4 Aralık 2012 Salı

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 150 (Onat Kutlar 3)



Merhaba sevgili okurlar. 2 haftadır Pazarları şairimiz Onat Kutlar ve şiirleriyle birlikte olduk.  Bu hafta son kez bitlikte olacağız. Daha önceki iki hafta şairimizi tanıtmıştım, kaçıranlar olabilir düşüncesiyle gene önce kendisini tanıyalım, sonra şiirlerine devam ederiz.

“25 ocak 1936 yılında Alanya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketi Gaziantep’te tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini son yıl yarıda bıraktı, felsefe öğrenimi için Paris’e gitti. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Doğan Kardeş dergisinde sekreterlik yaptı. 1956 yılında, a dergisinin, 1965’te ise Türk Sinematek derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve 1976 yılına kadar aynı derneğin yöneticiliğini yaptı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Yönetim ve Yürütme Kurulu üyesiydi.

1952’de çeşitli dergilerde yer alan şiirleriyle tanınmaya başlayan Onat Kutlar, Gösteri, Hisar, İlke, Küçük Dergi gibi dergilerde şiirlerini yayımladı. Duyarlı, ayrıntılara inen, açık bir söylemle yazdığı şiirlerinde toplumsal durumlar ve konumlar öne çıkmaktaydı.
İstanbul’da The Marmara Oteli’nin pastanesine konan bombanın patlaması sonucu yaralandı, 15 Ocak 1995’te yaşamını yitirdi.”

Kısaca şairimiz böyle tanıtılmış, sıra şiirlerine geldi.

...

GÜNLÜK ŞİİRLER

Sen gittikten sonra iki çalgıcı
turnalar semahını çaldı ve kimse dinlemedi onları
benden başka. Sarımsak kokusunun
yoksulluk ve rakıyla buluştuğu saygısız kalabalıkta
kimse duymadı beni terkeden
kanatların bıraktığı esintiyi. Biri incecik öbürü kalın
iki tel vururken çalgının yüreğine
nicedir aklımı kurcalayan Bertold Brecht'in
'Sevenler' şiirini düşündüm bir yaşamdan ötekine
yanyana uçan iki turnayı. Taa yirmisekizlerden.
'Güneşin ve ayın az değişken dilimleri altında
uçup giderler yine, böyle tutkun birbirine.
Hey, nereye gidersiniz? - Hiç bir yere - Nerden gelirsiniz?
Her yerden. Sorarsınız, ne zamandır birliktesiniz? diye.
Az zamandır. Ne zaman ayrılacaksınız peki? - Yakında.'
Çıktığımda hava acıktı ikindi güneşi gibi
nicedir ısıtmayan parlak ayın az değişken dilimleri altında
yürürken sordum kendi kendime. Nereye gidiyorsun?
Hiç bir yere. Ne zamandır yalnızsın? Bilmem, denize
ve ayışığından yapraklar kesen
şiire sormalı bunu. Daha yazılırken
bir anıya dönüşen şiirlere
Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan? Heykel
Acilardan? Aşk. Yoksulluklardan
bir devrim bile yapılabilir. Ama hiç bir sey
hiç bir sey yapılamaz ayrılıklardan.
Sen, çalgıcılar ve ayışığı çekip gittiniz uykunun
eşiğine vurulmuş bir turna gibi dönerek
düşerken sordum otuzdokuzlardan Bertold Brecht'le birlikte
'Ne yapmalı peki?' Aklim dokunacak
bir baska akıl arıyor. Nicedir yabancı denizlerde
yıkanan tenim baska bir teni. 'Ne yapmalı?'
Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın.
Ama hiç bir rüzgar doldurulamaz boş kalan yerini,
bir yaşamdan ötekine
birlikte uçan turnaların yerini
gökyüzünde.

ONAT KUTLAR

***

MARDİN HOYRATI

- Nedendir oğul, sabaha karşı
bir kanat gölgesi geçti yüzünden
Kartal mı desem yoksa keder mi
Bir günah işledin mi?
- İşledim ana, bir ağaç kestim.
- Kalk oğul uyku iyi değildir
Bir arpa ekmeği yapayım sana
Günün çayı yatıştırır öfkeyi
Bu horoz neden ötmüyor?
- Düşte uyur görüyorum kendimi.
- Sormak bana düşmez oğul, erkek
kendi kanadıyla uçar, git su boyuna
yıka ellerini bir de tütün sar
Düğün yok ellerin neden kınalı?
- Ana ben sevdiğimi öldürdüm.
Kaynak: İki Irmak Arası

ONAT KUTLAR

***

ORMAN

Kendine esen rüzgarla derinleşen
yüzü bir adamın durur
ve ormana bakar, bu benim.
Damarların ugultusunu duyar bir sarnıçtan
gizli bir kente döşenmiş su yollarının
Ağaçların sararmış yaprak uçları
dalarken gökyüzünün karanlık denizine
kökler büyülü bir ışıkla aydınlanır ve toprak
yabancı bir mimariye açılır, bana ait olan.
Yalnızlık, doğunun bildik çarşısı
kendi alışverişiyle canlanır, yeni bir ırkın
kölesi masmavi bir adam haber bekler, benden
yabancı bir tapınağın tanrıçasına.
Ötmeyen soyu tükenmiş kuşun saati
alacakaranlığı gösterir, gündüze mi geceye mi
gideceği belirsiz bir yolcu gibi. Ben.
Anılar biter ve bir cumhuriyetin
sınırları silinir.
Çekilirken bir çınarın burcuna
yüzünün gölgesi olan güneş bayrağı,
bir adam çam iğnelerinden bir çelenk koyar
kayanın dibine, bir gençlik anıtı olan kayanın.
Sonra ağır ağır ağaca dönüşür
Geleceğe ve sonsuzluğa uzatır yapraklarını
sürgünde bir kıral gibi, ülkesi olmayan
Bırakır kılıcını toprağa
rüzgar ve büyüyle gelen adam
Geriye uzak bir uğultu kalır ve kimsenin yak basmadığı bir orman.

ONAT KUTLAR

***

PERA'LI BİR AŞK İÇİN

Merhaba güzelim, bak nasıl doldurdu
-Dur önce şu sigaramı yakayım-
Kırmızı bir güneş bardağımızı
Dışarda kararan rum kilisesinin
Gürültüyü yapraklara çeviren
Çan sesleriyle yüklü ve karmakarışık
Saatlerden geçiyoruz umut, ayrılık
Günleri. Yüzünün gülü kapalı
Acı eylül geçiyor köklerimizden
-Sanırım değişen bir şey olmalı-
Biliyoruz öğle sonu mavi perdesi
Gözlerinin yıldızıyla ışıyan
-Dur güzelim yüzüne dokunacağım-
Ve aklı yetmeyen tarlakuşuna
Öpüşlerle derinleşen bir halı
Yeni gelin bahçeleri dokuyan
-Bu kör eylül karanlığından uzak-
Bir ölümsüz yaz ülkesi olmalı
Çıkalım buradan hemen gidelim
-Ben önce şu hesabı vereyim-
Avluda fatihin ormanlarından
Kesilmiş çamlara bakan rum yetim
İçimi yalnızlıkla dolduruyor
Kapıda sadakor bir dalgınlığın
Ardından bize bakan şu delikanlı
-Nasıl benim gençliğime benziyor-
Şiirimiz bitince ve solduğunda
Sarı gül yaprağına yazdığım divan
Alıp götürecek bir sahaf olmalı

ONAT KUTLAR

***

SADECE SENİN YÜZÜN
At konuşmadan çıkar yollara
Eğersiz çıplaktır bir payitahtın
ıssız sokaklarından sabaha karşı
bir ılgarla geçer
Açılır sular ve deniz koşar yalnızca
kendinin bildiği ülkeye doğru
Ardında kıvılcım tarlaları bırakır
Ayaklarında mermere çarpan
demirler bulunması bundandır
Denizi bilir de bakmadan geçer
At uysaldır parlak gönderine
çekilir çocuklar ve gökkuşağı
Kamçıdan dizginden gemden çekinmez
Korkusundan değil utanmasından
Bir çam hizasından geçer ormanı
Yel burnunun narin kanatlarına
bir ipek sezgisiyle dokunur. Ova
Sonra kentler gelir durur bakar at
Gözleri güzeldir gelecek gibi
Sisli yaprakları demir kargıyla
kuşatan askerler ve köpekleri
yelesinin sularında boğulsun diye
fırtınayı bekler
Sonra çılgın dörtnala bir koşu başlar
Nereye nereye? Belki Oramar
Yakar kendi yazısının yapraklarını
Sarı tanyerinin bulutlarından
alnına durmadan yıldızlar kayar
Ayağı sekili dağ köylerinden
kaynağı bilinmez sulara doğru
Bir resim değildir at ve sınırları
tam çizilmemiştir
Tökezler bir düşün yamaçlarında
Kişneyerek bir çavlana dönüşür
Bekler Oramarın ıssız dağları
ve altın nadaslardan doğan çocuklar
yeni bir at gelinceye kadar

ONAT KUTLAR

***

SURLAR VE DENİZ

körler ülkesinin tam karşısında
çünkü gören olmadı seni benden başka
duran kent sevgilim nicedir
surların çevirdiği denize doğru
kurdum barbar çadırını bekliyorum
bekliyorum bembeyaz bir yapının
omuzlarına konacak kartal
kapına dikilmiş boynuzlarıyla
kara koç başı hırslı kalkan
ve hasret ve tutku ve bitip tükenmez
ayrılığa inatla kafa tutan
bakısların tozlarına bulanmış
ağaç heykeli olan gövdemle
içinden görmek istiyorum seni
dinlemek daha da bir güze doğru
çimenlerinden geçen serin esintiyi
yıkanmak derin saatlerinde denizinin
yarı aydınlık sokaklarından geçmek ve eski
bir balıkçının uslanmaz merakıyla
ağ atmak akşama karşı sularına
yanan alnımı su mermerinin
karnına koymak ve uyumak
yorgun savaşçının
tütün ve barut kokusuyla uyumak bir hayvanın
karlı sınırlarını aşmak bir yaza doğru
saklı kent bıktım seni kuşatan
kendi çadırlarından kör kılıcına
tuğlalarla örülmüş yanık surlardan
bıktım bana uzaklığı öğreten
di'li geçmisiyle zamanın
yazılmış kuşatma günlüklerinden
taş perdeleriyle bir gize doğru
yelken açan kent göremiyorum seni

ONAT KUTLAR

***

TEŞEKKÜRLER KALBİM SANA

Gençligimin dallari hep ikindiyi gösteren durmuş bir
yelkovan gibiydi o yillarda yani erken ölümü ve içinde
altin tozlariyla agir agir yaz boyunca yapraklari tirse
yeşili ve kişin yoktu bilemezsin o küçük saatin karninda
sapsari bir çark ne işe yarar tipki kimi sözcükler gibi
önce anlaşilmayan ve bir zaman gelir döner başlatir
bir şiiri
Işte öyle bir şarkiydi
Her gün içimde yaşayan yalniz bir japonun küçük bir
alanda kirmizi kasim yapraklarini büyüttügü paris'te
tuvaletlerinde bile çeyrek le monde sayfalari kullanilan
çünkü kalindir kagidi banyolarla dolu ve sartre'in
çocukluk anilariyla bir otelde lahmacun cumhuriyetinin
üç uyruguyla eski bir rus plagini ilk kez dinlerken
bu şarki çantama düşürmüş olmali
gelecegin ormanini
Sagol yüregim çünkü o ezgi
bakir bir şafakta uçarken saatlerce altimda "güneşte
sararmiş kemik ve kil ve külle örtülü" ortaasya kentleri
ve parti çizgisinde lacivert giysilerle adamlar büyük
bir gökyüzü gemisinin lombozlarindan alkol denizinde
yüzen daglara bakar bakar donuk gözlerle
içimde bir sikinti ne istedigimi bilmiyorum görünmüyor
ekimin kayip ülkesi düşünürken habersiz savurdugumuz
beyaz bir bulutta
seni taşiyordu
Bagli kaldi
içimdeki japonun da içinde kapkara bir koç o yüzden
dolanir durur düşleyerek tanyeri ülkesini ve bekler ne
zaman işitacak beyaz duvardaki tüy sarmasigi seher
yildizi bekler kil çadirlarda göçer denklerine sikişmiş
kara bir çekirge gibi umutsuz bir yarini ve atlara eger
örgütleyen kolan durmadan dagilir gider gene de iner
mahmuz kan içinde bir hint horozunun gözlerine kararir
ortalik nerede başaklar ve yanilmiyorsam tipki
böyle bir zamanda yüregin kanatlari bir tele çarpar
eski bir şarkiyla
Çark döner
tamamlar şiirimizi.

ONAT KUTLAR

***

TURGUT'A

Eylül mezarlıklarından şimdi her gece
ellerinde fenerlerle geçen arkadaşlarım
Oturup düşündüm unutkan bir ülke eylül
Herkes unutuyor ancak bir deniz sofrasında
durulunca hazları tenin ve bütün kitaplar
hatırlıyoruz. Ne kadar yoksuluz çocukluğumuzda.
Anamızın eteğine doldurulmuş çakıltaşları
Güz gelince yeniden ölen çekirge, savruk otlar
gizli bir tarihin yarıklarını
doldurmak için ırmağın sürüklediği çerçöp
kambur yollarında ceza okullarının
aşınmayı önleyen bir avuç kabara ve anamız
şimdi düşünüyorum kimbilir kaç kez
yamalı çoraplarla birlikte yeniledi bizi
Islanınca esmer defterleri yüzümüzün
bu çamurla kanla alınteriyle gizli bir yazgı
çakıyor bir an. Karanlık feneri ülkemizin.
Nasıl bir yalnızlık, unutulmuş bir ışık diliyle
çırpınırken biz üstümüze geliyor büyük gemisi geleceğin
Bir tenis topu, koşan bir çocuk, bir gözyaşı bile değiliz.
Yalnızca bir ağaç ailesi ve bir köşede
yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta: Dalgınlık.
Düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için.
Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından
ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım
durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için.

ONAT KUTLAR

***

YEDİ KÜÇÜK FOTOĞRAF

Çok tenha bir kumsala çekilmiş
Bir dilim taze kavun sandalı
Masanın ayağından sular geçiyor
Çıplak memeni okşayan rüzgar
Bir turunç kokusuyla sarıyor
Buğulu kadehe bakan yüzümü
İkindi güneşi bir pencerenin
İşlemeli demirine vuruyor
İçerdeki kuşlar dağılsın diye
'Aptal' diyor 'durma orda yanarsın'
Gölgeye çağırıyor tales eşeğini
Zeytinin dibinde bir ufacık kız
Bir bakır mangaldan iki istavrit
Gizlice göz kırpıyor kedilere
Defneler yaprak kabartıyor
Balıkçılar ağ atıyor durgun denizin
Dibini ısıtan mor yıldızlara
Ve akşam da onlara ağ atıyor
Alıp götürecek ay görününce
Herkes sevdigini yer yatağına
Yeryüzü sevişince değişiyor

ONAT KUTLAR

***

Şairimiz Onat Kutlar’la beraberliğimizin sonuna geldik. Gelecek haftalarda başka şairlerimizin şiirleriyle birlikte olmak dileğiyle herkese mutlu hafta sonları..



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 02.12.12

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder