31 Aralık 2013 Salı

SEVGİYLE BERABER

Adım hikâyeciye veya fıkracıya çıkarsa hiç şaşırmayacağım. Bazen sayfalar dolusu yazıyla anlatılan şeyi bir çırpıda anlatmaya yettiği ve daha etkili olduğu için hikâye veya fıkralara sığınıyorum. Bu günde böyle bir hikâyeyi sizlere sunmak istiyorum. Aşağıya alıntıladığım ve benimde bildiğim bu hikâyeyi Savaş Ay Takvim Gazetesindeki köşesinde yazmıştı. Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz ve Şarkıcı Şükran Ay’ın oğlu olan Savaş Ay kenarda köşede kalmış kesimlerin sesi olmayı seçmiş bir yazardır. Onları olduğu gibi yazdı. Yıllarca onu ATV’deki televizyon programlarında da izledik. Tıpkı yazıları gibi programlarını da aynı düşüncede hazırlar ve sunardı. Yazarlığına sözüm yok, hatta anlattığı konularda başarılı olduğu da bir gerçek. Bir yazısında okuduğum ve sizlere sunacağım hikâye onun tarzının tamamen dışında olduğu için beni şaşırtmıştı. Nasıl şaşırtmasın ki? O yıllarca orta tabakanın altındaki yan yollara sapmış veya sapmaya eğilimli insanları (sinemada rol almış baş rolde oynama ümidi besleyen veya beslemeyen figüranları, sahneye as solist olma hayaliyle çıkmış ama zor uvertür olmuş şarkıcıları, hatta hiçbir şey olamamış, yiyecek ekmek bulamamışları, romanları) anlatarak solculuk oynamıştı. Genellikle buralardan aldığı konularını, bir adım ileri götürmeden kendi kurtuluşu demek olan varlıklılığını onların üzerine kurmuş olduğu bu yazı ve programlarına borçlu olduğunu hep düşünmüşümdür.

Bu konuyu kısa kesiyor ve hikâyeyi kurgusuyla hiç oynamadan, onun yazdığı biçimiyle aktarıyorum, beğeneceğinizden eminim.

***   ***   ***

Bir kadın evinden çıktı, evinin önünde beyaz, uzun sakalları olan 3 yaşlı adam gördü. Onlara: “Sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız. Lütfen evime buyurun ve bir şeyler yiyin.” dedi. “Kocanız evde mi?” diye sordular. “Hayır, dışarıda” dedi kadın. “O zaman giremeyiz” dediler.

Akşamleyin kocası eve geldiğinde kadın olanları ona anlattı. Kocası: “Onlara eve geldiğimi söyle ve onları eve davet et” dedi. Kadın dışarı çıktı ve yaşlı adamları davet etti. “Biz bir eve hep beraber girmeyiz” dediler. Kadın: “eden?” dedi. Yaşlı adamlardan biri cevap verdi: “Onun adı ‘Zenginlik’tir ” dedi, arkadaşlarından birini göstererek. Ve bir diğerini göstererek: “Onun da adı ‘Başarı’dır, ve ben de ‘Sevgiyim.” Ve ekledi: “Şimdi eşinle konuşun ve hangimizi evinize davet edeceğinize karar verin” dedi.

Kadın eve girdi ve olanları kocasana anlattı. Kocası çok sevindi; “Ne kadar harika. Zenginliği davet edelim, gelsin ve evimize zenginlikle doldursun” dedi. Kadın: “Neden başarıyı davet etmiyoruz?” diye konuştu. O sırada onları dinlemekte olan kızları: “Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mı?” diye sordu. “O zaman evimiz sevgiyle dolar.” Adam: “Bence kızımızın tavsiyesine uyalım. Lütfen dışarı çık ve sevgiyi davet et. Sevgi bizim misafirimiz olsun” dedi.

Kadın dışarı çıktı, sevgiyi seçtiklerini söyledi ve sevgiyi evlerine davet etti. Sevgi kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Diğer iki arkadaşı da kalktı ve onu takip ettiler. Kadın büyük bir şaşkınlıkla: “Ben sadece sevgiyi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?” diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi: “Eğer siz zenginlik veya başarıyı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz kalacaktık. Ama siz beni (sevgiyi) davet ettiğiniz için, ben nereye gidersem, başarı ve zenginlik de benimle gelir. Her nerede sevgi varsa, başarı ve zenginlik de vardır.” Demiş.

***   ***  ***

Nasıl? Hikâye güzel mi sizcede? Öğüt veren şeyler her zaman sevimli olmaz. Herkesi öğüt sıkar. Kimse öğüt almak istemez. Onun için mi atalarımız “bir musibet, bin nasihatten yeğdir” demiştir? Başkalarının tecrübeleri bizim tecrübemiz olmadığının ne güzel ifadesidir bu söz.. Peki bırakalım da herkes deneye yanıla mı öğrensin hayatı, bazı gerçekleri?.. O zaman billûrlaşmış tecrübelerin yuvası okullar neden var? Bazı tecrübeler okulla öğrenilir, bazı tecrübeler öğütle.. Tabi ki öğüdün dozunu kaçırmamak şart!

Bu hikâyede başka bir gerçek var. Görünür gerçeğin dışında bir gerçektir bu. Sonuç olarak “sevgi” her şeyi beraberinde getirir gerçeğini gösteren bu hikâyede sevgiyi isteyen kim ona da bakmak gerekir bence. Baba “zenginliği” misafir etmek ister. Anne “başarı”yı. Evin kızı ise evleri sevgi dolsun ister. Neden?

İnsan yaşamı boyunca çeşitli evrelerden geçerek olgunlaşır. Olgunluk; bilgi ve deneylerin toplandığı evredir. Bu evrede edinilen bilgi ve beceriyle birlikte kazanılan tecrübe maddi temeli oluşturur. Buna bakarak zenginlik sonuçtur diyebiliriz. Başarı da; geçmişte edinilen bilgi ve beceriyle, tecrübenin doğru kullanıldığı olgunluk evresine aittir. Peki olgunluk döneminden önce başarı ve zenginlik olmaz mı? Olur tabii, neden olmasın? Hiçbir kural istisnasız değildir. Bizim sürpriz dediğimiz işte bu istisnadır. Yani işin doğasında seyrekte olsa, olma ihtimalinin olduğu şeye biz ihtimal diyoruz. Bu ihtimal beklenmedik zamanda gerçekleşirse buna da sürpriz diyoruz. Bazen sürprizler her şeyin önüne geçerek yönlendirici olsa da olgunluk evresi yukarıda saydığım kazanımlarla istediği sonuçları alır. Kadın erkek ayrımı olmaksızın bu böyledir, ama bayanlar başarıya daha çok önem verir. Hikâyemizdeki anne bunun için eve başarıyı almak istemiştir.

Gençlik evresi henüz hayata hazırlanıldığı evredir. Bu dönemin insanı bilgi, beceri ve tecrübeyle donanmamış olduğu için uçma denemeleri yapan kuş gibi sık sık düşerken sığınacağı liman olarak sevgiyi görür. En saf, en temiz sevgi dışarıda değil yaşadıkları evlerindedir. Çünkü dışarısı acımasız, güvenliksiz, sevgisizdir. Amansız bir yarış vardır dışarıda. Hele bilgi ve tecrübe olmadan dışarısı kişiyi barındırmaz. Gençlik evresinde insan bu yüzden sevgiye daha çok ihtiyaç duyar.

Sevgi, başarı ve zenginliği de olmak üzere, tüm iyi şeyleri içinde taşır. Sevgiyle dünyayı kurtarabilirsiniz. Fakat sadece başarı, yada zenginlik dünyayı kurtarmaya yetmez. Hikâyemizdeki evin kızı sevgiyi seçerken belki romantik düşünerek seçmiştir. Bilmeden de olsa doğrusunu yapmıştır. Sevgiyle beraber gerisi gelir.

Yayın Tarihi: 13.12.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder