30 Haziran 2010 Çarşamba

AŞK-I MEMNU NİHAYET BİTTİ

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE 

 

Aşk-ı Memnu dizisi 24 haziran tarihinde nihayet bitti. Biterken Halit Ziya Uşaklıgil’in yazdığı romana bağlı kaldı. Bu diziyi ilk olarak 1975 yılında ünlü sinema yönetmenimiz Halit Refiğ çekmişti. Bihter rolünde Müjde Ar, Nihal rolünde Itır Esen, Behlül rolünde Salih Güney, mürebbiye rolünde Çolpan İlhan, yakın geçmişte kaybettiğimiz üç büyük sanatçı Adnan bey rolünde Şükran Güngör, Firdevs rolünde Neriman Köksal, ve Peyker rolünde Suna Keskin bu dizide rol almışlardı. O tarihte yayınlanan dizi bugünden daha çok ses getirmiş, Müjde Ar’a şöhretin kapılarını ardına kadar açmıştı.

 

2008 yılında başlayan yeni dönem dizisinde Bihter’i Beren Saat, Nihal’i Hazal Kaya, Behlül’ü Kıvanç Tatlıtuğ, Adnan Beyi Selçuk Yöntem canlandırdı. Eski sinema oyuncularından Nebahat Çehre Firdevs’i, Fatma Karanfil aşçı anne Şaheste’yi oynadı. Bu dizide bence şöhrete Kıvanç Tatlıtuğ erdi. Gerçi yayın organları Beren Saat’i öne çıkarıyorlar ama, bence Beren Saat’in güzelliği dışında rol yeteneğinden söz edilemez. Yer yer acemilikleri sırıtıyor bence. Bu kadarla kalsa iyi. Cahilliğini de gazetelerden okudum. Bunu konu eden bir yazı yazmıştım, okuyanlar bilir.                                                                                                                  

03.07.2009 tarihinde şunları yazmıştım:                                                                                                                          

“ Geçenlerde televizyon ödüllerinin dağıtıldığı Altın Kelebek ödül gecesi yapıldı. Bu gecede Aşk-ı Memnu dizisinin başrol oyuncusu Beren Saat en iyi kadın oyuncu ödülünü alırken yaptığı konuşmada “Her şeyden önce Halit Ziya Uşaklıgil’e dizimize katkılarından dolayı teşekkür etmek istiyorum” dedi.                                                                          

Her halde Halit Ziya Uşaklıgil mezarında ters dönmüştür. Öyle ya, kim kime katkıda bulunmuştur? Yazarımız ve romanı Aşk-ı Memnu bundan önce tanınmıyordu da dizi olunca mı tanındı?

Sonuç olarak dizi bir şekilde bitti. Herhalde toplumu memnun eden bir sondu. Çünkü kendince oyunlar oynayıp her şeyi bir birine katan Firdevs hanımdan tutunda hak eden herkes hak ettiği cezasını buldu. Dizinin sonundaki en  doğru ve en güzel söz baba kız sarmaş dolaş durumdayken babanın söylediği “zehirli sarmaşıklardan kurtulduk” idi.

Dizi bitti şakaları başladı. İnternette dolaşan bu şakalar da şöyle:

Final sahnelerinde Behlül’ün ‘Yaban’ dizisinin başrol aktörüne benzetilmiş halleri gülümsemelere yol açtı. Dizinin bitmesi ile internet forumları ve twitter’e mesaj yağdıran Aşk-ı Memnu sevenleri ilginç yorumlar yaptı:
Aşk-ı Memnu’nun galibi Matmazel oldu...
Matmazel sonunda ön koltuğu nasıl da kaptı
Bari bir de yeni evlerini görseydik
Behlül’ün saçları siyah mıydı yaa..
Adnan Bey azıcık safmış galiba...
Firdevs Hanım nasıl da terk edildi. O sahne hayattan çok önemli izler taşıyordu...  
Final Twitter’da ilk sırada, Ekşi Sözlük ise kullanım dışı kaldı!                                             
Dizinin finalini izlerken ve özellikle de finalin sona ermesinden itibaren herkes twit yazmaya başlayınca Aşk-ı Memnu, twitter’da “Trending: Worlwide” listesinde ilk sıraya oturdu.
Ekşi Sözlük ise bile işi gücü bıraktı Aşk-ı Memnu hakkında yazılanlardan dolayı Ekşi Sözlük serverleri taleplere yetişemeyip zorlandı..Türkiye’de Lost finalinden bile daha fazla izleyici topladığı kesin. Zaten finalden önce reytingleri daha da artırmak için Face üzerinden ipuçları vermiş akılları bulandırmışlardı..
Twitter’den yollanan iletilerde şöyle:

fatoskarahasan: Aşk-ı Memnu dünya rekorlarına meydan okumuş. Hakkında en çok tweet yazılan başlık olmuş. Gururumuz büyük. Vatana millete hayırlı olsun.
HavleGuneyy: fenerbahçeliler herşeyden habersiz toplanıp Nihal’in düğününe katılmaya gidiyormuş... (ne yazık, demek ki bir hüsran daha yaşayacaklar. A.G)
ozgeakdemir: herkes aşk-ı memnu izliyordu, kardeşim balkondaydı, karşıki evden görüntü bizim evden ses taktiğini uyguladı nedense ben en çok Firdevs’e acıdım :S
gogebakmaduragi: Aşk-ı Memnu’dan sonra bir kitabı daha patlatacaklarmış İstanbul’un orta yerinde. Bihterler ölmesin diye yürüyün siz.
kivancpehlivan: : Tamam tehlike geçti. Artık yengeler gönlünce sokaklarda dolaşabilir.
Aşk-ı memnu bitti.
kainattakizerre: Aşk-ı Memnu adı altında yasak elmaları yiyen Ziyagil (zinagil) ailesinde kaçınılmaz son... Türk televizyonlarına geçmiş olsun..
arzugoger: Twitter nasılsın, iyimisin:))Aşk-ı Memnu sendromu nasıl geçti : )) Ama daha mühimi dün geceden yine kan döküldü..yine ateş düştüğü yeri yaktı :(
akselz: bugün iş miş yapılmaz ya aşk-ı memnu etkisinden çıkamadı millet. Cumaya gideceekler Bihter için dua etmeyi unutmayın =P
  
Bu mesajlardan en çok; “Fenerbahçeliler her şeyden habersiz toplanıp Nihal’in düğününe katılmaya gidiyormuş” mesajı hoşuma gitti. Onun için (ne yazık, demek ki bir hüsran daha yaşayacaklar. A.G) yazarak bu mesaja ekleme yaptım.
Hoşuma giden ikinci mesajda; “Tamam tehlike geçti. Artık yengeler gönlünce sokaklarda dolaşabilir. Aşk-ı memnu bitti” mesajıydı.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 30.06.10

SON TERÖR OLAYLARI ÜSTÜNE


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Öncelikle son olaylarda hayatlarını kaybeden vatan evlâtlarına Allahtan rahmet, ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum. Bu terörü sonlandırmalarını hükümet ve tüm siyasi partilerle birlikte ilgili kurum kuruluş ve kişilerden bekliyorum. Dayanma gücümüzün kalmamasını amaçlayan bu terör bitirilmezse daha vahim olaylara düşeceğimiz korkusunu taşıyorum.
Gün geçmiyor ki nerdeyse felaket sayılabilecek bir aksilikle karşılaşmayalım. Her gün nefes nefese koşuyor, yeni gündemler içinde cebelleşiyoruz. Son dönemin gündem değişimi baş döndürücü hıza ulaştı. Çoğunu bir iki gün, en çokta bir hafta içinde unutuyoruz. Deniz Baykal hakkında çıkan kaset, sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına seçilmesi, CHP’nin yeni genel başkanıyla AKP ve hükümetin lideri Başbakan R.T. Erdoğan’ın çekişmeleri, arkasından gelen kömür madeni ocağı faciası, sonrasında zorla doğurulan Mavi Marmara gemisi olayı, onların ardından da üst üste gelen PKK terörü. Aradaki bir çok tartışmayı es geçiyorum. Bu sizleri yormadı mı?
En çokta neye hayret ediyorum biliyor musunuz? Başbakan bu gündemden hiç yorulmaz mı? Hangi sinir sistemi buna dayanır? Her yere cevap yetiştirmeye, her yerle kavga etmeye çalışıyor. Buna nasıl güç yettiriyor? İnsanüstü bir gücü olmalı. Yoksa çoktan pes ederdi.
Peş peşe gelen terör olaylarıyla yavaş yavaş PKK’nın muhatap kabul edilmesi dillendirilmeye başlandı. Terörden nemalananlar söylenir oldu. 21 haziran 2010 pazartesi günü 22:05’te Habertürk tv’de yayınlanan Yiğit Bulut’un yönettiği SANSÜRSÜZ adlı programda terörden nemalanan kesimler belirtildi. Kiminin iddiasına göre bir kesimi askerlerdi, kiminin iddiasına göre siyaset kurumuydu. Bunların arasına yöre halkını da koymak kimsenin aklına gelmedi.
Dün facebook’ta Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in, 13 Haziran 2010 Tarihli gene Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın BAYER’in köşesinden alıntılar yaptığı yazısı dolaşıyordu. O yazıyı sizlere olduğu gibi aktarıyorum.
“(Dr. S. Hakyemez, elektronik postayla gönderdiği yazısında bir gerçeği ifade ediyor.)
BURAYA ilk gelince insan önce bir şeyler başarmak istiyor ve bütün olanaklarını zorluyor. Ancak bir süre sonra bütün isteğini kaybedip “Ben burada ne arıyorum?” diye sorgulamaya başlıyor. Malzeme temini yerel firmaların kontrolünde (ki hepsi siyasilerin). Hastane yönetimlerine baskı had safhada. Siyasiler hastane üzerinden resmen devleti soyuyorlar. 1’e mal olanı 4’e satıyorlar. 
(Bu sadece doğuya özgü değil. Bizim insanımız her işten servet kazanma peşinde olduğu, yada çok kısa zamanda servet edinmek istediği için hakkına razı değildir. Kime baksanız yaptığı işin gelirinden memnun değildir. Bu yüzden devletle her alış verişini kendisine büyük ikramiye çıkmış bir piyango gibi görür. Geçenlerde takma ayaklı bir engellinin yaptırdığı takma ayağın ücretini sosyal sigortalar kurumu vasıtasıyla ödenmesi sırasında normal ücretin nerdeyse 3 katı ücret alındığını söylediğinde buna şaşırmadım. Bunun acısını daha pahalı benzin, daha pahalı elektrik v.b kullanarak dolaylı vergilerle ödüyoruz. A.G.)                                                      
İnsanlar doktorlara karşı büyük bir öfkeye sahip. Geldiğimden beri darp edilmeyen arkadaşım kalmadı.
Burada halk aşırı şımartılmış. İnsanların işini halletmeyince ya kaymakama gidiyor, ya da “Ben PKK’lıyım, seni vururum” diye tehdit ediliyoruz. Can ve mal güvenliğimiz sıfır. Kimse vergi vermiyor, elektrik-su vb. faturalar ödenmiyor. 
Herkese ayda 150 TL çocuk parası (ki çocuk başına), çocuk ultrasonda görüldüğü andan itibaren de mama ve bez parası ödeniyor. 
Okula giden her çocuğa devlet harçlık veriyor, harçlık gecikince anneler okulu basıp çocukları okuldan almakla tehdit ediyor. 
O çocuklar ne yapıyor peki? Üzerlerinde üniformaları, ellerinde PKK bayrakları ile DTP mitingine gidiyor. Herkese, eksin ya da ekmesin, toprak yardımı yapılıyor (ki zaten kimse ekmiyor ya). 
Bu yardımda sadece beyana bakıyorlar. Adam 5'i 50 yazdırabiliyor. Van’da dağıtılan paraya bakınca, göl bile tarım arazisine sayılsa az gelir. Her cuma kaymakamlık elden nakdi para dağıtıyor. 
Buralarda tek vergi verenler devlet memurları... İnsan içinden ve de dışından lanetler okuyor.   
(Bu yazıyı herkese dağıtın, bilinsin. Neden terör de bitmiyor daha iyi anlaşılır sanırım. Terör biterse bu insanlar çalışmak zorunda kalabilir, devlet denetimini daha iyi yapabilir... İsterler mi bu rantın bitmesini!)
Sevgiyle kalın! ”
Bunun tam tersi iddialarda örnek verilebilir. Sözün burasında aklıma bir hikâye geldi. Çıkan sonucu istediğiniz gibi yorumlamak hakkınız. Hikâye şöyle:
“Adamın biri zengin arkadaşının düzenlediği baloya davet edilir. Gidince zenginliğe ve gördüğü ihtişama çok şaşırır. Üç futbol sahası büyüklüğünde salonda açık büfede, yok yoktur. Her türlü içki servis edilmektedir. Salonun bir ucuna kurulan platformda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyaca ünlü iki tenor Luciano  Pavorotti ve Jose Carreras konser vermektedirler. Adam orkestranın önünde yer alır ve hayran hayran konseri izler. Bir ara Pavorotti sahneden iner bizimki gider elini sıkar ve sahnede konsere devam eden Carreras için “ne kadar güzel söylüyor” der. Pavorotti de; “ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor” der. biraz sonra Pavorttiy’le Carreras yer değiştirirler. Adamımız bu kez Carreras’ı tebrik eder. Pavorotti için “ne kadar güzel söylüyor” deyince Carreras’da; “ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor” der. Adam ordan uzaklaşırken baloyu düzenleyen arkadaşına rastlar. Arkadaşı düzenlediği baloyla övünür, balo için getirttiği Pavorotti ve Carreras’ı nasıl bulduğunu sorar. Adamımız; “berbat! Öküz gibi bağırıyorlar” deyince arkadaşı “sen ne diyorsun onlar dünyanın en ünlü tenorları. Ayıp ama bu yaptığın” der. Adamımız bunun üzerine “ben söylemiyorum, onlar birbirleri hakkında aynı şeyi söylüyorlar” diyerek cevap verir.”
İşte hali pür melâlimiz bu!




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 28.06.10

27 Haziran 2010 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 48 / BİLGİSAYAR ÇAĞINDA DEĞİŞEN ATASÖZLERİ



            Merhaba sevgili okurlar. Bir haftadır havalar sonbaharı andırıyor, farkında mısınız? Bunaltmıyor, geçen hafta gibi oflamadan puflamadan, gayet rahat günler geçiyoruz. Ama biraz mevsim kendini belli etmeli. Böyle de yaz mevsimini yaşamadan kışa ermeyelim değil mi? Gerçi yapacak bir şey yok, elimizden gelen bir şey değil bu. Henüz yazın başındayız. Yazın yazlığını yapacak çok zaman var önümüzde.

            Bu arada dünya kupası maçları başladı. İzliyor musunuz? Ben izliyorum fakat pek zevkli maçlar olmuyor. Sanki dünyada futbol geriledi. Bütün büyük takımlarda bir tutukluk, bir gerileme var. Bu konuda yazılacak çok şey var. Onu da başka yazıya bırakalım.

            Hayata renk katacak özel zevkler olmalı. Bunun önemi emekli olunca anlaşılır. Boş zamanlar o kadar çoğalır ki, dolduracak konular olmazsa can sıkıntısı ve bunama başlar. İnanç ve ibadetin yanına araştırıcı, el becerilerini geliştirici, zihin açıcı uğraş mutlaka edinilmeli. Edebiyatın her türü, spor, seyahat önerilebilir konulardır. Benim elimden daha çok yazmak ve okumak geliyor. Müzik zaten hayatımın önemli bir parçası. Sadece dinleyici değilim, 24 yıldır müzisyenim de. Her türlü seyirlik sporu severek izlerim. Bir ara kartpostal biriktirme ve derlemeyle (hadi şu bildiğimiz kelimeyi kullanalım; “koleksiyonculuk” la) uğraştım. Şimdi müzik parçaları biriktiriyorum. Şiirle müziğin uyumu bu konudan daha büyük haz almama sebep oluyor.

            Sözü çok uzattım, bu haftaki şiirlere dönelim artık.

***

            Umut hiç bitmez. Her zaman hayatın motorudur. Bu şiir de umudu anlatan bir şiir.    

….    ….

195
Gözlerimde fer
Ardımda gölgem var.
Yürüyor, dans ediyor, şakacı.
Sallanan saatin sarkacı,
Umuda götürüyor,
Mutluluğa götürüyor beni.

Aydın Göle
26 eylül 2002

***   ***

            Sevgiyi tarif et deseler nasıl tarif ederdiniz, hiç düşündünüz mu? Bu şiir böyle bir tarifi amaç edindi.

….    ….

196
Sevgi baldan tatlı
Sevgi ateşten sıcak
Sevgi pamuktan hafif
Sevgi güneşten parlak
Sevgi serçe kadar ürkek
Sevgi kral kadar güçlü
Sevgi çocuk kadar masum
Sevgi buldu beni.
Başka şeye gerek yok.

Aydın Göle
25 eylül 2002

***   ***

            Aşk hayatın anlamımıdır? Bence cilasıdır. Önemli olan sevgidir. Fakat aşk olmasa ruhlar çok kaba kalırdı. Kendinizle barışmanızı aşk sağlar. İsterseniz köşklerde yaşayın, içinizdeki duygular ölmüş olursa keyifle yaşayamazsınız. Aşk işte bu duyguları diriltir. 

….    ….

197
Ben vardı benim içimde günlere küskün
Yalnızdım, sıkılıyordu ruhum,
her odasında köşkün
Aşk benden uzaktı, aşk benden aşkın
Ruhumu bir gün avucuna aldı aşkın

Aydın Göle
30 eylül 2002

***   ***

            Ayrılıklarda sözcüklerden çok hareketler öne çıkar. O sırada sözcükler ne kadarda yetersizdir. Şiirde bunu belirttim.

….    ….

198
Söylemek istediklerim
Ellerime vuruyor
Gözlerime biniyor
Kaçak sözcükler
Boşluğa düşüyor.
Sen duymuyor görmüyorsun
Görmüyorsun pür melâlimi
Hayır, senin günahın yok
Bir günahkâr varsa
takvim yapraklarıdır
Ellerime güvercin doğdun sen,
pembe gagalı
Sonra uçtun maviliklere
Bir nokta olana dek ardından baktım

Aydın Göle
30 eylül 2002

***   ***

            Herkesten sevgi istiyordum bir ara. Çünkü Allahın huzuruna vardığımda sevildiğim kadar günahsız olacağımı düşünüyordum. İyi insan olmanın bir gereğiydi benim için. Amaç olarak gene öyle ama herkese iyi görünmenin ve herkesle iyi olmanın imkânı yok.

….    ….

199
Canınızdan can,
Nefesinizden bir nefes
Verebilir misiniz
Yıldız istemiyorum sizden
Ay yerinde güzel
Beni sevebilir misiniz
Kalbinizde yerim var mı
Ömür yolculuğunda
Beni taşıyabilir misiniz
Geceme ışığınız
Uykularıma yastığınız var mı
Sizin elinize muhtacım, dost elinize
Ben yüreğimi verdim hepinize
Kanınız ılık, ılık akmadı mı,
duymadınız mı
Tatlı bir rehavet yok mu bedeninizde
Hissedin beni; göreceksiniz
Üzgünde olsanız tebessüm edeceksiniz


Aydın Göle
30 eylül 2002

***   ***

            Hiçbir şey istendiği biçimde bitmez. Ne çok şey bitmeden yarım kalır. Hatta insanın geleceği inşa edilirken bile. Oysa son yolculuğun (ölümün) kaçınılmaz olduğunu düşünen hiç yok.

….    ….

200
Dünler sol elimde, sağ elimde yarınlar
Bütün değil hiçbir şey,
neye baksam yarımlar
Bilgeler sus pus şimdi sisli kasımlar
Son yolculuğadır bütün geri sayımlar

Aydın Göle
01 ekim 2002

***   ***

            Sözden çok eylem önemlidir öyle değil mi?  Zaten gerçekten seven söze hiç gerek duymaz, her hareketinde sevgi vardır zaten.

….    ….

201
Leyleğin ömrü lâk lâkla geçer
Hacı olur dünyayı tavaf ederek
Benim ömrüm leylâkla geçmez
Hacı olamam kalbine girmezsem
Yeşil gözlerinde boğulduğum

Aydın Göle
02 ekim 2002

***   ***

            Gönderilmemiş bir şiir daha. Gene ayrılık şiiri.

….    ….

46
Uyumayın bu gece korkuyorum
Korkuyorum yaşamaktan,
yıldızlara kayıtsız bakıyorum
Belki fark etmeden,
yavaş yavaş ölüyorum
Uyumayın bu gece, uyumayın diyorum

Tanrım, o beni sevmese de,
ben onu seviyorum
Sevmek değil, kölesi olmak bile az,
nasıl anlatsam bilmiyorum
Bu gece uyumayın,
uyumayın hatırım için
Başımda bekleyin, çünkü ben ölüyorum

Hatırım için kulak verin
belki bu son sözlerim
Belki biraz sonra
ışığa kapanacak gözlerim
Yok, yok, sizde hiç hatırım yok
Gidin o halde,
yada uyuyun meleklerle beraber
Ama gitmeyin uyumayın bu gece, korkuyorum
Yıldızlar üstüme geliyor hep birden
Onun endamını resmediyorlar,
ben boğuluyorum
Uyumayın bu gece ben korkuyorum

Aydın Göle
05 ekim 2002

***   ***

            Haftaya görüşmek üzere iyi pazarlar sevgili okurlar.





Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

 Yayın Tarihi: 27.06.10



**********************************************************************************


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE 

Bilgisayar büyük çoğunluğumuzun evine girdi. Benim gibi ileri yaşta bilgisayarla tanışan sadece kullanıcı olabilir, öyle arıza gidermek, donanım eklemek, program kurmak kimsenin harcı değildir. Evinde çocukları yada torunları olanlar şanslı sayılır. Çünkü çocuklar, hem teknolojik bir çağın çocukları, hem de öğrenme çağında oldukları için teknolojiyi öğrenmeye çok yatkınlar. Bu konularda epey bilgiye sahipler. Gene de her şeyi bilmeleri mümkün değil. Bu yüzden elde bilgisayar kasaları bilgisayarcılara, yada onarım bilen eşe dosta gidenleri görüyoruz. Bilgisayar bir devrimdir gerçekten. Tıpkı zamanında radyo ve televizyonun toplumu etkilemesi gibi, hatta nicelik ve nitelik olarak onlardan daha fazla oranda etkilemiştir. Radyo ve televizyonla sadece size verilenleri alırdınız. En fazla seyretmeme ve dinlememe hakkınızı kullanabilirdiniz. Seçme hakkınız yoktu. Şimdiyse bilgisayarla sınırsız seçim yapabilme hakıyla istediğinizi alır, istemediğinizi almazsınız. Üstüne üstlük verirsinizde. Bu verme işi hem yönetimleri, hem pazarı, hem sosyal hayatı etkiler ve toplumla yönetimlerin daha hızlı gelişmesini, değişmesini sağlar. İyi kullanılırsa katılımcı demokrasi denen görüş böyle gerçekleşmiş olacaktır sanıyorum.                                      
Bu kadar girişten sonra bilgisayar dünyasından incilere geçerek biraz eğlenelim. Atasözleri, deyimler ve bilmecelerden oluşan bu inciler dizisini gördüğümde çok beğendim. Sizlerinde beğeneceğinizi umuyorum. Bildiğimiz atasözleri, deyimler ve bilmeceler bilgisayar çağına göre bakın nasıl değişmiş.
İlk sözümüz bir ata sözü:
“Gülü seven dikenine katlanır.” Yani sevdiğinizi seviyorsanız kusurlarını hoş görün diyor  bu atasözü. Bakın bunu bilgisayar ve internet dünyasına nasıl çevirmişler:
Windows’u seven formata katlanır. Windows kullanımı kolay ama internette tehlikelere açık bir işletim programı. Bu sözle ne güzel vurgulamışlar.
            İkinci sözümüz bir deyim:
            “Ev alma komşu al.” Sizde biliyorsunuz güzel ev kadar, güzel çevre, temiz ve ahlâklı insanlar da önemli. Kim öyle bir semtte yaşamak istemez ki? Bilgisayar ve internet dünyasında bu söz; “ağ alma komşu al.” Olmuş.
            İlk iki örnekle, atasözlerinin ve deyimlerin değiştirilmiş haliyle bilgisayar ve internet dünyasının durumunu eğlenceli biçimde görmüş olduk. Bundan sonraki atasözlerinin, deyimlerin, bilmecelerin bilgisayarla internet dünyasına çevrilmiş halini, eğlenceyi kesintiye uğratmamak için alt alta yazacağım                                                                              
*
Orjinal program kullananı dokuz ağdan kovarlar.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
*
Görünen ağ protokol istemez. 
Görünen köy kılavuz istemez
*
Sakla setup’ı gelir zamanı.
Sakla samanı gelir zamanı
*
Avi gelen yerden mp3 esirgenmez.
Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez
*
Bugünün işini görev zamanlayıcısına bırakma. 
Bugünün işini yarına bırakma.
*
Dos kocamış, windowsun maskarası olmuş.
Kurt kocamış, köpeklerin maskarası olmuş.
*
Beleş anti-virüs programı, virüsü türkü çağıra çağıra ararmış.
El elin eşeğini türkü çağıra çağıra ararmış.
*
Kazaa yüklüyorum demez.
Kaza geliyorum demez.
*
Hard diski virüs bassa norton’a vız gelir.
*Sora sora crack bulunur.
Sora sora Bağdat bulunur.
*
Zip’le yatan rar’la kalkar.
Körle yatan şaşı kalkar.
*
İşletim sistemi windows olanin, başı beladan kurtulmaz.
Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan kurtulmaz.
*
Paketin gidişi tracert’den bellidir.
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
*
Eceli gelen windows mavi ekran verir.
Eceli gelen köpek cami duvarına işer.
*
Yazılımsız donanım, donanımsız yazılım olmaz.
*
Çarşıdan aldım bin kilobayt eve geldim bir megabayt.
Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane.
*
Ram’sız windows oynamaz.
Aç ayı oynamaz.
*
Sabreden derviş windowsu çalıştırmış.
Sabreden derviş muradına ermiş.
*
Kılavuzu animatör olanın burnu 3d den kurtulmaz.
Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan kurtulmaz.
*
Virüsünü temizlemeyen diskini temizler.
Kızını dövmeyen dizini döver.
*
Upgrade ı an, tornavidayı hazırla.
İti an çomağı (değneği) hazırla
*
Pc ye mac vermişler, ille de windowsum demiş.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş.
*
Dos işler windows övünür.
Alet işler el övünür.
*
Patch i çıkmamış programdan ümit kesilmez.
Çıkmamış candan ümit kesilmez
*
Kimine adlip söz, kimine sb live az.
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.
*
Bana bilgisayar verin interneti göçüreyim.
Bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden kaldırayım.
*
Ak anti-virüs kara gün içindir.
Ak akçe kara gün içindir.
*
Dos kocayınca windows un maskarası olur.
Kurt kocayınca, köpeklerin maskarası olur.                                                                                                  
***

            Bilgisayar incilerini uzatmak mümkün. Biz bu kadarla yetinelim. Nasıl beğendiniz mi? Bu sıkıntılı günlerimizde sizi günlük konularla sıkmak istemedim. Konular çok sıkıcı çünkü. Ama şurası da gerçek; dünya eskisinden çok farklı, gelecekten ümit kesmemize hiç gerek yok! Sadece dikkatli olmak ve aklımızı her zamankinden daha fazla duygularımızın önünde tutmak zorundayız. Bunu başarırsak gelecekte de varlığımızı sürdürürüz.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 25.06.10

ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -6


Yazı dizisinin bu son bölümü diğer 5 bölüm nedeniyle uyarı aldıkları gerekçesiyle yayınlanmadı. Ayrıca Çingene demek yasalara aykırıymış. 
     
 ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Yardım amacıyla Filistin’e giden Marmara gemisine İsrail’in uluslar arası sularda saldırması üzerine yazdığım yazıda Yahudilerle Çingenelerin uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaştıklarından söz edince, Çingeneler hakkında da yazmaya karar verdim. Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güç ile, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kalmıştı. Bu 6 bölümlük yazı dizisini o amaçla hazırladım. Bugün okuyacağınız 6. bölümle,  dünyada Çingenelerin ülkelere dağılımıyla dünya Çingene konferansını konu edinerek dizi yazımızı bitiriyorum.

***   ***


Bu sonuçlar günümüz sonuçları değildir. Bugün bu rakamlar yerleşiklik ölçüsü esas alınırsa göçerliğin azaldığını görebiliriz. Aradan geçen zaman, nüfusta bir artışı beraberinde getirmiştir mutlaka. Nüfus sayısına ortalama %50 fark konulmalıdır.
Gene aynı araştırmaya göre Avrupa ülkelerinde durumun ne olduğunu görelim.
1970-1980 yılları arasında Avrupa'da takriben 4 milyon çingene olduğu hesaplanmıştır. Hindistan dışında Asya, Amerika ve dünyanın diğer yerlerindeki çingeneler ise 3-4 milyon olarak hesap edilmektedir. Böylece Hindistan hariç dünya çingenelerinin sayısı 7-8 milyon olarak tespit edilmektedir.
1988 yılındaki tahminlere göre Çingenelerin ülkelere göre dağılımı ve genel sayısı şöyledir:

Yugoslavya : 650.000
Romanya : 540.000
Türkiye : 500.000
Macaristan : 500.000
İspanya : 450.000
Rusya : 370.000
Bulgaristan : 300.000
Çekoslovakya : 200.000
Fransa : 90.000
İtalya : 90.000
Yunanistan : 50.000
İngiltere : 50.000
Federal Almanya : 50.000
Arnavutluk : 50.000
Portekiz : 50.000
Hollanda : 30.000
Belçika : 14.000
İrlanda : 10.000
İsviçre : 10.000
Avusturya : 9.000
İsveç : 8.000
Finlandiya : 6.000
Norveç : 4.000
Danimarka : 3.000
Doğu Almanya : 3.000                                                     ________________________________________                                                                            Toplam 4.487.000

Günümüzde Çingenelerin durumunu görelim şimdide.
Çingenelerin artık içinde yaşadıkları topluma entegre olmaya başlaması ve eski kimliğini tamamen terk etmiş olmasıdır. Biz çok sayıda olmasa da, eski yaşayışlarını, dillerini, kimliklerini tamamen terk edip yeni bir hayata başlayan esmer vatandaşlarımızın varlığına şahit olduk. Özellikle Çankırı elekçilerin çok fazla olduğu sanılan bir ilimiz olmakla beraber, burada eski kimliklerini devam ettirenlerin çok az olduğu görülmektedir (burada benim gözlemimi de eklemek istiyorum. Elektrik süpürgesinin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte kentimizdeki süpürgeci Çingeneler işverenlikten işçiliğe gerilediler. Bir kısmı belediyelere girerek geri hizmetlerde, bir kısmı ya gündelik işlerde, yada küçük işletmelerde çalışmaya başladılar. Bir kısmı da işsiz güçsüz kaldılar. A.G.). Aynı şeyi pek çok ilimizde de görmek mümkündür. Dolayısıyla önceki yıllarda verilen rakamlara göre fazla bir artış olmamasının ana sebepleri bizce bunlardır

Bizde durum böyle. Ülkemiz planlı ekonomiden çıktığından beri herkes kaderine terk edilmiş durumdadır. Ülkemizde çok uzun süreden beri tamamen serbest piyasa kurallarına bağlı, insanı değil kârlılığı gözeten bir dünya görüşü hakim. İşsizlik herkesim için yaygın endişe kaynağıdır. Çingeneler de, değişen çağa göre geri kaldığı oranda, işsizliğe mahkûm olmaktadır. Eğitim seviyelerinin azlığı, ve örgütlenme bilinçlerinin olmayışı sorunlarını çözmelerine engel oluşturmaktadır. Avrupa da durum nasılmış, Çingenler bu konuda neler yapmışlar, birde onu görelim.
Avrupa Çingenelerinin yıllar öncesinden örgütlenmelerini başarmış olmalarına rağmen, ülkemizdeki Çingenelerin bunu henüz gerçekleştirememiş olduklarını görüyoruz. Aslında Avrupa Çingenelerinin bu örgütlenişini Avrupa’nın demokratik ortamının yanı sıra, oradaki Çingenelere yönelik baskılar ve misyonerlik faaliyetlerine bağlamak mümkündür. Almanya’da 1903’de Schlesien’de “Güneydoğu-Avrupa Misyonu” isimli örgüt kurulmuştur. Bunu 1913’deki merkezi Zürih’de olan “İsviçreli Çingeneler” teşkilatı takip etmiştir. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de daha sonraki zamanlarda bilhassa 1948-1983 yılları arasında pek çok farklı Çingene örgütleri teşekkül etmiştir. 1955’den itibaren de Çingene konferansları başlatılmıştır. Sonra Nisan 1971’de Londra’da “1.Enternasyonal Çingene Konferansı” tertip edilmiştir. Bu konferansa 14 ülkeden delegeler katılmıştır. Konferansın başkanlığını Yugoslav delegesi Slobodan Berberski yapmıştır. Konferansın ana konusunu, bilhassa Almanya’daki Çingenelere yönelik ırkçı cinayetler, maruz kaldıkları insanlık dışı uygulamalar, hakaretler ve Çingenelerin kullandığı kamp alanlarının kanunsuz bir şekilde yasaklanması teşkil etmiştir. Ayrıca bu konferansta Avrupa Çingenelerinin genel sorunları da dile getirilmiştir. Nisan 1978’de ise Genf şehrinde “2. Dünya Çingene Konferansı,” 26 ülkeden gelen 120 delegenin iştirakiyle gerçekleşmiştir. On iki oturumdan oluşan bu konferansta dünya Çingenelerinin genel sorunları tartışılmıştır. Konferans, bütün oturumların başkanlığını yapan Dr. Jan Cibula’nın “Genf Açıklaması” olarak isimlendirilen şu ifadesiyle son bulmuştur: “ Ben Çingene doktorum. İnsanları fakir, zengin, beyaz ya da siyah diye ayırmaksızın iyileştiriyorum. Hiç bir ayırım yapmaksızın herkese gerekli ilaçları, bilgimi ve kalbimi veriyorum...Biz insani dünyada insani varlığımızla yaşamak istiyoruz. Biz cemiyetin (örgütün) kapısını açtık. Kapalılığı gerimizde bırakmak, eski günahlarımızı unutmak istiyoruz. Biz güneşin altında bir yer istiyoruz. Karanlık dünyamızda, çocuklarımızın iyiliği elde etmesi, kültürümüzü herkese-bizim dışımızdaki herkese sunabilmeleri için aydınlık bir hava arzuluyoruz.”
ATO/Ankara Ticaret Odası, yerinde bir hareket başlattı, Gönül Panayırı denen teşebbüsle ev ve iş yerlerindeki fazla eşyaları alıp ihtiyaç sahiplerine dağıtıyor, hareket devam etmekte. Hafta başında buna dair tafsilatlı bir yazı kaleme aldık. O yazıyı kaleme alırken öteden beri rahatsızlığını yaşadığımız bir başka ihtiyaç daha aklımıza geldi.
Evlerde, iş yerlerinde, hatta okullarda okunmuş gazete ve dergilerle kullanılmış cam ve pet şişeler, plastik mamulat neredeyse bir problemdir. Gelişmiş ülkeler, kâğıt, cam ve plastiği sanayiye yeniden kazandırırlar. Buna dair ev ve mahallelerde tedbirler alınmıştır. Bizde ise bazı belediyelerin şehrin sokak başlarına koyduğu cam atma tankları çok fazla işe yaramadı, haylice uzaktalar ve sayıları da az. Halbuki bunların çoğunun ham maddesi dövizle ithal edilmekte..
Bu alanda büyük bir israf yaşanıyor.
Her sene yüz binlerce ton cam, kâğıt ve plastik kaybolup gitmekte.
Bu israfa milletçe seyirciyiz, veya müsrifliği milletçe işliyoruz. Ne kadar yazık! Bunlardan elde edilecek tasarrufla binlerce yoksul ev sahibi yapılır, on binlerce talebe okutulur.
Ancak vatandaş ne yapsın?
Ortada bir mekanizma yok. Cam şişeyi de plastiği de kâğıdı da mecburen çöpe veriyor.
Bundan dolayı böyle bir israfla mücadele ettikleri için Çingeneleri takdir ediyoruz. Sabahın erken saatinde kadınlı-erkekli sokaklardaki çöp bidonlarından çöplüklerden çuval çuval kâğıt, plastik, şişe, demir toplayarak sırtlanıp satıyorlar. Bu vatandaşlarımızı da tıpkı yaz-kış demeden büyük şehirlerin oto kavşaklarında gül pazarlayan Çingeneleri takdir ettiğimiz gibi takdir ediyoruz.
Belediyeler, Çevre Bakanlığıyla iş birliği yaparak aynı zamanda çevrecilik olan, kendiliğinden gelişmiş bu hareketi bir sisteme bağlamalı. 
Mesela, en fazla kâğıt, en fazla plastik en fazla cam toplayanlar ödüllendirilebilir. Belki temizlik işçileri dahi prim usulüyle işin içine katılmalı. Şehir uyurken sabahın köründe karı koca, oğul uşak atlı arabalarıyla mahalle mahalle atık madde arayıp toplumu israf günahından da kurtarmaya çalışan, o maddeleri yeniden ekonomiye kazandıran Çingeneler özendirilmeli, ödüllendirilmeli. Neden münasip motorlu vasıtalar değil de at ve ilkel araba? Bu insanlar ekmeklerini hangi şartlarda nereden çıkartıyorlar?
Görev Çevre Bakanlığınındır. 
Fotoğrafı hükümete taşıyıp gerekli tahsisatı almalı ve olaya eğilmelidir.
Yağmurda- yağışta, kavuran sıcakta gül satanlarına da, sabahın ayazında titreye titreye çuval çuval israfı yüklenip götürene de teşekkürler, esmer vatandaşlara teşekkürler.
Geçek gündem bu.
Gerçek gündem hayat.

***   ***

Yazımızın sonunda ünlü Çingeneleri sunmak isterdim. Bir çoğunu biliyorsunuz.
Ama içlerinden bir çoğunun da Çingene olduğuna okusanız, şaşardınız. Ne fark eder? Önemli olan önce kendine, sonra herkese faydalı, insan sever, yurt sever, ilkeli insan olmak değil mi? Maalesef bu isimleri kişileri rencide etmemek için veremeyeceğim. Şu iç sansür denen şeyi belki de onaylamayacak ve o meşhur Çingenelerin kimler olduğunu öğrenmek isteyeceksiniz. Buda en doğal hakkınız. Beni bağışlarsanız gazetemizin yayın hayatında herhangi bir güçlükle karşılaşmaması için bu listeyi vermeyeyim. Ararsanız bu konuda umduğunuzdan daha çok bilgi bulabilirsiniz.

Dizi yazımız burada sona eriyor. Muhakkak ki bu yazımızın bir takım kusurları vardır. Eksik gördüğünüz, anlatılmamış pek çok konu aklınıza gelebilir. Ya kaynak yetersizliğinden, yada konunun dağılmaması amacıyla yazıya bu şekilde yön vermek zorunda hissetim kendimi. Umarım hoş görürsünüz.


BİTTİ


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

***
Yayınlanmayan bu yazı böyle bitmişti. Oysa bir çok ünlü Çingenin adını yazının bu bölümüyle tepki görmemesi için çıkarmıştım. Aşağıya yazının bitirmek istediğim biçimini de ünlü Çingenelerin listesiyle ekliyorum.


***


Yazımızın sonunda ünlü Çingeneleri sunuyorum. Bir çoğunu biliyorsunuz. Ama içlerinden bir çoğunun Çingene olduğuna şaşıracaksınız. Ne fark eder? Önemli olan önce kendine, sonra herkese faydalı, insan sever, yurt sever, ilkeli insan olmak değil mi?

İŞTE ÜNLÜ ÇİNGENELER 

* Türkan Şoray (Sinema sanatçısı) 
* Kibariye (Ses sanatçısı) 
* Ebru Gündeş (Ses sanatçısı) 
* Hüsnü Şenlendirici (Klarnetçi) 
* Adnan Şenses (Ses sanatçısı) 
* Sibel Can (Ses sanatçısı) 
* Sibel Turnagöl (Oyuncuşarkıcı) 
* Sadri Alışık (Sinema sanatçısı) 
* Safiye Ayla (Ses sanatçısı) 
* Muazzez Ersoy (Ses sanatçısı) 
* Nalan Altınörs (Ses sanatçısı) 
* Burhan Öcal (Ritim ustası) 
* Kadri Şençalar (Sanatçı) 
* Mustafa Kandıralı (Klarnetçi) 
* Orhan Gencebay (Besteci ve ses sanatçısı) 
* NİHAT ERİM: Anayasa Profesörü. 1971 yılında Kocaeli Milletvekili olarak girdiği Meclis´te hükümeti kurmakla görevlendirildi. Erim, 26 Mart 1971´de kurduğu hükümetin Başbakanı oldu. Türkiye´nin 12. Başbakan´ı olarak politika tarihine geçti. 
* ATİLLA KARAOSMANOĞLU: Nihat Erim´in hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Karaosmanoğlu o sıralarda Dünya Bankası´nda Başkan Yardımcısı olarak çalışıyordu. Ekonomiyi düzeltmek için Türkiye´ye çağırılmıştı. 
* LALE AYTAMAN: Türkiye´nin ilk kadın valisi. 1991´de Muğla Valiliği´ne atanmıştı. 
* TURAN GÜNEŞ: Anayasa Profesörü. Ecevit Hükümeti´nde Dışişleri Bakanlığı yaptı. 
* PROF. DR. HİKMEK ŞİMŞEK: Ünlü Orkestra şefi. (5 Şubat 2006´da öldü) 
* SADİ SOMUNCUOĞLU: DSP-MHPANAP Koalisyon Hükümeti´nde Devlet Bakanlığı yaptı. MHP´li. 
* PROF. DR. HURŞİT GÜNEŞ: 2005´te Deniz Baykal´a karşı CHP Genel Başkanlığı´na adaylığını koydu. 

22 Haziran 2010 Salı

ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -5


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE 

            Yardım amacıyla Filistin’e giden Marmara gemisine İsrail’in uluslar arası sularda saldırması üzerine yazdığım yazıda Yahudilerle Çingenelerin uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaştıklarından söz edince, Çingeneler hakkında da yazmaya karar verdim. Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güç ile, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kalmıştı. Bu 6 bölümlük yazı dizisini o amaçla hazırladım. 5.’sini verdiğim bugünkü bölümde,  Cumhuriyet Türkiye’sinde Çingenelerin illere göre dağılımıyla dizi yazımıza devam ediyorum.

***   ***


Kahramanmaraş
Merkez: Sakarya Mahallesi : 3.000
Kendilerini “Kahraman Maraş Aşireti” olarak takdim eden bu insanlar yarı göçer bir hayat yaşamakta ve geçimlerini pazarlamacılık, bohçacılıkla temin etmektedirler.
Kayseri 
Merkez: Gaziosman, Yavuzlar ve Yunusemre : 3.000
Bohçacılık başta olmak üzere Kayseri Çingenelerinin ana geçim kaynaklarını oluşturmaktadır.
Kırklareli 
Şehir Merkezi: Tomoğlu Mahallesi (4.000) ve Doğu Mahallesi (2.000) : 6.000
Müzisyenlik, arabacılık, pazarcılık, hamallık, gündelikçilik ve temizlikçilik ve hurdacılık Kırklareli Romanlarının genel geçim kaynaklarını oluşturmaktadır.
Kırşehir 
Merkez: Bağlarbaşı Mahallesi : 600
Başlıca geçim kaynakları çalgıcılık, çengicilik ve bohçacılıktır.
Konya 
Merkez: Muhacir Pazarı : 3.000 
Ilgın: : 600 
Akşehir: İstasyon Mahallesi civarı : 2.000 
Toplam 5.600 
Konya Çingeneleri geçimlerini genellikle müzisyenlik, çalgıcılık, bohçacılık, sepetçilik ve elekçilikle temin
etmektedirler.
Malatya 
Merkez: : 2.500
Esas merkezlerinin Malatya olduğunu söyleyen “Melikan” veya “Melikli Aşireti” Türkiye’de dağınık olarak göçmen bir şekilde yaşamaktadır. Kendi ifadelerine göre Adana, İskenderun, Gaziantep, Kayseri, Konya ve Konya Ereğli’de bunların akrabaları bulunuyor. Bunların başlıca geçim kaynağı horoz (Hint horozu) döğüşüdür. Bunun yanı sıra pazarlamacılık da yapmaktadırlar.
Manisa 
Akhisar: Yeldeğirmeni Mahallesi : 3.000
Akhisar Çingeneleri geçimlerini ziraatçılık başta olmak üzere, hasat zamanında pamuk tarlalarında
gündelikçiliğin yanı sıra bohçacılık, çalgıcılık, müzisyenlik ve çok azı da sepetçilikle sağlamaktadırlar.
Muğla 
Fethiye: Günlükbaşı, Cumhuriyet Mahallesi ve Deppoy : 6.000
Ortaca: : 6.000
Milas: Dibekderesi Köyü : 250
Toplam 12.550
Fethiye ve Ortaca Çingeneleri bohçacılık, sepetçilik ve düğünlerde çalgıcılık müzisyenlik yaparak geçimlerini sağlarken, Dibekderesi’ndekiler ise sadece müzisyenlikle geçinmektedirler. Milas ve Bodrum civarındaki yerli halkın düğün ve eğlenceleri bunlar tarafından yapılmaktadır.
Ordu 
Merkez: : 500
Fatsa: Mandıra Mahallesi : 120
Toplam 620
Bunlar geçimlerini bohçacılık, evlerde temizlikçilik, tefecilik, dilencilik ve az da olsa gayrimeşru işlerden sağlıyorlar.
Osmaniye
Merkez: Yeşilyurt Mahallesi : 3.000
Osmaniye Çingeneleri cambazlık (hayvan ticareti), pazarcılık, hamallık, bohçacılık, ticaret ve müzisyenlikle geçimlerini temin ederler.
Samsun
Merkez: Cezaevi (Sanayi Mıntıkası), Sosyalmesken Evleri, Terminal Mahallesi, 
Modernpazar Civarları :4.000
Bafra: : 300
Çarşamba : 700
Toplam 5.000
Bunlar geçimlerini çocuklar ayakkabı boyacılığı, kadınlar evlerde temizlik işleri, erkeklerde taksi ve dolmuş duraklarında simsarlık ve taksicilik, tıkanan lağımları açma işi, tuvalet işletmeciliği yapıyorlar. Buna rağmen ikamet ettiği evler lüks olup, ekonomik seviyeleri iyi görünmektedir. Bunlarda müzisyenlik mesleğinin icra edildiğine şahit olunmamıştır. Çarşamba’dakiler ise geçimlerini daha ziyade sümüklüböcek ve kurbağa toplayarak sağlamaktadırlar.
Sivas
Merkez: İstasyon Mahallesi civarı : 2.000
Bunlar “Poşa” olarak bilinmektedir. Geçimlerini bohçacılık ve çalgıcılıkla sağlıyorlar.
Tekirdağ
Şehir Merkezi: Aydoğdu Mahallesi (2.000), 
Çukurova Mahallesi (200), 
Zafer ve Kanarya Mahalleleri (500) : 2.700
Çorlu: Hıdırağa Mahallesi ve Hatip Mahallesi (Kore Semti): 15.000
Lüleburgaz: : 5.000
Toplam 27.700
Tekirdağ Romanları (Çingeneleri) geçimlerini çalgıcılık, müzisyenlik, hamallık, ayakkabı boyacılığı ve kadınların gündelikçiliği, tuğla fabrikasında tuğla dizme işleriyle sağlamaktadır. Çorlu ve Lüleburgaz’dakiler ise müzisyenlik, hamallık, cambazlık (hayvan ticareti), inşaat işçiliği, tombalacılık ve kadınlar da temizlikçilikle hayatlarını kazanmaktadır.
Tokat
Suluova: : 1.000
Erbaa: : 300
Niksar: : 100
Toplam 1.400
Başlıca geçim kaynakları bohçacılık, elekçilik ve dilencilikten oluşmaktadır. Eskiden söğüt dallarından sepet yapma işiyle de uğraşırlarmış. Günümüzde bu meslek terk edilmiştir.
Trabzon
Merkez: Ortahisar, Dere Mahallesi ve Değirmendere Mahallesi: 1.000
Genellikle erkekler inşaat işçiliği, hamallık, çocuklar ayakkabı boyacılığı ve kadınlar ise temizlikçilikle geçimlerini temin etmektedirler.
Van
Merkez: Kaledibi : 2.000
Bunlar Mıtırp olarak anılmakta ve geçimlerini müzisyenlikle temin etmektedirler. Özellikle de davul ve zurna bunların baş müzik aletleridir. Ticaretle uğraşan ve çok zengin olanlarının olduğu da söylenmektedir.
Zonguldak
Merkez: 2. Makas Mahallesi, Alt Tamaşarlık, Baştarla, Çaycuma Gökçebey Mahallesi, Kokaksu, Devrek, Çaydeğirmeni Mahallesi, Çadalağzı, Kilimli : 5.000
Karadeniz Bölgesi'nde Çingenelerin en fazla olduğu il Zonguldak’tır. Başlıca geçim kaynakları; kaçak madencilik, taş kömürü trenlerinden dökülen kömürleri toplayarak satma ve hurdacılıktır.
Tam göçer Çingenelerin toplam sayısı 30.000’i geçmemektedir. Buna yarı yerleşikler de ilave edildiğinde göçer Çingene sayısı 100.000’e yaklaşmaktadır. Bu rakamlara göre Türkiye’de yaşayan bütün Çingenelerin toplam sayısı 600.000’e yaklaşmaktadır.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

 Yayın Tarihi22.06.10/salı

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 47


            Merhaba sevgili okurlar. Pazar günü bütün bir hafta dinlenmeyi kurduğumuz, günleri iple çeke, çeke getirdiğimiz tatil günüdür. Fakat tatil günleri biz çalışma günlerinden daha çok yoruluruz. Buna akıl sır erdiremedim gitti. Neden böyle olur? Çalışmadan insan yorulur mu hiç? Oysa bir pikniğe, yada bir sahil kasabasına denize giderek yorgunluk atma hayalleri kurmaz mıyız? İşte tatil günleri buna fırsat verir. Eşimizi, çoluk çocuğumuzu alır bir yerlere gideriz. Akşam eve döndüğümüzde ne çok yorulduğumuzu fark ederiz. Kim sorarsa biz dinlenecektik. Giderken yapılan hazırlık, dönerken toplanma sırasında eşya kaybetmeme telaşı başlı başına iştir. Birde oralarda ilk gençlik günlerimizdeki gibi biraz hoplayıp zıpladıysak vah halimize ki, ne vah.. birkaç gece uyku haramdır bize.

            Rahmetli babam kamyon şoförüydü. Evine hep hasretti. Hafta sonu yerinden kıpırdamazdı. Hele yolculuk hiç yaptıramazdınız. Rahmetli; tatil denilince yatmak ve bol, bol uyumak anlardı. Ünlü tiyatrocumuz Ferhan Şensoy bu konuda bir sohbetinde “tatil, yatmaktır” demişti. O zihnen bile hareketsizliği savunuyor. Bütün bir hafta o kadar yorulan başka bir şey düşünemez ki. Bence tatillerde konusu sıkıcı olmayan, sürükleyici romanlar okunmalı. Şiir severseniz şiir kitapları da önerilebilir. Bu günde her Pazar olduğu gibi, birazda bu amacı güderek şiirlerimi sunmaya devam edeceğim.

            İlk şiir günlerin birbirinden farksız olduğuna vurgudur. Onları ad vererek anlamlandıran biziz.

….    ….   

Ne günüydü
Günlerden neydi
Rengi yok günlerin
Kokusu yok
Adından başka
Hiçbir şeyi yok
Ne uzun
Ne kısa
Hepsi yirmi dört saat
Her gün aynı
Önceki günden farkı yok
Bu günün.
Sonraki gününde farkı olmayacak
Bu günden.
Sıralanmışlar, zincirlerin halkaları gibi
Bir trenin vagonları gibi
Birbirinden farksız
Haftalara aylara,
Mevsimlere yıllara
Uğramadan geçmez.
Kayboluyoruz içinde
Meçhule taşınıyoruz.

Aydın Göle
23 eylül 2002

***   ***

            Burada okuyacağınız numarasız ve isimsiz beş şiir, sevdiğim ve yaşama azmini takdir ettiğim Esra Kol’la bir telefon görüşmesi sırasında deliliğin sınırlarında yaptığımız sohbetten sonra doğdu. O panik atak ve paranoya teşhisiyle tedavi görüyordu. O sıralar yazdığı şiirleri bir görseniz.. ben ona bu şiirle bizim dışımızdaki hayata bakmadan kendimizle yoğunlaşarak bir yere varılamaz demek istedim. Asıl bundan ayrı kalmak delilikti.

....    …. 

Bardakta duran dişlerin gibi
Umutsuzluklar ısırır
Ansızın dallanan dilin
Zehirli mantardır, kovuklarda.
Kaktüs kılıcına asılı,
örümcek ağı mıydın
Metroda paket içinde
Bir dansöz cesedi miydin
Nemli hülyaların zıddı mıydın
Yırtık mektup dolu vazo mu
Pencereler titrerdi
Bir gri bulut titrerdi
Hava sürtünüyordu soğuk, soğuk
Niyetleri karmakarışık eder mi
Mutfakta pişirilen bir çağın
İçinden bir kelime
Kopup gelirse

Aydın Göle
24 eylül 2002

***   *** 

            Yukarda da dediğim gibi bu şiirler Esra Kol’la yaptığım bir telefon sonrasında bu şiirler doğdu. Oysa biz bu konuları konuşmamıştık bile. “mutfakta pişirilen bir çağın içinden bir kelime kopup gelse” niyetler bozulur, hele bu çağı yapanların ısrarlı çabaları (ki şiirin “acımasız sürekliliği vardı” mırası buna vurgudur.) bizi kendimizle yoğunlaşmaktan alıkoyacak bir geleceğin işaretidir diyorum.

....    ....

Acımasız sürekliliği vardı
Gül deresinde laleler akardı
Mantığı, hareketleri alt üst
Dehşetli çıplak andı
Acıtıyordu, acıtmadığı yer yoktu
Aynı dünyayı iki kere yendim.
Karşılığında
Avrupa’nın işkence salonlarına
davet aldım.
Giriş izni almadan kapılardan geçtim
Tarihin yapılışına yaklaştım
Kokusundan başım döndü
Sendeledim, düşecektim.
Nerdeyse hayata küsecektim.
Vazgeçtim o bitmez yolculuklardan

Aydın Göle
24 eylül 2002

***   *** 

            Bütün hastalar hastalıklarını bilir ve hasta olduklarını kabul ederler. Sağır olanlar bunun dışındadır. Birde delirenler.. bu şiirle birazda bunu anlatmak istedim.

....    .... 

Ben delirmedim
Sandalyeler masalar bana düşman kesildi
Güneş delirdi, deniz delirdi
Her şey biçim değiştirdi
Her şey delirdi, biçimler delirdi
Ben delirmedim.
Seni bilmem.
Fakat ben
Herkesten ve senden
Daha çok görüyorum
Görülmeyeni görüyorum
Sen boşuna bakma
Biçimler yerlerinden kaçmış
Yerinde durmuyor hiçbir şey
Düşüncelerim damlıyor
Islanan yerleri siliyorum
Gün boyu yürüyüşlerimin,
yorgunu ayaklarım.
Yıldızları öğrenecektim yürekten
Ağaçların altında şarap içecektim
Piyanoyu yakacaktım hatta
Ben delirmedim
Yok, yok, ben delirdim
Hayatı sunileştirip,
Yıldızları piyanoya düşürüp
Ben delirdim.

Aydın Göle
25 eylül 2002

***   ***

            Deliler gecenin ayla aydınlanmış yüzünde heykel gibi dururlar. Her taş onların kaidesi. Bu şiirde aynı telefon görüşmesinden sonra okuduğum Y.K. Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından alıntılarla oluştu.

….    ….

Delilerin temelidir her taş
Her taşa otururlar azametle
Anlayamaz kimse amaçlarını
Kurulu saat gibi
Sağanak yağmur gibi
Konuşurlar durmadan
Anlatamazlar hiçbir şeyi

Düğümlerle bağlanmış, renk, renk ipler gibi
Kesik, kesik konuşurlar
Durmadan konuşurlar
Her düğümde rengi
Başkalaşır iplerin

Aydın Göle
25 eylül 2002

***   ***

            Sırada kısa mesajla gönderilmiş şiirler var. Gene sevda var bu şiirde. Sevenin kendine söz geçirememesini vurgulamak istedim.

….    ….

193
Kelebekler
Gökyüzünün nazlı çiçekleri
Rüzgârlarla savrulur ya oradan oraya
Sen gönlümün şeytan uçurtması
Senle savruldum yıllara
Beni yenik düşürdün zamana
Sözüm geçmez kendime bile

Aydın Göle
25 eylül 2002

***   ***

            Atilla İlhan bir şiirinde “ayrılık sevdaya dahil” demişti. Evet sevdada ayrılık var. Her ayrılık yürek yakar, sevdanın ayrılığı da bir başka türlü yakar. Bu şiirle bunu vurguladım. 

....    .... 

194
Kıyamet sevgi bitince başlar
Seversen yürekten, görürsün
Dağlar devrilse yankısı,
Yürek sökülse sancısı,
Olur muydu bu kadar.
Gök kuşağımda renkler siyah

Aydın Göle
25 eylül 2002


….

            Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar. Haftaya görüşmek ümit ve dileğiyle, hoşça kalın.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 20.06.10