31 Ocak 2014 Cuma

HAZIR CEVAPLARDAN CEVAPLAR 2

Fıkra dinlemeye doyamayız. Sohbete neşe kattığı için herkes konuya uygun bir fıkra anlatır. Fıkra anlatabilenler, biraz şakacı olanlar toplumda ilgi görürler. Fıkra deyince akla en çok belden aşağı olan fıkralar gelir. Oysa her konuda fıkra var. Günümüzde espri anlayışı da değişti. Cem Yılmaz gibi ayak üstü espri anlatımcılığıyla hap esprilere gülünüyor artık. Öyle uzun uzadıya düşünmeye gerek olmayan, okuma alışkanlığını yok eden, yapıldıktan sonra unutulan sabun köpüğü espriler gençlerin ilgisini çekiyor. Düşünmeyi seven genç hiç yok artık!

Bir ara yerleşmek üzere Avustralya’ya giden Karsan Soğutmanın sahibi dostum Rahmi Oskay e-posta ile tarihimizin önemli kişiliklerinin ders niteliğindeki sohbetlerinden oluşan fıkralar gönderdi. Bu gün hazır cevaplığa örnek sayılacak bu fıkraların 2. ve son bölümüne yer vereceğim. Biraz gülelim ve düşünelim istedim.

***   ***

Haddini bilmezsen haddini bildiren ölüm olur. Ölümü hatırlatan mezarlıklar unutulmasın diyen bir fıkra ile devam edelim.
….

AHMET MÜSADE ETMEZ

Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa'ya yetmişlik bir kadının otuz yaşında bir
gençle evlenmek istediğinden bahsetmişler. Paşa hemen:
- Ahmet müsaade etmez, demiş. Sormuşlar
- Hangi Ahmet
- Karaca Ahmet.

***   ***

Akıllı olmayanların sonunu anlatan bir fıkra. Akıl, bilgelikle birleşince felaketleri önler. Bilgelikse yaşlandıkça edinilir. Bu fıkradaki aksakallılık bilgeliktir.
….

AK SAKALLI
 
Varna Savaşı'nda muharebe meydanında gezen II. Murad, düşman askerlerinin
hep genç olduğunu görür. Komutanlarından birine sorar.
"Garip değil mi? Bu kadar ölünün içinde hiç ak sakallı görmedim. Hepsi
genç, hepsi taze!" Komutan şu cevabı verir:
- Padişahım! İçlerinde bir ak sakallı olsaydı, başlarına bu felâket gelir
miydi?

***   ***

Buluş yaptığını göstererek akıllı olduğunu sanan kişiye akılsızlığı ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
….

AKIL VERGİSİ
 
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui' ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse
budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.
Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık,
sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.

***   ***

Bilgiyi göstermeye meraklı kişiler, bilginin kendisinden ziyade getireceği ayrıcalıkla ilgilenirler. Bu bilgi bir yerde donmaya mecburdur. Oysa bilme öğrenme ile ilgili bir durumdur. Öğrenme ise ömür boyu sürer. Bunu bilen kendini hep eksik görerek bilgeliğe ulaşır. Fıkra sonuç olarak bunu ne güzel anlatıyor.

BİLMEK İÇİN ÖĞRENMEK
 
Tarih biyografisi ve monografi sahalarında erişilmesi çok güç bilgisiyle,
dünya çapında bir şahsiyet olan İbnülemin Mahmud Kemâl (İnal) a sormuşlar:
- "Sizdeki bilginin çok azına sahip olmalarına rağmen sizden çok daha fazla
tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?"
Şöyle cevap vermiş:
- Ben bilmek için öğrendim, onlarsa bilinmek için!

***   ***

Kitapların içinde olupta tek satır okumayan kişiler tanıdım. Ne garip bir çelişkidir bu. Bu fıkra sadece okumak değil, kitapları korumak üstüne bir fıkra. İşi seven değil, işe mecbur ne çok insan var.

BÖYLE KORUNUR

Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa, onların
bakımı için tanıdıklarından birini memur tayin eder. Bir gün ansızın
kütüphanesini ziyarete giden Paşa, etrafı ve kitapları toz, toprak içinde
bulunca canı çok sıkılır ve belli etmemeye çalışarak:
-Seni tebrik ederim yavrum, der. Gerçekten de emniyetli bir adammışsın.
Teslim edilen şeylere hiç el sürmemişsin, âferin!



BİTTİ

Yayın Tarihi: 31.01.2014

HAZIR CEVAPLARDAN CEVAPLAR 1

Fıkra dinlemeye doyamayız. Sohbete neşe kattığı için herkes konuya uygun bir fıkra anlatır. Fıkra anlatabilenler, biraz şakacı olanlar toplumda ilgi görürler. Fıkra deyince akla en çok belden aşağı olan fıkralar gelir. Oysa her konuda fıkra var. Günümüzde espri anlayışı da değişti. Cem Yılmaz gibi ayak üstü espri anlatımcılığıyla hap esprilere gülünüyor artık. Öyle uzun uzadıya düşünmeye gerek olmayan, okuma alışkanlığını yok eden, yapıldıktan sonra unutulan sabun köpüğü espriler gençlerin ilgisini çekiyor. Düşünmeyi seven genç hiç yok artık!

Bir ara yerleşmek üzere Avustralya’ya giden Karsan Soğutmanın sahibi dostum Rahmi Oskay e-posta ile tarihimizin önemli kişiliklerinin ders niteliğindeki sohbetlerinden oluşan fıkralar gönderdi. Bu gün hazır cevaplığa örnek sayılacak bu fıkralara yer vereceğim. Biraz gülelim ve düşünelim istedim.


***   ***   ***

İlk fıkra bedelle ilgili bir fıkra. Bu fıkranın bugünkü bedeli çok ucuz satışlara örnek olmasını isterdim.

….  

ALDIĞIMIZ FİYATA

Keçecizâde'nin Rusya'da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad
Paşa'ya takılır:
- Paşa şu Girit'i satsanız!
- Hay hay, satalım ekselans
- Kaça satarsınız?
- Aldığımız fiyata
Girit'in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını
bilen Çar sararır.

***   ***

Bu fıkrada korkularımızın başkalarının korkusu olduğunu görerek cesaret bulmamızı öneren bir fıkra.
….

BİZ DE ONLARA YAKLAŞIYORUZ

Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe
gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:
- 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
- Biz de onlara yaklaşıyoruz.

***   ***

Gerçek bu kadar gerçektir işte. Sözü uzatmanın gereği var mı? Bu fıkrada buna örnektir bence.
….

AÇLIK

Fatih, hocası Akşemseddin'e sorar:
- İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?
Akşemsettin cevap verir:
- Ölünceye kadar.

***   ***

Size verilen mesaj bir hediye içinde bile olabilir. Aşağıdaki fıkrada bu mesaj elçinin kendisi olmuş.
…. 

ADAMA GÖRE ADAM

İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde,
elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış.
Kral, bunları görünce dayanamayıp:
- Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı? diye sorunca, İncili
Çavuş:
- Osmanlılar, adama göre adam gönderirler, cevabını vermiş. Beni de sana
göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek.

***   ***



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 29.01.2014

ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA DÜĞÜN 6

Dizi yazımızın bugün son bölümüne geldik. Sizin sabrınızı fazlasıyla zorlamamak için dünyada uygulanan kimi düğün gelenekleriyle yazımızı bitirelim.

ÇİN

Damadın ailesi astroloji uzmanına başvurarak evlenmeyi düşünen çift hakkında yorum ister. Eğer astroloji uzmanının hazırladığı horoskopu damadın ailesi uygun bulursa, çocuklarının doğum saatini ve tarihini kızın ailesine göndererek, aynı işlemi onların da yapmasını ister. Gelinin ailesine verilecek hediyeler arasında 'çay' önemli bir yer tutar. Düğünden önce damat evlilik yatağını hazırlar ve üzerine portakal, fıstık ve çeşitli meyvelerden koyar. Ailenin küçük çocukları yatağın üzerine oturtulur ve meyvelerle oynamalarına izin verilir. Yatağın üzerinde ne kadar çok çocuk olursa o kadar çok doğurganlığı sembolize eder. Gelin düğünde kırmızı ayakkabı giyer ve kırmızı duvak örtünür. Nedimelik yapan bayanlar gelinin horoskopuyla uyumlu doğum yılına sahip kişilerden seçilir. Ayrıca Ay takviminin 7. ayının son 15 gününde evlenmenin uğursuz olduğuna inanılır; çünkü o dönemde cehennemin kapısının açılıp kayıp ruhların serbest kaldığına inanırlar.

HİNDİSTAN

Damat gelinin kıyafetinden sorumludur. Gelin; bildiğimiz beyaz gelinlik yerine, "sari" denilen özel bir giysi giyer. Törene gelirken gelinin üzerinde gündelik kıyafetler vardır, daha sonra kocasının kendisine sunduğu kıyafeti giyer.

İSRAİL

Musevilere göre düğünlerde içi cam parçalarıyla dolu bir beze basmak Kudüs'teki kutsal tapınağın yok oluşunu sembolize ettiğinden yerleşmiş bir gelenek halini almıştır. Törende cam kırmakta hayattaki mutluluğu ve üzüntüyü sembolize ediyor.

KORE

Kore'de evlilik geleneklerinde ördek ve kaz önemli bir yer tutmaktadır. Eskiden, damatlar arkalarında kaz taşıyarak beyaz bir atın üstünde gelinin evine giderlerdi. Günümüzde ise sembolik olarak tahta kaz kullanılmaktadır. Bir başka geleneğe göre de düğünden sonra, bir çift tahta ördek yeni çiftin evine yerleştirilir, eğer ördekler karşılıklı konursa çift iyi geçiniyor, ters konursa çiftin kavga ettikleri anlamına gelir.

İSKOÇYA

Gelin düğünden bir gece önce aile büyüklerinin ortasına oturur ve onlara ayaklarını yıkatır. Bu gelenek çiftin mutluluk yolunda yürümelerini sembolize eder. Düğünde ise gelin iki ayakkabısına da bozuk para koyar.

AFRİKA

Afrika'nın bazı bölgelerinde damat adayı kızı ailesinden istedikten sonra kızın ailesi kabul ederse, gelin adayına para ve fıstık verir. Gelin fıstığı damatla bölüşür, çiftin birleşmesine yardımcı olan aracıya da bir parça verilir. Bu komşulara ve akrabalara düğün daveti anlamına gelir.

VİKİNGLER

Vikingler zamanında evlilikler açık arttırma şeklinde yapılıyordu. Damat adayı gelin adayı için kızın babasına fiyat teklif eder ve bu fiyat üzerinden pazarlık yapılırdı. Belirlenen para miktarı çeyiz için kullanılırdı. Ayrıca gelinin sağ ayağına babası gümüş, sol ayağına da annesi altın takardı ve bu gelenek çiftin hayatları boyunca altın ve gümüş sıkıntısı çekmemeleri dileğini temsil ederdi.

BELÇİKA

En önemli gelenekleri mendile isim işlemektir. Gelinin ailesinde, kızın adının işlenmiş olduğu mendil vardır ve bu mendil düğüne götürülerek davetlilere gösterilir. Bu mendil düğünden sonra kızın ailesinin evine geri getirilir ve gelinin kız kardeşi varsa onun adı işlenerek yine evde sergilenir.

İNGİLTERE

İngiliz geleneklerinin en başında kilisede çan çalmak gelir, bu şekilde kötü ruhların kovulduğuna inanılır. Gelin ve damat kiliseye girerken ve çıkarken çanlar çalınır ve davetliler çifte çiçek atarlar.

FİNLANDİYA

Finlandiyalı gelinler düğünde el yapımı altın bir taç takarlar. Törenden sonra bekar genç kızlar gelinin etrafında toplanır. Gelin, genç kızlar arasından birini seçerek altın tacını ona verir, seçilen kızın ondan sonra evleneceği düşünülür.

FRANSA

Evlenecek çiftlerin törende yer alacak çiçeklerini davetliler getirir. Bir ilginç gelenek de; gelin ve damadın, evlilik günlerinde kullanılan ve nesilden nesile aktarılan evlilik kabından şarap içmesidir.

BOSNA - HERSEK

Ülkenin bazı bölgelerinde evlenme çağına gelmiş gelin adayını isteyen damat adayı kız evine yemeğe davet edilmekte ve ailenin büyükleri ile söz konusu evlilik hakkında tartışmaktadır. Kızın aile büyükleri damat adayı hakkında bir karara vardıktan sonra kahve ikramına geçilir. Kahve şekerli ise damat adayı evlilik için uygun görülmüştür, ancak kahve sade ise damat adayı reddedilmiş demektir.

BULGARİSTAN

Erkek, sevdiği kızı ailesinden istemek için en yakın arkadaşıyla kızın evine gider. Giderken yanında "rakia" denilen özel bir ev viskisi ve "zdravet" adı verilen yeşil çiçeklerden küçük bir buket götürür. Bu çiçek mutluluk, sağlık ve zenginliği temsil etmektedir. Bunun yanı sıra kıza ve babasına ufak hediyeler verir. Baba evin reisi olduğundan içkiyi kendisi ikram eder. Damat adayını beğenir ve evliliği onaylarsa kızına dönüp 3 kez evliliğe hazır olup olmadığını sorar. Kız evet derse kızın ailesi de erkeğin ailesine hediyeler yollar. Nişan töreni kızın ailesinin evinde yapılır. Bu tören bir tatil günü ya da Pazar günü düzenlenir. Düğünden önceki Perşembe günü hamur ve mayanın karıştırılmasıyla özel bir ekmek yapılır, bu ekmek yeni ailenin oluşumunu sembolize eder. Düğünde gelin, içinde bozuk para, çiğ yumurta ve buğdayın olduğu bir tabağı başının üzerinden geriye doğru atar ve arkasına bakmaz. Tabak ne kadar küçük parçalara ayrılırsa o kadar iyi demektir. Davetliler gelin ve damat üzerine bozuk para, şeker ve buğday atarlar. Gelinin annesi damatla gelinin geçeceği yere beyaz uzun bir örtü serer ve örtünün üzerine "zdravet" denilen çiçeklerden serper. Ayrıca gelinle damada somun ekmeği verilir, hangisi bu ekmekten daha büyük parça koparırsa evde onun sözünün geçeceğine inanılır. Bir inanışa göre de henüz evlenmemiş iki gelin adayının yolda karşılaşması uğursuzluk kabul edilir, çünkü birbirlerinin mutluluğunu çalacakları düşünülür.

PAKİSTAN

Ülkenin bazı bölgelerinde damat adayı kızın aile büyükleri tarafından sınavdan geçirilir. Bu sınav, aile büyüklerinin damat adayına akla gelebilecek tüm hakaret ve küfürleri etmeleri, damat adayının ise tüm bunlara katlanabilecek kadar soğukkanlı olmasına dayanmaktadır. Sınavdan başarıyla geçen genç evlilik iznini almış olur.

***
Bu yazının bu haliyle epey eksiği var biliyorum. Sözü edilecek pek çok ülke, ülkemizde ve dünyada pek çok adet hükmünü sürdürüyor hala. Fakat bir çoğunu anmaya dahi fırsat bulamadım. Bunlardan biri de Yunan geleneğinde çok önemli yer tutan “drahoma” konusudur. Bizdeki “başlık parası”nın tersidir. Kız babası damada verir. Burada amaç genç çiftlerin yeni hayatlarını kurarken katkıda bulunmaktır.


BİTTİ


Yayın Tarihi: 27.01.2014 

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 33

            Bu ay haftaya bitiyor. Mevsimler eski bildiğimiz doğallığında gitse kışıda bitirmek üzereyiz derdik. Ama bu yıl (şimdilik) kış görmedik ki... şubat sonunda eski inanışa göre cemreler düşerdi; mecaz anlamda şimdi cemre düşecek mi diye sorabilir miyim? Havada bahar cümbüşü olurdu. Kokuları ve sesleriyle cümbür cemaat evrenimizi doldururdu bu cümbüş, ne güzel. Bu güzelliği içimde duymak ve bu duygular içinde sizlerle birlikte olmakta ne güzel. Merhaba sevgili okurlar.

            Eskiler okur yerine kari derlermiş, kıraat etmekten gelen bir fiil olarak. Kırat; okumak, kari; okuyucu demekmiş.

            O eski dili duymakta çok hoş geliyor kulağıma. 1989 yılında Cerrahpaşa’da bir buçuk yıl önce böbreğimdeki taşı aldırmak üzere ameliyat olduktan sonra bu kez çürüyen böbreğimi aldırmak için yatarken, eski bir öğretmen emeklisi, 80 yaşında dinç bir İstanbul beyefendisiyle tanışmıştım. Okumaktan gelen alışkanlıkla eski dil Türkçeyi anlıyordum. Fakat ben o lezzette, şivesini yakalayarak konuşamıyordum. Konuştuğum dil daha güncel bir dildi. O beyefendi yaşıyorsa (100 yaşını geçmiş olurdu o zaman) Allah sağlığını versin, ölmüşse rahmet etsin beni mest etmişti. Eski romanlardan yapılan dizilerde bu yüzden güncellemelere karşı çıkıyorum. Dil bir dönemin en önemli izidir. Bu yok edildiğinde o dizi dönemi yansıtmış olamaz.

            Bu kadar söz yeter. Şiire sıra gelmedi mi derseniz haklısınız. İlk beş şiiri geçen hafta sözünü ettiğim Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban”  adlı romandan yaptığım intihallerle yazdım. 


…………

Boynu bükük ve hep sırıtan çocuk
Derler ki ara sıra ağladığıda olurmuş
Masalından kaçmış keloğlandır
İtaatli kılıbık, biraz korkak
Çokça geveze, azıcık filozoftur
Ruhu dipsiz bir kuyu
Huyu pekte edepsiz değildir hani
Göreni şaşırtır hatta
Yolculuklardan sabır kazanmış
Kurtla kuşla yarenliğinden sadelik
Oynadığı her oyun bir perdelik
İnsanlardan kaçar
Her hayvana kucak açar
Tabiat onun tek gerçek dostu
Bütün sevgisizliklerini kustu
Has sevgiler ona kaldı
Kimse anlamadı, girmediler masala
Sırıtmasını deliliğine verdiler
Oysa iç dinginliğinden rahattı,
Sevgisi ışıldardı yüzünde
Sırıtması bundandı
Has sevgiler ona kaldı

Aydın Göle
17.03.2002

***   ***   ***

Hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı utanmasa
Yuttu büyük bir lokma gibi hıçkırıklarını
Biraz sarsıldı duvar arandı dayanacak
Kırpışık gözleri buğulu, takıldı tavana
Kurt gibi
avazı çıktığı kadar uluyacaktı utanmasa
Bu yüzden sessiz döktü göz yaşlarını

Aydın Göle
17.03.2002

***   ***   ***

Akar durur bu nehir
Ciğerimden akar gibi
Bir cerahat gibi ılık
Buradan kuşlar gitti
Şimdi gökyüzü bomboş
Katlanılır şey midir ayrılık
İlk zamanlar günleri unutuyordum
Aylar karışıyor birbirine şimdi
Yalnız mevsimleri duyuyorum etimde
Bir gün yaşımı da unutacağım
Seslenseler adımı, bakmayacağımı
Geçmişimi belki hiç hatırlamayacağım
Seni hissetmekten kurtulamayacağım

Aydın Göle
17.03.2002

***   ***   ***

Nasıl sevişir kuşlar
Kediler, köpekler, atlar
Nasıl koklaşır bilirim
Sen nasıl seversin bilmem
Göz göze geldiğinde sevgilinle
Masum bir bebek mi durur kirpiklerinde
Yoksa gözbebeklerinde
bin şimşek mi var
El ele tutuşup dudak dudağa gelince
Nasıl okşarsın bilmiyorum
Kalbin süt kabı gibimi taşar
Tahrip gücü yüksek
roket gibi kıtalar mı aşar
Ağzından dökülen sözler sesler
Kaç manaya gelir bilmiyorum

Aydın Göle
19.03.2002

***   ***   ***

Kırk yaşında adam maskesi
Küçük bedenlerinde büyük öfkeler
Bomboş yüzüyle korkutur herkesi
Adam gibi yürür kederli cüceler

Aydın Göle
19.03.2002

***  ***   ***

Kimseyi görmek istemiyorum kimseyi
Bir loş kuytuda, bir başıma kalıyorum
Kalabalıklar boğuyor beni
Billur mavisi yalnızlığıma koşuyorum
Çünkü orda sen varsın
Billur mavisi yalnızlığım
Masmavi körfezim

Aydın Göle
19.03.2002

***   ***   ***

Beni kim anlar
Kimler derdime deva bulur
Anlatsam kim dinler ona sevdamı
Gurbet gibi bir sevda
Hangi hemşire
Hangi kardeş
Kimler deva bulur derdime
Benimki sevda
Hey toprak ana, ne katısın
Benim acılarıma çok yabancısın

Aydın Göle
20.03.2002

***   ***   ***

            Şimdi okuyacağınız şiiri 1999 büyük deprem sonrasında evimiz için yazdım. Evimiz üstümüze yıkılmamış, fakat oturulmaz duruma gelmişti. Bir gün bir arka sokaktaki geçici olarak oturduğumuz amcamızın evinden harabe durumdaki evimize gelmiş, yeni evimiz yapılmaya başlanmadan önce vedalaşmıştım.

…………

Duvarlarından bütün resimleri
Pencerelerinden tül perdeleri
İnsafsızca, zalimce aldım affet!..
Kel duvarlarında çok çivi kaldı
Ne çok canını yakmışım meğer
Bir çivide dedemin resmi
Bir çivide saat
Bir çivide tablo vardı
Her çivi geçmişe açılan kapıydılar
Hüzün buğusu çıkıyor kapılarından
Ben artık gidiyorum hoşça kal
Teşekkür ederim
Gün oldu fırtınalardan
Gün oldu yağmurdan, kardan
Korudun beni teşekkür ederim
Sıcak yaz günleri nefes aldığım yerdin
Ayazda bağrında ısıtır,
karanlıkta beni gizlerdin
Ben artık gidiyorum hoşça kal
Son kez bakayım durda
Soramazsın biliyorum, ama sorda 
Neler anlatırım senle paylaştığım
Hatırlıyor, gülüyor, üzülüyorum
Hoşça kal mabedim ben gidiyorum

Aydın Göle
20.03.2002

***   ***   ***

            Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından intihallerle yazdığım iki şiiri daha sizlere sunuyorum. 

Sakalı vardı
Heybetliydi bu yüzden
Sanki kainat dardı
Nerden gelmişti bu gezegene
Uzak yerlerin hikâyelerini anlatırdı
Her şafak söktüğünde, güneş batana dek
Bir berber yanlışlıkla birgün
Kırptı sakallarını
Gitti yarısı heybetinin
Mahalle ona çoktu artık
Hikâyelerini dinleyende yoktu artık
Kala kala kaldı mahallenin delisine

Aydın Göle
21.03.2002

***   ***   ***

Beyaz, bembeyazdı dişleri
Karanlıkta ağzına üşüşmüş yıldızdılar
Bir körpe söğüt dalıydı vücudu
Dalları bir dereden eğilmiş su içer
Toprak anada kökleri
Her dalında yaprakları vardı
Yapraklarında ben vardım
Ben kim miyim
Ben ona sevdalı meraklı tırtıl
Her ayağımda ona atan bin yürek var   
Yolculuğum yüreğine doğru onun
Bin yıl sürsede

Aydın Göle
21.03.2002

***   ***   ***

            Bu haftanın son şiiriyle sizlerden ayrılıyorum. Gelecek Pazar buluşmak dileğiyle.. her şey gönlünüzce olsun.

Bu akşam gökten ceza yağacak
Nuh tufanı kokuyor karanlık
Mükâfat belirtisi hiç yok
Lanetlendik mi biz, günahımız ne
Af kapıları kapandı mı yüzümüze Allahım 

Aydın Göle
21.03.2002


Yayın Tarihi: 26.01.2014

ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA DÜĞÜN 5

Gelin alayı, oğlan tarafından, kızı almak için gidenlerden meydana gelir. Kız tarafından alaya katılanların sayısı çok azdır. Kızın anne ve babası alaya katılmazlar. Gelin almaya gidenlerin arasın da damatlar da bulunabilir. Bununla ilgili pek çok efsanemiz vardır. Alayın evden çıkışından yeni kapısına varıncaya kadar takip edeceği yol, karşılarına çıkanlara takınacağı tavır, vb. bölgelerimize göre değişmektedir.                                                                                      
Yakın bir evden gelin gidecek olan kızı götürecek alay bile, yolunu oldukça uzatmak zorundadır. Köyden köye gelin götürülmesinde ise en uygun olan yol seçilir. Bugün, şehirlerde yapılan düğünlerde, otomobiller, 30-40 metrelik mesa­fedeki iki evi birbirine bağlamak için bir kaç mahalle dolaşıp gelmektedir. Köylerde ise oğlan tarafının erkekleri atlarıyla kız evine giderler; dönüşte dereceye girenlere hediyeler verilir (Posof).
Pek çok yöremizde gelin alayının önü kesilir ve bahşiş alınmadan yol açılmaz. Köylerde köprü başları veya oğlan evinin ulaşıma açık tek sokağı kesilir. Bu iş sembolik olarak bir ipin gerilmesiyle yapıldığı gibi, bölgesine göre at arabası, kalas ve otomobille yolun trafiğe kapatılması şeklinde de olur. Bazen yolun üzerine yatan gençleri de görmek mümkündür. Genellikle oğlan babasının, yoksa yakınlarının arabasının veya alayın yolu kesilir. Bahşişin az olması halinde alay bir müddet daha bekletilir. Bazen bir alayın yolunun birden fazla kesildiği de olur. Alayın geçeceği tahmin edilen yollara göre pek çok genç önlem alır. Bu tür eğlencenin hoş olmayan neticeler doğurduğu da unutulmamalıdır.
Ana evinden oldukça sade bir şekilde ayrılan gelin, yeni evine girerken birtakım merasimlerle karşılanır. Bu mera­simlerde yapılan hareketlerle bolluk getirmesi, tatlı dilli olması, varsa Kötü huylarını kapının dışında bırakması, vb. amaçlanır.
Dua okunması, kurban kesilmesi, damadın gelinin üzerine çeşitli kuru yemişlerle bozuk para serpmesi pek çok ilimiz de görülen törelerimizdendir (Elazığ, Konya, Hadım, Niğde).
Damat tarafın dan gelinin üzerine ayrıca Şeker (Tekir dağ, Artvin), buğday (Elazığ), çerez ve elma (Ağrı) serpilir.                                                                                                                                     
Gelin eve girince ağzına bal sürülüp şerbet içirilir (Eskişehir); uğur getirsin diye arkasına bal sürülmüş tabağı kırar (Ağrı).
İçeri girmeden evvel gelinin başına ekmek ufalanır ve gireceği evin kapısının alt ve üstüne sürmesi için yağ verilir (Isparta).
Gelin eve girerken önüne konan bir tabağı kırar, Kötü huyları baba evinde kalsın diye bir hafta ev süpürmez (Ardanuç).
O, eve girerken kuvvetini ispatlamak için yerdeki bir kaşığa, eşikten geçtikten sonra da kuzu postuna basar (Maden).
Gelin yumuşak huylu olsun diye koyun postuna bastırılır ve huyu çıksın diye de bir çömlek kırılır (Çorum).
Damat ile sağdıç dama çıkıp tabancalarını havaya doğru ateşlerler. Gelin, attan inerken bir kazana basar, bu sırada kadınlar “Gelin buyur naz eyleme, Kapıyı süpür toz eyleme” gibi türküleri söylerler (Artvin).


Gelin eve girmeden evvel camide dua edilir (Gümüşhacıköy).
Gelin eve girerken kucağına kız ve erkek çocuklar oturtturulur. Eve giren gelin kaynananın önce elini, sonra da uğurlu olduğuna inanıldığı için ayağını öper (Kırklareli).

Akşam yemeğinden sonra, yenge adı verilen yaşlı bir kadın, gelini odasına götürür ve damadın gelmesine kadar yanında kalır. Yatsı namazının kılınmasından sonra damat ile sağdıcı eve gelir ve yapılacak duayı beklerler. Duadan sonra damat, eşi ile yalnız kalacağı gerdek odasına girer. Ancak bu giriş pek kolay olmadığı gibi gerdek odasında da eşi yalnız değildir. Yenge, damattan bir hediye almadan odayı terk etmez (Çan).
Namazdan sonra imam nikâhı kıyılır ve damat kapama yapılır (Keşan).
Damat, dışarıda bekleyen arkadaşlarına bir tepsi helva atar; helvayı damadın babasına götüren bahşiş alır (Bafra).
Bazı yerler de gerdeğe giren damadın sırtına vurmak âdettir (Konya, Altıntaş).
Ancak bu vurma bazı yerlerde dövmeye kadar varır (Saimbeyli).
Meşhur Arifim türküsünde de, böyle bir sırta vurma sırasında rakip bir gencin damadı sırtından bıçakladığı anlatılmaktadır. Pek çok bölgemizde damatla sağdıç namazda iken ayakkabı veya şapkaları saklanır. Bunun için onlar camide en ön safta durur ve ayakkabı ile şapkalarını ön tarafa koyarlar. Evde imam dua ederken avlu da ateş yakılması âdettir. Duadan sonra damat yakınlarının elini öper ve içeri girer. Bazı bölgelerimizde gerdek odasındaki yatağa sıhhatli bir çocuk konularak bu evlilikten de böyle sıhhatli bebekler beklendiği ima edilir (Eskişehir, Afyon, Kütahya).
Yenge kadın gelin ve damatla bir müddet oturduktan sonra bahşişini ve bebeği alarak odadan ayrılır. Gelin beklerken damat iki rekat namaz kılar. Daha sonra damat, konuşması ve yüzünü açması için eşine hediye vermek zorundadır. Bazı bölgelerimizde hâlâ sürmekte olan bir âdete göre, gençlerin birleşmesi sonucu kanlanacak olan çarşafı kapıda bekleyenlere verilir. Bunlar çarşafı kızın evine götürür ve bahşiş alırlar. Bu çarşafın pencereden teşhir edildiği bölgelerimiz de vardır. Bu, kız evinin bir tür sevinç işaretidir. Bazı bölgelerimizde ise çarşaf ancak sabahleyin odadan çıkartılır.

Çarşafın kanlanması damat tarafı için de sevinme işaretidir. Oğlanın ailesi, oğullarının bağlanmadığını anlar (büyü ile bağlanmaktan söz ediliyor A.G) ve sevinirler. Kızda gözü olan başka bir oğlan veya onun ailesi, rakip olarak gördüğü damadın bağlanması için çeşitli pratiklere başvururlar. Böylece damat bağlanacak ve gelin bakire olarak baba evine dönecektir. Daha sonra da onlar talip olacaktır.

Düğünler, Pazar gecesi gelin ile damadın gerdeğe girmesi ile sona erer. Ancak daha sonraki günlerde ziyaret ve eğlen­celere devam edilen bölgelerimiz vardır.


Düğünün ertesi günü kız tarafı gelinin ilk gününü kutlamaya giderler. Buna subaha denilir (Elazığ). Aynı gün mevlit okutulur, buna da baş günü adı verilir (Osmaniye). Aynı gün duvak açılır, çeyiz sergilenir (Altıntaş). Üçüncü gün mevlit okutulduktan sonra karşılıklı ziyafetler başlar (Gaziantep).
Gelin ile damadın kız evine gitmesine ise cuma adı verilir (Sürmene). Düğünden bir hafta sonra eğlenceli toplantılar yapılır, buna yedi denilir (Arsin, Trabzon). Bu tür şenliklere bazı bölgelerimizde ise duvak adı verilir (Çorum, Gölhisar). Haftaya kız evine, on beşinci gün ise oğlan evine ziyafete gidilir (Keşan). Bu ziyafet bazı bölgelerimizde hemen ilk Perşembe günü yapılır (Konya).

Düğünlerin hangi tarafa ait olduğu konusu bölgelerimize göre az çok değişiklik gösterir. Düğün genellikle erkek tarafına aittir (Şereflikoçhisar, Tekir dağ, Sarıkamış, İzmit vb.)
Nişanı ise kız tarafı karşılar (İnegöl, Sarıkamış, İzmit, vb.). Damat Cuma (Yıldızeli), Cumar tesi (Eskişehir), veya Pazar günü (Malatya) hamama gider. Hususî bir merasimle giydirilir (Eskişehir, Gümüşhacıköy).Giydirme işini mahalle imamı yapar (Konya).


Sağdıç seçimle belirlenir. Her hususta uygun olan kişiye sağdıçlık verilir (Bayburt). Düğün masrafları için Köylüler ( Köy Halkı ) damadın ailesine yardımda bulunurlar (Gümüşhacıköy). Pazar günü ise köy Halkın dan hediye toplanır (Tekirdağ). Düğüne gelenler zarf içine para koyarak damadın yakınlarına verirler (Gölhisar, Tokat).
Peki diğer ülkelerde düğünler nasıl yapılırmış onları da görelim ve bu yazı dizimizi bitirelim


 DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi24.01.2014 



ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA DÜĞÜN 4

Adı konmamış olmasına rağmen başlı başına bir sektör olduğunu kabul etmemiz gereken evliliğe giden Söz, Nişan ve Düğün dediğimiz aşamalarla incelediğimiz yazı dizimizin bu bölümünde yörelerimizdeki geleneklere göre düğünleri inceleyeceğiz.

***   ***

Düğün
Evlenmenin son aşaması düğündür. Bugün, büyük masraflara yol açtığı için bazı aileler tarafından düğün yapılma­maktadır. Ancak, bilhassa küçük semtlerde düğün mutlaka yapılmalıdır. Hali vakti yerinde olanlar yemekli, orta halli ve fakir olanlar ise yemeksiz düğün ile gelin almaktadır. Pek çok yöremizde gelin, Pazar günü yapılan şenliklerle oğlan evine göçürülmektedir. Gün bazen Perşembe de olmaktadır (Kelkit).
Bugün pek çok bölgelerimizde ortak özellik gösteren bu gelin alma töreninin bazı bölgelerimizde, genellikle ayrıntıda farklılıklar gösterdiği gözden kaçma­maktadır.
Düğün, yılın her ayında yapılabilmektedir! Ancak tarımla uğraşanlar için bu Mevsim (iklim), “harman sonu” veya “hasat­tan sonra” olarak belirlenir. Farklı ürünlere göre harman ve hasat sonu değişeceği için, bu Mevsim (iklim) de az çok farklı olacaktır. Orta Anadolu’da düğünler Eylül ayından itibaren yapılmaya başlanır. Düğün Mevsim (iklim)inin seçiminde Askerdeki ağabey, amca veya dayının da tezkere alması beklenir. Avrupa’ya göçün başlamasından sonra, yakınları yurda gelmesi de beklenir olmuştur. Acil bir durum yoksa, bir yakının ölümü üzerine düğün bir müddet tehir edilebilir.
                                                                                                                                              Düğün birkaç gün devam eder. Bölgelerimize göre gün sayısı yediye kadar çıkabilir. En çok görülen üç gün devam eden düğünlerdir. Cuma günü başlayan düğünler Pazar günü sona erer (Boğazlıyan, Tekirdağ, Gölhisar, Bursa, Artvin, Ödemiş, Gülşehir).
                                                                                                                                         Perşembe günü ikindi vakti başlayıp Pazar günü (Emirdağ, Altıntaş), Perşembe öğle üzeri başlayıp Pazar günü (İskilip, Çorum) biten yörelerimiz de vardır. Perşembe günü bayrak çekilerek başlayan (Afşin) düğünlerimizi hatırlatmak isteriz. Düğün Perşembe günü yapılacaksa bayrak Pazartesi günü çekilir (Afşin).
Pazardan Pazara yapılan düğünlerin ilk Pazarında oğlan evinin çatısına bayrak dikilir (Şereflikoçhisar).
Bazı bölgelerimizde ise düğünler daha kısa sürer. Cumartesi öğle sonu (Çivril) başlayan düğünlerin bazılarında namazdan sonra, erkek tarafının kadınları kız evine gider ki buna gınama adı verilir (İskilip).

Bayrağın Anadolu düğünlerinde ayrı bir yeri vardır. Oğlan evinin belirtilmesi gibi bir kolaylığın sağlanmasının yanın da,  millî duyguların kuvvetlendirilmesinde, vatana ve millete bağlılığın tazelenmesinde de rolü vardır. Perşembe günü öğleden sonra oğlan evinin damına bayrak çekilmek suretiyle düğün başlatılır (Çorum).
Üç gün süren düğünlerin ilk günü bayrak kalkar (Eskişehir).                                                           
Bazı yörelerimizde bayrak cuma namazından sonra dikilir (Boğazlıyan).
Bayrağın Cumartesi günü yüksek bir yere dikilmesiyle başlayan düğünlerimiz de vardır (Antakya).
Bayrak dikilmesi sırasında bazı bölgelerimizde merasim yapılır. Köylüler, oğlan evi tarafından davet edilir. Bayrak kaldırılırken tavuk, horoz, vb. kesilir; bunların kanı bayrak direğine sürülür. Bayrak düğün gününe kadar asılı kalır. İndirilmesi sırasında onu kapan genç, damada götürüp hediye veya para alır (Yıldızeli).
Düğün sabahı kız evine giden oğlan tarafının en önündekinin elinde bayrak bulunur. Gidenler, bu bayrağı kız evinin önüne dikerler (Maden).
Bir hafta önceki Pazar günü oğlan tarafının çatısına, bayrak dikilir; bu bayrak bir hafta dikili kalır (Şereflikoçhisar).                                                                                                                  
Düğünden bir gün önce, kız evinin bütün hazırlıkları bitirilmiştir. O gece, damat arkadaşlarıyla birlikte iken gelin de her iki evden gelen, çoğu genç olan kız ve kadınlarla birlikte eğlenmektedir. Gerçi o, ertesi gün anne evini terk edecektir. Ama, yine de eğlenmek zorundadır. Yoksa o geceye katılanlar da üzülürler. Özellikle erkek tarafından gelenler bu hali değişik şekillerde değerlendirebilirler. Zaten, gelinde görülecek bu hal, toplantıda bulunanlar tarafından çeşitli şekillerde giderilmeye çalışılacaktır. Bu arada oyunlar oynanacak, türküler söylenecektir. Oğlan evinin aldığı kına Cumartesi günü kız evine gönderilir (Boğazlıyan).
Kına yakıcılar oğlan evinden giderler (Tortum).  Bazı bölgelerimizde damat ile sağdıca da kına yakılır.
Kına gecesi gelin çeşitli türkülerle ağlatılmaya çalışılır (Isparta), sabaha kadar da uyutulmaz (Zonguldak). Bu anda çayda çıra oynanır (Elazığ), baş örme eğlenceleri yapılır (Bayburt). Bazen kına gecesi iki gün devam eder. Cuma gecesi küçük kına, Cumartesi gecesi de büyük; kına yapılır (İzmit).                                                                                                                       
Düğünlerin birkaç gün sürdüğü yörelerimizde, uzaktan gelen misafirlerin eğlendirilmesi de unutulmazdı. Meddahların hikâye anlatması, bugün artık neredeyse unutulmuştur. Bu tür eğlencelerin bugün pek azı yapılmaktadır.
                                                                                                                                               Güreş gibi ata sporumuzun yanında (Gerze, Amasya, Posof) meydan tiyatrosu gibi (Saimbeyli) eğlenceler de ihmal edilemezdi. Millî oyunlar oynanıp silahların patlatıldığı (Kula), davul-zurna eşliğinde oyunların oynandığı (Posof) bölgelerimizin yanında, Cumartesi geceleri mersah adı verilen davul-zurnalı oyunların (Antakya) oynandığı yörelerimizde vardır. Düğün gecesi heyamola yapılır (Bayındır). Düğünden bir gün önce yapılan ve masala adı verilen eğlencelere erkekler katılır (Gölhisar). Düğünden bir gün sonra da paça adı verilen eğlenceler düzenlenir (İzmit).
                                                                                                                                                       Bazı bölgelerimizde hali vakti yerinde olan aileler davetlilere Pazar sabahı yemek yedirir. Usulüne göre yapılan davete gelenlere her bölge kendi yöresel yemeklerini belirli bir sıraya göre misafirlerine ikram eder. Bu iş için tutulan bir alıcının talimatı üzerine alınan erzak, Cumartesiden itibaren hazırlanmaya başlanır. Bazı hayır dernekleri ile camilerde mevcut olan yemek takımları (sini, kazan, vb.) önceden ilgililerden alınır. Davetlilerin tamamının aynı anda sofraya oturamayacağı düşünülerek davetiyelere farklı saatler yazılır. Kadınlar için yemek genellikle 12.00′den sonraya kal­maktadır (Konya, Tokat, Elazığ, Malatya, İskilip) Refahiye).
Misafirlere çiğ köfte ve Maraş dondurması (Kahraman­maraş), dolma (İskilip), bişi ve lokma (Artvin) ikram edilir.. Düğün günü oğlan evi tarafından gönderilen koyun veya keçiler kız evinde kesilip gelenlere yedirilir. Bu yemekten oğlan evine de gönderilmesi âdettir (Elazığ). Oğlan evindeki yemekten de, kız çıkarma telaşı yüzünden yemek hazırlanamayacağı düşünülerek kız evine de gönderilir. Bazı böl­gelerimizde kız babası ve yakınları oğlan evindeki yemeğe gitmezler (Konya).                                                                                                    
Yemeğin değişik günlerde verilen bölgelerimiz de vardır. Perşembe (Kelkit), Cuma (Kula), Cumartesi (Isparta).                                                                                                                                   
Bir örnek olması amacıyla belirtelim, Konya ilimizde Pazar günleri bazen yüzlerce kişiye ikram edilen yemeklerin listesi şöyledir; Çorba, pilav üzerinde bütün et, helva, bamya, pilav ile zerde ve hoşaf.                                                                                                                                                              
Gelin alayı, oğlan tarafından, kızı almak için gidenlerden meydana gelir. Kız tarafından alaya katılanların sayısı çok azdır. Kızın anne ve babası alaya katılmazlar. Gelin almaya gidenlerin arasında damatlar da bulunabilir. Bununla ilgili pek çok efsanemiz vardır. Alayın evden çıkışından yeni kapısına varıncaya kadar takip edeceği yol, karşılarına çıkanlara takınacağı tavır, vb. bölgelerimize göre değişmektedir.


DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 22.01.2014


ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA DÜĞÜN 3

Söz ve Nişan 
Evlenmenin söz kesiminden sonraki aşaması nişandır. Bu aşama, evliliğin önemli aşamalarından biridir. Buraya kadar yapılan hazırlıklar iki ailenin birbirlerine yaklaşmasını sağlamıştı. Nişan aşaması ise aileleri birleştirici rol oynayacaktır. Nişan, bazen basit olan bir törenle, gelin ve damat adaylarına yüzüklerinin takılması şeklinde gerçekleştirilir. Günümüzde gençlerin bir arada bulunmasıyla yapılan nişan merasimi önceleri ayrı ayrı yapılırdı. Bu adet bazı küçük semtlerde devam ediyor. Nişan töreni sırasında diğer bazı hediyelerin de alındığı görülmektedir. Bu aşamaya bazı bölgelerimizde yüzük takma adı da verilir.

Nişana rastlayan günlerin çeşitli bölgelerimizde kendine has töreleri vardır. Nişandan evvelki ve sonraki günler ve hatta haftalarda çeşitli küçük törenler yapılır. Bunlar, bazen aşama aşama olur. Böylece yeni Akrabalar birbirlerini daha iyi tanıma fırsatını bulmuş olurlar. Nişanlılık aşaması bazen yıllarca sürebileceği için bu devrede her iki taraf da çok dikkatli olmalıdır. Bazı nişanlılıklar bu aşamada bozulmaktadır. Eğer kız nişanlısını beğenmemiş veya ailesiyle anlaşamayacağını anlamışsa yüzüğü geri gönderir. Buna yüzük atma da denilir (Tokat). Henüz tam manasıyla Akraba olmamış aileler arasında özellikle verilen hediyeler sebebiyle tatsızlıkların ortaya çıktığı da bilinmektedir.
                                                                                                                                                               Nişan bazı bölgelerimizde, küçük nişan ve büyük nişan olmak üzere iki aşamalıdır (Keşan, Kuyucak). Nişandan önce karşılıklı olarak nişanlık alınır ve görülmesi için eşe dosta teşhir edilir, nişan daha sonra yapılır (Nazilli).                                                                                
Bazı bölgelerimizde nişan için ayrı bir merasim yapılmaz (Dursunbey). Eğer, oğlanın kızı kaçırmasından sonra evlenme mecburiyeti olmuşsa buna da nişan yapılmaz ( Bursa).
                                                                                                                                              Nişan merasiminden üç gün önce, oğlan tarafı içi Şekerle dolu bir seleyi kız evine gönderir. Bunun yanında çoğunluğunu giyeceklerin oluşturduğu nişan takımı da eklenir (Trabzon).
Bazen, nişan merasiminde içilecek şerbetin Şekeri, boyası ve kahvesi de gönderilir (Samsun).
Nişan sırasında takılacak elmas yüzükten başka oğlan evinin durumuna göre bazen elliye varan miktarda beşi bir yerde ile sekiz arşına bir top denildiği uzunluk ölçüsünce ipek ve sırmalı kumaşlardan beş top götürmek de törelerimiz arasındadır (Elazığ).
Bugün tamamen terk edilen bir töre de, nişan sırasında edilen duadan sonra kız ve oğlan babalarının birbirlerinin sakalını öpmeleridir (Elazığ).
Oğlan tarafının, çerez denilen ve nişan günü yenilecek kuru ve yaş meyveleri kız evine göndermesi de törelerimiz arasında yer alır (Erzurum).
                                                                                                                                              Hemen her yöremizde görülen bir olay da, nişanlılığın devamı müddetince araya giren kurban bayramlarında oğlan tarafının kız tarafına kurbanlık koç göndermesidir. Koçun kırkılmamış olması, boynuzlarının bulunması ve oldukça besili görünmesi gerekir. Koç süslenir ve oğlanın yakınları tarafından gelin evine götürülür. Koçu getirene münasip bir hediye yerilir. Ayrıca, eşyalarda yoklama denilen hediyeler de karşılıklı olarak gönderilir. Nişan sırasında gönderilen hediyeler de çeşitlilik göstermektedir. Kız tarafı oğlan tarafına hindi pilavı gönderir.
Bazı yerlerde, evvelce hazırlattıkları çeyiz bavulunu nişanda değiştirirler (Ardanuç).


Nişandan sonraki törenler bölgelere göre değişir. Bazı yörelerimizde yemek verilir (Konya).
Bellik demlen töreninin yapıldığı (Afşin), kız evine bir heybenin gönderilmesinden sonraki ibrik gezmesi denilen ziyarete yer verildiğini de görmekteyiz (Ödemiş).
Sırada yörelerimizdeki düğün gelenekleri var.



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi: 20.01.2014

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 32

Yavaş yavaş kış mevsiminin ortasın geldiğimiz şu günlerde, (gerçi doğru dürüst kış gördüğümüz yokya; kar yok, buz yok) sevgi ve selamlarımı sunuyorum sevgili okurlar. İlk cemrenin düşmesine nerdeyse bir daha var. Düşmesine diyoruz, hemde yerçekimi kanununa rağmen, yada deyim olarak havaya düşecek. Şaka bir yana eskilerin takvim anlayışına göre havanın suyun ve toprağın ısınmaya başladığı günler olarak belirlenen günlere yavaş yavaş geliyoruz. Kış ayları masraflı aylardır. Masraf ayları bitiyor. Bütçeler biraz rahatlar mı dersiniz?

Bugünkü ilk dört şiir Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından yaptığım intihâllerle oluşturduğum şiirlerdir. O romandan etkilendiğim böyle birkaç şiir daha yazdım.
Onlarıda beğeninize sunacağım.
….    ….    ….

Hepsi toza toprağa bulanmış
Paslı bakıra dönmüş derileri
Dikenli tel gibi uzamış sakalları
Hepsi sanki kaçışan bozgun askerleri

Aydın Göle
14.03.2002
….    ….    ….

Kalbimde bir avuç barut var
Durmadan patlıyor durmadan
Bağrım için için yandı ben tutuştum
Göğün içinde yanan bir kuştum

Aydın Göle
14.03.2002
….    ….    ….

Her bir gözün dili
bu kadar aşikâr değildir
Alevden iki sestiler iki göz
Yangın yerinde insan kemiği kokuyor
Her göz bir şikârdır, fakat
Bu göz aşikârdır beni istiyor

Aydın Göle
14.03.2002

***   ***   ***

Burada araya girip birkaç söz söylemek istiyorum. Şimdi nerdeyse kendine bakmayan kalmadı. Traşını düzenli olan gençlerimiz var artık. Saçına da özen gösteren çok. Eskiden böyle birisi parmakla gösterilirdi. Böyle birinden kâh kıskanarak, kâh imrenerek, kâh mesafeli durarak söz edilirdi. Kendileri böyle davranmazdı. Tembelliklerini taçlandırmak için şu sözün arkasına sığınırlardı. “Alan almış-satan satmış, bu sıkıntı niye?” Onlara göre kendine bakan çapkın ve hovarda olurmuş. Yada gene onlara göre okuyup yazan ve kendine bakan kişiler gizli ilimler dedikleri sihir ve büyü olaylarına teşne insanlardı. Cumhuriyet kazanımlarının sonucu olarak eğitimin iyi kötü yayılmasıyla bu tip insanlar kalmadı. Biz Arap din anlayışına feda edilemeyecek kadın erkek eşitliği ile sanayi gelişmesi içinde olan bir ülkeyiz. Ne köylü, ne işçi olmamış, sadece petrole dayalı zenginlikle, yönetimlere yakın tüccarların elinde halk olunamaz. Halk olamadan ise din anlayışı bidat ve hurafelerle dolar. Bir sopa ve bir cin yeter onlara. Burada da adına hiç yakışmadığı halde hoca denilen kendine bile faydası olmayan şifa dağıtıcı, yuva dağıtıcı, gelecek taciri muskacı soytarılar zengin olur. Aşağıdaki şiiri bu dediklerimin ışığında okur musunuz?
….    ….    ….

Her gün traş olmayıver
Sabah akşam dişlerini fırçalama
Burada saçlarını yalnız kadınlar tarar
Geceleri ışıkların açık sabaha kadar
Bir şeyler okursun öğrenmek için
Herkes senin büyü yaptığını sanır
Tevekkeli hiç tekin değilsin

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Bu şiirde engelli bir çocuk olduğum çağlarımı anlatıyorum. Küçük çocuklar yanlarından geçerken korkuyor ve içeri kaçıyorlardı. Köpekler bile yanıma yaklaşamıyor (yaklaşsalar korkardım aslında) arkamdan havlıyorlardı. Çocukluğumda engelli içine şeytan girmiş garip bir yaratık olarak görülür, biraz daha büyük çocuklar tarafından taşlanırlardı. Belki de iyilik yapıyorlardı kimbilir.. İçimizden şeytanı çıkartıp yürütmek istiyorlardı bizi belkide. Ama şeytan inatçıydı, kan revan içinde kalırdık, o içimizden çıkmazdı. Aradan zaman geçti; engelliliğin şeytanın işi değil, bir hastalık olduğu anlaşılır oldu. bunun üzerine bize acımaya başladılar. Bizde bunu çok iyi kullandık, sadece dilendik. Sözü fazla uzattım. Ben sizi şiirle baş başa bırakayım.
….    ….    ….

Çocukların yüzünde korkuyu gördüm
Bakmadım bu yüzden
yürürken yüzlerine
Her söylenene
hem sağırdım hem kördüm
Kırgınım mevsimlerin güzlerine
Çocuklar kaçışıyordu
Köpekler havlıyordu arkamdan
Ne acayiptim oysa, nede korkunçtum
Bende –değnekle yürüyen- bir çocuktum

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Sıradan bir şiir işte. Özel bir hikayesi yok! Çok küçük, çok sade. Gene Y.K.Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından esinlenilmiş bir şiir
….    ….    ….  

Kafamın içinde
Kalbimin üstünde
Seni taşıyamıyorum
Taşımaktan fakat
Başımı kesseler
Vazgeçmiyorum

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Özel bir şiir kime yazılır? Elbette ki sevgiliye. Ama bu bir kadın değil. O zaman üç yaşında olan yeğenim Barış’tı bu sevgili.. ablasıyla ikisi dizlerimin dibinden ayrılmazlardı.
….    ….    ….

İNCİ TANEM

Sen derin
Lacivert denizlerin
Koynunda saklandığın istiridyelerin
Uykusunda çaldığım
İnci tanemsin
Benim bir tanemsin

Gecenin gizine
Senin dizine
Koyup yorgun başımı
Rüyaya dalmak
Gözyaşımı kurutmak
Geçmişimi unutmak istiyorum
İnci tanem

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Bütün olumsuzluklarımı tek satıra bağladım. Şiir mi? Bence şiir.

….    ….    ….

Çünkü bütün şairler gibi çirkinim

Aydın Göle
16.03.2002

***   ***   ***

Bu şiir doğum günü hediyesi olarak Aynur Çatak’a yazıldı. Aynur derneğimizin hanım üyesidir. Bir görseniz kendisini. Çok hamarat, çok becerikli ve çok hızlı bir bayan. Gerçekten hayata dört elle sarılıyor.
….    ….    ….

105
Tekerlekli sandalyede pek beceriklisin
Rüzgarlar utanır rüzgarlığından
seni görse, çok yüreklisin
Kimse görmez ama sen dört ellisin
Hayata bağlılığından belli Aynur

Seni üzmesin hiçbir şey, izin verme
Hayatında yapma çiçekler olmasın
Baharlardan gül toplama
sen zaten gülsün
Dilerim yüzün ömrünce gülsün Aynur


Aydın Göle
16.03.2002

***   ***   ***

Burada yozlaşmayı anlatıyorum. Buda Y.K.Karaosmanoğlu’un “Yaban” adlı romandan esinlendi.


ÇATLAK ZURNA

Zurna çatlaktı
Eller oyuna isteksiz
Yemekler tatsız
Kimsenin gücü yoktu
Kızmaya yada kavgaya..

Zurna çatlaktı
Zurnacı ezeli çatlak
Bu tavan bu gök kubbe
Şimdi ortadan yarılacak
Bir düğün, seven kızlara
Kızlar çatlak
Yanık delikanlılara
Onlarda kızlardan çatlak

Zurna çatak
Zurnacı ezeli çatlak
Tavan çatlak
Yağmur çatlak
Kovalar çatlak
Kevgir gibi evler
Atılan mermiler çatlak

Aydın Göle
16.03.2002


Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar. Tekrar görüşmek dileğiyle hoşça kalın.


 Yayın Tarihi: 19.01.2014

ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA DÜĞÜN 2

Dizi yazımızın bugün ikinci bölümünü okuyorsunuz. Bu yazıda düğün öncesi ve düğün sırasındaki aşamaları topladım. Bildiğimiz şeylerdi ama hiçbirini bütün olarak düşünmediğim için ortaya çıkan şeyler beni ürküttü. Yani bu geleneklerle evlenmek  (büyük kentlerde yaşayan)  modern insan için size göre de zor bir yol demek değil mi?
***    ****
Düğün deyip de geçmeyin. O kadar karmaşık bir yapısı vardır ki… bu yapısından dolayı başlı başına bir ekonomik sektördür. Aşağıda göreceğiniz liste hem karmaşık yapıyı, hem bir sektör oluşunu çok güzel vurguluyor.
SÖZLENME

Söz mekanı
Söz çiçeği
Söz çikolatası
Söz yüzüğü
Söz kıyafetleri

NİŞANLANMA

Nişan mekânı
Nişan çiçeği
Nişan pastası
Nişan kıyafetleri
Nişan yüzüğü
Nişan bohçası
Nişan fotoğrafı
Nişan davetiyesi
Nişan hazırlıkları
Nişan saç modeli
Çeyiz

DÜĞÜN

Gelin
Damat
Düğün
Balayı tatili
Düğün gelenekleri
Hukuksal işlemler
Kına gecesi
Evlilik kredisi
Ev dekorasyonu
Sağlık
Evlilikle ilgili fuarlar
Takılar –pırlanta-

GELİN

Gelinlik; gelinlik kumaşları, tesettürlü gelinlik, gelinlik seçimi, gelinlik modelleri
Gelin saçı; yıllara, dönemlere göre modeller
Gelin bakımı; gelin makyajı, diyet ve güzellik, epilasyon
Gelin iç giyim
Duvak
Gelin acil durum çantası
Gelin saç aksesuarı
Gelin ayakkabısı
Gelin el çiçeği
Nedime

DAMAT

Damatlık
Damat tıraşı
Damat bakımı
Erkek iç giyim
Sağdıç

DÜĞÜN

Düğün mekânı
Düğün pastası
Düğün davetiyesi; davetiye sözleri, davetiye firmaları, davetiye seçerken
İlk dansınız; dans dersleri
Düğün müzikleri
Düğün yemeği
Animasyon hizmetleri
Anı kürsüsü, anı defteri
Gelin arabası
Nikâh şekeri
Sesli ışık gösterileri, havai fişek
Ses sistemi ışık, DJ
Düğün hediyesi
Düğün fotoğrafı

BALAYI TATİLİ

Yurt içi
Yurt dışı
Öneriler

EV DEKORASYONU

Beyaz eşya
Mobilya
Yatak odası
Mutfak

SAĞLIK

Psikoloji
Cinsel yaşam; doğum kontrolünün önemi, doğum kontrol yöntemleri
Gerekli sağlık kontrolleri

Gördüğünüz ve önceden de bildiğiniz gibi ne çok gidilecek yol ve ne çok harcama yapılacak konu var değil mi? Hele günümüzde bir yuva öyle kolay kurulmuyor. Eskilerin o meşhur atasözleri ve deyimleri unutuldu. İki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor artık. İki çıplak bir hamamda ömür boyu kalamadığı gibi.. neyse, biz gene konumuza dönelim.
Düğün törenine gelene kadar, yapılan söz ve nişan törenlerinin, ülkemizin çeşitli yöre adetlerine göre nasıl yapıldığını gelecek yazımızda görelim.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 15.01.2014

ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA DÜĞÜN 1

Kim ömründe bir kere olsun bir arkadaşının, bir akrabasının, yada bir komşusunun düğününde ellerini kaldırıp oynamamıştır? Hele bu kardeşinin veya evladının düğünüyse kenarda seyirci kalabilen kaç kişi vardır ki.. Misketi, fidayda’yı babalarımızdan mı, dedelerimizden mi miras aldık, bilen var mı? Harmandalıyla zeybek, Derrule’yle horon, Caney Caney’le halay oynamayan kaldı mı? Rahmetli Zeki Müren’le sevdiğimiz “Yağmurlu bir günde tanıdım seni” adlı Yunan parçası düğünlerin adeta ikinci marşı değil mi? Kasap çalınması istendiğinde ilk olarak “kasap” adlı bütün balkanların bildiği gene Yunan parçası ile kasap oynamaya kolkola girmiyor muyuz? Mevlânalar, çifte telliler ile göbek sallayan, gerdan kıran, kıvrılan o ağır oynak kalçalarla zamanına göre Nesrin Topkapı’lar, yada Asenalar görmedik mi? Eski yeni ne çaldıysa coşmadık mı hiç? Niçin yaptık bütün bunları? Eğlence ihtiyacımızdan dolayı mı, yoksa bir görev bilinciyle mi? Ne oluyordu da biz her zamankinden farklı davranıyorduk?

İşte bu yazının amacı hem bizde, hem dünyada gelenek olarak yaşatılan düğünleri anlatmaktır. Görelim bakalım düğün neymiş.

Örnek gösterilecek kaç türlü düğün vardır?

Bizim toplumumuzda dini geleneklerce yapılan iki tür düğün vardır.
1: sünnet düğünü
2: evlilik düğünü

Sünnet düğünü erkek çocuklarının erkekliğe adım atmalarına ön ayak olan bir eylemin eğlencesidir. Konumuz içinde bu anmadan fazla yer almasına da gerek yoktur. Çünkü karmaşık bir yapısı yoktur.

Asıl konumuzu oluşturan nikâh denen evlenme anlaşmasının ardından yapılan eğlenceden ibaret olan düğündür.

Ayrı cinsten iki kişinin birlikte yaşama karalarının ve bu birliktelikten doğacak çocuklarının toplum ve devlet tarafından yasal kabulü için resmi olarak ilanından sonra yakın ve dostlarıyla bunu kutlamak amacıyla yapılan, kişilerin gelenek ve maddi imkânlarıyla şekillenen toplu eğlence türüne düğün diyoruz.

Düğün geleneği bu günkü devlet yapısından çok öncede vardı. İlkel kabilelerde de bunun izlerini görüyoruz. Geleneklere göre törensel boyutu değişen düğünlerde bugün çok saçma diyeceğimiz uygulamalara tanık olmaktayız. Bir belgesel programında Afrika kabilelerinden birinde yapılan bir düğün törenini izledim. Evlenme çağına gelen gençler toplu törenle evlendiriliyordu. O törende kızlar meydana bir kova suyla geldiler. Damat adayları gelin adaylarının enselerinden tutup kafalarını o bir kova suyun içine daldırdılar. Kafası suyun içinde suda en çok ses çıkaran gelin ve bu gelinle evlenmekte olan damat adayı o düğünde büyük ilgi gördüler.

Düğün evlilik müessesesinin kurulduğu ilk devirlerden beri yapıla gelmektedir. Bugün çeşitli milletler tarafından yapılan düğünler, eski çağlardan kalma bir gelenek olarak devam etmektedir. Eski çağlarda yapılan düğünlerin asıl özelliği, evliliğe kötü ruhların gelmesini önlemek amacı ile yapılmış olmalarıdır. Bu çağlarda düğünlerin, mümkün olduğundan fazla kalabalık ve eğlenceli olmasına dikkat edilmiş, kalabalığın ve eğlencenin çokluğu oranında, kötü ruhların evlilikten uzak kalacağına inanılmıştır. Doğal olarak bu gelenek medeni toplumlarda, yeni bir yaşama müessesesini kutlama şekline geçmiştir. Bugün, medeniyetin ilerlemiş bulunduğu toplumlarda evlenmelerde düğün eğlenceleri düzenlemek, eski önemini kaybetmişse de yine de devam ede gelmektedir,

Türklerin de, düğün gelenekleri önemlidir. Bu gelenekler, birçok şehirlerde, çok değişik karakterler gösterir. Evliliğin başlangıcında yapılması genelleşmiş olan davranışlar dışında, düğün eğlenceleri, bu sebeple, her köyde, her kasabada, her şehirde çoklukla değişik karakterler göstermektedir.
Bir internet sitesinde okuduğum şu satırlar bu törenin bir özeti gibiydi:
“Düğün; düğme çözme işlemine verilen addır. Düğme işleminden önce söz verilir, sonra nişan alınır, sonra düğme çözülür.”
Eskiden kısası üç gün üç gece, uzunu da kırk gün kırk gece süren düğünler yapılırmış. Bütün şehri, hatta bütün ülkeyi düğün havasının sardığı önemli kişilerin düğünleri beklenirmiş. Bu düğünlerde herkese açık sofralar kurulur, yarışmalar düzenlenir, ödüller dağıtılırmış. Şimdi bu düğünlerin yerini düğün salonlarında 4 yada 5 saat süren düğünler almıştır. Düğün sahiplerinin evinin kirlenme derdi ve telaşı da böylelikle bitmiştir. Uzun bir süredir, sazlı sözlü düğün yapmak yerine nikâh töreniyle evlilik hayatına başlamayı yeğleyenler de var. Düğün sonrası “balayı” denen bir geziye çıkma geleneği de ülkemizde yaygınlaştı.


DEVAM EDECEK


 Yayın Tarihi: 13.01.2014


ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 31

Merhaba sevgili okurlar. Gene Pazar ve gene şiirlerimle karşınızdayım. Bu satırları okur ve umarım şiirleri beğenirsiniz. İlk şiir babamın bir özdeyişinden esinlendiğim bir şiirdir. Babam “İnsanda, eşyada eskir.” derdi ve eklerdi: “İnsanın evinde eski; sadece ana-babası olabilir. Eşya daima yeni olmalı. Çünkü ikisi de eski olursa orda hayat taze olmaz.” Ben buna Yeşilaycı olmama rağmen “iki eski şey çok makbuldür; biri şarap, biri dostluk” özdeyişini de  eklemek istiyorum. Çünkü şarap yıllandıkça, dostluk eskidikçe güzelleşir.

Yeni bir güne eskiyen zamana inat genç gönülle ulaşmak kim istemez? İyimser bir bakışa sahip olmadan da kimse genç bir gönüle sahip olamaz. Beden yaşlanır ama gönül öyle kolay yaşlanmaz. Gönlü yaşlandıran hevesleri bitiren gamdır. Ne demişler eskiler, “demiri nem insanı gam bitirir.” Madem öyle gençliğin sırrı elimizde. Genç kalmak çok zor olmasa gerek.

99
Zaman eskisin
Eşya eskisin
Sen hep yeni kal

Bacadaki duman gibi
Çaydanlığın demi gibi
İnce ince tüt göğüme

Ürkek korkak bakarım
Sensiz yağmurdan korkarım
Usulcacık tut elimi

Zaman eskisin
Eşya eskisin
Sen hep yeni kal

Aydın Göle
03.03.2002

***   ***   ***

Gecenin içinde bir güzel müzik, gökte yakut taşları gibi parlayan yıldızlar ve gönülde bir sevgili varsa yaşamak ne harikadır.. başka ne istenir ki? Bir ömür boyu yaşanan böyle günler çok azdır.  

100
Sevdiğim sözler
Sevdiğim şarkılar gibi geceler
Çıkar gelir adınla
Varsın doğmasın gün
Varsın güneş küssün bana
Sen varsın ya

Aydın Göle
03.03.2002

***   ***   ***

Herkes kendi hayatının başrol oyuncusudur. Sevdiği de ikinci başrolü oynar. Böyle sinemasal kurguyla sevgiliye “bu akşam seni düşünerek, seni yaşayarak, sensiz sarhoş olacağım” diyorum. Sevda böyle bir şeydir işte. Neden sevgilinin kendisinden daha çok hayaliyle yaşarız? Çünkü hayaliyle sevgiliyi gönlümüze göre biçimlendirmek kolaydır da ondan.

101
Sen filmimin baş kadın oyuncusu
Sen durakların ilk ve sonuncusu
Her durağında başka mevsimler var
Saçlarımda kar
İçimde bahar
Mevsiminin sarhoşuyum
Bu yüzden filmim kapalı gişe
Bu yüzden mey dolu şişe
Bitecek sabaha kadar

Aydın Göle
06.03.2002

***   ***   ***

Sevgiliye iyi geceler dilemek için yazılmış bir şiir. Bu küçücük şiir umulmadık bir etkiye ulaşmıştı.

102
Sevginin kucağında bebek gibi
Gecenin kucağında melek gibi
Mutlu mesut uyu sevdiğim

Aydın Göle
10.03.2002

***   ***   ***

Öyle kendinizi paralamanıza gerek yok! En akla gelmedik sürprizlerle sevdiğinizin başını döndürmek istersiniz ama ne yapacağınızı bilemez, bulamazsınız. Oysa sevgiliye vereceğimiz en değerli hediye kalbimizdir. Kalbi sevgilide olan başka hediyeleri kendiliğinden alır zaten değil mi?

103
Yıldız toplayacaktım gökyüzünden
Denizden istiridye
Gökyüzü bulutluydu, Denizse dalgalı
Ben yorgun ve dermansızdım
Verilecek bir kalbim var
Alır mısın tereddütsüz

Aydın Göle
12.03.2002

***   ***   ***

Değişim heyecan vericidir. Hele hele yalnızlıktan kurtulmak öyle heyecan vericidir ki, sesinize ses katılacak ve biri sizi dinleyecek bir düşünsenize.. çünkü yalnızlık cehennemdir. Orda yanarken su veren olmaz. Elinizi bir el tutarsa kuruyan dudaklarınızı görecektir. Size vereceği bir bardak su umuda ve mutluluğa verilmiş sudur.

Bir şeyler değişse
Değişse bir şeyler
Cehennemden kurtulsam
Yalnızlığımdan kaçsam
Yanarken ateşten bir damla
Bir damla su verilse dudaklarıma
Elimi sıksa elin
Bir umut saçsa yüreğime
Son saate yetişse adalet
İpten alsa beni
Bir şeyler değişse
Değişse bir şeyler
Henüz baş başa konuşamadık
Bir dakika kalamadık baş başa
Sen orda öyle duruyorsun
Ben sana akıyorum nehir olup
Bir şeyler değişmeli
Değişmeli bir şeyler

Aydın Göle
12.03.2002

***   ***   ***

Bu günde şiirlerimle sizlere konuk oldum. Bana katlandığınız için çok teşekkür ederim. Gelecek hafta Pazar günü gene şiirlerimle karşınızda olmak dileğiyle. Hepinize iyi pazarlar.


Eti dile gelmişti
Başımı döndürdü şarkıları
Dili söylemese de
Başımı döndürdü bakışları

Aydın Göle
12.03.2002

Yayın Tarihi: 12.01.2014