30 Eylül 2014 Salı

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 5






Ülkemizde bir yerin önemi ülke ekonomisine katkısıyla ölçülme alışkanlığı 1960’lardan sonra başlamıştır. Yabancı ülkelerden verdiğim örneklerde gördüğünüz gibi sadece ekonomik veya sadece sanat ve kültüre yönelik uzmanlaşmaya rastlamak mümkün değildir. Rastladıklarımız da küçük ölçekli yerel kalmaktan öteye gidemeyecek, belki günümüzde hayat bulamayan şeylerdir. Aşağıda kentlerimizin hangi yönleriyle öne çıktığının örneklerini göreceğiniz bir liste veriyorum. Bu listede (kültürel ve ekonomik) bazı izlere rastlarsınız, ama yeterli olmadığını fark edeceksiniz.

* Bursa’nın İskenderi, havlusu (bursa havlusu bir markadır, işte bu konu övüneceğimiz bir konu), kestane şekeri ve Arguvan şenlikleri (dünyadaki tek ağaç şenliği).
* Çanakkale’nin şehitliği (buna söylenecek söz olamaz, atalarımız kendilerini feda edip şehit olmasalardı bugün bir vatanımız olmazdı).
* Van’ın kedisi (bu Allah vergisi durumu çoğaltarak dünyaya tanıtırsak önemli bir duruma gelebilir).
* Adana’nın kebabı 
* Afyon’un kaymağı (çok ünlü ama ünü yurt dışına da taşmalı) ve sucuğu.
* Gümüşhane’nin pestili ve kömesi (çok yerel, dünyaya nasıl tanıtılır? Ülkemizin her yeri bu ürünleri tanımazken..)
* Erzurum’un cağ kebabı ve soğuğu (soğuk Erzurumluların yaptığı bir şey değil, cağ kebabı da yerel kalan bir kebap).
* Malatya’nın kaysısı (dünyaya tanıtılan bir ürünümüz ve övüncümüz.)
* Denizli’nin horozu (buda Allah vergisi, ülke ekonomisine ne katkısı olur acaba?)
* Ankara’nın kedisi, keçisi (bu ikisi Ankara’ya özgü ama insanın katkısı soru işareti..) , simiti ve döneri..
* Eskişehir’in lüle taşı (bununla da tespih, sigara ağızlığı gibi bugün ekonomiye katkısı az turistik anı eşyası üretilebilir).
* Rize’nin çayı (ülke içi hatırı sayılır bir tüketim ürünümüz, üretimi dünyaya satacak kadar değil mi acaba?)
* Diyarbakır’ın karpuzu (bize İran’dan erken yaz döneminde karpuz gelir. Diyarbakır karpuzu dışarı çıkar mı acaba?)
* Tekirdağ’ın rakısı (bizim rakımızı Yunanistan anason koymadan “Metaksa” adıyla dünyaya satıyor).
* İnegöl’ün köftesi
* Isparta’nın halısı (gülüylede meşhur olan Isparta halıcılığıyla İran halılarından sonra bölgemizde ikinci sırada yer alır. Dünyada Çin halıcılığı İran’la çekişirken Isparta 3. sıraya razı olur).
* Konya’nın Mevlâna Türbesi (dünyanın anladığını pek sanmadığım, sadece görsel şölen olarak izledikleri Anadolu İslam yorumu)
* İzmir’in kızları (işte boş bir konu. Verdiğim örneklere göre konu bile sayılamaz aslında)
* Trabzon’un hamsisi, horonu (iki şeyde yerel kültür örneğidir. Bir fuar veya kenti büyütecek daha kapsamlı bir konu değil.)
* Çorum’un leblebisi (leblebiyi sevmeyen yok ama bu konuda çorumu büyütecek bir konu değil.)
* Kayseri’nin, pastırması ve halkının uyanıklığı (pastırma için ne dense azdır. Çok uyanık oldukları söylenen Kayserililer ne yazık ki bu konuda uyumuş) 

Diğerleri de şöyle sıralanıyor

Aydın’ın İncir’i, Manisa’nın mesir macunu, Balıkesir’in höşmerimi, Antalya’nın Portakal’ı  Amasya’nın Elma’sı, İzmit’in Pişmaniye’si, İzmir’in Saat Kulesi, körfezi, İzmir-Tire’nin Şiş Köftesi, Manisa-Salihli’nin Odun Köftesi, İstanbul-Şile’nin Şile Bezi, (işte dünyanın Türk icadı olarak bildiği tek üründür.) İstanbul’un Boğaz Köprüleri, 
Ayvalık’ın tostu, İzmir’in jantları, Gaziantep’in baklavası, fıstığı, Mersin’in tantunisi,
Tekirdağ’ın köftesi. Çankırı’nın kaya tuzu ve kaya tuzu madenleri, leblebisi 
Sakarya’nın ıslama köftesi, Bolu dağının sisi, Giresun’un fındığı, Samsun’un tütünü, Safranbolu’nun evleri - lokumu, Selçuk’un Efes’i – Meryemana’sı, Şirince’nin evleri - şarabı, Aydın’ın Efesi,
Düzce’nin Ahçısı,  Kahramanmaraş’ın dondurması, Kütahya’nın çinisi, Mardin'in tarih kokan evleri, Zonguldak’ın taş kömürü, Susurluk’un ayranı, Adana’nın şalgam’ı, Kars’ın eski kaşar peyniri, İzmir-Çeşme’nin Kumru’su (sandviç),

***
İstanbul bir ülke modelimidir? Bence evet. İstanbul’un ürettikleri ile meşhur semtlerini sıralamaya ne dersiniz? İçlerinde doğal olarak üretim dışı konularda meşhur olanlarda var

Kanlıca’nın yoğurdu, Vefa’nın; bozası, Sarıyer’in böreği, Çengelköy’ün salatalığı,
Ortaköy’ün kumpiri, Sultanahmet’in köftesi, (tabi onca tarihi yapının yanı sıra) 
Beykoz’un paça çorbası, Paşabahçe’nin cam fabrikası, Çengelköy’ün hıyarı (belki de şimdi gökdelenlerin tepesinde yetişiyordur, yetişiyorsa) Bakırköy’ün ruh ve sinir hastalıkları hastanesi. Kavak’ın midyesi, Beşiktaş’ın çarşısı, Kumkapı’nın meyhaneleri, balık hali,
Bebek’in badem ezmesi, Moda’nın dondurması, Tuzla’nın köfte ve Mantısı,  Çamlıca’da manzarası ile akla gelir. Kadıköy’ün de Salı Pazarı vardır. Bostancı’nın Lunapark’ı (kente hareket verecek bir konu değil.)
Taksim, istiklal caddesi ile... Tarlabaşı, sokaklarda asılı çamaşırları ile... Kağıthane, lale devri ile... Alibeyköy, taşan deresi ile...  Dolapdere’nin Apik İşkembecisi, Üsküdar  Kız Kulesi ve minibüs durakları arkasındaki herkesin bilmediği arabacı kokoreççileri ile meşhurdur. Etiler; Akmerkezi. Kadıköy; kurbağlı deresi Karaköy; tatlısı, tüneli ve hırdavatçılarıyla bilinir.

Gelelim kentimize. Bulunduğu coğrafyanın bahşettiği ılıman iklim kentimiz için büyük bir fırsattır. Buradan hareket edecek olursak yapılmayacak şey yok dememiz gerekir. Peki ne yapılmalıdır, bu kent hangi alanda model olabilir?

Sizce Sakarya bir sanayi kenti mi olmalı, tarım ve hayvancılığa mı önem vermeli? Aynı zamanda bir eğitim kenti olduğu gibi, sanayi kenti, tarım kenti, sağlık kenti olduğunu söyleyebiliriz. Turizm kenti olduğu da kabul edilir bir gerçek. Ticaret kenti olduğunu çarşıların dolup taşması göstermiyor mu? Her iktidar döneminde türeyen zenginler kentimizde de türediler. Onlarda iyi para harcıyorlar. Pıtrak gibi AVM’lerin ve marketlerin açılması başka nasıl açıklanabilir?

Karaman’da bir ara çimento fabrikası kurulacağı söyleniyordu. Her akar suyumuza hidroelektrik santrallerle termik santral kurulacağını duyuyordum. Santraller Hes’lerle gerçeklik kazandı ve dahada kazanıyor. Çelik fabrikası da sırada var mı? Yoksa verimli toprakları üstünde kurulmuş olan kentimiz genişledikçe verimli toprakları mı yok ediliyor?

Bunların hepsi iyi güzelde neden bizde uzmanlaşma yok? Hangi kentimizde bu saydıklarımızdan bir veya bir kaçında, yada hiç umulmadık bir alanda uzmanlaşma olduğunu söyleyebilirsiniz. Yazı dizimizi bu amaçla hazırladım ve burada bitiriyorum. Bakalım bizden sonraki nesiller bu kenti nereye taşıyacaklar? Kentimiz öncü bir kent olacak mı, yaşarsak göreceğiz.



BİTTİ


Yayın Tarihi: 29.09.2014

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ






Sevgili okurlarım merhaba. Gelecek hafta bugün kurban bayramının 2. gününe denk düşeceğinden gazetemiz bayram tatili nedeniyle yayınlanmayacağı için sizlerle olamayacağım. Biraz erken ama bugünden bayramınızı kutlamak istiyorum. Sizlere kendi şiirlerimden önce halk şiirinin önemli ozanı Karacaoğlan’dan şiirler sunacağım. Karacaoğlan Türkülerimizde, hatta Türk Sanat Müziğimizde bile adı geçen ozanlarımızdandır. Türk Pop müziği doğarken ilk bestelerde Karacaoğlan’ın şiirlerinin çokça kullanıldığını görüyoruz. Alıntıladığım ilk şiir o dönem çok tutulan bir sanatçının; Hümeyra’nın seslendirdiği bir pop şarkısının sözü olmuştu. Karacaoğlan bütün halk ozanları gibi kolay anlaşılır ve öz Türkçe şiirler yazmıştır. 1600’lü yıllardan günümüze birçok şiirinin bugüne kalışının sebebide budur.

***

ALA GÖZLÜ BENLİ DİLBER
Ala gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine
Hicine gönlüm hicine
Yiğide ölüm geçine
As beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine
Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim sorsana
Zülfünden bir tel versene
Koklayayım gül yerine
Karac(a) oglan der nolayım
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yar kölen olayım
Kabul eyle kul yerine

Karacaoğlan

***

BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK BİR ÖLÜM
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret kodun beni kavim kardaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Karacaoğlan

***

İNCECİKTEN BİR KAR YAĞAR
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye

Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye

Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye

Karacaoğlan

***

NAZLI YÂRDAN GELDİ BANA BİR NAME
Nazlı yârdan geldi bana bir name
Eğer doğru ise kırdı belimi
Dediler ki yarini yad iller almış
Kadir Mevlam nasib eyle ölümü

Bülbüle söyleyin gülüne konsun
Beni yârdan eden Allah'tan bulsun
Sabreyle sevdiğim ilkbahar olsun
Terkedeyim vatanımı ilimi

Ak yâri gördükçe ağladım coştum
Al elinden dolu badeler içtim
Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim
Ölmeyince çeker miyim elimi

Karac'oğlan derki konmadan göçmem
Her olur olmaza sırrımı açmam
Kötüler köprü olsa üstünden geçmem
Taşık suya uğradırım yolumu

Karacaoğlan

***

Sırada kendi şiirlerim var. Sizlere sunulmayı sabırsızlıkla bekliyorlar. Yeni yılın bu ilk günlerinde bugün dinlenmiş olarak okuduğunuz bu şiirleri bakalım beğenecek misiniz.


34
Bedeninde yılan gizler
Buz gibi bakışını ne sandınız
Dans ederken ayrılır her kemiği
Lastikten esnektir, uzar da uzar
Kırılmadan nasıl bükülür, hayret
Telaşsız sürat ona özgü
Parmaklarında kıvılcım
Gözlerinde şimşek
Yakmadığı yürek görülmemiş
Yılan bedeninde
Işıklar teninde
Aşkı şafak sökümü
Sonbahar uğramaz semtine
Görülmez onda yaprak dökümü

Aydın Göle
25 nisan 2003

***

35
Dimyatta pirinç
Zalimde bilinç mi var
Kümeste piliç
Evde bulgur bol
Onun solu sağ, sağı sol
İmana gelmez
Limana demirlemez
Beklemek onu boş kankam

Aydın Göle
25 nisan 2003

***

36
Ilık nefes gibi okşuyor hava
Yaşamaya kışkırtıyor en mutsuzu dahi
Yapraklar şarkılar mırıldanıyor rüzgârla
Geceye sevinçler ekerek kankam

Aydın Göle
25 nisan 2003

***

37
Vinçle kaldırılma
Sevinçle kalk yatağından
Seni hiçbir şey indiremez
Gönlümdeki tahtından
Binlerce insan geçsede otağından
Yarına benden anılar kalsın bu çağından

Aydın Göle
1 mayıs 2003

***

252
Bir oda ki içinde sır gibi sessizlik
Penceresi yok, kapısı yok
Geleni yok, gideni yok
Unutulmuş viranelerde üstünde göğü yok
Yazı yok, kışı çok
Titrer durur köşelerde adam
Sevda ateşide yok gönlünde, ısınamaz
Donup gidecek, kimsenin haberi yok

Aydın Göle
2 mayıs 2003

***

38
Sessiz bir gemi girdi limana
Karanlık, soğuk denizlerden fırtına getirmiş
Yıldızsız gece dolu ambarları
Ne kaptanı var, ne dümeni
Gördünüz mü hiç, böyle gideni

Aydın Göle
2 mayıs 2003

***

39
Yıldız ekmişler geceye
Yıldızlar bizi seyretmiş geceden
Bakıp yıldızlara biz pencerelerden
İçimizi dökmüşüz yıllarca hiç büyümeden
Hep çocuk kalmışız, uyumamışız
Uyumamışız, kimseyi uyandırmamışız
Annemiz bilse ağlardı sevda acılarımıza
Yıldızları unutmuşuz
Hesap sormuşuz gecelere
Bıçak saplamışız karnına gecelerin
Anasını ağlatmışız bir şişe şarabın

Aydın Göle
2 mayıs 2003

***

40
Rüya bitti uykudan uyanınca
Güya yaprak yeşerecekti ben yanınca
Yandım ateşsiz, dumansız tüttüm
Her biten aşkın asını tuttum
Ömür tükettim bu uğurda
Sahipsiz mezarım dağ başında
Yoksulum, yalnızım
Postacı bile gelmez buralara
Mektup yazan yok
Sevdalar unutuldu ben kendimi unuttum
Çocuk masumluğuyla sabahtan habersiz
Güneşi bekliyorum

Aydın Göle

3 mayıs 2003

***
Bu şiiri unutmuştum. Şimdi okurken ilk mısradaki “sars sarstı” sözcüğünü ben bile anlayamadım. “SARS” kelimesini google’den arattım. Meğer “SARS” ağır akut solunum yolu yetersizliği sendromuymuş. Sonra şiiri hatırladım tabii. SARS hastaları ilk defa 2003 Şubat ayı sonlarında; Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’dan bildirilmişti. SARS’ın nedeni o yıllarda henüz bilinmiyordu. Bugün biliniyor mu, onuda ben bilmiyorum. Hastalığın zatürree olarak seyrettiği açıklanmıştı.


41
Sars sarstı dünyayı
Yakaladığını postalıyormuş öbür tarafa
Aşk beni yakaladı
sarstı ta derinden
kıpırdamadım yerimden
Halâ buradayım öbür tarafa gitmedim henüz
Sarstan beter sarsmasına rağmen kankam

Aydın Göle
3 mayıs 2003




Tekrar bayramınızı kutlar, mutlu bir bayram geçirmenizi dilerim. İki hafta sonra görüşmek üzere şimdilik esen kalın.


Yayın Tarihi: 28.09.2014

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 4

Özel konuları olan ve bu konularıyla dünyaca bilinen kentlere dünya kamuoyu tarafından o konunun başkenti sıfatı yakıştırılıyor. Bugün de böyle özel konularla uzmanlaşan ve bu konularla anılan kentlere ayırdığım yazı dizimize devam ediyorum


SANATIN BAŞKENTİ FLORANSA

Müzeleri, sanat galerileri, heykelleri, tarihi binaları ve meydanlarında resim yapan sokak ressamlarıyla buram buram sanat kokan bir şehir olan Floransa, her yıl milyonlarca sanatsever gezgini ağırlıyor..

Kuzey İtalya’daki Toskana bölgesinin başkenti olan Floransa ya da İtalyanların deyişiyle Firenze, Avrupa’nın en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biridir. Bir dönem Eski İtalya Kralığı’nın da başkentliğini yapan Floransa, Arno nehri çevresinde kurulmuştur. 500 binlik nüfusu çevresindeki yerleşim alanlarıyla birlikte 1 milyona yakındır. Kent, geçmişte olduğu gibi bugün de İtalya ve Avrupa’nın en önemli sanat ve ticaret merkezlerinden biridir...

İtalyan Rönesans’ının doğum yeri olarak bilinen Floransa, kültürü ve mimarisiyle dünyaca ünlü bir turizm kentidir. Şehirde önemli sanat galerileri ve müzeler bulunmaktadır. Leonardo da Vinci ve Michelangelo, bu kentte yetişmiş dünyaca ünlü sanatçılardır. Yine ünlü yazar ve şair Dante Alighieri, bu şehirde yaşamış ve ilham almıştır.

***

KÜTÜPHANE BAŞKENTİ WASHİNGTON

Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi (Library of Congress) ABD’nin ulusal kütüphanesidir. Dünyanın en büyük ve en önemli kütüphanelerinden olan kongre kütüphanesi Washington, D.C.’de bulunmaktadır. Ayrıca ABD’de yer alan en eski federal kültür yapısıdır.

Koleksiyonunda 470 dilde, 29 milyondan fazla kitap ve diğer yayınlar, 58 milyon el yazması, içlerinde Gutenberg İncili’nin de bulunduğu Kuzey Amerika’nın en büyük nadir kitap koleksiyonu, bir milyonun üzerinde hükümet belgesi, son üç yüzyılda, dünyada yayınlanmış bir milyon gazete sayısı, 33.000 ciltlenmiş gazete sayıları, 500.000 mikrofilm, 6000’in üzerinde karikatür dergisi, dünyanın en büyük hukuki belgeler koleksiyonu, filmler, 4.8 milyon harita, müzik notaları ve 2.7 milyon işitsel kayıt bulunur.

TEKNOLOJİ BAŞKENTİ TOKYO

Dünya Teknoloji Başkenti Tokyo’dur. Bu gün bilinen her çeşit günlük el araçlarından yapı sistemlerine kadar bir çok alanda dünyaya örnek bir kenttir. Bütün Japon halkı gibi çok okuyan, çok çalışan ve çok üreten bir halkı vardır. Bunun sonucunda karşılaştıkları deprem ve savaş yıkıntılarına rağmen gelişerek ve daha da güçlenerek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Japonların karşılaştıkları bunca yıkımlı felakete bir başka ülke karşılaşsa dayanamazdı. Japonlara dayanma gücü veren bilim ve teknolojiye olan merak ve bağlılıklarıdır. Tokyo bu konuda en büyük paya sahiptir.  Şehrin merkezinde hendekler ve geniş bahçelerle çevrili İmparatorluk Sarayı yer alır. Sarayın doğusunda, Japon iş dünyasının merkezi olarak nitelendirilen Maranouçi semti bulunur; kuzeydoğusunda ise pek çok üniversitenin ve basımevinin bulunduğu Kanda semti uzanır.
Japonya’nın kültür merkezi olan Tokyo’da pek çok müze, kütüphane ve üniversite bulunur. Ueno Parkı’nda Tokyo Milli Müzesi, Tokyo Milli Bilim Müzesi, Hayvanat Bahçesi ve Batı Sanatı Milli Müzesi yer alır. Japonya’daki üniversite ve yüksekokulların büyük bölümü Tokyo’dadır. Tokyo Üniversitesi dışındaki başlıca milli yükseköğretim kurumları Tokyo Teknoloji Enstitüsü, Hitotsubaşi Üniversitesi ve Tokyo Güzel Sanatlar Üniversitesi’dir.

ÇİÇEKÇİLİK BAŞKENTİ AMSTERDAM

Hollanda topraklarının yarısı deniz seviyesinin altındadır. Hollandalılar kendi ülkelerine bu yüzden “alçak ülke”; “Netherland” diyorlar. Amsterdam ise kanallar şehri. 100’ün üzerinde kanal var Amsterdam’da. Kanallar için üretilmiş özel vapurlarla seyahat başkenti farklı bir açıdan gözlemleme fırsatı veriyor. Kanallar şehri 90 adacığa bölmüş ve 400 tane köprünün kurulmasına neden olmuş. Kentteki arazi azlığı nedeniyle evler ve otoparklar çok değerli.

Amsterdam Hollanda’nın başkenti olmasına rağmen Meclis Lahey’dedir. Hükümet Lahey’den ülkeyi yönetir. Amsterdam kentinin içinde rastlayacağınız yemyeşil parklar Hollanda’nın klasik ve vazgeçilmez manzaralarından. Her ne kadar ülkenin toprakları az da olsa insan hayatına verilen önemden olsa gerek park, bahçe gibi insanların doğayla baş başa kalabileceği, spor yapabilecekleri, dinlenebilecekleri yerleri ihmâl etmemişler. Bu park ve bahçelerde birbirinden farklı çeşit çeşit çiçekler görmeniz mümkün. Zaten Hollanda’ya ‘Avrupa’nın çiçek bahçesi’ denilmesi de bundan.

Hollda’nın çiçek hali sabahın erken vaktinde hareketlenmeye başlıyor. Gelen çiçekler açık artırmada satışa sunuluyor ve sonrasında da tüketiciye ulaşmak üzere yola çıkıyor. Çiçek halinin geliri yıllık 2,2 milyar Euro. 3500 kişi çalışıyor çiçek halinde. Saat sabah 04.00’te açılıyor ve 06.30’da açık artırma başlıyor. Erken saatlerde fiyatları yüksek olan çiçeklerin, açık artırmanın bitimine yakın fiyatları düşüyor. Afrika’da üretilip buraya getirilen çiçekler yine Kara Kıta’ya satılmak üzere geri dönüyor. Burada 1200 çeşit güle rastlamak mümkün. Bir o kadarda lale üretimi vardır ki lale üretiminde dünyada tektirler.

Dünyada belli başlı konularla öne çıkan kentler aynı zamanda gelişmiş batılı ülkelerin kentleri. İçlerinde gelişmiş bir ülke kenti ama doğulu olan sadece Tokyo’ydu. Buda gösteriyor ki; bilim, sanat, ticaret gelişmenin ana unsurudur. Bunu elde eden ülke dünya ülkesi, kentler de yerellikten kurtulup dünya kenti olur.



DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 26.09.2014

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 3

Yazı dizimize başlarken amacım, bu günden yarına ulaşmaya çalışan kentimizin özel konulu kentleri örnek alarak, kendi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmesine uygun, coğrafik özelliğinin dikkate alındığı bir alanda uzmanlaşması gerektiğini vurgulamaktı. Devam ediyoruz.

MÜZECİLİĞİN 2. BAŞKENTİ LONDRA

2000 yıl önce bir kaç bin kişilik bir Roma şehri olarak kurulan Londra bugün yedi milyon insanın yaşadığı, her yıl milyonlarcasının ziyaret ettiği kozmopolit bir şehir.
British Museum Türkiye dahil pek çok ülkeden gelmiş olan tarihi eserleri barındırıyor. Londra müzeleri denince ilk akla gelen tabii ki canlandırma müzelerinin en ünlüsü Madame Tussaud. Atatürk dahil pek çok ülkenin politikacı ve sanatçılarının mumyasının yer aldığı bu müzeye girişte her zaman uzun kuyruklar oluşur. Oxford Circus metro istasyonundan önceden bilet almak sureti ile kuyrukta beklemekten kurtulabilirsiniz. Müzelere giriş, 3-10 pound arasında.
British Museum ücretsiz.

KLASİK MÜZİĞİN BAŞKENTİ VİYANA

Almanca “Wien,” Osmanlıca “Beç” denen Viyana, Avusturya’nın başkenti ve en büyük şehri, aynı zamanda ülkenin 9 eyaletinden yüzölçümü bakımından en küçüğüdür. Klasik müziğinde başkenti olan Viyana; parkları, görkemli operaları, kafeleri, şnitzel (tavuk eti yerine dana etinin galeta ununa bulanarak pişirildiği bir çeşit yemek) ve pastaları ile hem gözünüze, hem gönlünüze hem de midenize hitap eder. Sanat, doğa ve edebiyat tutkunları için cennetle eşdeğer bir şehir olan Viyana aynı zamanda birbirinden lezzetli yemeklerin de kentidir.

PURONUN BAŞKENTİ HAVANA

En iyi rom ve en iyi kahvenin ülkesi Küba’nın, aşk ve ihtilallerinde ülkesi olduğunu söyleyebiliriz. Küba’nın başkenti olan Havana, adıyla anılan purolarında başkentidir. Puronun dünyanın en fakir ülkesinde üretilip, zenginliğin simgesi olması ayrıca dünyanın çelişkisidir. Bildiğiniz gibi iş adamı figürü, mutlaka ağzı purolu figürle simgeleşmiştir.

FUARCILIĞIN BAŞKENTİ BRUNO

“Fuar, ticaretle ilgili ürün ya da hizmetlerin, teknolojik gelişmelerin, bilgi ve yeniliklerin tanıtımı, pazar bulunabilmesi ve satın alınabilmesi, teknik işbirliği, geleceğe yönelik ticari ilişki kurulması ve geliştirilmesi için, belirli bir takvime bağlı olarak, düzenli aralıklarla
genellikle de aynı yerlerde gerçekleştirilen bir tanıtım etkinliğidir.
Fuarlarda alıcı ve satıcılar çeşitli iş anlaşmaları gerçekleştirmek üzere bir araya gelmektedirler. Zaman açısından sınırlandırılmış aktiviteler olup, çok sayıda katılımcı, bir veya birden fazla ekonomik dalın önemli ürünlerini sergilemekte ve ağırlıklı olarak sanayi toptancılarına, sanayi tüketicilerine ve büyük miktarlarda satın alanlara örnek ürünler tanıtmaktadır.”

İşte böyle faaliyetleri bir dönem için değil, çeşitli konularda yılın tamamını kapsayan biçimde düzenlediği için haklı olarak fuarcılığın başkenti Çek Cumhuriyeti’nin ikinci büyük şehri olan Bruno’dur. Kiliseleriyle ve her yıl düzenlenen Grand Prix’le de ünlüdür.
Brno’da, her yerde kolay kolay bulunmayan, belkide dünyada tek, Genetik Müzesi bulunmaktadır. Genetik pek ilginizi çekmese bile, müzeyi ziyaret ettiğinizde hiç de sıkılmadığınızı fark edeceksiniz. Müzede dönem dönem farklı sergiler de olabiliyor.
Bruno’da yer alan “Tugendhat Villa,” mimarideki Bauhaus akımının en klasik örneklerinden biri olarak sayıldığı için UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alır. 1992 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’yı birbirinden ayırma kararı bu villada alınmıştı.
Brno Fuar Merkezinin 80 Yıllık Geçmişi BVV Hakkında Gerçekler ve Önemli Noktalar:

*2008 yılı BVV için gerçekten özel bir yıl. 2008 yılı Brno Fuar Merkezinin 80 yıllık geçmişine ve Uluslararası Mühendislik fuarının 50. yıl dönümüne damgasını vuruyor.

*BVV Trade Fairs Brno ve Brno Fuar Merkezi, Orta Avrupa Ticari Pazarında fuarların buluşma noktası olmuştur.

*BVV her yıl düzenlemiş olduğu 40 adet fuar ile Orta Avrupa Fuar İşletmeciliği Pazarında %30’luk payını koruyor.

*BVV fuarlarının çoğu ( Autosalon, Autotec, IDET, MSV, IBF ) belirli sanayi dallarına hitap eden prömiyerler şeklindedir.

*BVV her yıl yeni rekorlara imza atıyor. 2007 yılı istatistiklerine göre 455.000 m2 fuar alanı üzerinde 10.700 katılımcı,1 milyonun üzerinde ziyaretçi ile yaklaşık 60 milyon Avro gelir elde edildi.

*BVV Çek ve Orta Avrupa ekonomisini ve ilgili sanayilerin eğilimlerini gösteren bir vitrindir.

*Başlıca BVV fuarlarına yüksek oranda uluslararası katılımcı ve ziyaretçinin iştirak ettiği kayıtlara geçmiştir.( %30 )

Özel konulu başkentler ülke başkentleri değil, gördüğünüz gibi uzmanlık gerektiren özel konuların başkentidir. Konular o kadar çok ki, saymakla bitmez. İçlerinden görece de olsa önemli bulduğum konuların başkentlerini keşfetmeyi sürdüreceğim.



DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 24.09.2014

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 2

Kentlerin uzun uzun tarihlerinden söz ederek sizleri sıkmak istemiyorum. Amacım kentler neden bir konuda daha çok öne çıkıyorlar, onu göstermek. Batı hayranlığıyla bunları gösterecek de değilim. Gelecekte kuracağımız kentlere katacağımız özellikler için ön fikir verebilirsem mutlu olacağım. İkinci olarak Paris’i seçtim.

ZEVKİN BAŞKENTİ PARİS

Yaklaşık 2000 yıllık bir tarihe sahip, dünyanın en romantik kenti Paris, aynı zamanda beğeni, zevk, haz, ağız tadı ve doyumun (batılıların bütün bunları kapsayan deyişiyle ‘gusto’nun) merkezidir. Mutfağıyla, mimarisiyle, kültürüyle, sanatıyla, felsefesiyle, modasıyla bir yaşam biçimi sunar.

Yüzyıllardır dünyanın en romantik, en artistik, sanatsal, edebi, filozofik şehirlerinden biri olarak bilinen Paris, sadece Fransa’nın değil, modanın, sanatın, gastronominin ve parfümerinin de başkentidir! Paris’te dünyaca ünlü Fransız mutfağının en iyi örneklerini en başarılı şeflerin elinden tadabilme şansını yakalayabilir, ünlü kafelerinde keyifli saatler geçirebilirsiniz. Dünyaca ünlü tüm markaların en şık butiklerini görme şansını yakalayabilir, fakat tüm bunlar için tahmin ettiğinizden çok daha fazla para harcayabilirsiniz! Görecekleriniz karşısında kendinizi durdurmazsınız

Kent, dev bir salyangoz

Kentin kurulumu tam bir salyangoza benzer ve bu salyangozlar büyüyen daireler şeklinde devam eder. Dolayısıyla diğer çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi 1. bölge ile 18. bölge birbirlerine en uzak yer olmak zorunda değildir. Aksine en yakın iki nokta da olabilirler. Paris’in sınırları yüzyıllardır çok belli ve belki de dünyanın en derli toplu şehirlerinden biri.

Bu kent, Kastamonu’nun K’sı İzmir’in İ’si Trabzon’un T’si Aydın’ın A’sı diyerek kodladığımız bir kelimede P harfi varsa Paris’in P’si demek zorunda kaldığımız bir kent. P harfi ile başlayan ilçelerimizden biri acilen il yapılsın biz de kelime kodlarken bu dertten kurtulalım. Şakayı bir yana bırakalım ve konumuza devam edelim.

Paris, dünyanın önemli moda merkezlerinden  biri, ayrıca da Haute Couture’un doğduğu yer, prêt- à- porter (hazır giyim) teriminin yaratıcısı. 19. yüzyılın sonu, 20.yüzyılın  başından beri Lanvin, Poiret, Vionnet , Chanel, Dior, Balenciaga ya da YSL, Christian Lacroix gibi birçok ismin  doğduğu yer. Bunlar modanın devleri.

MODANIN BAŞKENTİ MİLANO

Milano, Kuzey İtalya’da, Lombardiya Bölgesi’nin başkenti, İtalya’nın ikinci büyük şehri. Keltler tarafından Mediolanum adıyla kurulan ve tarihi M.Ö 400 yılına kadar uzanan Milano, bugün 1,3 milyonluk nüfusuyla, şöhretli mağazalarından gökdelenlerine kadar, kentsel heyecanın nabzının attığı mali ve ticari bir merkez konumunda.

Ülkenin ve Avrupa’nın en gelişmiş ve en zengin şehirlerinden biri. Otomotiv ve moda sektörü şehrin en önemli gelir kaynağı. Özellikle Paris ve New York gibi dev metropollerle beraber modada en önemli merkezlerden biri.

MÜZECİLİĞİN BAŞKENTİ NEWYORK

NewYork moda kadar müzecilikte de iddialı bir kenttir. Dünyanın en iyi müzeleri bu kenttedir. Sinema ve televizyonculuktan tutunda oyuncak ve seks aletlerine kadar içerdiği binlerce değişik nesneyi sunan müzeler vardır.

Görülmesi gereken ilk 10 müze şunlardır;
*American Museum of Natural History (Doğa Tarihi Müzesi),
*Metropolitan Museum of Art (İzlenimcilerden Pollack’a kadar herkes burada),
*Ellis Adası Göçmenler Müzesi,
*Solomon R. Guggenheim Müzesi (Modern sanatın en iyilerinden... Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı mimarisiyle çağdaş zamanların en görkemli binalarından),
*Lower East Side İlk Yerleşimciler “Tenement” Müzesi,
*Frick Collection (Zerafet ve şıklık adına herşey orada),
*Intrepid Deniz, Hava ve Uzay Müzesi ( dev uçak gemisi),
*Rose Center for Earth and Space (Doğa Tarihi Müzesi içinde dev bir küre,),
*Moma QNS ( dünyanın en zengin modern sanat koleksiyonlarından birine sahip müze),
*Whitney Museum of American Art (Amerikan sanatı üzerine en önemli koleksiyonların biraraya getirildiği müze).

Farkındaysanız büyük kentler bazı özel konularda uzmanlaşarak öne çıkmışlar. Her biri ayrı bir hikâyeye sahip. Bunların arasında kimi kentler konuları kadar büyük bile değiller. Onuda ilerleyen bölümlerde göreceğiz.



DEVAM EDECEK 


Yayın Tarihi: 22.09.2014

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlarım. Bu Pazar Aşık Veysel’den 3 şiirle başlamak istedim. Ünlü ozanımız vefat ettiğinde 17 yaşındaydım. Onun sesiyle ve onun türküleriyle mayalandım. Her biri ayrı bir gerçekçiliği ve gizli bir hüznü taşırdı. En ünlü türküsü herhalde KARA TOPRAK’tı. Orda kestirme yoldan “topraktan geldik toprağa gidiyoruz” denmiyor. Toprağın gerçek dost olduğu vurgulanıyor. Şu mısralar bunu bakın ne güzel anlatıyor: Yüzün yırttım tırnağınan, elinen/ Yine beni karşıladı gülünen. Sizi böyle kim karşılar, söyler misiniz? İşte toprak bu kadar dosttur, yardır. Topraktan uzaklaştığımız ölçüde insanlığımızı kaybediyor muyuz acaba? Görünen ne yazık ki o!.. 

… … …

ANAMA
Dokuz ay koynunda gezdirdi beni
Ne cefalar çekti ne etti Anam
Acı tatlı zahmetime katlandı
Uçurdu yuvadan yürüttü Anam

Anaların hakkı kolay ödenmez
Analara ne yakışmaz ne denmez
Kan uykudan gece kalkar gücenmez
Emzirdi salladı uyuttu Anam

Doğurdu beni Sivas ilinde
Sivralan Köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu Anam

Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi
Huysuzluk edersem kalkar döverdi
Hemen kucaklayıp okşar severdi
Çirkin huylarımı soyuttu Anam

Çocuğudum Anam bana ders verdi
Okumamı çalışmamı ön gördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini giyitti Anam

Tükenmez borcum var Anama benim
Onun varlığından oldu bedenim
Kimi köylü kızı kimisi hanım
Ta ezel tarihte kayıtlı Anam

Veysel der kopar mı Analar bağı
Analar doğurmuş ağayı beyi
İşte budur sözlerimin gerçeği
Okuttu öğretti büyüttü Anam

AŞIK VEYSEL

***

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN
Ben giderim adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur, bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.

Can bedenden ayrılacak,
Tütmez baca, yanmaz ocak,
Selam olsun kucak kucak,
Dostlar beni hatırlasın.

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek,
Dostlar beni hatırlasın.

Gün ikindi akşam olur,
Gör ki başa neler gelir,
Veysel gider, adı kalır
Dostlar beni hatırlasın

AŞIK VEYSEL

***

KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır.
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır

Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Adem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır.

Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır.

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bir dileğin varsa iste Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sadık yarim kara topraktır.

Hakikat istersen açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah’a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bütün kusurumu toprak gizliyor
Melhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır.

Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır.

AŞIK VEYSEL

***

Aşık Veysel 3 şiiriyle anlatılacak bir ozan değildir. Şimdilik sizlere Aşık Veysel’den tadımlık şiirler sundum. Gelelim kendi şiirlerime.. bu hafta ayrılıkla biten bir sevdanın ardından sığındığım limanım kankardeşime yazdığım şiirlere devam ediyorum.

… …. ….

251/29
Her başlangıç sevince uçurur yürekleri
Her kırlangıç hasrete uçar
Ben Babil’den gelen yolcuyum
Adım ebabil, yani kırlangıç
Hiçbir şey son değil, her şey başlangıç
Seni aradığım için canım, köşe bucak
Ha kondu ha konacak uçuyorum
Görsen, sanki kalbim duracak
Gücüm kalmadı dayanacak
Birazdan yıldızlarda susacak
Beni bana bırakma kendimi sevmiyorum

Aydın Göle
18 nisan 2003

***

30
Ben bulamadım bana göre sevgi
benim için atan yürek
Beni aklından çıkarmayan yok
Kimsenin derdi değilim
Olsam, belki hayat
Cebi mavi misket,
Saçları rüzgarda,
Sarışın çocuk olurdu
Koşardı yalın ayak dağda bayırda
Yatardı sırtüstü göğe bakıp çayırda
Bana göre bulamadım sevgi
Şimdi yolum kahkaha tozlarına çıkar
Tozutmuş yalnızlıklara
Gömleği deli giydim sevdaya
Gözlerim uzak, kayıtsız
Ve ayıpsız bakar.
Yorgun kaldırımlardaki
Mecalsiz ışıklara
Romanlar yazıyorum sayfalar dolusu
Başı sonu olmayan, polisiye
Ne çok isterdim ölesiye sevmeyi
sevilmeyi ölesiye
Görmek istiyorum ölmeden
görmeden ölmemek…
kendimi;
salıncaktaki çocuk kadar
mutlu…
Bulamadım kankam, bana göre yürek
Ne savaşlar kazandık
Bir kadeh rakıda boğulduk
Sen uzak durma bana, ayrılığı yasak say
Sav yasakları, yada beni başından,
ta en başından…
Beklet sonbaharı kapında şimdi bahar var
Bekletme beni küçük, küçücük kediyim
Sesim cılız
Kimse duymaz
Sesim aç sana
Beni bekletme, kapıyı açsana
Bulamadım bana atan yürek
Bana göre sevgi

Aydın Göle
19 nisan 2003

***

31
Kim çaldı kelimelerimi
Yoksa bir yerde mi unuttum
Yolda dalgın düşünceli
Yürürken mi düşürdüm
Sen biliyor musun, gördün mü
İçinde hayat vardı, sevgi vardı
Lüzumsuz ayrıntılardan kurtulmuş
Onlar mı gitti dersin, sevda gidince
Akvaryumdan çıkmış balık mıyım
Hayata yabancı.
Yazamıyorum, konuşamıyorum
Kalbim gene aynı dilde atıyor
Gene seviyor yaprağı, suyu, kediyi
Birde güneşi
En çokta seni kankam, en çokta seni

Aydın Göle
24 nisan

***

32
Yaşamak için bir kuru ekmek
Bir bardak su
Bir yudum sevgi
Yeter!
Yeter ki kalpler sevgiye atsın
Bırakalım ölüler huzurla yatsın
Biz dostluğa kardeşliğe
Sevdaya koşalım

Aydın Göle
24 nisan

***

33
Bana bir şey söyleme
Kaybettiğim beni arıyorum
Gölgemi rahat bıraktım
O da çılgınlar gibi ışığa sevdalıymış
Ben karanlığı giyince ışıkla gitti
Ne zaman elimi duaya kaldırsam
Bütün duaları unutuyorum
Şeytanın işi yok, benle uğraşıyor
Henüz teslim olmadım
Senden güç alıyorum bir tanem
Bugün böyle diye yarını yok edemem
Halâ umudum var yarınlardan
Sen yanımda oldukça kankam.
Elde avuçta varsın hiçbir şey kalmasın
Kalbimiz var bizim
Sevmeyi bilen, sevince çok seven
Sefaletimizdeki zarafeti seviyorum.

Aydın Göle
24 nisan

***

Bu haftalıkta bu kadar. Haftaya pazara isterseniz gene buluşalım. O zamana kadar sağlık ve esenlik dileriyle hoşça kalın.



Yayın Tarihi: 21.09.2014

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 1

Herkes için doğup büyüdüğü kent çok önemlidir. İnsan daha sonra nerde yaşarsa yaşasın, o kent insana masal kenti gibi görünür. İşin bu yanı bir yana bırakılıp gerçeklerle yüzleşmek gerekirse asıl olan kentlerin sunduğu yaşama kalitesidir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde öne çıkan kentler yaşam kaliteleri kadar, içlerinde barındırdığı özelliklerle de bilinirler. Kimi tarihsel, kimi sanatsal, kimi endüstriyel, kimi ticari merkezler olmayı başarmışlardır. Kentimiz Sakarya’da böyle bir süreçten geçmektedir. Yazı dizimizi kentimiz Sakarya’nın muhtemel gelişmesinin neleri kapsaması veya içermesi konusuyla bitireceğim.

Ülkemiz her bölgede ayrı ayrı öneme sahip, tarihsel dokusu olan, yeni yeni özellikler kazanan kentler bakımından oldukça zengindir. Bu zenginlik yereldir ve bugün ekonomik hayata katkısı olmayan özelliklerdir. Hepsinin tarihsel, dinsel ve edebi önemi vardır ama bir veya bir kaçı dışında hiçbiri günümüz şartlarına uygun uzmanlık düzeyine erişmiş değildir.

Turizmin başlangıcı, bütün dinlerdeki kutsal yerleri ziyaret demek olan hac’a dayanır. Semavi ve kimi batîni dinlerde “hacı” olmak vardır. 20.yy ikinci yarısında batılı ülke ekonomilerinin gelişmesi sonucu artan refahla birlikte turizm boyut değiştirerek yaygınlaşmıştır.  Mesleki ve estetik uzmanlıklarda turizmin gelişip artmasına yol açmaktadır. Dünyanın teknoloji devrimiyle ulaştığı son nokta budur. Artık turizmin çeşitliliği çok zenginlerin tekelinde değildir. Herkese bütçesine uygun turizmi seçme imkânları sunulmaktadır. Dünya bu yönüyle de küçülmüştür. Ulaşılamaz kentler artık nerdeyse hiç yoktur.

Özellikleriyle öne çıkan kentlere örnek olarak ilk kent hangisi olsun diye düşündüm. İnsanlık kadar eski bir kenti, üç büyük din için tarihsel önemi nedeniyle Kudüs’ü seçtim. İzin verirseniz dinlerin başkenti Kudüs’le başlayalım

DİNLERİN BAŞKENTİ KUDÜS

Dünyanın en eski ve en kutsal sayılan kentlerinden biri olan Kudüs, tek tanrılı üç büyük dininin, inançlarının toplandığı, birbiriyle yarıştığı ve çarpıştığı bir merkez olma özelliğini taşır. Şehrin ufacık bir köşesi ise bugüne kadar süregelen mücadelelerin odak noktasını oluşturuyor. İşte bu köşecikte üç dinin kutsal mekânları yer alıyor: Mescid-i Aksa, Kutsal Mezar (Kamame) Kilisesi ve Ağlama Duvarı.

İlk Tunç Çağı’ndaki adı “Tanrının kurduğu yer” anlamına gelen Uruşalim olan Kudüs’e, Romalılar döneminde Aelia deniliyordu. Bu ad, Arap egemenliğinin ilk dönemlerinde de kullanılmıştı. Daha sonra El-Kudüs (El-Kuds) ve Beytü’l-Makdis adlarını almış olan Kudüs kentinin, Latince adı Jerusalem; İbranice adı ise Yeruşalayim, “Barışın görüldüğü yer” anlamına geliyor. Ancak kentin kurulduğu günden beri 36 savaşa sahne olduğu ve 18 kez yakılıp yıkıldığı biliniyor. (Bazı kaynaklara göre 100 savaş görmüş, 32 kez de yakılıp yıkılmış.) Musevi din adamlarının, “Kudüs dünyanın gözbebeğidir, ona düşen bir kıl bile bütün dünyayı rahatsız eder” sözü sanki bu savaşları doğruluyor.

Kısaca andığımız tarihiyle görüldüğü gibi Kudüs semavi dinlerin ortak başkenti olması nedeniyle hiç paylaşılamamıştır. Kudüs’ün paylaşılamamasının temelinde, yerleşim bölgelerinin yani Müslüman, Hıristiyan ve Musevi mahalleleri ile kutsal mekânların birbirlerinden net çizgilerle ayrılamıyor olması yatıyor. Ayrıca bir dinin kutsal mekânları, diğer iki din için de kutsal sayılıyor. Mescid-i Aksa Camii, Müslümanların olduğu kadar Museviler için de kutsal bir mekânda bulunuyor. Hıristiyanlar için kutsal olan Kutsal Mezar Kilisesi, iki camiinin ortasında yer alıyor. Ağlama Duvarı, Hz. Peygamber’in Mirac gecesinde Burak adlı atını bıraktığı yer olarak biliniyor.
Bugün şehirdeki dört mahalleli bölünme (Müslüman, Hıristiyan, Ermeni ve Yahudi mahalleleri) temelde bu kutsal mekânların etrafında örgütleniyor. Ağlama Duvarı’nın Mescid-i Aksa’nın batı duvarında olması ve Kamame Kilisesi’ne giden Hıristiyan Haç Rotası (Via Dolorosa)’nın yine Mescid-i Aksa’nın kuzey sınırından geçmesi, mahallelerin neden içiçe olduklarını ve paylaşım meselesinin Mescid-i Aksa’yı üzerinde taşıyan Harem-i Şerif (Mabed Tepesi)’te kilitlendiğini daha iyi anlatıyor. Bu nedenle Yahudiler Harem-i Şerif’ten bahsederken Kudüs’ün Kalbinin Kalbi anlamına gelen “Lev libo sel Yeruşalim” diyorlar.

Kudüs işte bu nedenle dinlerin başkentidir.

Din konusunu burada bırakıp diğer konu başkentlerine geçelim.



DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 19.09.2014

ENGELLİ MAAŞI ÜZERİNE

Bir “torba yasası” sözcüğüdür gidiyor. Günlük konuşma dilimizde yer etti. Herkesin ağzında torba yasası var. Herkes yeni bir torba yasası çıkmazsa şaşıracak nerdeyse. Her yıl çeşitli konuları içeren “torba yasası” çıkmasa böyle olur muydu? Artık bir konuda müşkülü olan o konunun “torba yasası” ile arzuladığı biçimde değişmesini bekler oldu. Doğal olarak beklenti içine engellilerde giriyor. Daha önce çıkarılan birkaç torba yasasında engellileride ilgilendiren konular vardı. Bunun için bir yazı yazmış, bir bölümünde şöyle demiştim:

“Orda yeşil kart uygulamasıyla yapılmak istenen esas şeyin engelli maaşını kesmek olduğunu vurgulamıştım. Ne yazık ki dediklerim doğru çıktı. Bu hafta başında derneğimize gözü yaşlı ve bir o kadarda öfkeli 19 engelli geldi. Hepsinin maaşı kesilmişti. Üstüne üstlük en son aldıkları üç aylık tutarı olan 930 lira geri isteniyordu.”  Anadolu: 29.04.2011

Bunlar o günlerde engellileri üzen gerçeklerdi. Nasıl üzülmesin çünkü engelliler ailesine yüktü. Bu yükle ailelerinin geçim yükü daha da ağırlaşıyordu. Aynı yazının devamı şöyleydi:


“Engellilerin uzun yıllar süren ailesine yük olmama mücadelesiyle, çeşitli iktidarlar tarafından iş hayatından, sosyal güvenlik konularına kadar yapılan iyileştirmelerle sonuç alınmış oldu. Çalışamayacak durumda olanlara da en az 35 yıldır maaş ödeniyor. AKP iktidarında buna ek olarak kendine bakamayan ağır engelliye aile bireylerinden veya dışardan tutulan biriyle bakımının sağlanması için, devlet “Bakım Parası” adı altında, beş yıldır bir ödeme yapıyor. 2005 yılından bu yana Avrupa Birliği uygulamaları gereği olması gereken, bir kişinin yaşam düzeyini sağlayacak (açlık sınırı olan aylık 1050 lira gibi bir miktar demektir bu –bugün  Türkiş sendikasının ağustos 2014 tarihinde yaptığı araştırmaya göre aradan 3 sene geçmiş olmasına rağmen 1175 tl olduğu söyleniyor) rakamın çok altında olmakla birlikte 3 ayda 930 lira veriliyor(du).

Başlarken belirttiğim gibi çalışamaz durumda olanlara verilen ve olması gerekenin çok çok altındaki engelli maaşı aylık 310 lira maaş, (bugün 400 tl) çıkan torba yasası sonucu kesilmeye başlandı.

Yasaya göre, 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’una göre aylık alanların düzenledikleri belgelerin gerçeğe uymadığının tespit edilmesi durumunda, ödenen aylıklar TÜFE oranları esas alınarak hesaplanacak tutarla geri alınacak. Mevcut düzenlemede, ödenen aylıklar yüzde 50 fazlasıyla geri alınıyordu. 

Kanuna göre bu verilen paraya her ne kadar maaş dense de maaş değildir. Bunun adına bağış demişler. Yani engelli maaş değil bağış alıyor. Oysa devlet maaş dağıtır bağış değil. Neden maaş denmiyor? Bağış verenin isteğine bağlı bir fiilde ondan. İster verir, ister vermez. Maaş ise ortadan tamamen kaldırılamaz, hiç verilmemezlik yapılamaz. Çünkü maaş haktır, devletin verdiği hak!”

Yazının devamında 2022 sayılı yasadan faydalanarak alınan maaşın hangi durumlarda kesileceğini belirtiliyordum. Görelim mi? Bugünde geçerli bir konu çünkü.

Yakınlarının sağlık güvencesinden yararlanmak 2022 aylığı almaya engel değildir ve aylık alıyorsa da bu sebeple aylık kesilmesini gerektirmiyor. Önemli olan 2022 aylığı için başvuran kişinin her türlü gelirinin toplamının aylık olarak Kanun’un belirlediği sınırı geçmemesi. Bu gelir hesabına nafaka yükümlüsü yakınlarından alabileceği nafaka miktarı da olmak üzere her türlü geliri dahil edilir.

2022 sayılı yasadan yararlanarak engelli aylığı alanların
1: Aktif sigortalı olmaları
2: İsteğe bağlı prim yatırmaları
3: Kendi isimlerine kayıtlı taşınmaz mülk bulunması (tek odalı ev bile olsa)
4: Kendi isimlerine kayıtlı ağır engelli otomobil, yada yatalak taşımaya elverişli minibüs olması (engelli raporuyla kendi üstünüze alıp kullanıcı tayin etmeden araba alınamıyor)
5: Hanedeki kişi başına gelirin 100 lirayı geçmesi
durumunda aylıkları kesilir deniliyor.

İlk iki madde haklı maddelerdir. Ama buradaki benim sıralamamla 3. maddeden itibaren toplam üç maddeye itirazım var. Sizce bir engellinin aşağıda sıraladığım şekilde aylığı ve arabası olmasın mı?

1: Miras kalmış tek oda yada üç oda evi olmasın mı? Engelli maaşı diye verilen paradan kira olarak ayrılabilecek miktara fare bile deliğini kiralamaz. Sonra ev gelir getirici değil ki. Üstüne üstlük devlet eliyle geliri olmayan evsiz engellilere, hiç peşinatsız, 20 yıl ödemeli, aylık ödemesi 100 lira olan 1+1 daireler veriliyor. Bunu alan engellide, engelli maaşından olacak. Peki hangi mantığa sığar bu? Engelli elinden alınan maaşıyla ıslık çalar artık.

2: Devlet çalışan çalışmayan ayrımı yapmadan engelliye H sınıfı ehliyeti olması şartıyla özel tertibatlı otomobil alabilme hakkı veriyor. Kendisi kullanamayacak derecede ağır engelli olana da yatar vaziyette bile taşınabilmesi için aklı yerindeyse bir vekil tayin ederek, değilse ailesinden en yakınına engelliyi taşımaya elverişli bir minibüs alma hakkı veriyor. Her engelli toplu taşıma araçlarına binemez. Belediyelerde bu konu için ayrılmış veya alınmış minibüs veya minibüsler kısıtlı amaçlarda kullanılıyor. Her engelliye yetişmesi mümkün değil. Ayrıca saat 09.00-17.00 arası hizmet veriyorlar. Engelli kişi saat 09.00’dan önce ve 17.00’den sonra belirecek ihtiyacını nasıl karşılayacak? İhtiyaçların zamanı mı olurmuş? Günümüzde motorlu taşıtlar lüks değil, artık bir ihtiyaç. Çok çok ucuza 2. el araba bile bulmak mümkünken bunu engelli aylığını kesmek için kullanması biz engellilere çok anlamsız geliyor.

3: Herhalde başka dünyaların insanlarıyız. Kim başka dünyadan gelme bilmiyorum. Ama
Bize engellilerle, engelsiz vatandaşlar aynı dünyanın, aynı ülkenin insanı değil gibi geliyor inanın. Gelirleri kişi başına ortalaması 100 (ağustos 2014 itibariyle 282 tl’ye yüksetildi) lirayı geçen ailelerin engellisinin maaşınıda kesileceği, kesildiği söyleniyor. Açlık sınırının 1050 (bugün 1175 demiştik) lira olduğu ülkede, 650 (bugün 891.03) lira net asgari ücret verme ayıbına çok daha ayıp demek hafif kalır, insafsız diyeceğim bir anlayışla bu ortalamayı ölçü olarak koyuluyor. Normalde insan torununa 100 lirayı bir haftalık harcaması için bile vermezken, engelliye böyle bir ölçünün konulması sosyal devlet ilkesinin nerelerde olduğunu çok net biçimde gösteriyor.

Danimarka’da bir kişiye devlet 11.000 euro, bizim paramızla yaklaşık 23.000 lira maaş verilirken engellinin öncelikleri arasında taşıtta var. O maaşla taşıt alabilirsiniz. Yeterki alacağınız şeyi fatura edebilin ve fatura tutarınız sizin yaşam standardınızı düşürmesin. Kural bu. Danimarka’da devlet, belediyelere engellilere maaş ödemesi için izin verirken, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde belediyeler veya devlet eliyle engelliye taşıt temin ediliyor. Üstelik tekerlekli sandalye, akülü araç ve onunla içine girilebilecek bir taşıt veriliyor. Bütün bunlar koskoca bir ayıptır. Hem AB standartlarından söz edeceksiniz, hemde bir taşıtı engelliye çok görecek ve maaşını kesmeye sebep sayacaksınız.”

Haksız mıyım?


Yayın Tarihi: 17.09.2014

ÖRNEK ALDIKLARIMIZ, HAYRAN OLDUKLARIMIZ

Hangi çocuğa kim olmak istersin diye sorsanız, önce büyümek istediğini söyleyecektir. Oysa “onu” büyüyünce kim bilir ne zorluklar bekler, ama bu “onun” için önemli değildir. Erkek çocuğuysa büyüyünce babası gibi, kız çocuğuysa annesi gibi olmayı ister. Çünkü ilk örnekleri onlardır. Gerçi cinsiyet farklılığının kalmadığını söyleyebiliriz. Buna bağlı olarak aile içi eğitimde cinsiyetsiz bir eğitime doğru gidiyoruz. Çok doğal değil mi? Artık aileler çocuk sahibi olurken cinsiyete değil, sağlığa önem veriyorlar.

Cinsiyet ayrımı gözetmeyen aile içi eğitim eşitliği sağladığı gibi rolleride birbirine yaklaştırdı.
Çocuklar bildiğiniz gibi cinsiyetlerinin gerektirdiği hareketleri ailelerinden ve toplumdan görerek, oyunlarında büyükleri taklit ederek öğrenirler. Kız çocukları oyunlarda hep anne, erkek çocuklarıysa hep baba olurlar. Eskiden iş bölümü oyunlarda da cinsiyet farkını ortaya koyuyordu. Gene öyle olsa da anneleride çalışan kız ve erkek çocukları yemek yapmaktan ufak tefek temizliğe, atölye ve büro işçiliğine kadar her konuda işi oyunlarında cinsiyet gözetmeden sergiliyorlar.

Çocuklar biraz daha büyüyünce dış dünyayı, evlerinin dışındaki dünyayı keşfetmeye başlar. İlgi alanları genişledikçe bu kez örnekler ve örnek aldıkları kişiler değişir. Daha ileri yaşlarda bu kişiler giderek soyutlaşır. Hiçbir zaman görmedikleri kişileri, yada sinema, dizi film karakterleriyle, oyuncuları örnek alırlar. Onlar, yani örnek alınanlar o kadar idealize edilirler ki ancak masallarda ve efsanelerde yaşamaları mümkündür.

Günümüzde hayran olunarak örnek alınanlar, kolay edinilir çabuk vazgeçilir niteliktedir. Çılgın bir tüketim çağının her şeyi tükettiği gibi örnek modelleri de hızla tüketiyor. Yeni, kısa ömürlü bir örnek modelin çıkmadığı gün yok!

Burada ülkemizin gerçekleri de etkisini gösteriyor ne yazık. Değer yargıları ters yüz edildiği için en alttakiler en üstte, en üsttekiler en altta yer almaktadır.

Büyük liderler, büyük bilim insanları, büyük sanatçılar, büyük işadamları, tek başına büyük iş başaranlar, takım kurup başarıya ulaşanlar kimlerdir? Kimler Büyük İnsanlardır? Her şeye meraklı ve her şeyi bir çırpıda öğrenen, öğrendiklerini de taklit eden çocukların, yerinde olmak isteyecekleri kimlerdir?


Hukukçu Hıfzı Veldet Velidedeoğlu mu?
Aziz Nesin mi?
Yaşar Kemal mi?

Sahne sanatlarından tanıdıklarımıza ne dersiniz?
Muhsin Ertuğrul mu?
Cüneyt Gökçer mi?
Gülriz Sururi, Engin Cezzar mı?
Haldun Dormen mi?

Bunları yaşlı mı buldunuz?

Yıldız Kenter kabul ederim yaşlıdır, ama kaç kişi onun kadar örnek olabilir?
Ya Türkan Saylân’a ne dersiniz? Onun en azından hem bürokrasiyle hem “cüzam” hastalığıyla giriştiği savaşı kazanmasının önemi yok mu? Hele kız çocuklarının okuması için gösterdiği çabaya dönüp bakmamak mı gerek?

Televizyonlarda yer almayanların hiçbir önemi yok mudur? Evet yoktur! Sabah akşam televizyonlarda bıktırırcasına boy göstermeyen hiçbir şekilde örnek olamaz.

Hoplamadan, zıplamadan, eğlendirmeden, hediye dağıtmadan, bütün bunları yapan Mehmet Ali Erbil, Seda Sayan gibi olmadan örnek olunamaz mı?

Bunlara benzemeden örnek olunamıyorsa şunlar gibi örnekler olsa ne olur?

Polat Alemdar’lar.
Behlül’ler, Bihter’ler.
Recep İvedikler.



Listeyi ne kadar istersek o kadar uzatabiliriz. Popçu, topçu, rapçı dışında örnekler nerdeyse hiç yok. Çocuklara, gençlere sadece onlar kaldığı için onları görüyorlar. Herhalde idealsiz toplumun varacağı son nokta bu olsa gerek.


Yayın Tarihi: 15.09.2014

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Şiir dünyadan kaçışımızdır aslında. Katı gerçeklikten düşsel olana kaçış. Bir çeşit arınma biçimi. Bu gün sizlere bir dönemin “birinci yeniciler” diye adlandırılan, süslü kelimelerden arındırılmış şiirde yazılabileceğini gösteren akımın kurucularından, Orhan Veliden şiirler seçtim. Çok kişinin bu şiirleri bildiğine eminim. Ardından bana ait şiirleri de bulacaksınız. Keyif alacağınızı umarım.

... ... ...

AÇSAM RÜZGÂRA

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.

ORHAN VELİ KANIK

***

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
ORHAN VELİ KANIK

***

BEDAVA

Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinamaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.

ORHAN VELİ KANIK

***

CIMBIZ

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!

ORHAN VELİ KANIK

***

Bu günkü yazıma başlarken kendi şiirlerime de yer vereceğimi belirtmiştim. Şimdi sırada onlar var. Bugün sizlere sunacağım şiirlerin çoğunu kan kardeşime yazdım. İçlerinden sadece bir tanesini 250/25 sayılı şiiri kendisine göndermiştim. 250 sayısı mesajlarla sevdiklerime yolladığım toplam şiir sayısını, 25 sayısıda kankardeşime yazdığım şiir sayısını gösterir
...
22
Gecelere bir nöbetçi yetmiyor
Yıldızlar dağılıyor kimileyin
Yada ay gizleniyor bir yerlere
Gönüllü nöbetçiyim kederlere
Yalnızlıktan korkuyorum

Aydın Göle
1 nisan 2003

***

23
Bütün madenleri yuttum
Ağzımda kalay ve bakır tadı kaldı
Dünyayı kalaylıyorum
Sabah sabah bu ne deme
Öfkem var, çıldırıyorum
İhaneti bilirsin ya
Akbabalardır onlar
Ölmemi bekliyorlar
Koparmak için etimi, sabırsızlar
Can kankam

Aydın Göle
3 nisan 2003

***

24
Kanaryamsın şakıyan
Renklerin ne güzel, ne parlâk
Nerden aldın ipek tüylerini
Gökkuşağı seni görse kararır
Sesini duysa sararır çiçekler
Sesin sevdanın şen sesidir
Kimden öğrendin bu şarkıları
Ben değilim sadece
Sana meleklerde vurgun
Bu gönül ki ezeli yorgun
Kaç bıçak yarası aldı sevdalardan
Bilmiyorum
Hayatı senle seviyorum
Sığındığım limansın yaralarıma
Her şeyden çok seni seviyorum
Çekme hiç ellerini ellerimden
Can kankam

Aydın Göle
3 nisan 200

***

250/25
Su olup akmalı kelimeler
Sevgiyle dolmalı yüreklere
Yıkamalı, ferahlatmalı
Beslemeli, hayat vermeli
Su kadar aziz olmalı
Aziz sohbetler etmeli
Su olup akmalı kelimeler
Başından aşağı döktüğün
Bardağa koyup içtiğin
Su olsun kelimelerim sana
Can kankam

Aydın Göle
7 nisan 2003

***

26
Rüyalar yok oldu uykularımdan
Uykular terk etti gecelerimi
İşten değil çıldırmak yalnızlıktan
Yalnızlıklar vurdu zamanlarımı
Saatler mecalsiz tik-taklarda
Yataklarda kan revan yatıyor yelkovan
Akrep çoktan can vermiş kıpırdamıyor
Saç diplerime sızdı karanlık
Dilimde adın ağlıyor, yar..
Biliyorsun ben gene senim
Sense kimsin, tanımadığım..
Kim öpüyor dudaklarını
Kolların kimi sarıyor
Ne çabuk unuttun beni
Öptüğüm dudakları benden çaldın
Hani benimdi, hani sen benimdin sonsuza dek
Unuttun değil mi
Yeşil değil bahar Bursa’da
Bu gönül seveni bulsa da kanar mı sensizliğe
Kıskanıyorum sevenleri
Ayarım bozuk
Akortsuz gitarım, bir telim kopuk
Bahar ezgileri çalamıyorum

Aydın Göle
8 nisan 2003

***

27
Eğer küllenmişse ateşe, elleme
Soğuk ateş senide alır içine
ve bir daha yanar
Sinsidir, haindir, kurnazdır
Sen su olsan nafile
Yeni ateş yak ateşinden
Sana bu gerek

Aydın Göle
9 nisan 2003

***

28
Birden bire vurdu yüzüme yalnızlığım
Ben daha önce yalnız değil miydim
Soğuk ve ıslak, sanki yağlı bir yılan kadar
Yüreğim sızladı eskisinden beter

Aydın Göle
14 nisan 2003

***
Sevgili okurlar hepinize keyifli pazarlar dilerim. Haftaya buluşmak dileğiyle..


Yayın Tarihi: 14.09.2014

EGEMENLİK ANLAYIŞI ve AB FIRSATÇILIĞI

Egemenlik öyle bir duygudur ki benliğinizi eritmezseniz, kendinizi olduğunuzdan büyük, olduğunuzdan güçlü, olduğunuzdan muktedir görmenize sebep olur. Ülke yöneten bir lider, gücün tepe noktasında olduğunu bilip bu gücü paylaşmazsa, icraatları denetlenemezse, denetlenmeyi parti içi ve meclisteki muhalifleri durduracak ve  susturacak  Millet Meclisindeki aritmetik üstünlüğüne bağlarsa, partisini “onay için el kaldırma” deposu görürse en hafif deyimiyle o lider kral olma özlemi içinde demektir. Bunu söz ve davranışlarıyla da belli eder.

1: Herkese tepeden bakar
2: Herkesi cahil beller
3: Cezalandırmayı çok sever
4: İnayet sahibi olduğunu her fırsatta gösterir.
5: Her şeyin teminatı kendisidir.

“İleri demokrasi”lerde böyle bir şeyin olması mümkün değildir. Orda her şey bir kurala bağlıdır. Hiçbir şey kişinin görüş ve anlayışıyla sınırlanmamış, kişiden kişiye değişen vicdani değerlere bırakılmamıştır. Kişilerin vicdanı olur, ama devletin akıl ve vicdan sahibi bireylerce belirlenmiş kuralları olur. Bunun dışına pekte kolay çıkılmaz. Anayasayı bir kere delmekte aynıdır, bin kere delmekte.

Ne yazık ki bizim ülkemizde böyle şeyler yöneticilerimizi sıkar. Onlar özgürce at koşturacakları meydanlar isterler.

Birde bu davranışlarına kendisini seçenleri göstererek “halk böyle istiyor” yada “halkın itirazı yok” derler. Sadece davranışlarına dayanak olarak gösterseler neyse, yaptıklarına ve yapacaklarına da aynı dayanağı gösterirler. Söz konusu olan en temel haklarsa bu dayanak geçerli olmaktan çıkar.

Önceden de vardı ama bu kadar göstere göstere, bu kadar açık dış destekli var olma çabaları hiç olmamıştı. Yukarda saydıklarımla birlikte, bu konuda, benim onurumu, gururumu kırıyor. Eminim bağımsızlık sevdalısı herkesin de onuru, gururu kırılıyordur. Baksanıza iktidara talip olan herkes önce Amerikan yönetimlerinin kapısını aşındırıyor.

İkinci sırada AB var. Buradan da icazet almadan iktidar olunamaz sanki. Gerçi AB içine girilmeden gümrük birliği anlaşmalarıyla ve uyum yasalarıyla zengin ülkeler, üye adayı ülkeye istedikleri ayarı veriyorlar, o ayrı. Ama üye olmayacak, hatta üye yapmayacakları ülkeye de bu ayarı veriyorlar. Bu bizim yöneticilerimizin içerde gücünü arttırıcı bir sebep olmasa kabul ederler miydi, kendilerine bir sorun bakalım.

Son 55-60 yılın hükümetleri için durum böyledir. Her başbakan o günkü şartlar izin verdiği ölçüde AB standartlarını istemiştir. Bugün iktidarda olanlar bunu kendi düşünceleri ve yapmak istedikleri doğrultusunda çok iyi değerlendirmişlerdir. Bir başka parti iktidar olursa o da kendi anlayışına göre durumdan yararlanacaktır. Bu kural hiç değişmeyecektir eminim.

AB nasıl güç katar bir partiye? Bu soruya bir liste sunarak cevap vereyim.

1: Parti kapatmaya Venedik Komisyonunun parti kapatma standartları
2: İktidarı denetleyen Yargı Kararlarına Avrupanın “ideolojilerden ayrı, bağımsız yargı” anlayışı (Atatürkçülük bir ideolojik yapıdır, Avrupa bunu istemez, nitekim ülkemiz şu anda ideolojisiz kalmıştır. Ön takısı “Yeni” olan cumhuriyete, yerel yönetimler gülendirilerek uniter ve millet esasına dayanan yapının kaldırıldığı bir döneme gidiyoruz).
3: İfade özgürlüğü standartları.
4: TSK’nın rejim teminatı olma yapısının engellenmesi için (demokrasi için değil) savunma bakanlığına bağlanması şartı.

İşte iktidarlara egemenlik sağlamada AB’nin katkısı böyle oluyor. Egemenlik sağlandıktan sonra AB’ye girme sözü hiç duydunuz mu? Türk’ün asıl ideali, tarihteki Avrupa macerası hatırlanırsa bilinir ki Avrupa’dır. Biz AB’ye hem bu gözle baktık, hem Yunanistan’ın bulunduğu yerden ayrı kalmamak düşüncesiyle baktık. Oysa bugün gelinen son noktada partiler AB üyeliğini sadece dikensiz gül bahçesinde iktidar olmak için kullandıklarını görüyoruz. Bundan sonrada parti gözetmeksizin aynı durumun süreceğini düşünüyorum.


Yayın Tarihi: 12.09.2014

SOKAK İSİMLERİME
VE
KENTİMİN SİMGESEL YAPILARINA DOKUNMAYIN




2000’li yıllardan beri 9 kere oy kullandık. Bunların 3’ü yerel yönetimler içindi. Her dönemde birçok aday ortaya çıktı. Bugün bunların çoğunun adını hatırlamıyoruz bile. Bu yıl bir yerel seçim daha yapıldı. Ne vaatlerde bulunan adaylar gördük gene. Geçmişte aday adayları içinde CHP’den ilimizin basın emekçisi, seçkin köşe yazarı Sezai Matur’da vardı. Bu süreçte köşe yazılarına ara vermişti. Köşesinde tekrar yazmaya başladığında, kendilerinden ayrı kaldığı için okuyucusundan özür diliyordu. Aday Adaylığı sırasında ilimizin merkez ve diğer ilçelerini gezerek yaptığı tespitleri aktarıyordu. Onlarda şunlardı:

1: Söğütlü’de günlük süt üretimi 14 tondan 2 tona düşmüş. (Hükümet politikalarının yanlışlığının ve büyükbaş hayvan varlığımızın kalmadığının başka bir göstergesi.)
2: Karasu’da ilçe merkezinde bir tek umuma açık tuvalet yokmuş.

Geçen sürede bu konular unutuldu mu? Yoksa bu eksiklikler dikkate alındımı?

Merkezdeyse şehrin görünümün hızla değiştiğinden söz ediyordu.

1: Ofis semtine adını veren TMO’ya ait siloların yıkıldığını belirtiyordu. Herkes kabul eder ki, o silolar bir simgeydi. Tıpkı daha önce Belediye yöneticilerinin eski Donatım fabrikasına ait santral binasını yerle bir ettiği gibi. O bina da herkes için bir simgeydi.
2: Birkaç ay önce Çark’ta Ünal Ozan’dan kalma kafeterya binası yıkıldı. Kenti yönetenler ‘ben yaptım, oldu’ değil ‘ben yıktım, oldu’ diyorlar. Sezai Matur’un sözlerine katılmamak mümkün değil. 

Köşe yazarlığına başladığımdan beri zaman zaman sokakların isimlerinin kaldırılıp numaralandırılmasına tepki gösteriyorum. Bizim sokağımız benim bildiğim 50 sene “Kamer Sokak” adıyla biliniyordu. O sokak 7 sokağa bölündü. Sokağımızın başına Bahçe sokağın son dönemeci eklendi ve 15 numaralı sokak ismini aldı. Kentler cadde ve sokaklarıyla bilinirler. Birde o yerlerdeki yapılarıyla. Bunu en çok deprem olunca anladık. Bir çok köşe başları yıkılmıştı çünkü. Kimseye yer tarif edemez olmuştuk. Bir yere gidip dönerken biraz dalgınsak, yolumuzu bulamıyorduk. İnsanlar alıştıkları alış veriş merkezlerini, simge yapıları, semte özgü binaları arar. Bunlar yok olunca yabancı bir kente gitmiş gibi olurlar. Hadi Allahtan gelene amenna. Kuldan gelene ne diyeceğiz? Yap boz tahtasına dönen bir kentin kişiliği olur mu? Yurt dışına gidenler neden o kentlere hayran kalırlar? Sadece temiz ve güzel oluşlarına mı? Onların tarihi dokularına hayran kalmasınlar sakın, ne dersiniz? Siz ey yönetici takımı, keşmekeşi bitirin, sorunları bitirin, tarihimizi değil. Biz sizi onun  için o makamlara oturttuk. Sokak isimlerimizi, simge olmuş yapılarımızı geri verin! Unutmayın bu kent sizin tapulu malınız değil. O makamlardan güzel anılacak biçimde ayrılmayı düşünmez misiniz? Buna iyi yaptığınız şeyler kadar, iyi olabilecek şeyleri yapmamanızda sebep olacaktır. Yaptıklarınız kadar yapmadıklarınız da çok önemli olabilir.

İnsan için ismin önemi neyse, insan için kişilik belirleyen giyim tarzının önemi neyse, kentler içinde odur. Sokakların, caddelerin isimlerini kaldırdığınızda o yerler somut varlık olmaktan çıkarlar. İsim yaşam belirtisidir. Bina ve özel yapılarsa tıpkı giysi gibi karakter belirtisi.. karaktersiz kent, karaktersiz insan gibidir. Ne kadar yeni olursa olsun!

İstanbul’u İstanbul yapan şeyin ne olduğunu sanıyorsunuz? Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, Galata Kulesi, Boğaz Köprüleri, Kız Kulesi İstanbul denince aklınıza geliyor değil mi? Onları bugün yapmadık. Kimilerini atalarımız yapmış, kimilerini atalarımızdan önce orda yaşayanlar yapmışlar. Bugün bunların birinden vazgeçin deseler hangisinden vazgeçerdiniz?  Eminim bu İstanbul’a hakaret olur diyerek hiç birinden vazgeçemezdiniz. Gidin eski İstanbul sokaklarının isimlerine bakın.

1: Molla Fenari Sokak
2: Molla Gürani Sokak
3: Tayyareci Mehmet Emin Sokak
4: Çiftevav Sokak
5: Fırın tepsisi Sokak
6: Solfasol Sokak
7: Pürtelaş Sokak
8: Sormagir Sokak
9: Merkepbağırtan Sokak
10: Cavidan Sokak
11: Cazip Sokak
12: Temaşa Sokak
13: Tosboğa Sokak (yazıldığı gibidir)
14: Karga Zarife sokak (Üsküdar)
15:Toto Sokak (Kartal)
16: Eskicibağı Cadesi (Maltepe)
17: Borulu maslak Sokak (Acıbadem)
18: Zencefil Sokak (Beyoğlu)
19: Paşa Kapısı Sokak (Üsküdar)
20: Libadiye Caddesi (Üskidar)

Bu isimler sizlere bir şeyler anlatmıyorsa benim diyecek sözüm yok derim. Yok eğer orası İstanbul, bizi İstanbul’la nasıl kıyaslarsın derseniz, kanıt kanıttır; amaca bakın derim. Amacım isimsiz, eskilerin deyimiyle silüetsiz (genel görünümden yoksun) kent olarak kalmamak. Bu kent var olacaksa eski ve yeninin harmanlanmasıyla olacaktır. Sezai Matur’un dediği gibi “ben yaptım oldu, ben yıktım oldu” demeyin artık!


Yayın Tarihi: 10.09.2014