29 Temmuz 2010 Perşembe

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 52


Sıcak yaz gününde size içinizi ferahlatan dost merhabalar yolluyorum sevgili okurlar. Bu son hafta sıcaklar iyice dayanılmaz oldu. Gazetelerden klima satışlarının arttığı haberlerini okuyoruz. Tatil yerleri herhalde hafta sonu daha çok olmak üzere dolup, dolup taşıyordur. Biz bunu zaten istemiyor muyduk? Zaman, şimdi o zamandır işte.

Bu hafta şiirlerin arasına girmek istemiyorum. Anlamları ve kime yazıldıkları o kadar belli ki.. Fazla söze gerek yok sanırım.

*** ***

216

Fazladan neyim ben

Can kurtaran sirenleri mi

Yangınları söndüremeyen

İtfaiye erleri mi

Tut elimi göreceksin

Yüreğimin sana atışını

Parmak uçlarımda


Aydın Göle

02 kasım 2002

*** ***

217

Neler yazdım beğenmedim de sildim

Sildim gamı kederi gönlümden de

Ümidin yelkenlerine rüzgâr oldum

Pupa yelken

Dalar giderim bir tebessümüne


Aydın Göle

07 kasım 2002

*** ***

218

Delilendim

Deli delilendim de

Kör bıçaktım

Sevginle bilendim

Çürümüş ağaçtım

Yeni filizlendim de

Kasırgalara direndim

Zavallıydım

Seninle güçlendim


Aydın Göle

08 kasım 2002

*** ***

219

Rüzgâr zalim yar zalim

Biri beni içerden dağıtır

Biri dışarıdan dağıtır

Konuşmaya hiç yok halim

Ne sesimi duyarlar

Ne halimi görürler

Kalpleri kış uykusunda


Aydın Göle

17 kasım 2002

*** ***

220

Mutluluk bana haram

Böyle vefasızı severken

Canım yanıyor kanıyor yaram

Tam seviliyorum derken

Ellerim böğrümde kaldı

Yapayalnızım beni anlayan yok


Aydın Göle

17 kasım 2002

*** ***

221

Ya gir aklıma hiç çıkma

Ya çık aklımdan hiç girme

Böyle kararsız durma

Bu gemi yoksa kayalara çarpacak

Kaptan dümenim elinde

Göster hünerini kurtar fırtınadan

Ben suyun üstünde duruyorum halâ

Kırk yerimde yaram var,

Yorgun yolculuklardan.

Suyun üstündeyim, hem hiç batmadan

Güneş duramıyor benim kadar

Sulara gömülüyor her akşam

Bak gene akşam, gene güneş yok

Sen ışıklarımı yak kaptan

Gece korksun bizden

Biz yol alalım sevdalara


Aydın Göle

17 kasım 2002

*** ***

222

Yaz bebeğim yaz

Kış ortasında hava yaz

Sevgimi suya değil

Kalbinin içine yaz

Suda silinir saniyede

Kalbe yazılanı ölüm bile silemez

Kalbinde sakla beni

Kırılmış vazodan saçılmış mimozayım

Darmadağın yerlerdeyim

Seni benden vazgeçirdiler ya

Seni benden kopardılar ya

Ben daldım sen çiçek

Sandım ömür böyle geçecek

Seni kopardılar benden

Baş düştü sanki, gövdeden

Gövdenin inadını görsen

Görsen inadını bebeğim

Gözlerin seni terk ederdi

Seni sevmeye bu kadar

Bu kadar niyetli

Ve bu kadar kararlı

Seni kopardılar benden

Baş düştü sanki, gövdeden

Bilmiyorlar günaha girdiler

Neden ama neden

Sekiz başlı ejder miyim

Seni sevmekten vazgeçer miyim

Bilmiyorlar günaha girdiler

Erken bahara aldanan zerdali ağacıyım

Bu yüzden zırdeli sevdalıyım

Aldanmışların, aldanmışlığının kavrukluğu

Yapraklanmama mani

Bilmiyorlar günaha girdiler

Yaz bebeğim yaz

Kış ortasında hava yaz

Sevgimi suya değil

Kalbinin içine yaz


Aydın Göle

20 kasım 2002

*** ***

223

Yangınıma yangın ekliyorsun

Ve sen bunu hiç bilmiyorsun

Arkanı dönüp gidiyorsun

Yangınıma yangın ekliyorsun


Aydın Göle

21 kasım 2002

*** ***

224

Dostlar

Acıma merhem

Derdime çare

Yarama ilaç

Olabilir misiniz

Depremlerimi Fırtınalarımı

Durdurabilir misiniz

Trafik polisi gibi


Aydın Göle

20 kasım 2002

*** ***

225

Ne İsa kaldı ne Musa

Neron’da unutulurdu

Roma’yı yakmasa

Biz unutulalım

Sevdamız unutulmasa

Sevdamız bizim yalan sevdamız

Başımızı derde salan sevdamız

Kanlı izi yüreklerimizde


Aydın Göle

20 kasım 2002

*** ***

58

Sevmek seni;

Gecenin aniden

Gündüz olmasıdır

Tam orta yerinde.

Yıldızların bir hizaya gelmesidir

İp gibi dizilmesidir

El pençe divan durmasıdır,

Emre amade.

Kadehte;

Buzların erimesidir yavaş yavaş

Dilin susuzluğunu dindiren.

Suretlerde resimlerin dillenmesidir

Gizli yeminleri hatırlatan.

O yeminler ki

Yarınlara gider unutulsa da

Sonsuzluğa bağlanır.

Ayaklara çiçeklin serilmesidir

En yabancı yollarda

Sevmek seni


Aydın Göle

20 kasım 2002


İyi pazarlar sevgili okurlar. Buz gibi ayranlı, mis gibi çaylı, soğuk meyveli serin köşeler dilerim hepinize.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 25.07.10

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN HALKOYUNA GİDİLİRKEN 2


Anayasa değişikliği için halk oyuna gidilmesine karar verildiğinden beri haber kanallarında her akşam bir tartışmaya tanık oluyoruz. Kambersiz düğün olmaz diyerek gazetemizdeki köşemden konuya ilişkin yazı yazmaya karar verdim. Bugün 4 bölümlük bu dizi yazının 2.’sini sunuyorum. Buyurun.

DARBE GİRİŞİMLERİ SİVİL YARGIYA;

Anayasa değişiklik paketinde önerilen değişiklik ile, askerlerin “devletin güvenliği, anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçların”, sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açılıyor. Böylece Ergenekon gibi davalarda “askeri mahkeme mi, sivil mahkeme mi baksın”tartışması ortadan kaldırılıyor.

SİVİLLER SİVİL MAHKEMEDE

Savaş dönemleri dışında, hiçbir sivilin askeri mahkemede yargılanmaması Anayasa’ya giriyor. Hatta savaş halinde bile Askeri mahkemelerin yetkilerinin neler olacağına ilişkin yeni bir yasal düzenleme yapılmasının önü açılıyor.

Anayasa Mahkemesi DEĞİŞİYOR

- Üye sayısı 11’den 19’a çıkıyor - 3 ÜYEYİ TBMM SEÇEÇEK- 2 üyeyi Sayıştay ve 1 üyeyi barolar aday gösterecek, TBMM bu adaylar içinden seçecek

ÜNİVERSİTE MEZUNU VATANDAŞA Anayasa Mahkemesi ÜYELİĞİ

- Değişiklik paketine göre, Anayasa Mahkemesi’nin kalan üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Adayları, Danıştay, Yargıtay, Yüksek İdare Mahkemesi, YÖK aday gösterecek. Cumhurbaşkanı’nın ayrıca üst yöneticiler, Anayasa Mahkemesi raportörleri ve hatta yüksek öğrenim görmüş Türk vatandaşları arasından da Anayasa Mahkemesi asil üyesi seçme hakkı olacak. Tüm Anayasa Mahkemeleri üyelerinde 45 yaşını doldurmuş olma şartı aranacak.

- Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süreleri 12 yılla sınırlandırılıyor. İkinci kez seçilmelerinin önü kapatılıyor.

YÜCE DİVAN KARARLARINA YARGI YOLU AÇILIYOR

Değişiklik paketi ile, Cumhurbaşkanları, Başbakan ve Bakanları yargılayan Anayasa Mahkemesi’nin, yani Yüce Divan’ın vereceği kararlara da yargı yolu açılıyor.

Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, tüm iç yargı yollarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmalarının da önü açılıyor. Böylece, vatandaşların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmeden önce, bir de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmalarının önü açılıyor.

ASKERİ YARGIDAN “ASKERLİK GEREKLİLİĞİ” KALKIYOR

Anayasa değişikliğine, sivil ve askeri yargılama arasındaki farkların giderilmesi için de maddeler konulmuş. Buna göre, Askeri yargıtayın kuruluş ve işleyişine ilişkin kanunlar yapılırken, bunların “askerlik hizmetlerinin gereklerine” görev yapılmasının önü kapatılıyor. Buna ilişkin Anayasa maddesinden, “askerlik hizmetlerinin gereklerine göre” ibaresi kaldırılıyor

HSYK’NIN YAPISI DEĞİŞİYOR

Anayasa değişiklik paketinde, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında da değişikliğe gidiliyor. Üye sayısı 21’e çıkarılıyor. Adalet Bakanı’nın, HSYK’nın başkanı olması ilkesi ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın kurulun doğal üyesi olması değiştirilmiyor. (Oysa AB raporlarında bu durumun yargı bağımsızlığını etkileyeceğine ilişkin eleştiriler vardı).

HSYK, üç kurul halinde çalışan bir yapıya kavuşturuluyor.
HSYK’nın meslekten çıkarma kararı, yargı denetimine açılıyor. HSYK’nın diğer tüm kararlarına ise yargı denetimi kapalı.

12 EYLÜL’E YARGI YOLU

Anayasa’nın 12 Eylül askeri darbesini yapanların yargılanmasına engel olan geçici nitelikteki 15. maddesi kaldırılıyor. Böylece başta eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül darbe sorumluları hakkında yargı yolunun önü açılıyor.

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 23.07.10

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN HALKOYUNA GİDİLİRKEN -1


Anayasa değişikliğinin halk oyuna sunulmasına, yani şu bildiğimiz yabancı kelimeyle referanduma iki aydan az bir süre kaldı. İki ay da ülkemiz için uzun bir süre sayılır. O arada gündemi etkileyecek önemli şeyler olmazsa bu konu üstüne çok tartışılacaktır, şimdiden görünen o. Ama hiç belli olmaz, burası Türkiye; bilmediğimiz daha neler vardır sırada, kim bilebilir? Yeni gündemler halk oylamasının sessiz sedasız yapılmasını sağlar. Bundan da iktidar kazançlı çıkar.

Aslına bakarsanız halk oylaması halkın umurunda olan bir konu değil. Halk dediğimizde kimden bahsediyoruz? Bunu şahıslaştırmadan genelleyerek konu açıklanamaz. Halk dediğimizde işçi, memur, esnaf ve sanatkâr, yani vergi mükellefleri anlaşılmalıdır. Bu anayasa değişikliği oylaması iktidar partisine denetimsiz iktidar olma yolunu açacaktır. İstedikleri de bu değil mi? Yani halka yeni bir şey getirmiyor.

Anayasa değişiklikleri için ülkemizin demokrasi geçmişine bakıldığında pek ümitli olamıyorum. Osmanlıdaki mutlakiyetçiliği kaldıran meşrutiyetle birlikte demokrasi mücadelemiz dış dayatmalarla da olsa başladı. Meşrutiyetçiler Avrupa’nın ilerlemişliğinin sebebini hürriyetçiliğe bağlarlarken ordaki hürriyeti sağlayan ve sistemin savunucusu sermaye sınıfı gibi unsurların Osmanlıda olmamasını önemsemeden ilan ettikleri meşrutiyet sonunda kısa sürede iktidar kavgalarına düştüler. Genlerimize işlemiş olan mutlakiyetçilik anlayışı nedeniylede cumhuriyet sonrası demokrasi sınavlarını da parti ve liderlerimizin bitmek bilmez ihtirasları yüzünden kaybettik. Görünüşte çok partiliydik, ama aslında yaptığımız tek partili demokrasicilik oyunundan başka bir şey değildi. Partilerimizde uzlaşma kültürü eksikliği halâ sürmektedir. Tek uzlaştıkları konu millet vekili maaşları..

Meşrutiyet dönemi, mutlakiyet demek olan padişah buyruklarına son verdiği düşünülecek olursa ilerici bir dönem sayılabilir mi? Görece olarak evet! Çünkü meşrutiyet; kanun devletine, hukuk devletine geçişin başlangıcı olarak görülebilir. O zamanki meclis mutlakiyete son veriyordu. Şimdiki anayasa değişikliğiyle meclis mutlakiyeti geri getiriyor. Halk oyuna sunulmak istenen böyle bir anayasadır işte. Aşağıda gerekçeleriyle bunun neden böyle olduğunu göreceksiniz.

Anayasa değişikliği şu başlıkları içeriyor:

- Memurluk yasası hakkındaki değişiklik (toplu sözleşme hakkı).

-Siyasi partilerin kapatılması hakkındaki değişiklik.

- Askere sivil yargı yolu açılması hakkındaki değişiklik.

- Anayasa Mahkemesi’nin yapısı hakkındaki değişiklik

- HSYK’nın yapısı hakkındaki değişiklik.

- Geçici 15. madde kaldırılması ve 12 Eylül’e yargı yolu açılması hakkındaki değişiklik.

Bu başlıklar altında toplanan değişikliklerin ayrıntılarını da görelim.

KADINLARA POZİTİF AYRIMCILIK YOK, ENGELLİLERE VAR

Anayasa’ya çocuklara, yaşlılara ve engellilere pozitif ayrımcılık yapılmasının önü açılıyor. Ancak beklenen “kadınlara da pozitif ayrımcılık” getiren madde, taslağa konulmadı. Yani, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasının önü kapalı. Kusura bakmayın ama şu pozitif ayrımcılık sözüne itirazım var. Yasa değişikliğindeki şekliyle söyleyecek olursak “özel surette korumacılık” denmiyor da pozitif ayrımcılık diye bir terim uydurdular ya, inanın kan beynime çıkıyor. Nerden çıkar böyle özenti uydurmalar bilmiyorum. Bunun adına “yaşlı ve engellilerin korunması” dense dilimiz fakirleşir mi?

Devam edelim

PARTİ KAPATMA

- Parti kapatma davası ancak TBMM izniyle açılabiliyor. - Partisinin kapatılmasına neden olan vekilin milletvekilliği düşmüyor - Meclis’te yapılan konuşmalar, Meclis’in izni olmadan kapatma davasına konu yapılamayacak - Partilerin “temelli” kapatılmasının önü kesiliyor. Kapatılan partinin yeniden açılmasının önü açılıyor. - Siyasi yasaklar 5 yıldan üç yıla iniyor

MECLİS YÖNETİMİ GÖREV SÜRESİNE DÜZENLEME

Anayasa paketi ile TBMM yönetiminin görev süresi de, daha önce yapılan ve genel seçimlerin 4 yılda bir yapılmasını öngören Anayasa değişikliğine uygun hale getiriliyor. TBMM’de seçimden sonra ilk seçilen yönetim 2 yıl görev yapacak. Daha sonra seçilen yönetim ise, yeni seçime kadar görev yapacak.

YAŞ KARARLARINA YARGI DENETİMİ

Anayasa’nın 125. maddesindeki değişiklik ile, Yüksek Askeri Şura’nın alacağı askerlikle ilişik kesme kararlarının yargıya götürülmesinin önü açılıyor.

Hakim ve savcıların denetimi için yeni yasa çıkarılacak.

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 21.07.10

20 Temmuz 2010 Salı

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 51

Merhaba sevgili okurlar. Bu sene yaz oldukça geç geldi. Geç geldi ama şimdide kavuruyor her şeyi. Allahtan geceleri biraz serin, yoksa bu sıcakta uyunmaz. Artık Marmara bölgesi de iyiden iyiye karasal iklim özelliklerini gösteriyor. Gündüzleri çok sıcak, geceler hatırı sayılır derecede serin oluyor farkındasınız değil mi? Bu konuyu uzatmak şiir köşesine uygun değil. Ama sıcaklar yüzünden nefes almakta zorlandığımızda bir gerçek.. yaz yazlığını yapsın. Bütün gıdalar bu sıcakla oluşuyor. Tarlada ekinler güneşle ve sıcakla olgunlaşıyor. Tıpkı şiirler gibi. Yürek yanmasa şiir olur mu?

İşte bu haftaki ilk şiirimiz: Ağustos böceği ile karıncanın masalını andırdığını şiiri okuyunca düşünür müsünüz bilmem ama amacım o değildi. Sadece laklâk etmeyi yarını düşünmeden günü boşa geçirmek olarak kabul eder ve bu mısrayla böyle bir benzerlik kurarsanız yanlış olur sanırım. Çünkü bütündeki anlam başka.

…. ….

211

Yaza, yaza, yaza erdim

Yaya kaldım yazdan çıktım

Leyleklerle laklâk ettim

Onlarda gitti baharlara

Yağmurlar, karlar bana kaldı

Güzler, kışlar bana kaldı

Acı ıslıklı rüzgârlarda

Aydın Göle

21 ekim 2002

*** ***

Bir çocukluğa özlem şiiri. Çocuklar nede güzel ve kolayca her türlü sorunlardan sıyrılıyorlar değil mi? Keşke biz büyüklerde böyle davranabilsek.

…. ….

212

Biraz hınzır, biraz muzip

Çocuk olsam öfkeyi sezip

Büyüklerin dünyasından

Sessiz limanıma kaçacağım

Bir pencere açsam

Rüyalardan aksam

Oyun bahçelerine

Aydın Göle

23 ekim 2002

*** ***

İnsan her türlü suçlanmaya açıktır. Sağlam duruşlu ve karakteri oturmuş kişiler bunlara aldırmaz bile. Ya diğerleri.. etrafınıza bakın kendini olur olmaz ne çok savunan olduğunu görürseniz şaşırmayın. Bunu sevgisizliğe bağlıyorum ben. Bu şiirde biraz mizahi biçimde bunu anlatmaya çalıştım.

…. ….

55

Ben size ne dedim

Bütün peynirleri ben yedim

Gezmediğim kalmadı; mutfak, kiler

Keyfimi bozdu arsız kediler

Fındık bulamadım ekmek kırıntısına

Bari sevenim olsa

Beni göğsüne alsa

Gözlerinde sevginin izini görsem

Üç gün yaşasam sonra ölsem

Gönül rahatlığıyla.

Bıyığım titriyor sevgisizlikten

Aydın Göle

23 ekim 2002

*** ***

Kısa mesajla şiirlerimi sevdiklerime gönderdiğimi biliyorsunuz artık. Bu gönderilmemiş şiirlerden bir şiir. Gene sevgiliye sitem var bu şiirde. Ne çok önemsiyoruz kendimizi. Sitem önemsenmeyi istemekten başka bir şey değil. Yerli yersiz her zaman bu hataya düşeriz. Sevdalılar bu hataya kırılganlıkları arttığı için daha sık düşerler.

…. ….

56

Kalbim türbe sensin yatırı

Yılların insafı yok, yok hiç hatırı

Okunmaz, okunsa da anlaşılmaz tek satırı

Yalnızlığa çıkar bütün yolları

Yalnızlık ki bir ağaç gibi, en zoru

Birikir azalmaz, gün geçtikçe, şüphe ve soru

Sevdanın budur hep yaşattıkları

Ben sevdaya sevdalı, en başından sana

Gözlerimde tomurcuklanıyor göz yaşları

Kalbim türbe sensin yatırı

Bilmiyorum, aklımda değil çocuk oyunları

Ben hiç koşmadım oynamadım

Mızıkçı değildim fakat

Çocuk oyunlarında hep yalnızdım

Ayaklarım felçliydi ben özürlüydüm

Tamam da..

Kalbim serkisof saatti mübarek ama

Seviyor amansız, yordu sevmekten

Sadece sevmek bana özgü, sevenim yok!

Gene yalnızım, yıldızlar kadar

Uzak bir yıldız görürseniz, o; benim.

Gözlerim yaşlıdır gene, kalbim yaslı

Yalnızım..

Bir karanfil ağlıyor kalbimin derinliklerinde

Sırılsıklam aşık bir yağmur yağıyor

Oylum, oylum seni düşünüyorum

Seni düşünüyorum

Fidanım..

Sürgündeyim..

Sensizim..

Aydın Göle

23 ekim 2002

*** ***

Şimdi sıradaki iki şiiri peş peşe okuyun ve sonra biraz düşünün. Yüce yaratana dua etmeliyiz, ama çalışmadan her şeyi duadan bekleyemeyiz. Hatta çalışsak bile dua bazen istediğimizi vermez. Her çalışma başarıyla sonuçlanır diye bir kural mı var? Sevgi bile olsa sonunda, istenen olmayabilir.

…. ….

213

Allah’ım

Sana inanır ve sana sığınırım

Bizlere yaşama sevinci ver

Bizleri sevgiden mahrum etme

Sevdiğimiz kadar sevilmeyi

Sevildiğimizden fazla sevmeyi

Nasip eyle

Kimseyi sevmezsem

Cennetin haram,

Cehennemin mekânım olsun

Beni cehennem ateşi yerine

Sevgi ateşi yaksın.

Sevgiyle cennete

erenlerden eyle Allah’ım

Aydın Göle

26 ekim 2002

*** ***

214

Dua kaderi etkiler mi

Kader duayı bekler mi

Ben istersem olur mu her şey

Her şey isteğimi törpüler mi

Sonbahar yaprakları mı aşk

Onları süpüren çöpçüler mi

Aydın Göle

26 ekim 2002

*** ***

Bu haftanın son şiiriyle sizlere veda ediyorum sevgili okurlar. Şiirdeki gibi yalnızlık, yılgınlık yaşamamanızı diliyorum.

215

Güldüm dişlerim dondu

Mezarında bir ölü döndü

Yaşanan dündü

Bugün tipi, boran

Bugün yok halimi soran

Çürüyen elmayım dışım yeşil

Dışım yeşil, siz içimi görmezsiniz

Ölüm şaka gibi

Ölüm şaka gibi

Ölüm şaka gibi

İste yarınım olmasın

Ölüm şaka gibi

İki liman arası deniz yolculuğu

Son limana yolculuk ölüm

Son sefere gönder gideyim

Bayrak taşımam daha bu sularda

Aydın Göle

1 kasım 2002

*** ***

Bugünde beni okuyan herkese iyiyi pazarlar dilerim sevgili okurlar. Haftaya gene şiirlerimle görüşmek üzere hoşça kalın..

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 18.07.10


SAADET PARTİSİ VE CHP’DE OLANLAR


Saadet partisinde genel başkanlık seçimi yapıldı, Prof. Dr. Numan Kurtulmuş bir kere daha ve bu kez Erbakan’ın “Kadim Yunan”dan beri yanında bulunan Fehim Adak, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Temel Karamollaoğlu, Ahmet Tekdal gibi isimlerle Erbakan’ın aile bireylerini Genel İdare Kurulu’ndan tasfiye ederek seçildi. Bu seçimin ardından kimi yazarlar Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderme yaparak Önder Sav vesayetinde bir başkanlığı kabul ettiği için eleştirdiler. Gerçeği arayacak olursanız bende CHP’ye genel başkan olacak ismin artık miadı dolmuş isimleri tasfiye etmesini beklerdim. Ben Önder Sav’ın genel sekreter olarak partiyi teslim almış olmasını olumlu karşılamıyorum. Ama CHP’nin bir Saadet Partisi olmadığını, kendi içinde demokrasiyi zorlansa da eninde sonunda uyguladığını, geçmişte bunun örneklerinin çok yaşandığını biliyorum. Bakmayın bugünkü partinin durumuna. Dere yatağını değiştirse dahi su yolunu bulur. Bir süre sonra taşlar yerine oturunca herkes kaderine razı olmak zorunda kalacaktır.

AKP’ye karşı seçenek olmak amacıyla gelen Kılıçdaroğlu’unun uygulayacağı politikalar belli olmaya başlarken Önder Sav’ın engellemelerine tanık oluyoruz. Kılıçdaroğlu’nun beyefendi ve barışçı tutumu bu duruma ses çıkarmadığı izlemini veriyor. Hatta bazı konularda geri adımlar bile atıyor. Ben bundan çok ülkenin geleceği için neler düşündüğünü, neler uygulayacağını merak ediyorum. Sadece fakirlik üzerine bir politika uygulamakla ülkenin birkaç gününü meşgul etmek mümkün. Uzun soluklu iç ve dış politikaları konusunda ne düşündüğünü bilen var mı? Ülkenin geleceği bu politikaların varlığına bağlı.

Bizde seçimi kazanan her parti tek parti olmak arzusunu güder. Bunun sonucunda son 40 yıldır Türkiye siyasi çekişmeler yaşadı. Bir yazımda bunun için “bize bin yıllık koalisyon gerek” demiştim.

Gene de ülkenin ikinci büyük partisi olduğu için, diktatörce davranışlara engel olabileceğini düşündüğüm için CHP’nin kuvvetli olması gerekir. Kuvvetli ve ne dediğini bilen bir ana muhalefet partisi iktidarında işine gelmelidir aslında. Böyle bir muhalefete kulak tıkamayan bir iktidar partisiyle ülke kazançlı çıkar.

Herkesin her şeyi bilmesi, bilse bile her şeyi görmesi düşünülebilir mi? Ülke yönetimi bir orkestranın müzik icra etmesi gibidir. Herkes farklı çalgılarla farklı sesleri çalar, ama ortaya öyle uyumlu bir müzik çıkar ki dinlemeye doyamazsınız. Futbolu düşünün yada.. herkes ayrı görevlerle ayrı mevkilerde oynar ama uyumlu bir takım olmayı becerebilirlerse ortaya seyrine doyulmaz bir görsel şölen çıkar. Yani iş sadece Arjantin’in Messi’ne, Portekiz’in Ronaldosu’na, Brezilya’nın Robinho’suna kalmıyor artık.

Sözü tekrar Saadet Partisine getirmek istiyorum.

Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un geride kalan ilk parti başkanlığı döneminde uyguladığı muhalefet politikasını Erbakan beğenmiyormuş. Oktay Ekşi köşesindeki yazısında Erbakan’ın “Bizimkilerin muhalefet anlayışı, Zeki Müren’in askerdeyken ‘Kahrol düşman!’ demesine benziyor” dediğinin basına yansıdığını belirtmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse Erbakan’ın oğlunu kızını ve damadını partiye doldurmasını hiç doğru bulmuyordum. Hem ilerlemiş yaşına ve yaşadığı rahatsızlığa bakarak bu kadar hırsa anlam veremiyorum. Bu yaşta insan bilgece davranmakla yükümlüdür. Hem arkadaşları da artık kendisi kadar yaşlandılar. Bu yaşta insanlara yakışır tavırlar değil bu tavırlar. Bu yaşta insanlar bir emlak alsa veya satsalar akli melekeleri yerinde mi diye devlet sorar ve kendilerinden rapor ister. Oysa bizim yaşlılarımız halâ ülke yönetimine talip.

Erbakan’ın makamı elde ettikten sonra bırakmama konusunda oldukça ilginç, ilginç olduğu kadarda komik bir geçmişi var. Oktay Ekşi bunu da aynı günkü köşe yazısında şöyle yazmıştı:

1969 yılında Türkiye Odalar Birliği (TOBB) Genel Sekreteri olan Erbakan, yasaya aykırı şekilde aday olup TOBB Başkanlığı’na seçilince Başbakan Demirel, bir Genel Sekreterin aynı zamanda Başkanlığa seçilmesinin yasalara aykırı olduğunu ileri sürmüştü. Bunun üzerine Erbakan kendisini makam odasına kilitleyip, “Bırakmam” deyince polis, mahkeme kararıyla ve zor kullanarak oradan çıkarmıştı. Saadet Partisinden sevgili dostlar bu satırlarımı okuyunca bana darılmasınlar. Yukarıda verdiğim örneklere hak verdiklerini veya hak vereceklerini biliyorum.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 16.07.10

14 Temmuz 2010 Çarşamba

TEMİZ BİR ŞEHİR İÇİN


Modern şehircilik nasıl olmalı? Birer yurttaş olarak bunda üstümüze düşen görevler nelerdir? Kurum ve kuruluşların modern şehirciliğe katkısı neler olmalıdır? Bu soruların cevabında yaşadığımız şehrin modernliği yatıyor. Her şeyden önce bireyler modern düşünceli olmak zorundadırlar. Modern düşünceli bireylerin çokluğuyla şehirler modern olurlar. Peki modernlik nedir sorusuna verilecek bir cevap aranırsa ne denilebilir?

“Modern” kelimesi “Muasır” kelimesinin karşılığı olarak türetilmiştir.
“Aynı asırda yaşayan” anlamındaki “muasır” ın karşılığı olan çağdaş “aynı zamanı paylaşan” anlamına gelir.. Atatürk ve İsmet İnönü çağdaştır. Tıpkı Fuzûlî ve Nesîmî'nin çağdaş olmaları gibi. Aynı devirde, aynı zaman diliminde yaşamışlardır. Anlam budur fakat anlaşılan bu değildir..

Çağdaş kelimesi günümüzde “Modern” kelimesinin yerine kullanılır. Modern yani “şimdiki zamana ait olan”, moda olan.. Eski Latincede “modernus” âdâba (görgü kurallarına), dolayısıyla edebe (terbiyeye) uygun olan, yakışan anlamında farklı bir kullanımı da var.

Kelimelerin kökenleri tam anlamları vermez. Zira o kelimeyi kullanan insandır, kelimeye anlam katan da insandır.. İşte bütün çatışmalar buradan çıkıyor zaten. Herkes kendi anladığının gerçek anlam olduğunu söylüyor.

Bizim “modern” denince anlamamız gereken, zaman içinde kazanılmış haklar ve özgürlüklerin kendisidir. Gelecek zamanlarda bu haklar ve özgürlükler bugünden çok daha farklı olacaktır. O zamana ait modernlik tanımı da değişecektir tabii. Bugün düne göre olan değişiklik gibi..

Bütün çağlarda değişmeyen modernlik algısı temizlik, daha sonra tertip ve düzendir. Çağlar içinde bu giderek gelişmiştir. Fakat kullanılan araçlar bir yönüyle bu temizlik ve düzeni sağlarken başka yönleriyle kirlilik oluşturmuşlardır. Bu konuya ulaşımdan örnek verebiliriz. Atlı arabalarla, faytonlarla yapılan ulaşımda at dışkısı çevreyi kirletirdi. Motorlu taşıtlarla yapılan ulaşımdaysa egzoz gazları kirliliğine motor ve klakson sesleriyle ses kirliliğini eklemek gerekir. Bundan ayrı olarak temizlik malzemelerinin çokluğu ve temizlik aletlerinin kullanılması daha temiz bir çevreyi getirdi. Fakat belediyelerin, çevre ve sağlık il müdürlüklerinin sanayiden ulaşıma kadar her kesimde denetim yapmaları şart! Bunların denetimlerini yapabilmeleri için bizlerin yurttaş olarak duyarlı olmamız gerekiyor.

Bunları mahrukatçılar odası yönetim kurulu üyesi ve eski başkanı “Hamdi Çiçek” ağabeyimle dün sohbetimiz sırasında konuştuk. O, belediyelerin, çevre ve sağlık il müdürlüklerinin sıkı denetim yapmadıklarını söyledi. “Şehrin görünümünü ne kadar güzelleştirirseniz güzelleştirin, temizlik ve düzenin olmaması durumunda sağlık sorunlarıyla karşılaşılır” dedi.

Geçenlerde şehir içinde bir lokantaya gitmiş. Ptt’nin çalışmaları nedeniyle lokantaya müşterilerle birlikte dışarının tozu toprağı giriyormuş. Bir ara elini yıkamak için lokanta sahibinden izin istemiş. Onlar Hamdi Çiçek ağabeyimi mutfağa buyur etmişler. Mutfağın görünüşü çok berbatmış. Elini yıkadığına çok pişman olmuş. Kap kacağın hali orda nerdeyse istifra etmesine sebep oluyormuş.

Şimdi onun adına soruyorum, yeni eski fark etmez, döner ekmekçiler, lokantalar ne kadar denetleniyor? Kaçının ruhsatı iptal edildi, kaçı temizlik şartlarına uygun çıktı? Sağlık bu. Şakaya gelmez!

Akıncılar mahallesi 15. sokak sakinleri de gördükleri bir manzaradan son derece rahatsızlar. 18. sokağın 15. sokakla kesişen köşesindeki 3 katlı evin dışından giden atık su buruları kopmuş, bütün pislikleriyle birlikte atık sular arkasındaki ekili bahçeye akmaktadır. Orda bulaşık sularından kapkara bir göl oluşmuş. Bu durum ev sahiplerinin hiç umurunda değil. Umarım bu haber TEMİZ BİR ŞEHİR İÇİN bir ilgilinin dikkatini çeker.

Sevgili okurlar daha yaşanılır bir şehir için sizlerinde şikâyet ve desteklerinizi bekliyorum. Gazetemizin telefonlarına bana iletilmek üzere not bırakırsanız, yada aşağıdaki e-posta adresime açık adres ve kimlikle iletilerinizi yollarsanız yazacağınız konulara bu köşede yer vereceğim.

Not: köşemde yazımın konusuna uygun karikatürlerini görmeye alıştığınız kardeşim Coşkun Göle izne ayrıldı. Bir süre bizlerle birlikte olamayacak.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 14.07.10

KARADUTUN İÇLİ HİKÂYESİ


Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

***

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Bugün bu şiirle yazıya başlamak istedim. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun adını akıllara kazıyan bu şiirini kim bilmez, kim sevmez ki? Bundan 16-17 sene önce Fatih Kısaparmak bu şiiri bestelemişti. Azeri ritimli bu muhayyer şarkıda şiir kadar çok tutulmuştu. Belkide şu anda şarkıyı mırıldanıyorsunuzdur bile.

Dut çocukluğumdan beri çok sevdiğim meyvedir. Eskiden nerdeyse her bahçede ağacını görürdünüz. Bizim sokağımızda dört bahçede dut ağacı vardı. Şimdi bir bahçede aynı ağaç her bahar sonu, yaz başı dut vermeye devam ediyor. İpek böcekçiliği yapanlar mutlaka dut ağacına ihtiyaç duyar. Çünkü o tırtıllar dut yaprağıyla beslenirler.

Dutun birkaç çeşidi vardır. En yaygın olanı beyaz duttur. Şimdide bunları ve faydalarını görelim.

BEYAZ DUT: Adından da anlaşılacağı üzere beyaz renkli, gayet tatlı değişik iriliklerde, bir kısmı çekirdeksiz bir türdür. Bu dutu karıştırmaya imkan yok. Beyaz dut şu an için ülkemizdeki toplam dut üretiminin yaklaşık %95 ini oluşturmaktadır. Daha çok pekmez, pestil, köme gibi işlenmiş ürünler olarak kullanılan beyaz dut aynı zamanda çerezlik olarak da kurutulup tüketilmektedir.

MOR DUT: Tat olarak beyaz duta çok benzer hatta tat olarak ayırtedilmesi hayli güçtür. Albenisinden dolayı daha çok taze olarak tüketilir. Şu ana kadar işlenmiş ürün olarak pek değerlendirilememiştir.

KIRMIZI DUT: Karadut ile en fazla karıştırılan tür bu türdür. Kendi içinde de bazı çeşitlilikler göstermesine karşın genelde erken olum döneminde kırmızı olan rengi tam olum döneminde siyaha döner. Beyaz dut kadar tatlı olmasa da bazı tipleri tatlı, az tatlı veya çok az ekşi-tatlı olabilir. Yani şeker içeriği orta ve az asitli dutlar “kırmızı dut” olarak adlandırılır. Bu tür kuru madde içeriği yüksek olduğu için daha çok kurutmalık olarak kullanılmaktadır.

PARMAK DUT: Şeker miktarı daha az olmakla birlikte tad olarak beyaz veya kırmızı duta benzer yani asitliği çok azdır. Ağızda ekşilik bırakmaz. Kuru madde oranı yüksektir. En önemlisi şekil olarak ince uzun hemen hemen serçe parmağı büyüklüğünde ve şeklindedir. Diğer dutlara göre daha sıcak ılıman yerleri tercih ederler. Türkiye’de akdeniz ve ege sahillerinde daha verimli ve kaliteli olur. Diğer dutlara göre daha erken dönemde olgunlaşır. Albenisi ile taze olarak tüketilir. Ülkemize yeni girmiştir. Bazı çevrelerde Pakistan dutu veya Avusturalya dutu olarak da adlandırılır.

KARADUT: Az olgun meyveleri kırmızı ve koyu kırmızı, çok olgun meyveleri siyahımsı kırmızı olan SULU, asidik-EKŞİ dutlar “KARADUT” olarak tanımlanır. Diğer dutlardan ayrılan en belirgin özelliği bol sulu ve eşsiz şeker asit dengesi yani aromasıdır. Karadutun yöresel isimlerinde de çeşitlilik gözlenir. Örneğin karadut; Tokat-Erbaa taraflarında “ekşiare”, Kahramanmaraş, Malatya ve çevrelerinde “urumdut”, Manisa dolaylarında “şurupluk dut” ve Hatay-Antakya civarında “tuti” olarak adlandırılır. Pakistan’da Urduca dilinde “toot” olarak, ingilizcede ise yine karadut anlamında “black mulberry” olarak adlandırılır. Karadutun taze tüketimi raf ömrünün sınırlı olmasından dolayı çok azdır. Daha çok meyve suyu, reçel, marmelat, özellikle Kahramanmaraş’da dondurma ve Şebinkarahisar’da pekmezi yapılarak değerlendirilir. Bu amaçla hasattan sonra meyveler hemen işlenmeyecekse şoklama ünitelerinde kullanılacağı zamana kadar bekletilir.

Dut böyle bir meyve işte. Bahçeler azaldıkça manavlarda görünür oldular. Fakat bunu meyve olarak diğer meyveler gibi tüketme alışkanlığımız ne yazık ki yok! Bu yüzdende yaygın biçimde üretilmiyor.

Dut konusunu yazmama neden olan dutun mitolojik hikayesidir. Sırada bu hikaye var. Beğeneceğinizi umuyorum.

***

Bir zamanlar birbirlerine âşık iki genç vardı.
Kızın adı Tispe, delikanlının ki, Piremus idi.
Yan yana evlerde otururlardı; birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine âşıktılar. Aileleri bu aşka karşıydı. Ama onlar, bu derin sevgiden vazgeçemiyorlardı. Bir gece, gizlice ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus’tan önce varmıştı. Uzaktan ağzından kanlar akan kocaman bir aslan gördü. Korktu; hemen yakındaki bir mağaraya saklandı. Ama koşarken boynundaki eşarbı düşürmüştü.

O sırada Piremus geldi. Kocaman aslan, biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını parçalıyordu. Tispe’nin öldüğünü düşündü; onsuz yaşayamazdı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Cansız bedeni kanlar içinde yere düştü. Tispe korkusunu yendi; mağaradan çıktı. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle karşı karşıya geldi. Piremus’un cansız bedeni yerdeydi; elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. Piremus’un, kendisinin öldüğünü sanıp, canına kıydığını anladı. Bir an bile düşünmeden hançeri alıp göğsüne sapladı. Ölüm bile onları ayıramadı. Bedeni, Piremus’un vücudunun üzerine düştü.

Ve Tanrı, o yüce aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla, bu çiftin buluştuğu ağacı onlara adadı. Piremus’un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise, ağacın yapraklarına verdi. O günden beri, karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus’un kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispe’nin gözyaşları) temizler…
Bilir misiniz, karadutun lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alıp ovuşturursanız, o lekenin çıktığını görürsünüz.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 12.07.10