15 Haziran 2010 Salı

ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -1

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Yardım amacıyla Filistin’e giden Marmara gemisine İsrail’in uluslar arası sularda saldırması üzerine yazdığım yazıda Yahudilerle Çingenelerin uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaştıklarından söz edince, Çingeneler hakkında da yazmaya karar verdim. Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güç ile, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kalmıştı. Bu 6 bölümlük yazı dizisini o amaçla hazırladım.

***   ***   ***

Dünyada vatansız, gittiği yeri vatan edinen iki millet var. Biri Çingeneler, diğeri de İbrani’lerdir. İsrailoğulları’ndan olan İbrani’ler çok büyük bir çoğunlukla Musevi, yani bizim dilimize yerleşmiş biçimiyle Yahudi dinine ve İbranice denen bir dile sahipken, Çingeneler gittikleri ülkelerin dinini ve dilini benimsemişlerdir. Yazımızın konusu Çingeneler fakat, (İsrailoğullarına dinleri millet dini olduğu için dini ve milli kimliklerinden söz ederken onlara  sadece Yahudi diyoruz) benzerlikleri hiç olmamasına rağmen, Yahudilerle ortak bir kaderi paylaştıklarından dolayı iki milleti birlikte anma gereği duyuyorum.

Ortak kader diyebileceğimiz örnekler çoktur. Biride ikinci dünya savaşı sırasında Nazi Almanya’sında uğradıkları soykırımdı. İlerleyen bölümlerde bunu ayrıntısıyla göreceğiz. İki milletin ortak kaderi toprağa bağlı olmayışlarıydı. İşleyecek toprağa sahip olamadıklarından hiçbir zaman çiftçilik yapmamışlar, geçimlerini zanaatkârlıkla sağlamışlardır. Bu konuda yapılan bir açıklamada (Günümüzde halen Hindistan’da yaşayan Çingenelerle, dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Çingeneler hiçbir zaman asabiyet sahibi olmamışlardır. Çünkü asabiyetin öncelikli şartı, sürü beslemek
ve otlak alanları için bitmeyen savaşlara girmiş olmaktır. Çingeneler sürü beslemeyen göçebelerdir. Dolayısıyla otlak alanları için büyük savaşlar yapmamışlar, savaşçı bir karakter geliştirmemişlerdir. Bu özellikleri ile Çingeneler, kendilerini köleleştiren devletlere ancak zanaatçılıkları ile yararlı olabilirler. Nitekim de öyle olmuştur.)
denmişti.
Çingenelerle Yahudileri burada birbirinden ayıran önemli bir fark var. Yahudiler  ayakkabıcılık, terzilik, kuyumculuk gibi daha önemli ve ustalık isteyen zanaatlarla meşgulken, Çingeneler kalaycılık, sepetçilik, bakırcılık gibi daha hafif zanaatları tercih etmişlerdir. Müzik konusundaki doğal yetenekleri Çingeneleri Yahudilerden farklı kılan bir başka özelliktir.

Başka bir yazıda incelemek üzere Yahudileri burada bırakarak Çingenelerle devam edelim.

Çingeneler nasıl tarih sahnesine çıkmışlar önce onu görelim. Bu konuda birkaç görüş var. Bir söylentide olsa ilki şöyle:

“Yüzyıllar önce Hindistan’da kendilerine Roman diyen bir kabile yaşardı. Romanca (Romani) konuşurlardı.. Şeflerinin küçük bir oğlu vardı. Adı Çen.. Yörenin kralının bir gün bir kızı oldu. Kahinler, ülkenin bir gün istilaya uğrayacağını ve gelenlerin kralın kızını öldüreceğini söylediler.. Kral, kızını kurtarmak için bir çare buldu.. Gan adını verdiği küçük kızı, Roman şefine emanet etti.. “Bunu kendi kızın ilan et, öyle büyüt.. Senin değil, kralın kızı olduğunu, sadece sen, karın ve ben bileceğiz dünyada, başka kimse bilmeyecek” diye yemin ettirdi.. 
Çen ve Gan birlikte büyüdüler. Çen evlenme yaşına geldi, ama kendisine gösterilen dünya güzeli kızların hiçbirini beğenmedi. Garip bir hisle, kız kardeşi bildiği Gan’a yakın hissetti hep kendini.. Oğlunun sararıp solduğunu gören annesi, işin iç yüzünü anlayınca, yemini bozdu ve Çen’e:

“Gan’la evlenebilirsin, çünkü o senin kardeşin değil” dedi. 

Çen Gan’la evlenince, Romanlar ikiye bölündü. Bu sırada kahinlerin dediği de olmuş, Makedonyalı İskender’in orduları Hindistan’ı istila etmişlerdi..
Romanların Çen ve Gan’ı destekleyenleri, onların peşine takılıp ülkeyi terk ettiler.. Kendilerine de Çengan dediler. Durumu öğrenen kahinler, istiladan sorumlu tuttukları Çenganları lânetlediler.. “

Aynı yerde iki gece üst üste uyuyamayın. Aynı kuyunun suyunu iki defa içemeyin. Aynı nehri iki defa geçemeyin” dediler.. 

            Göçebe Çenganlar önce Mısır’a yerleşti.. Orayı da Araplar istila edince bu defa Ermenistan’a göçtüler ve “Biz Mısır'dan geldik” dediler.. Mısır Egypt, okunuşuyla söyleyecek olursak Ecipt diye bilinirdi.. Bu yüzden gelenlere “Mısırlı” anlamına “Cipsi/ Gypsy” dedi Ermeniler.. 
Orada da rahat edemediler ve sonunda Osmanlı İmparatorluğu'na taşındılar ve Osmanlılarla birlikte Rumeli'ye, en başta da Macaristan'a taşındılar..
Sonra Avrupa'nın tümüne yayıldılar. İspanya'da efsane oldular..”

İkinci görüş daha gerçekçi duruyor:

Çingene; Hindistan’ın Pencap-Sind nehir havzası boyunca Pakistan ve Afganistan’ın da içinde bulunduğu bölgelerden tüm dünyaya yayılmış koyu renk tenli Kafkasoid, Hint kökenli halk topluluğuna deniyor. Gazneli Mahmud’un Hindistan’ı işgali esnasında göçe başlayan çingeneler; Arabistan, Mısır üzerinden Kuzey Afrika’ya, İran, Türkiye hattından da Avrupa ve tüm dünyaya yayıldılar.

Başka bir incelemeden de şunları öğreniyoruz:
Çingenelerin dil ve menşeleri üzerinde çalışmış olan XIX. yüzyılın en meşhur alimlerinden A. F. Pott ve Franz Miklosich; Çingene isminin, Hint kast sisteminin en alt tabakasının müzisyen ve şarkıcıları olan “doma” veya “domba”lardan geldiği görüşündedirler.
Parisli dil araştırmacısı Jan Kochanowski ve Pencablı W. R. Rishi, “Rom” (çingen) kelimesini, Ramayana ve Mahabharata destanlarının efsane kahramanları “Rama” ile irtibatlandırmayı denemişlerdir.
İran’daki Çingeneler arasında “rom” ifadesi bilinmemektedir. Farsça’da Çingene için “kevlî” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kevli kelimesi; Behram Gur (420-438) zamanında Hindistan’dan İran’a gelmiş olan grup veya taife anlamına gelmektedir. Ermenistan’da “Lom”, İspanya’da insan ve kara gibi anlamlara gelen “Kalo” (çoğulu Kale), İtalya ve Almanya’da ise “Sinto” (çoğulu Sinti) şeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizde bunlar, yerli halk tarfından “Çingene” genel adıyla anılmaktadır. Lâkin yörelere göre de onlar çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır: “Roman” (Batı Anadolu ve Trakya), “Mutrib” (Van ve Ardahan civarı), “Elekçi” (Orta Anadolu), “Poşa” (Erzurum, Artvin, Erzincan, Bayburt ve Sivas), “Esmer vatandaş,” “Köçer.” “Arabacı” (Anadolunun pek çok yerinde), “Sepetçi” (Akdeniz ve Ege Bölgelerinde), “Cono” (Adana’daki çingeneleri ifade etmek üzere kullanılmaktadır). Ayrıca, ülkemizde “Kıptî” kelimesi de çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. “Kıptî”, Mısırlı manasına gelmektedir. Osmanlı döneminde “çingane” şeklinde ifade edilen Çingeneler, Mısırlı oldukları zannıyla, “Kıptî” adıyla anılmış ve bu tabir günümüze kadar gelmiştir. Ancak Ege ve Marmara bölgelerinde yoğun bir şekilde bulunan ve Akdeniz Bölgesi’ne de yayılmış olan Çingeneler kendilerini “Roman” kelimesiyle ifade etmektedir.
“Rom” kelimesi Sanskritçe “adam” ve “koca” gibi manalara gelmektedir.” Bu kelime, Sanskritçe “dom” kelimesinden türetilmiştir. İspanyol Çingenelerince kullanılan “Kalo” kelimesi ise tıpkı Hintçe’de olduğu gibi “siyah” anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Çingeneler ana vatanlarının dillerine sadık kalarak kendilerine Roman tabirini kullanmaktadır. Aynı şekilde bunlar Avrupa´da “Roma” genel adı altında anılmaktadır.
Çingeneler göçler yoluyla karşılaştıkları milletlerden bakın neleri öğrenmişler?
M. Genner de Çingenelerin ana vatanlarının Hindistan olduğunu ve onların Hint yarım adasının esas yerlileri olduğunu kabul etmektedir. Ona göre Çingenelerin ilk göçü milattan önce Arilerin Hindistan’ı istila etmesiyle başlamıştır. Göç öncelikle kuzeye, Moğolistan ve Türkistan istikametine doğru olmuştur. Daha sonra Çingeneler, Moğollardan ata binmeyi ve Türklerden de demirciliği öğrenmiş olarak anavatanlarına geri dönmüştür.
İster anlatılan efsanelerden olsun ister araştırma sonuçlarından olsun Çingenelerin vatanları Hindistan’dan ayrılmak zorunda kaldıklarını öğreniyoruz. Devam edelim.                              
Çingene göçünün V-XI. yüzyıllar arasında farklı dalgalarla Hindistan’dan İran’a olduğu ve göçün buradan, batı ve güney olmak üzere ikiye ayrıldığı doğrultusundadır. İkiye ayrılmış olan bu Çingene göç hareketinin iki kolunun bir kısmı, Suriye ve Ermenistan üzerinden Anadolu’ya geçmiştir. Onların Türkiye’ye kesin geçiş tarihleri bilinmemekle birlikte, Çingenelerle akraba oldukları kabul edilen Catların 820-834 yılları arasında Araplar tarafından Bizans İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Anazarva’ya (Ain Zebra) sürülmüş ve orada Ermenilerle bağlantı kurmuşlardır. Bunlardan bazılarının 1071’den önce de Ermenistan üzerinden Anadolu’ya geçmiş olabileceği düşünülmektedir. Bizanslı tarihçi Nichephoros Gregoras’ın, Çingene akrobatlarının 1322 yılında Konstantinapol’e (İstanbul’a) ulaştıklarını kaydettiği bildirilmektedir. Ayrıca bu tarihten çok önce, X. yüzyılda onların, Konstantinopol’e demirci ve seis olarak geldiği de kaydedilmektedir. Bu haberlerin ışığında çingenelerin Anadolu’ya girişlerinin IX. ve XIV. yüzyıllar arasında olduğunu söylemek mümkündür.
Avrupalı bilim adamları ise Orta Çağ kronikçilerinin verdiği bilgilere dayanarak, Timurleng’in Anadolu’yu istilasıyla birlikte, Anadolu’da bulunan Çingenelerin bir kısmının o tarihten itibaren Avrupa’ya geçmeye başladığını savunmaktadır. Nitekim bunun en önemli göstergesi ise 1400’lü yıllardan sonra Avrupa’da görülen bazı Çingene gruplarının lisanlarında Türkçe’den alınmış kelimelere rastlanmış olmasıdır.
Avrupa’ya Türkiye üzerinden göç etmiş olan Çingenelerin, XX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tekrar Türkiye’ye Avrupa üzerinden zorunlu olarak göç ettiklerine şahit olunmaktadır. Bunun en önemli sebebi; onların XIV. yüzyıldan itibaren Avrupalılarca Türk veya Türk ajanı oldukları gerekçesiyle dışlanmaları, esir edilmeleri ve hatta toplu katliamlara maruz bırakılmalarıdır.                                                                                                                                      
Tam yeri ve tam zamanı. Şimdide Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladığı gibi Çingenelere de uyguladığı soykırımı görelim.
“Almanya’da Hitler’in iktidar yılları Çingenelerin en kara günleri oldu. Alman diktatörünün Yahudiler için ateşlediği fırınların bacalarından Çingene dumanları da yükseldi.
Faşizm döneminde Almanya ve Avrupa’da yarım milyon Çingene gaz odalarında yakıldı veya ‘tıbbi deneylerde kobay’ olarak kullanıldı. Naziler yalnız Çingeneleri değil, üç kuşak ötesine kadar soyunda ‘Çingene’ kanı taşıyanları da imha ettiler.
16 Aralık 1942’de SS şefi Heinrich Himmer tarafından çıkartılan kararda ‘Çingenelerin  topyekün imhası’ emredildi. Çingeneler Auschwitz gibi imha ve çalışma kamplarında,
laboratuarlarda öldürüldüler.
Faşist teorisyenler “bu Çingeneler Avrupa’ya yabancı kanı taşıyorlar” diyorlardı.
Almanya dışında Fransa’da 15 bin, Polonya’da 35 bin, Macaristan’da 28 bin, Rusya’da 40 bin Çingene Naziler tarafından topluca öldürüldü.

Çingenelerin Yahudiler kadar güçlü lobileri olmadığından, uğradıkları katliamlar tarihin karanlık sayfaları arasında eriyip gitti.”
(Çingeneler, Nazım Alpman, sayfa 101-102)                                                                                          


DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 09.06.10


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder