30 Aralık 2012 Pazar

ÖLENE KADAR VÜCUT 10 YAŞINDA KALIR.



Her şeye şöyle dışardan bakarsanız hayatın bir devinim, sürekli tekrarlardan oluşan bir döngü olduğunu görürsünüz. En küçük ölçekli parçacıktan, koskoca evrene kadar bu böyle. Her şey kendi içindeki evrende devinirken dışındaki evrenin bir parçası olarak ayrıca devinir. Sözün kısası devinim iki yollu bir harekettir. En sonunda büyük devinimi oluşturur. Devinim durduğunda yada tersine döndüğünde ortaya çıkan duruma kıyamet denir herhalde. Bu günlerde ortaya atılan bir sürü kıyamet söylencesine bakarak en gerçek söylence bu olur mutlaka. Söylence oluşturmak istemiyorum. Bilimin başı söylenceyle hoş değildir zaten. O gerçek olgulara bakar.

Devinim yenilenmedir. Yenilenme aynı zamanda bir değişim. Değişim ve yenilenme varsa orda devinim, orda hayat vardır. Durağan bir şey hayat olmaktan çıkar. Devinemeyen, değişemeyen şey ölür. Bu kural eskilerin “küreden zerreye” dedikleri, şimdilerde galaksilerden atom parçacığı dediğimiz en büyük parçadan en küçük parçaya kadar değişmez bir kuraldır.

İnsan meraklı bir varlık olduğu için eline geçen bilinmez ne varsa, inceler, sorular sorar, cevaplar arar, bunun için deneyler yapar. Sonunda olgu ve olaylar hakkında edindiği bulgu ve kanaatleri yazarak gelecek kuşaklara aktarır. İnsanlık insanın bu bireysel uğraşısı sonunda üstüne koya koya geldiği her çağda yeni uygarlıklara sahip olmakta.

Tıpta insanlık tarihinin üstüne koya koya geldiği en uzun uğraşlarından biridir. Gün geçmiyor ki tıpta bir yenilik duymayalım. İşte onlardan biri daha. Vücudumuzdaki organların yaşlanma sürecine bakarsanız, vücudumuz ömrümüzün sonuna kadar10 yaşındanda küçük kalıyor. Bunu baştan beri açıkladığım devinim ve dolayısıyla değişim yoluyla sağlıyor. Aslında insan bedenen öyle kolay kolay yaşlanmaz. Peki işleyen süreç neden tersini gösteriyor? Madem öyle neden yaşlanıyoruz? Evet vücut 10 yaşında kalabiliyor, ama sadece iç organları. İkisi iç biride dış organımız yenilenemediği için yaşlanıyorlar. Bunlar beyin, göz ve sinir sistemidir. Beyin dışardan bir müdahale durumunda kendini onarmakta bile zorlanır.

İngiliz Daily Mail gazetesi yayınladığı bir haberle hücrelerin yenilenmesi ve böylece eski hücrelerin yerini yeni hücrelerin almasıyla organların genç kalmasını konu edinmişti. O habere gör beyinde; koku alma ve öğrenme merkezlerinin dışındaki hiçbir beyin hücresi yenilenemediği için, oluşumunu tamamlayıp kendini bir daha yenilenemeyen sinir sistemi ve kornea tabakasının dışında yenilenemeyen göz hücreleriyle birlikte yaşlanmaya karşı duramıyor.

Yaşlanmaya karşı duran organlarsa şunlar.


* Yıllarca kalbi oluşturan hücrelerin doğduktan sonra değişmediği sanıldı. Ama onunda değişimden faydalandığı ve uzun yıllar genç kalabildiği anlaşıldı.

* Yaklaşık 100 bin adet saç telinden olan saçların her bir teli ayda 1.25 santimetre uzuyor.
Dolayısıyla saçların kaç yaşında olduğu da saçın uzunluğuna göre değişiyor.

* Kendini hızlı yenileyen organlardan biri midedir. Midedeki asit karşısında hücrelerin dirençli olmadığını belirten İsveç-Karolinska Enstitüsü’nden Jonas Frisen, hücrelerin 3 ila 5 gün arasında yenilendiğini vurguladı. Ancak sigaranın bu hücrelerin yenilenmesini ağırlaştırdığını belirtti.

* Bağırsaklar tam bir yenilenme tutkunu. Bağırsaklarda da midedeki gibi hücrelerin zor şartlar altında olduğunu söyleyen İsveçli Dr. Frisen bu hücrelerin daha kısa sürde yenilendiklerini ve bu sürenin 2 ila 5 gün arasında değiştiğini belirtti.

* Vücudun sürekli kendini yenileyen bölümlerinden biri iskelet sistemini oluşturan kemiklerdir. Kemiklerin 10 yılda bir tam anlamıyla kendini yenilenmeyi tamamladığı tahmin ediliyor.

* Tat moleküllerini sinirler yoluyla beyne ileten dilde bulunan 10 bin tomurcuğun her birinde 50 hücre bulunduğu söyleniyor. Bu hücrelerin her 10 günde bir kendini yenilendiği belirtiliyor.

* Vücudumuzun en güçlü organı sorulsa hiç kuşkusuz karaciğerimiz olduğunu söyleyebilirsiniz. Kan yapımı için gerekli olan yağ, protein, şeker gibi ağır maddeleri depolar.
İngiltere Karaciğer Vakfı tarafından yapılan açıklamaya göre karaciğerin kendini yenileme süresi 6 ay.

* Akciğerde hücreler farklı sürelerde yenileniyor. Buna etken hava temizliği ve sigaradır.  Yenilenme süresi ise altı ayla bir yıl arasında…

* Gözlerin, kornea tabakasının dışında kendini yenileyemediğini belirtmiştim. Zaman geçip yaş ilerledikçe gözleriniz de sizinle birlikte yaşlanıyor.

Hangi Saatlerde Hangi Organlarımızın Yenilendiğini de araştırmışlar. Yaşam biçimimizi organlarımızın yenilenmesine katkıda bulunabilmek için bu saatlere göre düzenlememiz gerekiyor. Akşam saat 11 de uyumazsak, saat 11 de kendini yenilemeye başlayan safra kesesi bu görevini yapamaz ve ertesi günü yeterli verimlilikte çalışamaz. Bununla birlikte göz altındaki torbalar ve şişkinlikler safra kesesinde çamur veya taş olduğunun bir belirtisi olabilir. Bunun için en az haftada 3 gece saat 11 de uyumamız gereklidir.

İşte organlar ve saatleri:

23 – 01 arası : Safra Kesesi
01 – 03 arası : Karaciğer
03 – 05 arası: Akciğer
05 – 07 arası : Kalın bağırsak
07 – 09 arası : Mide
09 – 11 arası : Dalak, Pankreas
11 -13 arası : Kalp
13 -15 arası : İnce bağırsak
15 -17 arası : Mesane
17 -19 arası : Böbrek
19 -21 arası : Kalp Kası
21 -23 arası : Bedenin Isıtılması

Genç kalmak için organlarınıza fırsat verin. Zamanında ve yeterince uyuyun. Sigaradan uzak durun. Deviniminize katkınız bilinçli olsun.


 
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 28.12.2012

PARA BASIP ENFLASYON İHRAÇ EDEN AMERİKA


Bugünkü yazımıza başlamadan önce yönetim kurulumuzun aldığı bir karar uyarınca bundan böyle gazetemiz haftada bir gün Cuma günleri elinizde olacağını bildirmek istiyorum. Bu değişiklikten dolayı daha az birlikte olacağız. Alışkanlık haline getirdiğim bazı uygulamalardan vazgeçeceğiz. Hafta sonu yazılarımda şiire yer veriyordum, o olmayacak ne yazık ki.. bir de dizi yazılara daha az yer veririm her halde. Bunun dışında tüm arkadaşlarımızla size doyurucu bir gazete vererek birlikteliğimizi sürdüreceğiz. Anlayış göstermenizi ve ilginizin sürmesini diliyorum. 

Konumuza geçelim.

Kredi; kişi veya kurumların sahip olduğu satın alma gücünü belli bir bedel karşılığında bir kişi veya kuruma devretmesidir. Burada biri alan, biri veren olmak üzere iki taraf vardır. Alan açısından bakılırsa tasarruf edip bir birikim yapamayanların, başkalarının aracı kurum veya kişiye gelir karşılığı emanet ettiği tasarruf ve birikimlerinden oluşan emanetlerini kullanma işidir. Her ne durumda olursa olsun ortada bir tasarruf eden ve birde tasarruf edemeyen vardır. Bu insan ilişkilerinden devlet ilişkilerine kadar böyledir. Çok basit söylemle söylemek gerekirse günümüzde tasarruf edemeyen, bolca kredi kullanıp batan Yunanistan’la, bankalarıyla ünlü, tasarrufun merkez ülkesi İsviçre buna güzel örnektir.

Yatırım ve kalkınma amacıyla kullanılan krediler iyi bir planlamayla kullanıldığında faydalı olabilirken, süreğen masraflara kullanılan kredilerse yıkımlara yol açar. Ülkelerin kalkınma amacıyla yapmak istedikleri yatırımlara kendi bütçeleri yetmeyebilir. Bunun için alınan krediler o yatırımı yapmaya imkân verir. Dolaylı ve doğrudan vergilerle elde edilen gelirler kredilerin geri ödenmesini sağlaması gerekirken üst üste yapılan yatırımlar ve toplanamayan vergiler ödemeleri zora sokar. Bu yüzden işçi ve memuruna maaş ödeyemeyen ülke yönetimleri bu kez daha çok kredi alarak büyük borçların altına girer.

Borç yada kredi alan piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmış değildir. O borcu yada krediyi yarınlarını bu günden tüketmemesi için iki kat fazla çalışarak ödemelidir. Sorumluluk alanlar borçlanmaktan korkarlarsa borç aldıklarında daha çok çalışırlar. Borç burada itici güç olabilir. Borç almaya alışmamak gerekir. Çünkü alışıldığında her türlü durumda kapı kapı dolaşılarak dilenci durumuna düşülür. Sonunda borç ödenmez hale geldiğinde gerçekten dilenilirde... Borç alan kendini borç verenin isteklerine uymak zorunda hisseder. Hatta bunu borç veren özellikle yapabilir. Bu durumda borç alanın hürriyeti bitmiştir. Kapitalizmin dayattığı devletler arası ilişkide kredinin kullanılış biçimine bile karışılır. Öyle durumda borç alan ülke ne kadar bağımsız olabilir ki?

Şimdi bütün bunların ışığında ülkemizin bu evrelerden geçtiğini görüyoruz. Sonunda bize “siz açık pazar olacaksınız, biz üreteceğiz siz alacaksınız” dediler. İktidarlarımız onlara bu konuda söz verdikleri için iktidardadırlar. Devlet artık sanayi ve iktisadi kuruluşlara sahip olmadığı, yeni yatırımlar yapmadığı için krediye ihtiyaç duymuyor. Dolayısıyla IMF gibi kuruluşlara artık gitmiyor. Gerek yok artık. Bu arada işsizlik artmış kimin umurunda?

Farkında mısınız, bölgemiz kaynar kazana benzemişken borsamızda yükselme devam ediyor. Yabancılar mal ve hizmet piyasalarımızda olduğu gibi bizim para piyasalarımızda dolaşmaktadırlar.

Hiçbir ülkede bulamadıkları faizi bizim para piyasalarında buldukları için taze para gelmeye devam ediyor. Hükümetlerin anlattığı büyüme bu büyümedir. Biz başkalarının tasarruflarıyla gelişip büyüyoruz. Bu para giderse büyüme eksiye gider. Biz alıcıyız satıcı değiliz ki. Yani teknoloji satmıyoruz, mamûl maddemiz tekstilden başka nerdeyse yok. Olsada ne fark eder?
Bunun üstüne şahısların kredi borçlarını koyun. İş adamımızın döviz cinsinden borçlandırıldığını da eklerseniz bu refah neyin refahı oluyor?

Gelişmiş ülke yurttaşlarının tasarruf yaptıklarını sanmayın. Kazanmadan önce harcama geleneği tüm dünyaya ezberlettirildi. Artık tasarruf eden yok! Kişi başına tasarruf oranları oldukça düşük. Herkes geleceğini feda etti, yarınını bugünden yaşadı. Ömrü olanın göreceği açlıktır. Artık buna çare aranacak. Devlet borçları üstlenecektir. Devlet ne için var değil mi? Hiç borçlanmayanlarsa çektikleri sıkıntılarla kalacaklar.

İşin bu tarafı konumuzun dışında onun için uzatmayayım.

Madem batıda tasarruf edenden çok borçlu var, bu tasarrufu kim yapıyor? Kim olabilir dersiniz? Kapitalist sistemin finans sektörü tabii. Arkalarına aldıkları devlet gücüyle dünya üstünde egemenliklerini sürdürüyorlar. Ülkemize gelen taze para buradan geliyor. Artık Amerika finans sistemine dahil olan ülkeleri savaşla değil, para basarak sömürüyor. Çağımızda sömürü, mal satıp, elde edilen kârlarla, sermaye birikimiyle olmuyor. Sisteme dahil edilen ülkelerin merkez bankaları dayatmalarla denetim altına alınıyor. Böylelikle ilişkide oldukları ülkelerin para hacmini istedikleri biçimde ayarlatıyorlar. O ülkeler izin almadan asla para basamaz duruma getiriliyor. Sonra bolca bastığı kendi paralarını o ülkelere satıyorlar.

İşte kurulan kumpas böyle başlıyor. Dünyanın şimdilik tek egemen gücü olan Amerika’dır. Merkez bankası aracılığıyla para basarak egemenliğini sürdürmektedir. Sisteme dâhil olmayan İran ve Suriye gibi ülkeler sisteme sokulmaya çalışılır. Girmezse BM ve çeşitli uluslar arası kuruluşlarla nefes bile almasına izin verilmez. Taki istedikleri rejim kurulana kadar...

Amerika işsiz sayısını  % 6,5 oranına düşene kadar ayda 45 milyar dolar basmayı sürdüreceğini bildirdi. Bu fazla paranın ülke içinde enflasyon oluşturmaması için dışarıya satılması şart. Kısacası Amerika kendi enflasyonunu ihraç ediyor. Etmezse sonunu göreceğini biliyor. Dolayısıyla piyasalarımızda taze amerikan parasını 2013’tede göreceğiz. Tabiî ki sisteme direnen ülkeleri sisteme dahil etme çabalarıda hız kazanacaktır.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 21.12.2012

CANI YANAN MERKEP ATI GEÇER



Yurttaşlık bilinci nasıl oluşur, yurttaşlık görevleri nelerdir, yurttaşlık hakkı nedir? İlk öğrenim çağından itibaren çocuklara öğretilen bu konu çok önemlidir. Önemi yeterince fark edilmiş midir, pek sanmıyorum. Eğitim düzeyinin düşüklüğü, el yordamıyla yol alınmasına neden olmuştur. Canı yanmadıkça kimse kimseyi şikâyet etmez bu ülkede. Dilekçe gibi önemli bir şikâyet ve istek mekanizmasını bilerek kullanan az. Oysa dilekçe kuşun kanatlardan biridir. Bu yüzden iki kanadı olmayan kuştur bizim yurttaşlığımız. Ne kadar uçması istenirse istensin uçmaya alışkın değildir. Yeni kuşaklarda şikâyeti mızmızlanmak olarak aldı. Sadece her şeyi, her olayı, herkese şikâyet etmekten başka bir şey yapan yok. Dilekçe kuşun bir kanadı dedik ya, diğer kanadı da doğar doğmaz üstümüze düşen görevlerdir. Görevlerini bilen ne kadar insan vardır, çevrenizde mini anket yapın görürsünüz. Ülkemizde kimse olması gerektiği gibi yurttaş olamamıştır. Her işini “bir büyüğüne” havale eden çoktur. O birinden çok şeyler bekleyende...

Her ülkenin demokrasi serüveni farklıdır. Ama bir noktada, yurttaşlarına verdikleri eşit hak ve özgürlük konusunda mutlaka birleşirler. Bunların başında önce yurttaş olma hakkı gelir. Dini, dili, rengi, sosyal farklılığı ne olursa olsun, isterse yaşayacağı ülkeyi sonradan seçmiş olsun, herkes eşit muameleye tabidir. Eğer o ülkede adalet varsa hiçbir sosyal farklılık bunun önüne geçemez.

Demokrasinin yaygınlığı yurttaşlığın en üst düzeyde kullanılabilmesine bağlı.

Ülkemiz, son on yıl içinde Avrupa Birliği standartlarına ulaşabilmek için dayatılan yaptırımlar (keşke bu standartları biz akıl etseydikte dayatmayla yapıyor olmasaydık) nedeniyle hasta haklarından, tüketici haklarına kadar birçok yeni hakkı tanımakla meşgul. Hem Ulusal mahkemelere, hemde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınması, devletin bireyin üstündeki baskısını azaltmayı amaçlaması demokrasinin geldiği noktayı göstermez mi?

04 aralık 2012 Salı günü Hürriyet Gazetesindeki köşesinde yayınlanan yazısında Yılmaz Özdil şikâyet hakkının kötüye kullanılmasını vurgulamıştı. Haklıydı. Haklıydı ama bu hakkı ortadan kaldırmakta yanlış olurdu. Yazsından bir iki örnek vermek istiyorum.

“Alo 184 hattı var.
Doktorları ispiyonluyorsun.
*
Arıyorsun mesela…
Yanlış teşhis koydu diyorsun.
Şırrak, soruşturma açıyorlar.
Hesap soruyorlar.
Doktorun teşhisini beğenmeyip, dahiliye mütehassısı edasıyla, yanlış diye telefon eden kim bu arada?
Manav.”

Ne demiştim; “Eğer o ülkede adalet varsa hiçbir sosyal farklılık bunun önüne geçemez”. Hasta iyileşmemişse kuşku duyabilir. Bu durumda hak aramak kadar doğal ne olabilir ki? Devamındaki satırlarda Yılmaz Özdil’e hak vermemek elde değil.

Arıyorsun…
Emarımı çektirmedi diyorsun.
Haşırt, soruşturma açıyorlar.
Savunma istiyorlar.
Süründürüyorlar.
İlla emarım çekilmeli diyen kim?
Fatmanım teyze.
Komşusu Haticanım’a sormuş, emar şart demiş Haticanım.”

Herkesin her şeyi bilir edasıyla eşine dostuna önerilerde bulunması, akıl vermesi bize özgü bir durum. Yan etkilerini hiç düşünmeden ilaçta veririz birbirimize. Belki de bize hiçbir faydası olmayacak ama dostumuzun önerdiği ilacı mutlaka deneriz.

Madem konumuz yurttaşlık, buna bağlı olarak madem konumuz demokrasi o açıdan hiçbir şikâyet engellenmemeli. Aksaklıklar ve yanlışlıklar olsa bile zamanla her şey yoluna oturur.

İşin bir yanıyla bakılırsa hasta hakları adıyla çok güzel, çok yararlı bir hak var. Bu hakkın, kötü amaçlara hizmet edebileceğide bilinmeli. Öte yandan geçen sene Akdeniz üniversitesinde iki el iki kol değiştirerek hastasının ölümüne neden olan doktora ne demeli?

Benim tanıdığım iki engelli var. İkiside doktor hatası sonucu sakat kalmışlar. Kendimden örnek vereyim. Benim sağ ayağımın ameliyata ihtiyacı yoktu. Ben sekiz yaşındayken anneme sol ayak ve sırtımdan ameliyat olacağımı söylemişler; gitmişler sağ ayağım diz kapağından bir, dizin arkasından iki olmak üzere bir kerede üç ameliyat yaparak dizimi bükülmez yapmışlardı. Oysa sadece sol ayağım bastığımda dizimden bükülüyordu sağ ayağım değil. Üstelik aynı doktorların önerisi üzerine sol ayağımın bükülmemesi için ortopedik cihaz kullanıyordum. Ameliyat değişikliği neden diye sorulduğunda “görülen lüzum üzerine” cevabını vermişlerdi.

Geçen ramazan bayramından sonra bir arkadaşım gırtlak kanseri teşhisiyle ameliyat oldu. Ameliyattan sonra evine yollandı. Boğazı iyileşeceğine şişti ve morardı. Nedenmiş tahmin edin! Sizi uğraştırmayayım, boynunda gazlı bez unutmuşlar. Boynunun bir bölümü çürümüş. Kalçadan et alarak orayı ördüler.

Yılmaz Özdil usta gerçeğin bir yönünü güzel vurgulamış. Ama cahillerinde canı var. Canı yanan merkep atı geçer dostlar, bilmez misiniz?

**  
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 19.12.2012
       

18 Aralık 2012 Salı

YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ: KÜRTLEŞTİRİLEN TÜRKLER KÜRTLEŞEN ERMENİLER VE PKK 7


 
“İşte, tüzüğünde ‘Türk’ü, Kürt’ü nerede ve ne şart altında olursa olsun öldür’ maddesi bulunan Taşnak’ın üyesi bir Ermeni ile bir Kürt aynı masadadır.

Şimdi bu manzaradan 2000’ler Türkiyesi’ne baktığımızda da Kürtlerin yine Ermenilerle aynı masaya oturabildiğini ve bir milyon Ermeni ile 30 bin Kürdün katledildiğinin hayal edilip, bu işin Türk devletine yıkılabildiğini görmekteyiz.”
Cemal Korkmaz’dan yaptığım alıntılardan bu satırlarla geçen bölümü bitirmiş ve son söz olarak “Hatırlarsanız yüzleşme adı altında Nobel ödüllü ünlü romancımız Orhan Pamuk’ta bu iddiaları savunuyordu” demiştim.

Cemal Korkmaz’ı okumaya devam edelim.

“1879 yılında Van’da İngiliz görevlisi olarak bulunan Yüzbaşı Clayton, Rusya’nın güneye inmesine set çekmek için Büyük Ermenistan kurulmasını önermektedir. Doğu Anadolu’ya Ermeni göçü yapılması ve Türklerin göç ettirilmesini savunmaktadır. ‘Bu iş başarıldıktan sonra geriye kalan Kürtlerle Nasturiler Ermenilerle kader birliği ettirilmeli ve bu ırklar birleştirilmelidir.’

Bu siyaset daha sonra tüm Batılı emperyalistler tarafından sahiplenilecek ve özellikle Ruslar bu işin teorileştirilmesiyle meşgul olacaklardır. Kürtlerle Ermenilerin ırksal birlikteliği Medlere dayandırılacak ve bugüne kadar sahiplenilen teorinin köşe taşları oluşturulmaya başlanacaktır…. 1930 yılında Zürih kentinde toplanan II. Enternasyonal toplantısında da bu konu gündemdedir. Ermeniler Kürt davasının en hararetli savunucularıdır. Daha sonra 1933’te Erivan’da Kürdoloji Kongresi toplanacaktır.

Nitekim Nikitin ‘1928’den itibaren Ermenistan’da Kürt edebiyatı yaratıldı’ diyerek bu gerçeği itiraf etmektedir. Yine Nikitin işi Erzurum’daki menşeileri Ermeni olan bazı aşiretlerin sonraları Kürtleştiğine kadar vardıracaktır. Seçtiği örnek ise Mamakanlı aşiretinin aslında Mamikonyan isminden türediğidir.

Hem batılı ülkelerin hem komünist sistemin denendiği ilk devlet olan Sovyetler Birliğinin ortak gayretleriyle kurulmak istenen Büyük Ermenistan için Kürtlerin Osmanlının son dönemlerinden bu yana kullanıldıkları görülüyor. 12 eylül sonrasında Solcu Kawa örgütünü bitirmek amacıyla kurdurulan PKK yönetim kadrolarının Kürtleşen Ermenilerin eline geçmesi Ermeni terör örgütü Asala’nın PKK’ya destek vermesi tesadüf değildir. Bunun üstüne Büyük Ortadoğu Planını yani BOP’u da eklerseniz yap boz tamamlanmış olur. Bunu Cemal Korkmaz’da şöyle belirtiyor.

“Yine Faik Bulut da Dersim aşiretlerinin bir kısmının Ermeni kökenli olduğunu vurgulamakta ve bir çok aşiret ismi sayarak iddialarına dayanak yapmaktadır. Bu savlardan hareketle Ermeni ve Kürt işbirliğinin temelleri atılmaktadır. Hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti zayıflatılmaya çalışılmaktadır.

Çok doğru. Bütünüyle amaç bu. Bunun için Türkiye Türksüzleştirilmekte. Bunun için doğudaki Türk aşiretler Kürtleştirildi. Hatta batıdan doğuya görevli olarak gidip kalanlarla, mübadele yoluyla balkanlardan gelen Müslüman nüfusun doğuya yerleştirilenleri de…

Türk adı faşist damgası yemeye yeter sayıldı bu ülkede. Bu benim çok ağırıma gidiyor. Eminim bir çok demokrat veya muhafazakâr Türk’ün de ağırına gidiyordur.

Bu yazı dizisini Kürt vatandaşlarımızı dışlamak düşüncesiyle yazmadığımı bir kez daha özellikle vurgulamak isterim. Tasada ve kıvançta bu ülke için birlik olan herkes kardeşimdir. Hepimizin kardeşidir. Bu yazı dizisini hazırlamaktaki amacım bir durumu ortaya koymaktı. O durumun arkasını da göstermekti. Kesinlikle komplo teorisi üretmediğimi düşünüyorum. Komplo üretmemek için de kulağımızın üstüne yatıp uyuyacak değiliz. Bir takım gerçekleri, gün gelip şaşırmamak, ne yapacağımızı bilemez duruma düşmemek için, görmek ve göstermek zorundayız.   

  
BİTTİ

 
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 17.12.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 152 (Gönül Duranoğlu 2)



Merhaba sevgili okurlar. Geçen hafta başladığımız ve beş hafta sürecek Gönül Duranoğlu ve şiirlerine ayırdığım yazımızın ikincisiyle karşınızdayım. Önce şairimizi tanıyalım.

“1940 yılında Ankara’da doğan Gönül Duranoğlu ilk ve orta okulu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde okudu. Daha sonra girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde Hocaları Ali Avni Çelebi ve Cemal Tollu’dan Sanat Eğitimi aldı. Aynı zamanda ressam olan şairimizin Resmi ve özel kolleksiyonlarda resimleri vardır. Üç sanat kuruluşunun kurulmasında önemli katkılarda bulunmuş, hatta bu kuruluşların bizzat kurucusu olmuştur. Resim çalışmalarıyla birlikte edebiyat çalışmalarına da şiir, deneme ve araştırmalarıyla sanat, edebiyat dergilerinde devam etmektedir. Gönül Duranoğlu, hayatın içinden geçen her türlü olgu ve olaylardan  gözlemlediklerinden edindiği izlenimlerini düşünsel, eleştirel ama içine kalbinide kattığı kendine özgü duygulu bakış açısıyla şiirlerine dökebilmiştir. Şiirlerinin tamamında geçmişten geleceğe uzanan iki uçlu yapı görünür. Geniş açılımlı, biraz geçmişe özlemide taşıyan, eleştirel ve nitelikli, bireysel ve toplumsal açıdan aydın sorumluluğuyla biçimlenmiş yaşam anlayışını öne çıkarıyor. Aydınlanmacı, savaşımcı çağdaş insan tutumuna kadın duyarlılığını ekleyerek bunu yapıyor.

Kısaca şairimiz ressam, şair ve yazardır. Cumhuriyetin ilk yıllarının duygularıyla kazandığı ülkünün etkisini eserlerinde görmek mümkündür.

Keyifle okumanız dileğiyle sıra geldi şiirlere...
 
***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 3

Hâlâ gece ateşleri yanar
Mübarek toroslarda.
Tevatür eşkıya öyküleri
Biraz patlamış mısır kokar.
Kimse eşkiyaları anlayamaz
Benim kadar.
İnsanın göçebe yanıdır
Onlara dağlarda
Gece ateşleri yaktıran.
Çünkü mapusluğun bedeli
Daha hafiftir
Dağlarda yaşamaktan.
Ey çocukluğumun özgür
Dağlıları.
Ben o karanfil buğulu
Masallarımı yitirdim.
Sizin oralarda hâlâ
Rüzgar reyhan kokar mı?

Gönül Duranoğlu

***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 4

Bin yıldır yaşarım
Ben bu toroslarda.
Otların ağulusunu
Yosunların dermanlısını
Dağlılar öğretti bana.
Tanrıtanımaz
Bir eşkıya bilirim.
Üçgen muskasını
Hep boynunda taşırdı.
Her söylediğinde
Bildiği bir türküyü
Gizlemeden ağlardı.
“Yaman olur torosların boranı
Hançer değil sevda açtı
Ciğerdeki yaramı.”
Rüzgârın kıran
Ya da sevda getirenini
En iyi o anlardı.
Yanından hiç ayırmazdı
Doğum üzre telef olan
Bacısının resmini.
Adı kanlı katile çıkmış
Başka bir dağlı,
Ey her koyağına
Bin umut gizlediğim
Sırdaşım dağlar,
Bekleyin bu yaz da
Size çok anlatacağım var.

Gönül Duranoğlu

***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 5

Ey yolcu ne zaman
Türkü söylesem,
Allı pullu gelin ederim
Ben bu Torosları.
Rüzgârına reyhan katar
Dikenini mor sümbülle bezerim.
Dizelerim aldatmasın seni.
Dağlı bir göçebe değilsen
İnanma bana.
Taş, toprak ve dikenden
Başkasını bulamazsın orada.
Çünkü dağlar yalnız,
Kızıl şahinlerine
Ve yerleşik göçebelerine
Açarlar sırlarını..

Gönül Duranoğlu

***

DENİZ GEZGİNLERİ

(Deniz’e masallar IV)

Dünyanın bilinmeyen insansız bir adasında
Akıllı ve hüzünlü otuzyedi deniz kuşu yaşarmış.
Masal bu ya gerçekte bu kuşlar bir zamanlar insanmış.
Tanrı onları kötü ruhlu insanlara görünmez yapmış.
Vakt-i karanlıkta yaşarlarken ve insan suretindeyken.
Bu kuşlar her karanlığa ışığı ve sevgiyi taşırlarmış.
Günlerden bir gün bu 37 can ve dostları,
Geçmişi aydınlık bir diyara sevgi alışverişine gitmişler.
Çalmış çığırmışlar sözleşmiş söyleşmişler,
Tuvana bir şölen olmuş ki görenin aklı şaşmış.
Bu masalın kötüleri ise aymazlar diyarında yaşayan,
Güzelliklere kara pusular kuran karagoncoloslarmış.
Cayır cayır yakmışlar o güzel insanları.
Gazetelerde gördüm ve sonsuza dek Lanetledim o salyalı suratları.
Her yıl temmuz ayında gök yüzüne bakarım,
Denize doğru uçan kanat uçları yanık,
Otuz yedi deniz gezginini selamlarım.
Deniz aylardan temmuzsa ve sahildeysen,
Gökyüzüne bak otuz yedi deniz gezgini göreceksin.
Onlar yangınlardan geldiklerinden serin denizleri severler.
Deniz isimli çocuklara ve sevdiklerine görünürler.

Gönül Duranoğlu
***
DENİZ’İN MASALI

Uzat ellerini gökyüzüne çocuk,
Yakala en uzaktaki parlak yıldızı.
Tutsak et onu gözlerindeki gizemli ışığa.
Kayıp gitmesin bol yıldızlı bir gecede sonsuza.
Sana hiç temmuzu anlattım mı ben çocuk?
Ya da söyledim mi ağustosun türküsünü?
İkisi de Bir serencam üstünedir
Ve boyu fidan yağmur saçlı bir kızı anlatır.
Derler ki kız bir sevdanın ardına düşüp,
Kavminden kopmuş,
Sevdalısıyla uzak diyarlara gidip,
Yeni bir kavim kurmuş.
Ve temmuz ve ağustos çocuk,
Yağmur saçlı kızın güzelliğine vurgunmuş.
Temmuz tam biteceği gün,
Bir top ışık olup kızın kapısına konmuş.
Kız bu ışığı çok sevmiş.
Kız denizi de çok severmiş.
Ve tuzunu ve lacivertini.
Ağustos geri kalmamak için temmuzdan,
Ve bildiğinden saçlarında ışıkları saklayan
Sevdalı kızın denize özlemini,
O da bir top deniz olup temmuzun yanına durmuş.
Bu senin masalın çocuk.
Sen temmuz ve ağustossun.
Uzat ellerini ışığa ve denize,
Sen denizin ve ışığın çocuğusun.

Gönül Duranoğlu

***

DOSTUM

Benzersiz umarsız
Bir bulut indi bahçeme,
Kırkikindi yağmuruyla Ankara’nın.
Gece gibiydi gözleri
Ve kara bir gün gibiydi.
Çaresiz...
Gülüşü,
Duruşu,
Bir selam gibiydi.
Kardeşime benzer,
Tanıdık biriydi.
Sımsıcak,
Sevecen,
Dost,
Sanki bendendi.
Gözyaşlarındım senin,
Tanımadın mı,
Dedi.

Gönül Duranoğlu

***

DÖNÜŞ

(özel’e)

duydum geri dönmüşsün sılana
hasta ve çok yorgunmuş hepimize yeten yüreğin.
biz seninle bir zamanlar elele dolaşırken
gez göz arpacıkların menzilinde
şimdi karanlık güneşleri yanında taşıyormuşsun.
biz seninle aynı sılanın gurbetçileriydik
bütün kapıları çalıp seni soruyorum
falcıların yeşil su tasları dilsiz
bir ses, bir soluk, ince kırılgan bir gülüş
karanlığına karışmışlar bulamıyorum.
sen alanların en güzel gözlü kızı
kavgalarımızın kırmızı karanfili
hepimizin en narini, en güçlüsü
geçmişle geleceğin kesiştiği bir boşlukta
bir sunak taşının hem kurbanı hem bekçisi
sana biçilen karanlıkları artık taşıyamıyormuşsun
ah bir bulabilsem seni
uzatabilsek birbirimize ellerimizi
yeniden yaşatabilir miyiz kırmızı karanfillerimizi.

Gönül Duranoğlu

***

EĞRETİ

sevgili
zaman, bir türlü güvenemediğim
avuçlarımdan sessizce kayan sevgilim,
yine de her şeyimi bilen tek tanığımsın.
karun senin adına biriktirdi tüm servetini.
nemrut hala tan yeri bekçiliğini yapıyor.
gündüz, saçlarını her gün senin için örerken
gece, kahpeliklerin dökümünü
adına aht-i atiklere yazıyor.
atlılar geçiyor tozlu sokaklardan.
geçmişten geleceğe doğru
tarih düşmek için seni arıyorlar
adına altın sikke bastıranlar
ellerindeki sadaka taslarıyla peşinden koşuyorlar
kaybedilmiş bir savaşın ölü komutanları
utkularını anlatmak için adını sayıklıyor
leylak kokulu ilkbaharlar geçiyor önünden
heybelerinde kendi yağmurları yüklü
her şey geçip gitmek üzerine kurulu
gidenlerin yeri hemen doluyor
ve sonun başlangıcında her serencam
elindeki defter-i kebire kaydediliyor.

Gönül Duranoğlu

***

Bu haftalıkta bu kadar sevgili okurlar. Gelecek haftada şairimizle birlikte olacağız. Hepinize mutlu hafta sonları...

 
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 16.12.2012

16 Aralık 2012 Pazar

YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ: KÜRTLEŞTİRİLEN TÜRKLER KÜRTLEŞEN ERMENİLER VE PKK 6



Önceki bölümü bitirirken Yusuf Halacoğlu’nun;
‘Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var. Tehdit olarak söylemiyorum. Bunları açıklamıyorum, açıklamayacağım da. Şimdi ben bunları öğrenince ne yapayım? Paylaşmayım mı? Bunları Ermenileri kötülemek için söylemiyorum. Bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt Alevi gösterdiklerini söylüyorum.’
sözlerini aktaran Özgür Erdem’in yazdıklarının ardından;
“(...)Ulus devletlere son verme çabası içinde olan Amerika ve Avrupa Birliğinin, kendi ulus kimliklerini korumakta olmaları bu yüzyılın yaman çelişkisi olacaktır. Bizim içimizdeki ve orta doğuda cetvelle çizilen sınırlarla parçalanan siyasi coğrafyalarda kalan Kürtler, birkaç amaç ve hedefle devletlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu yazının amacı bizi ilgilendiren yanını ortaya koymaktır. Gerisi halkımızın ve yöneticilerimizin bileceği iş...”
demiş, Özgür Erdem’in yazısından alıntılarımın son satırlarını bu bölüme bırakmıştım. O satırlar şöyleydi:

“Halaçoğlu, bu sözlerinden ötürü Türk Tarih Kurumu başkanlığından alındı. Suçu Türkleri koruması ve tarihsel gerçekleri ortaya koymasıydı. Ancak Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde, bunu yayınlasın.”

Şimdi sırada Cemal Korkmaz’ın yazdıkları var. Cemal Korkmaz konuyu 1. dünya savaşı sonrasına götürerek Kürt Ermeni ittifakına değiniyor.  

“Tevfik Paşa, I. Dünya Savaşı sonrası yenilenlerin akıbetlerini belirlemek için toplanan Paris Barış Konferansı’na Osmanlı’yı temsil etmek üzere gider. İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’ya hazırladığı sonu onaylamakla görevlendirilmiştir. Paris’te Sevr taslakları hazırlanmaktadır (...)
Fransız Dışişleri Bakanlığı saatli salonuna … (girer A.G) Fransa Başbakanının iki yanında biri Ermeni, biri Kürt olmak üzere iki kişi oturmaktadır. (…) Bogos Nubar, Berlin Konferansı’nda (…) Devlet batırıp İngiliz işgalcileri davet etmek konusunda babasından aldığı kariyeri geliştirmektedir (...).

Kürt Şerif Paşa ise Osmanlı maliyesinden maaşlı olmakla birlikte, konferansta ABD Başkanı Wilson prensiplerinin savunuculuğunu üstlenmektedir.”
Burada bir ayraç açıp Wilson ilkelerinin neler olduğunu görelim.

* 1. Barış Antlaşmaları açık ve şeffaf biçimde yapılmalı, gizli antlaşmalar yapılmamalıdır.
* 2. Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslararası kararla, uluslararası antlaşmalara uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir.
* 3. Uluslar arasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir.
* 4. Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun sağlanması için garantiler verilmelidir.
* 11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denize açılma imkânı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir.
* 12. Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletlerarası garanti altına konmalıdır.

Osmanlı’dan maaş alan Kürt Şerif Paşanın Wilson ilkelerini neden savunduğunu 12. madde çok güzel anlatıyor değil mi? Fakat Wilson ilkeleri barış konferansında pek önemsenmiyor. Türk olmayan halklar içinde kendine yer arayan Kürt Şerif Paşanın istediği gerçekleşmediği gibi Çanakkale ve İstanbul boğazları daha sonra yapılan anlaşmalarla genç Türk devletine bırakıldı.

Ayracı kapamadan önce 3. maddeye dikkati çekmek istiyorum. Ne masum istek değil mi? Aslında bütün savaşların ana nedeni orda yatıyor.

Cemal Korkmaz’a dönelim

“İşte, tüzüğünde ‘Türk’ü, Kürt’ü nerede ve ne şart altında olursa olsun öldür’ maddesi bulunan Taşnak’ın üyesi bir Ermeni ile bir Kürt aynı masadadır.

Şimdi bu manzaradan 2000’ler Türkiyesi’ne baktığımızda da Kürtlerin yine Ermenilerle aynı masaya oturabildiğini ve bir milyon Ermeni ile 30 bin Kürdün katledildiğinin hayal edilip, bu işin Türk devletine yıkılabildiğini görmekteyiz.”

Hatırlarsanız yüzleşme adı altında Nobel ödüllü ünlü romancımız Orhan Pamuk’ta bu iddiaları savunuyordu.



DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 14.12.2012

YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ: KÜRTLEŞTİRİLEN TÜRKLER KÜRTLEŞEN ERMENİLER VE PKK 5


Önceki bölümü bitirirken Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri için dindarlığın önemli olduğunu belirterek, okullaşmanın yaygın olmadığı “Köylüleşememiş bir topluluğun” en büyük etkileşimi dindarlıkla sağlanır demiştim. AKP’nin bu yörelerde sağ partilerin yerini alarak ikinci parti olabildiğini ekleyerek, İnan Kahraman’ın bu konuda söylediklerini bu yazıya bırakmıştım. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

“Doğu ve Güneydoğu’daki bu Kürtleşmenin bir diğer önemli ayağı ise AKP’nin artan etkinliğidir. PKK’dan sonra bölgedeki ikinci parti AKP’dir. Ancak AKP’ye verilen oylar da bölgedeki Kürt-İslamcı güçlenmenin İslamcı kolunu oluşturmaktadır.

Güneydoğu’da gördüğümüz Türklerin Kürtleşmesi olgusu 1960’larda başlayan sanayileşme ve göç olgusu ile birleşince 1990’lardan sonra etkilerini görmeye başladığımız yeni bir Kürtleştirme (...) (hareketineA.G) dönüşmüştür. Böylelikle sadece Doğu ve Güneydoğu’nun Türk nüfusu değil bütün Türkiye bir Kürtleştirme (...) ile karşı karşıya kalmıştır.

Türkiye’deki Türk varlığını hedef alan ve Batının yüzlerce yıllık Türkiye’yi Türksüzleştirme programını (...) (dolaylı olarak üstlenen A.G) üstlenen Kürt ayrılıkçılığının önünü kesmenin yolu da Kürtleşmenin önüne geçecek bir Türk programından geçmektedir.”

Geçenlerde epeydir görmediğim arkadaşım söyleşimiz sırasında ‘eğer sermayenin merkezi İstanbul istememiş olsaydı hiçbir batı ülkesi Kürt hareketini bu derece destekleyemezdi. Onlar halkın dağlardan inip kapitalist sisteme uyum göstermesini, üretilen mal ve hizmetlerin müşterisi olmasını istedikleri için yabancı sermaye ile örtüşen çıkarları sonucunda batı ülkeleriyle paralel tavır sergiliyorlar’ dedi. Sol aydınlarla sermayenin söylemlerinin ilk kez bir noktada birleştiğini belirtti. PKK’nın gizlendiği dağların Türk malı yiyecek ve giyecekle tıka basa dolu olmasını örnek olarak gösterdi. Ayrıca Doğu ve güneydoğu Anadolu’da hayvancılığın bitirilmesini buna bağladı. Ona göre hiçbir batı ülkesi o kadar uzun süre, o kadar çok yardım yapmazdı. Sizcede haklı mıdır bilemem ama bir görüştür, bu görüşün kendine göre dayanakları vardır. Yukarıda da andığım Bu dayanaklarını gerçekçi bulduğumu söyleyebilirim.

Şimdide başka bir kaleme geçelim. Bu konuyla ilgili görüşlerini ünlü tarihçimizin yazdıklarıyla pekiştiren Özgür Erdem’in yazdıklarını okuyalım.

“Bu konu birkaç ay önce Türk Tarih Kurum Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından da dile getirilmişti:

‘Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak ‘Türkmen asıllı’ olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise -Ermeni kökenli- olduğunu gördük.’

Halaçoğlu bu açıklamasından sonra bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşmış, adeta linç edilmişti. Halbuki, bu yalnız Halaçoğlu’nun bir iddiası değil, pek çok tarihçinin kabul ettiği bir olgu.

Mesela Prof. Dr. Hasan Köni şöyle diyor:

‘Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.’

Hrant Dink bile kabul ediyor bunu. Tehcire kaç kişinin tabi olduğunun tartışıldığı bir toplantıda şöyle diyor:

‘Aynı dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştur.’

Batılı tarihçi Hans Lukas Kieser ise şöyle diyor:

‘Pek çok ipucu, Kürt Aleviliğinin beşiği olan Dersim’in en azından bir bölümünün Kürtleşmiş Ermeni asıllı halklardan oluştuğunu gösterir.’

(...) Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti:

‘Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var. Tehdit olarak söylemiyorum. Bunları açıklamıyorum, açıklamayacağım da. Şimdi ben bunları öğrenince ne yapayım? Paylaşmayım mı? Bunları Ermenileri kötülemek için söylemiyorum. Bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt Alevi gösterdiklerini söylüyorum.’

Yavaş yavaş yazı dizimizin sonuna geliyoruz.  Ulus devletlere son verme çabası içinde olan Amerika ve Avrupa Birliğinin, kendi ulus kimliklerini korumakta olmaları bu yüzyılın yaman çelişkisi olacaktır. Bizim içimizdeki ve orta doğuda cetvelle çizilen sınırlarla parçalanan siyasi coğrafyalarda kalan Kürtler birkaç amaç ve hedefle devletlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu yazının amacı bizi ilgilendiren yanını ortaya koymaktır. Gerisi halkımızın ve yöneticilerimizin bileceği iş...


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 12.12.2012

10 Aralık 2012 Pazartesi

YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ: KÜRTLEŞTİRİLEN TÜRKLER KÜRTLEŞEN ERMENİLER VE PKK 4



ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Kürt milliyetçiliğinin bugün Türk milliyetçiliğiyle içselleştirilen ırkçı ve faşist tanımları aynen içerdiğini bizzat uygulamalarıyla görülmektedir. Bunun bir sebebi olmalı değil mi? Bana kalırsa bu nedenler şöyle sıralanabilir: 1.’si toprak ağalarının feodal yapıda yapılmak istenen değişimi engellemeleri, 2.’si tehcir sırasında Müslümanlaşarak oralarda kalan Ermenilerin Kürt milliyetçiliğinin içine sızmaları, 3.’sü emperyalist ülkelerin orta doğudaki emelleridir. Geçmişte yapılan hataları da 4. neden olarak sayabiliriz.

Bugünkü nesiller için uzak bir dönem, ülkeler tarihi içinse çok yakın bir geçmişten söz edelim. 1974’teki Kıbrıs çıkarması ve 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ilanı sırasında aynı ülkenin kıvançta ve tasada ortak vatandaşları olarak Kürt arkadaşlarım ülkeleri Türkiye’yle gurur duymuşlardı. Bu arkadaşlarım aradan geçen yıllarla birlikte bana olan ilgilerini sürdürdüler. Ben bir çoğuyla hala arkadaşım. İçlerinden bir kaçı 17 ağustosta çalıştıkları inşaat yıkılınca altında kalarak can verdiler. Onların sağ kalanlarıyla aynı sokakta serilen yataklarda komşuluk yaptık. Çay, sigara, su, ekmek paylaştık. Bizim güzelliğimizin birlikteliğimizden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu ülke varlığını gene böyle sürdürecektir eminim. Yazımızın konusuna bakarak insanları milliyetlerinden dolayı ayırdığım sanılmasın. Sözünü ettiğim konu bir olguyu ortaya koymak içindir. Kimseyi dışlamak düşüncesinde değilim. Irkçılık karşı çıktığım şeydir. Bu ülke de asla ırkçı olamaz.

Bu girişin ardından İnan Kahraman’ın yazdıklarına kaldığımız yerden devam edelim.

“Elbette böylesi bir düzenin başındaki Kürt beyi egemenliğini ne Osmanlı idaresine ne de Cumhuriyet’e teslim etmek istemiştir. Her girişimde de isyan ederek bu egemenliğini korumaya çalışmıştır.
(...) böyle bir rejim içinde maraba toprağa bağlı bir köledir. Kürt beyini doyurmayan ona haraç vermeyen, (...) maraba, haklı davasında bile haksız duruma düşmek zorundadır.

Bu (...) derebeylik rejimi tarihin her döneminde Türklerin toplumsal ve iktisadi hayatlarının tam zıddıdır ve (henüz köylüleşememiş bile olmaktan A.G) kaynaklanan avantaj nedeniyle sorun Türklerin aleyhine olarak çözülecektir (gelişme ve özgürleşmeye giden insanlığın, belli kilometre taşlarından biri olan köylüleşme olgusu, köylüleşememekten dolayı eksiklik  yaratması gerekirken, -elbette bütün Kürtleri aynı kalıba sokmak haksızlık olur- eskiden derebeyinin, şimdi terör ağalarının sözünü dinlemek zorunda olmaları nedeniyle üstünlüğe dönüşebiliyor A.G).

“1990’lara gelindiğinde Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt derebeylerinin yerini Kürt terör ağaları almıştır. PKK terörünün giderek artan etkisi ile bölgedeki devlet otoritesi yerini terör örgütünün otoritesine bırakır.
Bölgedeki Kürt toprak ağaları ise bu kez PKK terörünün başındaki isimler olarak ortaya çıkarlar.
Bugün PKK’nın önde gelen isimlerinden Sırrı Sakık ve Ahmet Türk gibi pek çok ismin aynı zamanda bölgenin en büyük aşiretlerinin liderleri olması tam da bu gerçeğe işaret etmektedir.”

Yukardaki satırlar parantez içindeki sözlerimizi doğruluyor. Birde seçimlerde gelinen noktaya bakalım.

“1990’lara kadar merkez sağ partiler başta olmak üzere MHP ve CHP gibi partilerin de önemli ölçüde oy aldıkları Güneydoğu aradan geçen yirmi yılda egemenliğin adım adım PKK ve destekçisi siyasi partilerin egemenliğine girmiştir.

Kürtleşmenin boyutu o denli büyüktür ki yıllarca MHP çizgisindeki adayların seçim kazandığı Iğdır gibi bir milliyetçi Türk ilinde bile bugün belediye seçimlerini PKK’nın siyasi partisi kazanmaktadır. AKP’li Cemil Çiçek bile son yerel seçim sonuçlarının ardından yaptığı değerlendirmede ‘PKK Ermenistan sınırına dayandı.’ diyerek bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır.”

Bu bölgelerde dindarlık önemlidir. Köylüleşememiş bir topluluğun en büyük etkileşimi  dindarlıkla sağlanır. AKP buralarda sağ partilerin yerini alarak ikinci parti olabilmiştir. İnan Kahraman’ın bu konuda söylediklerine gelecek yazımızda bakacağız.

 
DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 10.12.2012 

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 151 (Gönül Duranoğlu 1)



Merhaba sevgili okurlar. Bu haftadan başlayarak beş hafta Gönül Duranoğlu ve şiirleriyle birlikte olacağız. Önce şairimizi tanıyalım

“1940 yılında Ankara’da doğan Gönül Duranoğlu ilk ve orta okulu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde okudu. Daha sonra girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde Hocaları Ali Avni Çelebi ve Cemal Tollu’dan Sanat Eğitimi aldı. Aynı zamanda ressam olan şairimizin Resmi ve özel kolleksiyonlarda resimleri vardır. Üç sanat kuruluşunun kurulmasında önemli katkılarda bulunmuş, hatta bu kuruluşların bizzat kurucusu olmuştur. Resim çalışmalarıyla birlikte edebiyat çalışmalarına da şiir, deneme ve araştırmalarıyla sanat, edebiyat dergilerinde devam etmektedir. Gönül Duranoğlu, hayatın içinden geçen her türlü olgu ve olaylardan  gözlemlediklerinden edindiği izlenimlerini düşünsel, eleştirel ama içine kalbinide kattığı kendine özgü duygulu bakış açısıyla şiirlerine dökebilmiştir. Şiirlerinin tamamında geçmişten geleceğe uzanan iki uçlu yapı görünür. Geniş açılımlı, biraz geçmişe özlemide taşıyan, eleştirel ve nitelikli, bireysel ve toplumsal açıdan aydın sorumluluğuyla biçimlenmiş yaşam anlayışını öne çıkarıyor. Aydınlanmacı, savaşımcı çağdaş insan tutumuna kadın duyarlılığını ekleyerek bunu yapıyor.

Kısaca şairimiz ressam, şair ve yazardır. Cumhuriyetin ilk yıllarının duygularıyla kazandığı ülkünün etkisini eserlerinde görmek mümkündür.

Sırada şiirleri var. Zevk alacağınızı umuyorum.

***
...

Ben tüm kişilerinin
Mutsuz olduğu,
Bir garip kentin çocuğuyum
Yalnızlığım saçaklardan
Damlar içime
Benim yağmurlarım dinince,
Evrenimde toprak kokusu yoktur.
Ben sarhoş anılarımın rüzgarında
Delik deşik bir yaprak
Bazen de mutsuzluğunca mutlu
Bir bilinmeyen dert için
Bir bilinen kişiyi ararım ki
Mutlu mu mutlu

Gönül Duranoğlu

***

ACI VE İNSAN

Her insan acısıyla birlikte büyür
Ben acılarımı avutmak için beşiğimde salladım
En büyüğünün benden de umarsız olduğunu bildiğimden
İlk umutsuz aşkımı ona bağışladım

Acım ve ben hep aynı sularda yıkandık
Yıkık külhanlarda başka acılarla tanıştık
Hele biriyle öyle dost olmuştuk ki
Sahibine dönme vakti geldiğinde ardından ağladık.

Herkes kendi acısını ayak sesinden tanır
Zamanla aileden olurlar
Onlara alışıyorum gittiklerinde özlüyorum
Benden ayrı yaşarlar mı bilmiyorum

Geri dönmelerini istemesem de ayıp olmasın
Gittiklerinde arkalarından bir kova su döküyorum

Gönül Duranoğlu

***

AĞITLAMA

Ne zaman elimi uzatsam
Bir ölü nokta boşlukta
Tersine basılmış fotoğraflar gibi
Yanlışları yaşamışız bunca yıl
Neden uyarmadık birbirimizi

Sen mi erken geldin ben mi geç kaldım
Nerelere koysam seni bilemiyorum
Ak yazım yerine kara yazım olanım
“ İki elin kanda olsa gel” diyorsun
Yüreğim kan içinde gelemiyorum

Kolunu boynumdan çözemediğim
Ben bir yol ayrımı bekçisiyim
Tutma acılarımı yanar ellerin
Yaşansaydı güzel mi olurdu böylesine
Nice direnmelerde büyüttüğüm sevgin.

Gönül Duranoğlu

***

ANNE BAK KAR YAĞIYOR

ne zaman kar yağsa
soğuk bir hüzün umarsız bir acı
gelir çöreklenir sayrılı yüreğime
bak anne kar yağıyor gene
küçükken her çocuk gibi
yağdığında sevindiğim kar
sanki yüreğime yağıyor anne
çocukluğumun soğuk kış gecelerinde bana
kocaman bir yorgan gibiydin
yıllar seni ufalttıkça
ben çocukluğumdaki sen gibi
kocaman oldum anne
her derdimiz için bir parça koparttık senden
senin yüreğin dağ gibi kalırken
benim yüreğim hala küçük bir çocuk anne
bak yine kar yağıyor yüreğimi üşütüyor
küçükken ellerimi ısıttığın gibi
yüreğimi ellerinin arasına alıp
ısıtabilir misin anne..

Gönül Duranoğlu

***

AYIŞIĞI EZGİSİ

Zamanla bölüşürüz acıları
O bir Etrüsk vazosu gibi çatlar
Sunak masalarında konuşulur
Kadınlığımızın bedeli.
Vurur yüreğim en olumsuz tellere
Çocuk acısıyla sınanmasın analar
Son adağını verirse
Kin kokulu çiçekler açar
Uykunun olmadığı yerde.
Artık boşunadır korku üretmek
Bir ayışığı kalır hesap sorulmadık
Düşlerini yaşamamış çocuklarımız
Işıklarıyla oynasınlar diye.

Gönül Duranoğlu

***

BİR DENİZ ÖYKÜSÜ

Kuşların bile uğramadığı
Bir adadır yalnızlık
Bu ada benim, dört yanım deniz
Sevgi ve hüzün yosun saçlı
İki kızkardeştir burda
Ben ve adam dört yanımız deniz
Sıkıldıkça milis gençliğimi anlatırım adaya
Kıyamadığım, hiçbir yere koyamadığım
Titreyen yüreğimden iki damla yaş
Akar sessizce eski meydanlara
Derler ki her sonbaharda
Hala yası tutulurmuş oralarda
Yaşanmamış gençliklerin
Güneşin batışıyla lacivertlenirken akşam
Ben ada bir sevdayı bekleriz
Ağustos kapısında
Gelir güvercin gülüşlüm
Saçları başak kokar
Gözleri yıldız yıldız
Heybesinde temmuz gülleri
Kokuları yosun yosun
Renkleri deniz deniz

Gönül Duranoğlu

***

BU SEVDA ZEHİRLER SENİ

para para ışığa kesmiş
dingin bir sabah denizinin
acır kanat uçları uçamaz martı yavrusu
dalgalar köpük köpük ağlar gözlerinde
ben bu sevda zehirler seni demiştim
o ateş gecesinin kızıl oklu şafağında
neden hep dikenli dal uçları içinde
kanar durmadan yüreğin uzaklarda
beyaz bahar kelebekleri konar saçlarına
başında beyaz gelin çiçekleri gibi
uzak ve soğuk bir gülüş kalmışsa uzaklarda
kırılganlıklar bir kenarda hep vardır

Gönül Duranoğlu

***

ÇOCUK RESİMLERİ

Güneşi çocuklardan öğrenin
Ağzı, burnu, kaşı, gözü
Güler hep dağ doruklarında
Kuşları çocuklardan sorun
Her biri güneşten daha kocaman

Yerle gök yer değiştirir bazen
Tüm yapraklar gül pembesi boyanır
Yeşil atlar koşar güneşe doğru
Sevinçler hep portakal rengidir

Birden bir çocuk resmiyle kanatır yüreğimi
Kuşlar uçmayı bilmez güneş kör olmuş
Yağmur tedirginliği bütün renklerde
Anlarım bu çocuğun eline
Hiç portakal verilmemiş

Gönül Duranoğlu

***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 1.

Acıyla eski dostuz
Sevgiye adaklı
Yine de yalnız
Çıkarım yolculuklara
Kendine konuk
Bir dağlıyım
Ben bu dünyada
Torosları boyarım
Sabahtan akşama
Bulutlar siler boyalarımı
Akşamdan sabaha
Oysa dağlar sever
Yaban dağlıları

Gönül Duranoğlu

***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 2

Ben bir Tibet büyücüsüyüm
Cimrice saklarım heybemde
Zamanı ve sevgiyi
Tütsüler toplarım
Güneşsiz yamaçlardan
Dağlılar izimi sürer
Göstermeden kendilerini
Geceleri yalnız dolaşırım
Tekinsiz yıkıntılarda
Bu yüzden herkes
Biraz korkar benden
Oysa ben
Herkesten daha çok
Korkarım kendimden

Gönül Duranoğlu

***

Şairimiz Gönül Duranoğlu’yla beraberliğimizin sonuna geldik. Gelecek haftada şairimizin şiirleriyle birlikte olacağız. Hepinize mutlu hafta sonları diliyorum.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 09.12.2012

7 Aralık 2012 Cuma

YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ: KÜRTLEŞTİRİLEN TÜRKLER KÜRTLEŞEN ERMENİLER VE PKK 3




ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE
 
Değişmiyen sosyal yapısıyla, istila edercesine yerleştikleri kentleri kendilerine benzetmeleriyle Kürtçülüğün ırkçı nitelikler taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Geçen yazımızda İnan Kahraman’ın bu konuda yazdıklarına yer vermeye başlamıştık. O yazıdan seçtiğim bölümlerle devam edelim.

“Kürtçüler yıllardır Türk devletinin Kürtleri asimile ettiğinden, Kürtlere yönelik bir “imha ve inkâr politikası”ndan bahsetmektedirler ama rakamlar tam tersini söylemektedir. Türkiye’nin Türk yoğunluğu bulunan Batı bölgelerinde yıllardır varlıklarını koruyan ve asimile olmak bir yana gittikçe sayılarını arttıran Kürtler, çoğunluk oldukları Güneydoğu Anadolu’da Türk nüfusu tamamen asimile etmişler ve Güneydoğu’yu tek bir Türk kalmamacasına Türksüzleştirmişlerdir.”

Sadece güneydoğu mu? İstanbul’da bile böyle bir uygulama var. Bu bazı mesleklerde kendini belli ediyor. Mesela bazı hatlarda minibüs taşımacılığında, mesela sebze hallerindeki kabzımallıkta, pazarcılıkta, işportacılıkta başkasına iş yapma hakkı tanımıyorlar. Bu konuda ne çok kavgalar olmuş ve bu haberler gazetelerin birinci sayfalarında yer bulmuştur. Taşeron  işlerde mafyatik uygulamalarla egemenlik kurarak, inşaat işçiliğiyle konut sektörüne kadar uzanarak, yerleştikleri bölgelere yabancıları almayarak, kenar ve dış semtlerden içe doğru giderek şehirleri Kürtleştirme hareketinin uzun yıllardır sürdürüldüğünü söyleyebiliriz.    

Bu durumla ilgili olarak İnan Kahraman’ın yorumu şöyle:

“Kürtçülerin iddiası Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu’da Türklerden bile daha önce bulunduklarıdır. Ancak her ne hikmetse binlerce yıllık Kürt toprağı olduğu iddia edilen ve adına da Kürdistan dedikleri coğrafyada bugün bile Kürtçe değil Türkçe konuşulmaktadır.
Üstelik bağımsız Kürdistan için ayaklanan bölücü örgüt PKK’nın elebaşları, en başta da Apo, Kürtçe bilmemekte, Kürtçü örgüt her türlü iletişim ve propaganda faaliyetini de Türkçe yürütmektedir.

Binlerce yıllık bir Kürt egemenliğinin bulunduğu iddia edilen bir bölgede, bölge halkını geçtik, terör örgütü bile hala iletişim dili olarak Türkçe’den başka bir dil kullanamıyorsa ve bu topraklarda bugüne kadar tek bir Kürt devleti bile kurulamadıysa ortada açık bir Kürtçü çarpıtma olduğunu düşünmek gerekir.”

PKK’nın 12 eylül sonrasında Orgeneral Turgut Sunalp tarafından Kürtçü ve Solcu KAWA örgütünü (*1)  yok etmek için kurulduğunu AKP milletvekili ve gazeteci Şamil Tayyar söylemişti. Öylede olsa sonuçta bu hareketin hamiliğine soyunan üstelik mütteffiğimiz olan ülkelerin (*2) sayesinde PKK hak iddialarıyla Türkiye’nin bütünlüğüne göz dikmiş bir terör örgütüdür. İnan Kahraman’ın dediği gibi bu örgütün lider kadrosu Türkçeden başka dil bilmemektedirler. Kapatılmaktan ve isim değiştirmekten başka temsil iddiasında bulundukları bölge halkına fayda sunamayan PKK uzantısı gibi duran BDP milletvekillerinden birçoğu hatırlarsınız sanırım, açılan Kürtçe dil kurslarına gitmişlerdi. (...) Şimdilik bu kadarla yetinelim ve İnan Kahraman’ın yazdıklarına dönelim.

 “ (...) ne yazık ki dil kültür, uygarlık gibi değerler sadece ve sadece tarihsel süreçlerin ürünüdür ve silahla yaratılamamaktadır.

Silahın yetersiz kaldığı yerde ise Kürt(çü)lerin imdadına yine Batılı emperyalist devletler yetişmiştir. Neredeyse üç yüz yıldır İngiliz Rus ve Amerikalılar tarafından kurulan ‘Kürdoloji’ enstitülerinde Kürtçe diye bir dil yaratılmaya çalışılmaktadır ama yine de ortada adına dil denebilecek yeterlilikte bir ürün ortaya konabilmiş değildir.”

Peki halkın kullandığı dil Kürtçe değil mi? Kürtçedir ama edebi ve bilimsel yazı birikimi olmayan bir dildir. Farsça ve Arapça egemenliğinde içinde çok sayıda Türkçe kelimelerin olduğunu, kelime ekleriyle fiil çekimlerinin Türkçe dilbilgisi kurallarına benzediğini söylersek abartmış olmayız.



DEVAM EDECEK


(*1)  bknz: Kawa - Kürt sorunu ve Etnik Örgütlenmeler 1 Yazar:Raşit Kısacık
(*2)  bunlardan biride Fransa’dır. Fransa eski cumhurbaşkanı Fransua Miterrand’ın eşi Daniela Miterrand ülkesiyle ülkemizin ve Irak’ın kürt bölgelerini komşu kapısı yapmış, oralarda bir takım siyasi çalışmalar yürütmüştü)



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com




YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ: KÜRTLEŞTİRİLEN TÜRKLER KÜRTLEŞEN ERMENİLER VE PKK 2


Terör örgütüyle yapılan dolaylı görüşmelerin akan kanı durdurmak kadar asıl amaca varmak konusunda anlaşma sağlamak için yapıldığını belirterek ilk bölüme noktayı koymuştum. İkinci bölüme geçmeden önce asıl amacın ne olduğuna değinmek gerekiyor
Başbakan üniter yapıya dokunmamaktan söz etse bile Büyükşehir Belediye yasalarıyla üniter yapıdan vazgeçildiğini anlıyoruz. Başbakanın Valilerin seçimle göreve gelmesi fikride başka türlü açıklanamaz. Anadilde eğitim, anadilde savunma gibi isteklerin karşılanması da bölgesel farklılığın kabulü, üniter yapının terki anlamını taşır. Parçalı yapıya sahip devlet yapısına adım adım gidiyoruz. Asıl amaç işte bu. Türkiyeyi federeatif ve dini buyrukları devlet yönetiminde esas alan yapıya sokmak olarak özetleyeceğimiz bu yapıya Başbakanımızın düşündüğü denetimsiz, tüm yetkileri kuşandığı başkanlık sistemini de eklerseniz 21. yüzyılda hem çok parçalı, hem totaliter yönetimlerce yönetilen ülke olmaya doğru koştuğumuzu görürsünüz. Peki bu noktaya nasıl geldik? Bunun AKP önceside var. Bu yazının bir amacı bu konuyada ışık tutmak... ilk bölümde Kürtleşen Ermenilerden söz ederken Türklerinde Kürtleştirildiğini belirtmiştim. Yazar İnan Kahraman bu konuda şunları yazmış:

İnan Kahraman soruyor; Asimile Olan Kim: Türkler mi, Kürtler mi?

“Genç cumhuriyet kuruluşundan itibaren etnik meseleyi çözmek ve ulusal devlet yapısını güçlendirmek için bir program uygulamaya koymuştu. 1927 yılında bu planın ana hatlarını çizmek açısından bir nüfus sayımı yapıldı. Bu nüfus sayımında vatandaşlara ana dili soruldu ve her dilin bir etnik kimliği simgelediği düşünülerek Türkiye’nin etnik bileşimi çıkarıldı. Sonuçta Türkiye nüfusu 13.648.270 olarak belirlenmiş, 11.777.810’lu Türk nüfusa karşı 1.184.446 Kürt nüfus tespit edilmiştir. 1927 yılı rakamları ile bakıldığında Türk nüfusun Kürt nüfusun 10 katı olduğu görülmektedir.
Bu tarz bir nüfus sayımı son olarak 1965 yılında yapılmış, 1927’de toplam nüfusun %8,5’ine denk düşen Kürt nüfus aradan geçen zaman zarfında oransal olarak gerilemiş ve %6’ya düşmüştür. Demek ki 40 yılda Kürt nüfus Türk nüfusa oranla % 2.5 gerilemiştir. Bu gerileyiş ise son derece normal bir durum, ulus-devlet olma sürecinin ve sosyolojik gerçeklerin doğal bir sonucudur.”

Burada araya girmek ihtiyacı duyuyorum. Henüz Anadolu şehirciliği kavramı oluşmadığı için İstanbul Ankara İzmir gibi şehirlerin sosyokültürel farklılığı baskındı ve erişilmesi gereken kentlilik olgusunu temsil ediyordu. Köylü yığınların yoğun göçü bu görünümü bozdu. Hızlı gecekondulaşmayla birlikte şehirlerin dokusu değişti. Göçenler büyük şehrin kültürüne uyacaklarına bu şehirleri kendilerine uydurdular. Yapılamayan toprak reformu ile Kürt derebeyliğinin yerinde kalması, geleneklerinden kopmayıp kızlarını eğitime vermeyen, köylü bile olmayan kitlelerin büyük şehirlere göç etmesi ulus devlet olma sürecini tıkamıştır.
İnan Kahraman buna şöyle değinmiş.

“Ancak bugün geldiğimiz tabloya baktığımızda 1965’lere kadar normal seyrinde giden bir toplumsal sürecin önemli bir kırılma yaşandığı ve sürecin tersine döndüğü gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Kürtçülerin bugünkü iddiası Türkiye nüfusunun yaklaşık 20-25 milyonunun Kürt olduğudur. Elbette bu büyük bir uydurmadır ama bu rakamın sadece yarısının doğru olduğu bile kabul edilse ortada sosyolojik gerçeklere tamamen ters bir garip durum oluşmaktadır.”

Kürt nüfusundaki artışın sebeplerine şimdi geliyoruz.

“Aynı durum Güneydoğu Anadolu bölgesi özelinde daha belirgin bir biçimde kendini göstermektedir. 1927 nüfus sayımında Güneydoğu Anadolu’da nüfusun yaklaşık %25’i Türk’tür.
1927 yılında Diyarbakır’da 56 bin Türk yaşamaktaydı. Bu da toplam nüfusun %30’u eder.
Bugün ise Diyarbakır’da 1.36 milyon kişi yaşamaktadır. Eğer bugün de aynı oran olsaydı, Diyarbakır’da 393 bin Türk yaşıyor olmalıydı!
Yine örneğin Urfa’da 1927’de 82 bin Türk yaşıyordu ve Türklerle Kürtlerin oranı aynıydı.
Bu oranlar korunsaydı bugün Urfa’da 575 bin Türk yaşıyor olacaktı!
Ancak Güneydoğu’da böyle bir Türk nüfus artık kalmamıştır.
Çünkü Türkler, Kürtler içinde hızla erimiş ve Kürtleşmiştir. (Türklerin Kürtleştirilmesi ile ilgili kapsamlı bir analiz için bkz. Gökçe Fırat, Kürt Sorununda Gizlenen Gerçekler ve Kürt İstilası, İleri Yayınları, 2007)

Bu ise Kürt kimliğinin aslında nasıl da ırkçı bir kimlik olduğunu göstermektedir.”



DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 05.12.2012