İlki 21 ocak 2012’de Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibi tarafından Ahmet Kaya’dan alınan yüz Uğur Acar’a, iki kol ve bir bacağı Atilla Kavdır’a; ikincisi 24 şubat 2012’de Ankara Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer ve 54 kişilik doktor ekibi tarafından ailesinin isteği üzerine adı gizlenen vericiden alınan yüz 25 yaşındaki Cengiz Gül’e, aynı kişiden alınan iki kol ve iki bacak Şevket Çavdar’a nakledildi. Bu iki nakille uzun süredir Balkanların, Kafkasların, yakın doğu ve Afrika’nın, hatta gelişmiş pek çok Avrupa ülkesinin de ilgisini çeken ülkemiz tıbbı için çok sevindirici gelişmelerdi. Zaten tıp turizmi denen bir yolla yurdumuza hatırı sayılır gelir girmekteydi. Bundan sonra çok daha fazla tıp turisti akınına uğrayabiliriz diyordum.
Bunun için hastaneler tüm yurtta iyileştirilmiş en son teknolojiyle donatılmış, hantal yapı bırakılıp gerekli mevzuatlarla yeni yapı desteklenmişti. Bundan onbeş yıl önce büyük kentlerimiz için bile hayal olan bypass ameliyatları nerdeyse apandist ameliyatı gibi her hastanede yapılır olmuştu.
Bunu gözlemleyen, eski beraberliğimizden dolayı etki alanımızda olan diğer ülke yönetici ve vatandaşları bizleri dikkatle izliyorlar. Bu ülkelerden biride Kosova! Bakın Kosova’lı bakan neler demiş.
“Kosovalı Bakan Agani de Türkiye’deki yüz, kol ve bacak nakillerinin Türk sağlık sisteminin başarısı olduğunu belirterek, Türkiye’nin her alanda elde ettiği başarılardan son derece mutlu olduğunu söyledi. ‘Aramızdaki iş birliğini derinleştirerek bu tecrübeleri Kosova’da da göreceğiz'’ diyen Agani, Kosova’daki genç doktor ekibinin Türkiye’nin tecrübelerine ihtiyacı olduğunu söyledi.
Agani, Türk sağlık sektörünün dünyanın en tepe noktasında bulunduğunu ve bundan büyük mutluluk duyduklarını kaydetti.
Okudunuz değil mi? Türkiye böyle geniş bir coğrafyanın ilgiyle izlediği, mutlaka ilişki kurmak istediği tek yerdir ve sadece balkanlarla sınırlı değildir. Böyle bir coğrafyanın umudu olma bilinciyle ülkemiz her hamlesini hesaplı bir biçimde tasarlamak zorundadır. Bunu yapmadınız mı marketçi zihniyetten öteye gidemezsiniz. Her yere market aç, rekabete dayanamazsan her yeri tek tek kapat! Esnafı perişan eden marketçilik yurdumuzda bu durumdadır. Markete takılıp kalmayalım, konumuza devam edelim.
Akdeniz Üniversitesinin başarılı operasyonunun ardından kendilerini çok daha gelişmiş gören Hacetepe Üniversitesi bunu bir yarış haline çevirdi. Sağlık bakanlığının iyi niyetle çıkardığı organ bağışı ve nakli kanunundan yararlanarak, hatta bazı iddialara göre kimi durumlar gizlenerek bir kişiye 2. yüz naklini, bir başka kişiye iki kol iki bacak naklini gerçekleştiriyor.
Konumuz 2. yüz nakli operasyonu değil. Onun sonuçları her iki hastanede altı ay içinde alınacak. Bu gün sözünü ettiğim bir kişiye yapılan iki kol ve iki bacak naklidir. Çünkü bu nakiller sonrasında çok zorlu bir süreç başlar. Bu zorlu süreci hafifletmek için çok basit bir hesap vardır ortada. Bunu yapmadıkları belli oluyor. Bunun için 2. yüz ve organ naklini yarış haline çevirdiler dedim. O basit hesabı, yani kalbin 4 ayrı ve büyük yaraya kan yetiştirmeye çalışarak yorulacağını ve yetmeyeceğini ameliyata katılan 54 doktor bilmiyor muydu? Biliyorlardı elbette.
Akdeniz üniversitesinde hastaya iki kol ve bir bacak nakledilmişti. Ameliyattan birkaç gün sonra bedenin tepkisi nedeniyle bacak geri alınıyor. İki kolla iyileşme süreci devam ediyor. Fakat hacetepe üniversitesinde iki kol ve iki bacak nakledildiği için bedenin bunu kaldırması çok güçleşiyor. Önce tek bacak alınıyor. Yetmiyor, ikinci bacak alınıyor. Hayati riskin arttığı görülünce iki kolda alınıyor. Ne yazık ki büyük umutlarla gelip organ nakli olan hasta bütün müdahalelere rağmen hayatını kaybediyor.
Allah kimseye vermesin, ben engelliliğim yüzünden bir dizi operasyonlar geçirdim. 4 yaşından 12 yaşıma kadar bir çok kez ameliyat oldum. Hayati tehlikeye karşı annemden alınan imzaları görmediğim, görsemde o yaşlarda anlamını bilmediğim için annemin ne çok gözyaşı döktüğünü görür ve bu gözyaşlarının benim sonunda yürüyeceğime olan umut ve inancın gözyaşları sanırdım. Sonunda sırt yerine sağ dize yapılan operasyonla bütün umutlar tükenmiş ben engelli kalmıştım. Sonuç olarak ben hayattaydım, yaşıyordum. Sadece umut kaf dağının ardında kalmıştı. Annem hayatta oluşuma şükrediyordu.
İnanın bir meslek erbabı gibi bakıldığında da doktorlar için hastanın önemi oto tamirci ustasının araca verdiği önemden farklı değildir. İkisi de makineyi işler konuma getirmeye çalışır. İki makineden biri olan insanın zeka ve duygusunun, hasılı ruhunun oluşu işin içine bir duygunun girmesine ne kadar etkili olur? Cerrahpaşa da 32 yaşında olduğum ameliyatlar sırasında genç doktorlarla katıldığım bir gece sohbetinde yaşadıklarım bu fikrimi doğurmuştu. Bende bir aralar ekmek büfesinde ekmek satarken aileden kalma ekmeğe saygı duygusunu kaybettiğimi hatırladım. Bir konu mesleğiniz olursa o konuda duygu olmaz mı diye sormadan edemiyorum. Ben bir meslekle kalmadığım için bu soruya kısmen evet diyebilirim. Müzikte yapsanız (biliyorsunuz ben müzisyenim) bir yerden sonra işin ruhu aşınıyor. Orda sadece başarı söz konusu oluyor.
Oysa doktorluk başarıyla sınırlı olmamalı. Doktorlar hastanın yerine kendini koyabilmeli. Söz konusu olan bir hayattır. Hayat söz konusuysa insan bir mesleğin malzemesi olmaktan çıkar.
Ben bu olaydan şunu anlıyorum; hastane yarıştı, Şevket Çavdar vefat etti.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
YayınTarihi: 05.03.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder