sohbetler gelip geçici olduğu için baş vurulacak kaynak değildir. Sohbet, bir çok yolla (kitap, cd, sinema, tiyatro v.b) bilgi edinmeyi kışkırtırsa yararlı olur, yoksa unutulmaya mahkûmdur. Geçenlerde ülkemiz nüfusunun yüzde 75’inin hiç kitap okumadığını, kalan yüzde 25’in yüzde 65’inin, düzenli gazete bile okumadığını okuyunca şaşırmadım. Kısacası ülkemiz kültürüne katkısı olanların sayısı kültür alanla orantılı olduğu için ortaya dikkat çekici bir eser çıkmamaktadır. Kitap okuma oranı Azerbaycan’da nüfusun yüzde 85’i olduğu düşünülürse Türk dünyası içinde bizim perişanlığımız ortaya çıkar.

Cahil, bilenden daha cesurdur. Çamlar devirir fakat kendinden emin tavırla bunu umursamaz bile. Bu durumu açıklayan iki doktorun adıyla anılan “Dunning-Kruger sendromu” adında bir tanım var.

Bir televizyon programında çok şaşırarak izlediğiniz konuşmacı görmüşsünüzdür. Sığlığı o derecededir ki, hazır bilgiden başka türlü bilgi kullanamaz, bilgiyi derinlemesine işleyemez. Fakat duruşları cesaret abidesi gibi vakur, çok bilgiliymiş gibi kendinden emindir. Bir iş yerinde etkili görevlerde bulunan muhteris yetersizler kadar tehlikelisi yoktur. Onlarda genellikle cahil cesaretlilerin arasından çıkar. Fakat ‘cahillik ve haddini bilmeme’ durumu mesleki bakımdan bir itici güç oluşturur.
‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.
Sonuçta, ‘yetersiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler...
 
Justin Kruger ve David Dunning adlı ABD’li iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:
“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
Bunun üstüne araştırmalar yapıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

“Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.”
“Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.”
“Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.”
“Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.”

Cornell Üniversitesinde yapılan test sonrasında, testin “Nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden cevap istenmiş. Soruların yüzde 10’una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthiş. Onların “testin yüzde 60’ına doğru yanıt verdiklerini” düşündükleri; hatta “iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları” ortaya çıktı

Soruların yüzde 90’ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70’ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Bu sonuçlar elde edildiğinde “Dunning-Kruger Sendromu” tıp literatürüne girmiş oldu.

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü’ davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, değerlerinin farkına varılmasını beklerler...bekledikleri değeri görme konusunda zaman uzadıkça kırılır, küserek kendi içlerine çekilirler. Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar...”

Ünlü İngiliz düşünürü Bertrand Russel’in bu konudaki sözüyle bitiriyorum:

“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”



Yayın Tarihi: 05.06.2015