30 Mayıs 2010 Pazar

SİMURG, YADA ZÜMRÜDÜ ANKA

(Bu yazıda iki bölümlüktü. Anadolu Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Şeyda Şimşek 26.05.10 Çarşamba günü yayınlanması gereken bölümü yayınlamayı unutunca iki bölümü birleştirip tek bölüm olarak yayınlanmasına karar verdim.)

ÇİZGİ-YORUM C.G (İstedi kaldırdım 08.03.12)

            Dostlarım sağ olsunlar, bir sürü hikâye gönderiyorlar. Hangi birini yazacağımı şaşırıyorum. İçlerinden kimi zaman rastgele, kimi zaman anlatmak istediğim konuya uygun birini seçip sizlerle paylaşıyorum. Bu hikâye, antik İran mitolojisinden bir hikâye. Bizim dilimizde de var olan karşılığıyla sözü edilen hikâyedeki bilge kuş Kaf Dağının ardındaki Zümrüdü Anka kuşudur. O bir ülküyü, bir ideali simgeler. Hikâyeyi önce okuyalım, sonra hikâye hakkında bir iki söz edelim. 

***   ***

            Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş... Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.                                  
            Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. 
            Toplanan kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri varmış. Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmekmiş.
            Hüthüt söze başlamış ve Hz.Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söylemiş. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini ve onun “bize bizden yakın, bizimse uzak” olduğumuzu anlatmış. Simurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüthütün peşine takılıp onu aramak için yollara düşmüşler.          
            Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağının tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Zamanla yorulup, düşenler ve hastalananlar olmuş. Hepsi de, Simurg’u görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varıp “kendilerince geçerli çeşit çeşit mazeretler söylemeye” başlamışlar.                                                                                                
            Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp.
            Papağan, o güzelim tüylerini bahane etmiş; oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış.
            Kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş. Balıkçıl kuş bataklığını, dudu kuşunun arzuladığı abıhayatmış. Tavus kuşunun amacı cennet, kazın mazereti su, kekliğin aradığı mücevher, hümâ’nın nefsi kibir ve gurur, doğanın sevdası mevki ve iktidar, üveykin ihtirası deniz, puhu kuşunun aradığı viranelerdeki defineymiş…
            Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar vermiş. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatmış. Hüthüt şunları söylemiş:
Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu?
Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu?
Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür.
Simurg’u görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir.
Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı.
Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil.
O, yüce lûtfuyla bir ayna icat etti.
O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör!
            Yedi vadi üzerinde uçtukça sayıları anbean azalıyormuş. Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulmuşlar. Her vadi bir kavramı simgeliyormuş
1.Vadi İstek
2.Vadi Aşk
3.Vadi Marifet (ustalık)
4.Vadi İstinga (nazlanma, doygunluk)
5.Vadi Vahdet (birlik, beraberlik)
6.Vadi Hayret (Şaşkınlık)
7.Vadi Yokluk (Fenâ)
            BEKÂ (Ebedilik)
            Yedi vadiyi aşana kadar, kimi yorulduğu için çeşitli mazeretlerle kafileden ayrılmış, kimi ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolmuş, ya aç susuz can vermiş, ya yollarda kaybolmuş, ya denizlerde boğulmuş, ya yüce dağların tepesinde can vermiş, ya güneşten kavrulmuş, ya vahşi hayvanlara yem olmuş, ya ağır hastalıklarla geride kalmış, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılmış.
            Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş”ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağına vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
            Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki;
            “SİMURG ANKA - Otuz Kuş” demekmiş.
            Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de tek tek Simurg’muş.
            Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.
            Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...
***   ***                                                                                                                                                    
            Hikâyenin sonundaki şu söz ne güzel: “Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...”             Bu sözü unutmayıp uçanlar, kolay kolay pes etmezler. Hayatın hiçbir zorluğu onları yıldıramaz. Asıl olması gerekende budur zaten. İnsan yaşadığı hayatta karşılaştığı zorluklara teslim olsa bu çağa ulaşabilir miydi? Vardığı teknoloji sayesinde sanılır ki ölümsüzlüğe erecek.. aradığı şeyde bu, ama şimdilik hastalıklara çareler üretebiliyor sadece (Lokman Hekim gibi ölümsüzlüğe ulaştığı bilgiyi tekrar kaybeder bence, çünkü ölümsüzlük, bütün dinlerde olduğu gibi İslam inancımıza göre de ahret hayatımıza aittir)..
            Antik İran dediğimiz İslamiyet öncesi İran’ın tarihteki adı “Pers” tir. Antik çağın, yani mitolojik çağın hikâyeleri efsanelerden oluşur. Pers hikâyeleri de efsanelere dayanır. Bu üç bin yıldan beri varlığı bilinen ülkenin efsanelerini ne yazık ki çok fazla bilmiyoruz. Oysa orta doğuyu ve İslâmiyet’i bu efsanelerden doğan İran edebiyatı çok etkilemiştir. Osmanlı devletinin edebiyat dili, tamamen İran dili olan farsçaydı.
            Bu hikâyenin kaynağına ulaştığımda simurg’un bir çok başlık altında incelendiğini gördüm.
            Etimolojik (dilbilim) açıdan Simurg:                                                                                 
            İsim Avesta’daki mereyo saeno “Saêna kuşu”ndan türemiştir. Orijinalde bir yırtıcı kuş, kartal veya şahin olduğu, etimolojik olarak aynı olan Sanskritçe sinah’dan çıkarılabilir.
Halk etimolojisinde ilişkilendirilen ilk öğe Farsça  “otuz”dur. Fakat tarihi anlamda ilgili değillerdir.                                                                                                                                                    
            Mitolojik (efsanevi) açıdan Simurg:                                                                                                    
            Mistik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.
            İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok şey öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.
                                                                                                                                             
            Şahname’de (İranlı Firdevsi’nin “şahların kitabında”) Simurg:
            Şahname’ye göre Kral Sam’ın oğlu Zal Albino olarak doğmuştur. Kral Sam Albino oğlunu görünce, çocuğun şeytanların tohumu olduğunu düşünüp çocuğu bir dağa terk etmiştir. Çocuğun ağlayışlarını duyan yumuşak kalpli Simurg çocuğu alıp büyütür. Zal her türlü bilgiye sahip Simurg’dan hikmet almış birçok şey öğrenmiştir. Yine de büyüyüp bir yetişkin olduğu zaman insanların dünyasına girmek ister. Simurg çok üzülse de, ona bir tane altın tüy verip gitmesine izin vermiştir. Eğer Zal, Simurg'un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakacaktır. Krallığına döndüğünde Zal güzel Rudaba’ya aşık olur ve onunla evlenir. Karısı bir oğula hamile kalır fakat doğum zamanı geldiğinde birçok sorun yaşarlar. Zal karısının doğum sırasında öleceğini fark eder ve tam Rudabah ölüme yakınken Zal Simurg'u çağırmaya karar verir. Ortaya çıkan Simurg Zal'ın bir tür sezaryan benzeri yöntem uygulamasını sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve büyük Pers kahramanlarından biri olacak Rüstem’dir. Bizim hikâyelerimize de girmiş bir kahramandır halk hikâyelerinde bizde “Zaloğlu Rüstem” olarak bilinir.                                                               
            Sembolizmde Simurg:                                                                                                                          
            Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Batı’da Feniks, İran’da Simurg, Orta doğuda Anka kuşu, Türk’lerde de Kerkes adını alan bu efsanevi kuşların ortak bir özelliği ölümsüzlüktür.

***
KAYNAKLAR:                                                                                                                                           
Doç. Dr. Ali Duymaz. Anadolu ve Balkan Türklerinin Halk Anlatmalarında Mitolojik Bir Kuş: Zümrüd-ü Anka.  Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 1 Sayı: 1 Yıl: 1998. 1.Ağustos.2009 tarihinde erişilmiştir.                                                                                                  
Yard. Doç. Dr. Erdoğan Altınkaynak. Yer Altı Diyarının Kartalı..  erdoganaltinkaynak.com.               1.Ağustos.2009 tarihinde erişilmiştir.
H. Dilek Batîslam. Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve Simurg. Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi,İstanbul 2002, 185-208. 1 Ağustos 2009 tarihinde erişilmiştir.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 28.05.10

BAYKAL’I İSTİFA ETTİREN GÖRÜNTÜLER KURGUSALMIŞ


            Şu internet alemi çok ilginç gerçekten. O kadar tesadüflerle karşılaşıyorsunuz ki şaşırmamak mümkün değil inanın. Ben bir çok Google guruba üyeyim “warezonline” gurubundan bir üye kilim mobilyanın, reklamlarında kullandığı müziği soruyor, elinde olan varsa o müziği yollamasını istiyordu. O reklam müziğinin de çaldığı kilim mobilyanın linkini vermiş. Tıkladım, hoş bir reklam dergisiyle karşılaştım. Müzikte tanıdıktı. O müziği Google’den kilim mobilya reklam müziği yazarak sorguladım. Bir çok seçenekten birinde aşağıda okuyacağınız satırlar çıktı. Ben bu satırları yazarken 10 dakika önce Deniz Baykal’a ait olduğu söylenen görüntülerin inceleme sonuçları açıklanmıştı.


            Dün (Perşembe günü) bir tanıdığım o görüntülerin yayınlandığı bir İspanyol tv sitesinin linkini bana yollamıştı. İma yollu görüntülerdi, öyle aleni bir şey yoktu. Kesin emin olacağınız kalitede görüntülerde değildi. Bir şeye emin olabilirdiniz, görüntülerdeki kesinlikle ne Deniz Baykal’dı, nede Nesrin Baytok’tu. Yüz kişiye gösterseniz onlar olduklarına şahitlik edemezlerdi. Baykal taraftarı değilim. Fakat burada Baykal’ın günahını almışlar, ona yemin ederim.      

            İşte o açıklamanın tam metni:

***

            “En çok merak ettiğim konu şu şimdi, bakalım bu görüntüler çıktığında yeri göğü inletenler gerçekler ortaya çıktığında ne kadar konuşacaklar ya da hiç umursayacaklar mı gerçekleri ?

            Bizim ülkemiz magazin bir ülke oldu, toplumumuz magazin sever bir toplum oldu, televole cumhuriyeti gibiyiz, kim kiminle nerede ne yapmış ? Bu soruları hep merak ediyoruz cevaplarını arıyoruz ama cevaplar işimize geldi mi konuşuyor, işimize gelmedi mi konuşmuyoruz...

            Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen kasedi inceleyen Ulusal Kriminal Bürosu yöneciticisi Uğur Kurtulan, “Görüntüler montaj” dedi.

            Kurtulan şunları söyledi:

            “Baykal’ın avukatı bizden görüntüleri analiz etmemizi istedi. İddia edilen Baykal'ın vücudunun morfolojik izleri ile elimizde avukatı tarafından verilen Baykal’ın mayolu resimleriyle, Baykal ve Baytok’un yan yana resimleri incelendi. Burada montaj, video bölümlerinin çıkartılması, eklenmesi, değiştirilmesi suretiyle bu görüntünün değiştirilmiş olduğu kanaatindeyiz. Görüntüler incelendi ve görüntülerdeki kişinin Baykal ve Baytok olmadığı kanaatine vardık. Görüntüler montaj.”

            GÖRÜNTÜLERDE İKİ FARKLI KİŞİ VAR

            “Sayın Baykal’ın bu olayda, sayın Nesrin Baytok’la ilişkinin olmadığı düşüncesindeyiz. Burada montaj kullanılmak suretiyle, bu görüntünün biz kriminal incelememizde modifikasyonla değiştirildiği kanaatindeyiz. İkinci bölümdeki cinsel temas olduğu iddia edilen görüntülerdeki erkeğin ilk bölümdeki erkekle bir ilgisi yoktur” dedi.
            Kurtulan, açıklamalarını şöyle sürdürdü:

            “
İlk oda görüntüsünde sayın Baykal olduğu öne sürülen kişinin oturmakta olduğu, sol karedeki yapının daha mütevazı olduğu, sağ karedeki odaların ayrı ayrı yerler olduğu düşünülmektedir. Sol taraftaki görüntüde, rahat ve kendinden emin tavırları kişinin bulunduğu odaya hakim olduğu izleniyor. İlk odadaki sağ gömlek kolunun az katlanmamış olduğu, ancak ayağa kalkışta, gömleğinin kollarının yarım saniyede dirseğe kadar katlandığı görülmüştür. Bu olay, ilk odadaki gerçek Deniz Baykal görüntüsü üzerinde oynama yapıldığını gösteren bir durumdur. Kamera olan bir yerde soyunup giyinmesi, eşyalarını gardıroba bırakması, oradaki kişinin kameraya poz verdiği intibaını yaratmaktadır. İkinci bölümdeki kısımda, görüntünün bir bölümünde asıl pantolonunu alırken göründüğü, bir erkeğin soyunduğu yerde pantolonunu götürüp gardıroba asması uygun olmayan şüpheli bir hareket olduğu görüşündeyiz. Kurtulan, video kayıtlarına bazı karelerin eklenip, çıkarıldığını tespit ettiklerini açıkladı. Kurtulan, "Kasetteki kişinin Baykal olduğunu tespit etmek mümkün değil" dedi. 

            GÖRÜNTÜLERE EKLEME VAR
            Baykal’ın avukatı Muzaffer Yılmaz ise kasedin düzmece olduğunun bilimsel olarak da kanıtlandığını belirterek, “Şimdi hükümete düşen bu sunumu kimin yaptığı ve niye yaptığının aydınlatılmasıdır. Sayın Baykal, görüntülerin ortaya çıkmasının hemen ardından montaj demiş ve onurlu bir davranışta bulunarak istifa etmişti” diye konuştu.

***

            Bu konuda, dolaylı ve dolaysız yazdığım  üçüncü yazı sonunda siyasetin içini kirleterek sonuç almaya çalışanlar en başta ülkemize zarar verdiklerini bilmiyorlar mı? Yoksa bunlar hepimizin olan bu ülkeyi sevmiyorlar mı? Hiç sanmam; seviyorlardır da düşüncesizlik etmişlerdir. Şimdi Baykal’a bir özür borçlular. Nesrin Baytok’a da..  Gidip helâllik alsınlar, yoksa bu dünyanın ötesi de var! Yüce Allah’ın huzuruna kul hakkıyla gitmek büyük günahlardandır çünkü.


NOT:

Bu yazı CHP kurultayından önce yazılmıştı. Kurultay konusunda tek satır olmaması bu yüzden. Seçilen yeni yönetim ve yeni lider başka bir yazı konusudur. Bu satırlara sadece ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını dilemek kalıyor.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 24.05.10

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 43


Merhaba sevgili okurlar, biliyorsunuz Pazar günleri sadece kendi yazdığım şiirlere yer veriyorum. Bugünde öyle yapalım ve konuyu değiştirmeyelim. Tatil günlerinin dinlenmekten ve eğlenmekten başka amacı olmamalı. Zaten hayat şartları yeterince bunaltıyor, birde tatilimiz zehir olmasın değil mi?

İlk iki şiir dost ve arkadaşlara “GÖNDERİLMİŞ ŞİİRLER.”

….    ….   

179
Aşkta bula bula buldum çıkmaz sokağı
Yüreğimi yoklar durur bir sinsi bukağı
Tetik arar durur terli şakağı
Çekmeye parmağın cesareti yok

Aydın Göle
11 ağustos 2002

***   ***

180
Kırk ambarda biriktim
Kırk değirmende öğütüldüm
Kırk elekten geçtim
Kırk süzgeçten süzüldüm
Aklımı yitirdim sevdanla
Bilgeliğe ulaştım
Sana ise asla!..

Kırk denizin tuzunu
Kırk yılın otuzunu
Verdim almadın

Kırk nehirde
Ruhumda, bedenimde
Arındı.
Sonra seni aradım
Yanımda yoktun

Aydın Göle
11 ağustos 2002

***   ***

GÖNDERİLMEMİŞ ŞİİRLER

Sırada dört tane gönderilmemiş şiirler var. Bildiğiniz şey, saklı gizli değil. Bir sevdanın sonunda gelen ayrılık ve bu ayrılık üstüne yazılmış denemeler. Bence şiir de.. sizce de şiir ise keyfime diyecek olmaz o zaman. Bu şiirde sevgili her sevgili gibi yasaklar koyuyor. Serdede gurur var. Yoksa yasak masak tanımam. Ama onun bilmediği bir şey var; yasaklar umulmadık biçimde kışkırtıcıdır. O zaman sevgiliyi daha çok düşünürsünüz. Yoksa sevgililer bunun için mi birbirlerine yasak koyarlar?

Tarihte de, günümüzde de yasaklar çok konulmuştur. Bu uğurda çok çile çekenler olmuş. Felsefede buna karşı duran filozofların olduğunu görürüz. Kral değişir, yeni kral gelirken bu düşünce adamlarını affedermiş. Anadolu uygarlığında bu düşüncede yaşamış bir filozof var: Romen Diyojen. Bu filozof bir fıçı içinde yaşarmış. Bir gün Diyojen’in ününü duyan Makedon kralı Büyük İskender filozofu ziyaret için bugünkü Sinop’a gitmiş. Diyojen fıçısının önünde güneşlenmekteymiş. Büyük İskender bu fikir adamına saygıyla “dile benden ne dilersen” demiş. Romen Diyojen o ünlü sözünü söylemiş: “Gölge etme başka ihsan istemem!”

Diyojen’e göre bir kral bir karaldı, o kadar. Kendisinden hiçbir kralın insan olarak hiçbir farkın olmadığını savunur söylerdi. Onlara göre her kral ancak insanın vücudunu hapsedebilirlerdi. Duygu, düşünce ve hayallere erişmenin kimsenin harcı olmadığını düşünürlerdi. Bunun için cesurdular.

Şiiri birazda bu fikirlerle okur musunuz? Hangi sevgili bizi sınırlarmış değil mi?

….    ….

29
Halâ uçuyor musun
Benden halâ kaçıyor musun güvercinim
Bitmez sandığın enginler biter
Kanatlarında derman kalmayınca
Mavilikler insanı coşturur
Yasaklar belki susturur
Ama duygulara..
Ama düşüncelere..
Ama hayallere..
Hiçbir yasak yetmez
Varsın dile gelmesin sevgi sözcükleri
Araya mesafeler girse ne olur
Ben gene seviyorum, seveceğim seni

Aydın Göle
12 ağustos 2002

***   ***

Özlemini çektiğiniz kişinin bütün özelliklerini bilirseniz o kişinin ayak seslerine bile kulak kabartırsınız. Duyduğunuz ayak sesi sevgilinizin ayak sesiyse kalbiniz yerinde durmaz olur o sesle. Sevgilinin eli, gözleri, gölgesi, ayak sesleri akıldan gitmez ki hiç. İşte bunu anlattığım bir şiir.

30
Nelerini özledim senin nelerini
Can simidim ellerini
Yeşilinde boğulduğum gözlerini
Hep ışık vardı arkanda
Senden önce odama gölgen girerdi
Onu özlerdim
Gölgenden önce ayak seslerini duyardım
Onu özlerdim
Sonra
bütün endamınla görünürdün ya kapıda
Yüreğim zavallı
Yerini unuturdu
Sana koşardı
Bunları özledim
İşte bütün bunları

Aydın Göle
13 ağustos 2002

***   ***

Kim sevdiğinden ayrı kalabilir? Hangi anne yavrusundan uzakta yaşar? Ayrılık ciğerde yanan bir ateştir. Tatmayan bilmez. Ama hayat insana her duyguyu yaşatır. Ondan kaçış yok!

31
Sensizliğe katlanmak
Cehennemde yanmaktan zor
Kendimi yenemiyorum
Seni unutamıyorum
Seni yenemiyorum
Yenmeyi düşünemiyorum zaten
Hayaline mağlûbum
Sen gel!
Yeter ki gel!
Bütün kalelerim teslim olacak
Savaşmadan.

Aydın Göle
13 ağustos 2002

***   ***

Ayrılık sonrası insan daha çok içine kapanır. Sanki o zaman kişinin kendisine eziyet etmesi kutsal bir görevdir. Bütün birlikte dinlenen şarkılar Azrail kesilirler. Hiç birini dinlemeye
can dayanmaz.

….    ….

32
Bu sabah yağmur yağmıyor
Bu sabah hava güneşli
Eylül yapışmış ağustosun eteğine
Renkler sevdalı, renkler sarhoş
Ben sana müptelâyım,
renkler sana vurgun
Sensiz; ağır yaralı sürüngen günler.
Ben yaralıyım, günler yaralı
Üstelik radyom halâ suskun
Dinleyemiyorum bütün şarkıları
Şarkılar bir jilet
Boğazımı kesiyorlar halâ
Bir gün katilim olacak bu şarkılar
Korkuyorum, çok korkuyorum
Olur olmaz yerlerden çıkmaları yok mu
Beni hiç etmeye kararlı şarkılar
Kurtar beni sevdiğim
Kurtar bu şarkılardan

Aydın Göle
16 ağustos 2002

***   ***

GÖNDERİLEN ŞİİRLER

Gene eşe dosta kısa mesajla gönderdiğim şiirlere dönelim. Geçen hafta intihar girişiminden söz ettiğim arkadaşım için yazdığım bu şiirde onu ona benim gözümle anlatıyorum.

….    ….

180
Pcpc (yani pisipisi)
Bu alemin kim efendisi
Sen misin?
Güldürme beni!
Rüzgâr atar uzaklara
Ateş yakar, su boğar
Sen misin?
Güldürme beni!
Senki minicik kedi
Süt içtiğin tası devirmişsin
Kaçmışsın bir ağaca
Pisipisi 
Kim bu alemin efendisi?
Sen misin?
Güldürme beni!

Aydın Göle
20 ağustos 2002

***   ***

Umutsuzluk anımda yazdığım şiirlerden biri. Yüzüm ben ne yaşamış olursam olayım dostlarıma karşı çok güleçti. İçimde fırtınalar kopardı, onları üzmezdim. Bunun bence
bir faydası var. Öylelikle her olayı kendi içinde ele alma becerisi kazandım. Üzüldüğüm şeyi üzüldüğüm yerde bırakırım. Benim için başka yer başka duygudur. Onun için her şeyi kompartmanlara ayırırım. Bir kere şöyle düşünün; evin her bölümü ayrı göreve sahiptir. Yüznumara da (çok medeni olduğumuz için yabancı dilde WC dediğimiz yer) uyuyabilir misiniz, yada yatak odasında misafir karşılayabilir misiniz?  Hayır mı dediniz? Gördünüz mü biz zaten hayatımızı kompartmanlara bölmüşüz, duygularımızı da o halde bölebiriz.

….    ….

181
Mavi misketti cebimde dünya
Çocuk saflığında mutluluk sattım
Sudan ucuza
Ama ben ağlıyordum ölen serçelere,
O serçelere ağıtlar yaktım.
Yarınları aradım
Dünlerden, bugünleri
Bulamadım.

Aydın Göle
20 ağustos 2002


***   ***

Şimdinin “Vodafon’u” o zamanın “Uzan” gurubunun “Telsim’i”  “cepchat” servisi açmıştı. Bende birkaç arkadaşımla bu servisten yararlanmış, kendime “şiir” adıyla bir oda kurmuştum. Bir gün bu odaya kendini bilmezin biri dadandı. Çok akıllı biriydi. Adını gizliyordu ne yazık. Sataşmadığı kimse bırakmamış, odam “şiir” odası olmaktan çıkmıştı. Bu şiir ona yazıldı, odadan herkes okudu.

….    ….

182
Belki halâ bezle gezmiyorsun
Sürekli nezle olduğun belli fakat
Havadan nem kapmasan
bir adın olurdu
Bir suçun mu var senin
Kimden kaçıyorsun
Kendi boyun ne ki
Bizi küçümsüyorsun
Pire bile senden büyüktür
Ölecek yer mi arıyorsun
Git buradan kirletme bahçemizi

Aydın Göle
21 ağustos 2002


İyi pazarlar sevgili okurlar. Tekrar görüşmek umut ve dileğiyle hoşça kalın.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 23.05.10

DEĞİŞEN DÜŞÜNCEM VE BİTEN FUTBOL SEZONU

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE



            Bir haftada konular o kadar değişiyor ki hızına yetişemiyorum. Bu yazı Deniz Baykal’ın istifası sonrasındaki değişen düşüncelerimi belirtmek için yazıldı. Fakat köprülerin altından çok sular geçti ve konu başka yerlere geldi. Bu yazı birbirinden bağımsız iki konuyu içeriyordu. İkinci konum Sakarya Spor’un ligde kalması ve Bursa Sporun Süper Ligdeki şampiyonluğu sonrasında kent takımlarının da şampiyon olmayı düşünecekleriydi. Her ne kadar siz bu satırları okuduğunuzda konular biraz daha eskise de, araya giren 19 mayıs gençlik ve spor bayramı nedeniyle yayınlanamayışını hoş göreceğinizi umuyorum.

***

            Deniz Baykal olayının ardından belirsizlik devam ederken, CHP’deki lider arayışının da henüz bitmediğini görüyoruz. Kamu oyu yoklamalarında Kemal Kılıçdaroğlu’nun önde gittiği söylense de ben bunun zorlama bir tercih olacağını düşünüyorum. Eğer Kılıçdaroğlu seçilirse görürüz. Umarım yanılıyorumdur. Ama bence Kılıçdaroğlu sakin ve durgun görünümü nedeniyle bu makamı dolduracak gibi durmuyor. Toplumumuzda sakin ve durgun kişilikler pek kabûl görmez. Lider olduktan sonra ne olur bilemem ama üstündeki şefkatli memur görüntüsü parti ve ülke yönetmeye yeter mi sizce de? Atak olmadığı için heyecan katamayacağı bir liderlikle kitleleri peşinden ne kadar sürükler? Soğuk kanlı olmaktan ve aklını kullanmaktan çok, duygularıyla hareket eden coşkulu bir toplum olduğumuzu inkâr edebilir misiniz? Birde ben yazılı ve görsel basının Kemâl Kılıçdaroğlu’nu fazla allayıp pullamasından korkuyorum. Öyle olursa sonu hayal kırıklığı olur.

            Bir hafta önce Baykal’ın kesinlikle keskin bir manevrayla istifa ettiği CHP başkanlığını kongrede seçimlere katılıp seçilerek tekrar almasını istemiyordum. Baykal’ın istifasını bir fırsat olarak değerlendirip, polit büromu dersiniz ihtiyar heyetimi, ne derseniz deyin, görevini tamamlamış varlık sürelerini çoktan tamamlamış parti yönetiminin de değişerek CHP’nin iktidar seçeneği olacağını düşünüyordum. Aynı düşüncem Baykal dışında değişmiş değil. Onunda sebebi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır.

            Olayla ilgili olduğu söylenen görüntüler internette yayınlandığında Başbakan tepki gösterdiği ve yayını durdurduğu söyleniyordu. Ahmet Hakan köşesindeki yazısında bu konuda şöyle yazmışı:

            “ULAŞTIRMA Bakanı'na “O video internet sitelerinden hemen kaldırılsın” diye talimat verince... “Ayıptır” dediği fısıldanınca... “Söyleyin o Vakitçilere terbiyesizlik yapmasınlar” dediği yayılınca... Yandaş medyaya “Konuya dalmayın” emrini çaktığı söylenince... Partililerine “Kimse tek kelime etmesin” talimatı verince... 
Ben de sanmıştım ki: Başbakan centilmenlik yapıyor...

            Evet Ahmet Hakan’ın dediği fikre kapılmış, bende başbakanın bu konuda dinimizin emrini uygulayarak, Baykal’ın kusuru olsa bile “gece gibi örteceğini” düşünmüştüm. Yanılmışım. Ahmet Hakan’da yanıldığını şu satırlarla belirtmişti:

            “Şimdi “kasetten vuruş” yapmakta hiçbir sakınca görmediğine göre...
İşin aslının şu olduğunu düşünüyorum:
Meğer Başbakan Tayyip Erdoğan, o kasette yer alan görüntülerin gerçek olmadığını sanıyormuş... Meğer aldatma olmadığını düşünüyormuş... Meğer bir katakullinin çevrildiğini zannediyormuş...
Sanırım en başta görüntülerin gerçek olduğunu düşünseydi...
Şöyle diyecekti:
Bu ahlaksızlıktır... Toplumumuz bunu affetmez... Yayın görüntüyü...”

            Yunanistan gezisinde gene Ahmet Hakan’ın satırlarıyla öğrendiğimize göre “karşısında Türk gazeteciler olduğunu zannederek Yunan gazetecilere “Öyle yapmayın, böyle yapmayın” diyen ve Yunan gazetecilerden “Siz bize işimizi nasıl yapacağımızı öğretmeye mi çalışıyorsunuz?” cevabını alan Başbakan Baykal’ı hedef almaya başladı. İlk olarak Baykalı’ın mağdur olduğu konusuna “ailesini aldatan mağdur olamaz” dedi. Anayasa değişikliği için12 eylülde yapılacak olan referandumda gittiği İzmir’lilerden evet oyu isterken “parlamentoya gelip gittiği yok! Biz orada  anayasayla uğraşırken, Sayın Baykal başka yerlerdeydi” diyerek referandumda uygulayacağı siyaseti bu konuyla ilişkilendirmeye niyetli olduğunu belli etti.

            İşte bu yüzden Baykal gelsin isterim. Ama parti yönetiminin hepsini değiştirerek yeni kimlikle ve cesaretli politikalarla başbakanın karşısına dikilsin ve kendini savunabilsin. Madem başbakan kusurları “gece gibi örtücü” olamıyor, o zaman bu Baykal’ın en doğal hakkı olmalıdır.

Fakat Baykal bunları yapabilecek güçte görünmüyor. O bildiği ve herkese gına getirten uygulamalardan vazgeçmeyeceği, parti yönetimini değiştirmeyeceği bilinen bir gerçek. Oysa ülkemizin geleceği için CHP’nin AKP’ye seçenek olması gerekiyor. Yoksa ülke tek parti yönetimine koşar adım gidiyor.

***

BİTEN FUTBOL SEZONU ÜSTÜNE

            Koskoca bir futbol sezonu bitti, Sakarya Spor geçen sene düşerek geldiği bu ligden de düşmekten son maçında kurtuldu. Böylelikle dolaşan söylentilerde şimdilik durdu. Söylentiler neydi herkes biliyor. Sakarya Spor borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiği için küme düşürülerek yok edilecek, yerine Adapazarı Spor adıyla yeniden ve sıfır borçla liglerde mücadele verecek deniyordu. Bu durumda her kaldırım kenarı Sakarya Sporun otoparkı gibi kullanılarak park eden her arabadan Sakarya spor adına haraç almak neyin nesiydi demez misiniz? Ben ligler bitene kadar bunu yazmamaya karar verdim. Şimdi lig bitti ve Sakarya spor ligde kaldı. Dolayısıyla söylenenlerin varsayım olduğu ortaya çıktı.

Düşüncelerimi artık açıklayabilirim. Söylenti de olsa Sakarya Spor kendi yönetimi tarafından küme düşürülse ve adına Adapazarı Spor denilerek tekrar liglere gelse bile;
(alfabetik sırayla yazıyorum)
Aykut Yiğit (FB)
Aykut Kocaman(FB)
Bülent Uygun (FB)
Engin İpekoğlu (BJK-FB)
Hakan Şükür (GS-İtalya kulüpleri)
Nezihi Tosuncuk (FB)
Oğuz Çetin (FB)
Orhan Ak (GS)
Rahim Zafer (BJK)
Recep Çetin (BJK)
Serdar Şenkaya(FB)
Şenol çorlu(FB)
Tuncay Şanlı (FB-İgiltere kulüpleri)
Turan Sofuoğlu(FB)

gibi üç büyüklerde forma giyen ve yabancı takımlara bile transfer olan isimleri Türk futboluna armağan eden Sakarya Spora haksızlık yapmış olmaktan kurtulamazdı.

            İşin başka bir yanı da Sakarya adının bütün ilçe ve köyleri kapsadığı, Adapazarı’nın merkez ilçeyle sınırlı kaldığıdır. Sadece bu yönüyle bile ilimizde bir heyecan uyandırması mümkün değil bana göre.

            Gelelim şu Sakarya Spor otoparkları gibi kullanılan kaldırım kenarları konusuna. İnanın nerdeyse kaldırımlarda bile yürüyemeyeceğiz. Ne oldu o toplanan paralar? Kimin cebine girdi? Yollarda trafiği engelleyen çift sıra park etmiş araçlara bakarak söyleyeyim, benzin istasyonu işletseniz bu kadar para toplayamazsınız. Hem de hiç masraf etmeden. İşte bu paralar çok kişi arasında bölüşüldü, gittiyse de çok azı Sakarya spora gitti. Ben şimdi sormaz mıyım, neden bu halktan para topladınız? Şampiyonluğa oynar gibi görünüp, son haftada küme düşmemek için mi? Sakarya halkına bir açıklama borcunuz olduğunu unutmayın. Bu açıklamayı bekliyor ve bugünden itibaren Bankaysa ligine ordan da süper lige yükselecek bir takım kurmanızı istiyoruz. Bizim Bursa Spordan neyimiz eksik? Onlar süper lig şampiyonu olurlarken şimdiye kadar milli takıma bizim verdiğimiz sayıda oyuncu vermediler.

            Son süper lig şampiyonluğuna değinmeden önce Bursa Sporu ve Ertuğrul Sağlam’ı başarılarından dolayı içtenlikle  kutlarım.

            31.03.10 Çarşamba günü “FUTBOL; ASLANIN KEDİYE BOĞDURULDUĞU OYUN” adıyla bir yazımın gazetemizde yayınlandığını hatırlarsınız. O yazıda; “Amerikalılarca basketbolun, nasıl satılabilir ürün yapılıp dünyaya pazarlandığını göstererek bizim Süper Ligimizin de aynı mantıkla ticari bir ürün haline getirilmekte olduğunu vurgulamak istiyorum.” Biçiminde yazmıştım. Bu varsayım değil. Yayıncı kuruluş bu kez yayın haklarını öyle büyük bir fiyata aldı ki, bunu seyirciye satması için ligimizin rekabetinin artması, hemde sürprizlerin olması lazım. Bu da alışılmış üç büyükler sultasının kırılmasını gerektiriyor. İşadamlarının vitrini olan üç büyük kulübün başkanlığı şimdiye kadar çok hoyratça kullanıldı. Bu kulüpler harcanan paralar kadar başarılı olamadılar.

            Son haftaya kadar gelen şampiyonluk yarışının Kadıköy’de Fenerbahçe’nin çok çok üstün oyununa rağmen Bursa spora kaptırılması uzun süre üzerlerinden atamayacakları çöküntü yaratacaktır. Bundan dört sene önce son maçta gene Daum’la Denizli’de 1-1 berabere kalınarak şampiyonluk Galatasaray’a kaptırılmıştı. Bu kez olan aynı şey değil. Bu kez ligin sert ve çekişmeli rekabete açık olduğunu görüyoruz. İlk sinyalini geçen sene Sivas spor vermişti. Bundan sonra üç büyüklerin işi zor. Artık deplasman maçları kolay kazanılamaz.

            Artık her kentin takımı şampiyon olmanın hayal olmadığını Trabzon Spordan sonra Bursa Sporunda Anadolu kent takımı olarak şampiyon olmasıyla kavradığını sanıyorum. Birde ortadaki maddi kazançlarda çok cazip. Herkes bunu elde etmek isteyecektir. 



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com



TOPLUMSAL İKİ YÜZLÜLÜK

           
 (Bu yazıyı 14.05.10 Cuma ve 17.05.10 Pazartesi günü yayınlanmak üzere iki bölümlük yazı olarak hazırlamıştım. Anadolu Gazetesi sahibi Adnan Uyumaz ve Yazı İşleri Müdürü Şeyda Şimşek yazıdaki çok sayıda ismin geçmesinden, isimlerden birininde merhum Başbakan Adnan Menderes'in olmasından dolayı rahatsız oldular. Yerel basına baskılar gelir gerekçesiyle yayınlanmadığını görünce bütün isimleri çıkardım ve yazıyı tek bölüme indirdim. Karikatürü de yorgan altındaki adamın kalça hizasından ayaklarına kadar olan bölümü keserek yolladım. Buna rağmen yazı karikatürsüz yayınlandı. Bu yazıyı önce gazetede yayınlanan haliyle buraya koyuyorum. Aşağıya yayınlanmayan halini de ekleyeceğim.) 

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

            Baykal’ın istifasına neden olan olayı atlayarak, istifasını çeşitli yönlerden ele alan yazılar okudunuz. Herkes gördüğü açıdan bir komplo üretti. Kimi Baykal gibi, hükümetin komplosu dedi. Kimi parti içi komplo dedi. Kimi de Baykal’ın yaklaşan kongre öncesi tekrar seçilmek için ürettiği komplo dedi. Yalnız ortak fikir artık Baykal’ın “mağdur” olduğuydu. Durum her neyse yakında netlik kazanır. Şimdi ortalık toz duman, bu yüzden her şey açık ve net değil. Ben bu olayın gerçek olup olmadığını tartışacak değilim. Amacım bu olaya başka açıdan bakmak..

            Bu ülke çok yakın zamana kadar asırlarca süren çok eşliliği yaşadı. Dini geleneklerde bununla örtüşünce erkek için gün doğmuştu. Medeni kanuna göre tek eşlilik mecburiyetine rağmen nikahsız ikinci eşi olan o kadar çok ki.. eskiden bu durum çok normal karşılanırdı. Bunun doğudaki karşılığı kumadır. Kuma geleneği nikâhlı eşin razı olduğu bir gelenekti. Gelişmiş kentlerde bu pek razı olunan bir şey değildir.

            Allah canlıların erkek türüne hercailik vermiş. Erkek, dölleme güdüsüyle yüklü olduğu için çok eşliliğe yatkındır. Dişi ise neslin devamında gerekli olan soyu korumak için tek eşliliğe.. Bu çelişki evlilikte iki cins arasında çekişme sebebidir. İşte bu çekişme ahlâki değerlerin, modern devlette de kadın ve ailenin korunmasını amaçlayan kanunların çıkmasına sebep olmuştur. Bütün bunlara rağmen bir zamanlar rahmetli Özal’ın dediği gibi; “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” denilip, ahlâki değerler çiğnenerek evlilik dışı ilişkiler sürmektedir.

            Yaşananlar toplumun iki yüzlülüğüdür. Dünyada da örneklerine çokça rastlanan bu durumu ülkemizin şartlarında değerlendirelim.

            ANAP milletvekilliği yapmış olan Yılmaz Karakoyunlu’nun “Yorgun Mayıs Kısrakları” adlı romanından söz ettiğim, romanın adını başlık yaptığım, 22.02.10 Pazartesi günü gazetemizde yayınlanan bir yazı yazmıştım hatırlarsanız. O yazıda zamanın başbakanı ve dışişleri bakanı çapkınlık olaylarına karıştıklarını belirtmiştim. Çapkınlık olayları daha sonraki çeşitli dönemlerde de devam etmişti.

            Günümüzde gençlik arasında büyük kentlerde durum değişmekte, aldatma adıyla değil özgürlükler adı altında kadınlarında cinsel arayışlar içinde olduklarını görmekteyiz. Artık evlilik kurumu tehdit altındadır. Böylesi bir durumu savunacak değilim ama şu iki yüzlülüğü başka ne bitirebilir diye düşünmüyor da değilim.

            Buraya kadar ki değerlendirmelerimizin dışına çıkıp bundan sonra CHP’nin geleceğine bakalım. Bence bu olay, bu yönüyle ülkemiz için çok daha önemli. CHP bu olaydan kârlımı çıkacak yoksa zararlı mı, onu zaman belirleyecek. 1973 ve 1977 genel seçimleri hariç, sürekli olarak muhalefetteki sağ parti, iktidardaki diğer sağ partiye seçenek oldu. Sınıfsal temele oturmadan kendine sol diyen CHP hep Türkiye cumhuriyetini kurmuş olmakla yetindi. Bir Sosyal Demokrat olarak, Sosyal Demokratlığından hiç şüphe duymadığım  Fikri Sağlar’ın söylediği gibi, sol; fakirliği eşit paylaştırmayı önerdi, büyümeyi ve gelişmeyi önermedi. Bunu yapamadığı için sol umut verici seçenek olamadı. Baykal bunu değiştirecek politikalar yerine liderliğini koruyacak politikalarla parti içini denetimi altına almayı yeğlediği ve CHP’yi gençleştiremediği için AKP iktidardadır.

            Demiştim ya; yaşananlar toplumun iki yüzlülüğüdür. Herkes herkesi suçlar, ama kimse kendi kusurunu düzeltmeye çalışmaz. Tıpkı trafik kurallarına uymakta kendimize göre davranmamız gibi. Bu yüzden hastalıklardan daha çok, trafik kazalarından can vermiyor muyuz zaten? 

Yayın Tarihi: 17.05.10


İki bölümlük yazının yayınlanmayan biçimiyle tamamı şöyleydi:

TOPLUMSAL İKİ YÜZLÜLÜK  1


İki bölümlük yazımıza başlamadan önce mecburi iznimden dolayı sizlerden, Anadolu Gazetesindeki arkadaşlarımdan ve gazetemizin sahibi Adnan Uyumaz beyden özür diliyorum. Dizüstü bilgisayarım gene arızalandı. Bu kez invertör kablosu kopmuş. Artık nasıl koptuysa..  dizüstü bilgisayarımı aldığım yerin servisine verdim. İnanın çok sık bozulmasından sıkılmaya başladım. Masrafı cebimi yakıyor. Başka bir yer için ayırdıklarımı arızalara harcamak zor geliyor. Bu ay vücuduma giydiğim uzun yürüme cihazımda kırılmış tamir ettirmiştim. İkisi birleşince bütçemde epey gedik açıldı. Zaten engelli olmak başlı başına masraflı bir durumdur. Birde böyle fazladan durumla karşılaşınca başa çıkmakta güçlük çekiyorum.

Neyse.. fazla uzattım. Asıl konumuza gelelim.

***   ***  

Baykal’ın istifasına neden olan olayı atlayarak, istifasını çeşitli yönlerden ele alan yazılar okudunuz. Herkes gördüğü açıdan bir komplo üretti. Kimi Baykal gibi, hükümetin komplosu dedi. Kimi parti içi komplo dedi. Kimi de Baykal’ın yaklaşan kongre öncesi tekrar seçilmek için ürettiği komplo dedi. Yalnız ortak fikir artık Baykal’ın “mağdur” olduğuydu. Durum her neyse yakında netlik kazanır. Şimdi ortalık toz duman, bu yüzden her şey açık ve net değil. Ben bu olayın gerçek olup olmadığını tartışacak değilim. Amacım bu olaya başka açıdan bakmak..

Bu ülke çok yakın zamana kadar asırlarca süren çok eşliliği yaşadı. Dini geleneklerde bununla örtüşünce erkek için gün doğmuştu. Medeni kanuna göre tek eşlilik mecburiyetine rağmen nikahsız ikinci eşi olan o kadar çok ki.. eskiden bu durum çok normal karşılanırdı. Bunun doğudaki karşılığı kumadır. Kuma geleneği nikahlı eşin razı olduğu bir gelenekti. Gelişmiş kentlerde bu pek razı olunan bir şey değildir.

Allah canlıların erkek türüne hercailik vermiş. Erkek, dölleme güdüsüyle yüklü olduğu için çok eşliliğe yatkındır. Dişi ise neslin devamında gerekli olan soyu korumak için tek eşliliğe.. Bu çelişki evlilikte iki cins arasında çekişme sebebidir. İşte bu çekişme ahlaki değerlerin, modern devlette de kadın ve ailenin korunmasını amaçlayan kanunların çıkmasına sebep olmuştur. Bütün bunlara rağmen bir zamanlar rahmetli Özal’ın dediği gibi; “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” denilerek evlilik dışı ilişkiler sürmektedir.

Yaşananlar toplumun iki yüzlülüğüdür. Dünyada da örneklerine çokça rastlanan bu durumu ülkemizin şartlarında değerlendirelim.

Nerdeyse demokrasi ermişi olarak nitelendirilen Rahmetli Menderes, cumhuriyet tarihimizin uçkuru düşük başbakanıdır. Siyasi görüşü ve uyguladığı politikaları konumuz dışı. Demokrat Parti’den önce henüz CHP Milletvekiliyken Mukaddes hanımla1946 tarihinde devlet kayıtlarına da geçen 12 yıl yasak ilişki yaşamıştır. Bu ilişki 1951 yılında dönemin ünlü sopranosu Aynur Aydan hanımı tanımasıyla biter. Aynur Aydan gene dönemin ünlü çağdaş bestecisi, kanun ustası Ferit Alnar’ın eşiydi. Aynur hanım eşinden boşanmayı isteyeceğini söyleyince Menderes, “ben seni ondan boşarım” der. Dediğini de yapar. Ayhan hanımı babasından kızını ister gibi başbakanlık kudretiyle eşinden ister. Daha doğrusu “sen çekil aradan” diyerek emreder. Ayhan hanım Menderes’i eşi Berrin hanımdan kıskanır, ama boşanmalarını istemez. Sadece Menderes’ten bir çocuğunun olmasını ister, birkaç düşükten sonra emeline nail olur. Hamileliğinin 3. ayında hamile olduğunu söylediğinde Menderes çocuğu aldırmasını ister. Alınamayacak durumda olduğunu öğrendiğinde doğuma izin verir ama bu arayı başka bir sevgili edinerek doldurur. Adı Suzan Sözen’dir. Bu hanım o dönemki İstanbul emniyet müdürü Ferit Sözen’in eşidir. Adamı önce Bitlis’e tayin eder. Suzan hanımla birlikte olunca İstanbul’da kalmasını sağlar.

Menderes’in Başbakan yardımcılığını, Devlet Bakanlığını ve Dışişleri Bakanlığını yapan Fatin Rüştü Zorlu hariciyeci Orhan Kutlu beyin hanımı Vesamet hanımla yasak ilişki yaşamıştır. Orhan Kutlu bey Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürlüğündeyken Hindistan’a atandı. Tabii eşi de Hindistan’a gitti. Mektuplaşmaları sırasında mektuplar Orhan beyin eline geçti. Büyük kavgalar yaşandı, ama basına yansımadı. Bu sırada Orhan bey Hindistan’dan Cenevre’ye tayin edildi. Bundan sonra ise Bakan Bey Cenevre’yi komşu kapısı yaptı. Bu buluşmaların neticesinde Vesamet Hanım Bakan Bey’den hamile kaldı. Vesamet hanımın boşanmasını sağlayıp İstanbul’a getirtti. Bir süre sonra Vesamet hanıma, Cenevre’de kalan ilk eşinden olma kızından ayrı olmak zor gelmeye başladı. Sık sık görmeye gittiği kızının bir doğum gününde eşiyle barışıp tekrar evlenince Fatin Rüştü Zorlu küplere bindi. Bir görev uydurup Paris’e gitti ve Vesamet hanımı yanına çağırttı. Bu seferde ilişkileri böyle başladı. Ama iş artık gizlenemez olmuş, duymayan kalmamıştı. Bakan bey Vesamet hanımı ikinci kez boşanmaya mecbur bıraktı. Fatin Rüştü Zorlu’nun Vesamet hanıma kavuşmasına bu kez Menderes’in hanımı Berrin hanım engel oldu. Fatin Rüştü Zorlu’nun eşi Emel hanımla Berrin hanım teyze çocuklarıydılar. Bu iki kadın metreslere karşı muhteşem bir tavır sergilediler. Bunun sonucunda kocalarının metreslerine yenilmediler.

Yalnız Fatin Rüştü Zorlunun ilişkisi İnönü’nün damadı Metin Toker’in Aksiyon dergisinde yayınlandı. Menderes hiçbir ceza veremezdi, çünkü kendisi de aynı durumdaydı. Mecliste güven tazelemek amacıyla bakanları tek tek oylatıp içlerinde Fatin Rüştü Zorlu’da olmak üzere bütün bakanları bakanlıktan düşürdü. Kendisi hakkında milletvekilleri başbakanlığının devamını isteyince o tarihi sözü söyledi: “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz!”

Şimdide yakın tarihimizde yaşanan yasak ilişkileri görelim.

1978

CHP Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı.
Işık Y. Hanım’la yaşadığı yasak aşk iddiaları, gündeme bomba gibi düşer, söylentiler bir süre sonra da unutulup gider.

* * 

1979

CHP İçişleri eski Bakanı Hasan Fehmi Güneş.
Tarih sayfasında ‘Bakan düşüren kadın’ olarak nam salan Aynur Aydan aşkı. Evli bakan, aşk yaşadığı şarkıcı Aynur Aydan’ın Beşiktaş’taki evine girerken gazetecilere yakalanır. Ertesi gün gazete manşetlerine çıkan yasak aşk, gündemi alt üst eder. 

Aynur Aydan, gazetelere röportaj verir, yaşadıklarını anlatır. Hatta Adalet Partili olduğunu açıklar.
Bakan, olayın daha fazla büyümemesi için, “Türk halkından özür diliyorum” diyerek istifa eder. 

DEVAM EDECEK


TOPLUMSAL İKİ YÜZLÜLÜK 2




Baykal’ı istifaya götüren olay üzerine iki bölümlük yazımızın bu gün okuyacağınız bu bölümle sona eriyor. Her ne kadar parti ve partilerle, milletvekili ve liderlerden söz ediyor olsam da bu yazının asıl konusu; ahlâk ve gelenek olarak yuvanın kutsallığı savunulurken alttan alta kaçamakların hoş görülmesidir. Bu bana göre toplumsal iki yüzlülüktür. Bu mantıkla hırsızlığı da, dolandırıcılığı da hoş görmemiz gerekmez mi?

İlk bölümde geçmişte sağdan sola her kesimden lider ve milletvekillerinin böyle durumlar yaşadıklarını okudunuz. Aşağıda da bu listenin devamını göreceksiniz. Bu arada hemen belirteyim, kaçamaklar sadece parti liderleri ve milletvekilleriyle sınırlı değil. Din insanlarından bilim insanlarına bir çok alandan insan çapkınlıklar yapmıştır. Sıradan insanlarda da bunu görmekteyiz. Sözün kısası bu konuda hiçbir kesim bir diğerinden farklı değildir.

***

1980

Adalet Partisi Bakanı Metin Musaoğlu.
Musaoğlu gönlünü bir öğretmene kaptırır. Evli vekilin aşk söylentileri basına yansır. Söylentilerin artması üzerine öğretmen sevgilisi Sevil Vural evine kuma olarak getirir. Eşi Nurşin Hanım ve Sevil Vural İle birlikte yaşamaya başlarlar. Her nedense olay basında fazla yer almaz, unutulup gider.

* * *

1993

SHP döneminin İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel.
Evli olan başkan, gönlünü kendisinden 29 yaş küçük olan sekreteri Feray Karvar’a kaptırır. Eşine boşanmak için yüklüce bir tazminat veren Göknel, Feray Karvar Hanım’la evlenir. Olayı içine sindiremeyen eski eşi Nurdan Erbuğ, doğru mahkemeye gider. 

Göknel’in Genel Müdürlüğü görevindeyken ihalelerin, hak edişlerin ödenmesi için rüşvet aldığını ihbar eder. Olayın basına yansımasından sonra ’Nerden buldun’ soruşturması geçiren Göknel, usulsüz klor alımı nedeniyle 8 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezasını çekerken, uğruna hapislere düştüğü Feray Hanım’dan da boşanan Göknel, Müjgan Doğan’la evlendi.

* * *

1995

DYP Samsun Milletvekili İlyas Aktaş.
Olay önceleri basına ‘Sekreteri tarafından bacağından vurulan milletvekili’ diye geçti. Daha sonra sekreterinin de kolundan yaralanması olayı içinden çıkılmaz hale getirdi. İddialara göre sekreteri Fatma A. ile aşk yasayan Aktaş, verdiği sözleri tutmamış, sekreteri de onu vurmuştu.

Ancak, Aktaş ve sekreteri Fatma A. aşkı, çelişkili ifadeler yüzünden hâlâ anlaşılamamıştır.
Olay bir türlü anlaşılmadı ama, İlyas Aktaş’ın siyasi hayatı, bu serüven yüzünden bitti. 

* * * 

1996

DYP’li Bakan Hamdi Üçpınarlar ve Ayla Karaduman aşkı.

Bir döneme adını altın harflerle yazdıran bu aşkı, unutulmaz yapan, Bakanla sevgilisinin sevişme kasetinin ortalarda dolaşmasıdır. Hayli zor günler geçiren Üçpınarlar, durumu kabullenmiş, ama kasetleri kimin, nerede, nasıl ve neden çektiği bir türlü ortaya çıkmadan, tarihin tozlu raflarında yerini aldı.

* * *

2001

DSP’li Şükrü Sina Gürel.
Evli Bakan kendisinden 20 yaş küçük olan Zeliha Sapmaz’a aşık olur. Sapmaz, Fransız Büyükelçiliği’nde çalışmaktadır. Bakan, eşi Fulya Gürel’i terk edip Zeliha Sapmaz’la birlikte yaşamaya, basında dedikodular dolaşmaya, tehlike canları çalmaya başlamıştır. 

Sonunda Gürel basının karşısına geçer ve ‘Evet adı aşk ilişkisine karışan siyasetçi benim’ diye açıklama yapar. Bir süre sonra Bakan, eşinden ayrılarak, Sapmaz’la evlenir. Gürel’in bu davranışı bazı çevrelerde ‘Helal olsun, aşkına sonuna kadar destek çıktı’ ile tarihteki yerini aldı. 

* * *

2006

BELBİM A.Ş Genel Müdürü Adnan Şahin’in sevgilisi olduğu iddia edilen Hatice Ş. ile çekilen samimi pozları gündeme bomba gibi düşmüş, Şahin’de eşi Nezahat Şahin’i ve Hatice Ş’yi alarak basının karşısına geçmiş, resimleri açıklamaya çalışmıştı. 

Açıklamasında Hatice Ş’yi kucağında gösteren resim için de ‘Aile dostumdur, Antalya’da çaydan geçiriyordum’ diyordu. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise olayın daha fazla büyümemesi için Adnan Şahin’i görevden alıyordu. Tarihin sayfalarındaki yerini ise şöyle alıyordu: ’BELBİM’in genel müdürü çayı geçerken boğuldu.’

***

İki yüzlülüğümüz o kadar çok ki, saymakla bitmez. Özel hayatta erkek kadına-kadın erkeğe, genel hayatta işveren işçisine-işçi işverenine, vatandaş devletine-devlet vatandaşına karşı iki yüzlüdür.  Herkes ve her kurum birbirine karşı küçük hesaplar peşindedir. İki yüzlülük bundan doğar. İktidar ve muhalefette böyle iki yüzlü bir toplumun ürünü değil midir? Sırf bu nedenle biri diğerini alt etmeye çalışır durur. Uzlaşma çok uzaklarda, adı bilinmeyen bir gezegendir sanki.

Günümüzde gençlik arasında büyük kentlerde durum değişmekte, aldatma adıyla değil özgürlükler adı altında kadınlarında cinsel arayışlar içinde olduklarını görmekteyiz. Artık evlilik kurumu tehdit altındadır. Böylesi bir durumu savunacak değilim ama şu iki yüzlülüğü başka ne bitirebilir diye düşünmüyor da değilim.

Baykal’a dönecek olursak; bu her ne ise tek ayaklı bir konu değil. Bir zamanlar dışişleri bakanlığı ve CHP Başkanlığını yapan Hikmet Çetini’i eleyerek Milletvekili seçtirdiği ve CD’lere konu olan sekreteri Nesrin Baytok halâ milletvekilidir. Bir olay yaşanmış veya yaşanmamış olması durumu değiştirmez. Adı çıkan taraflardan biri parti genel başkanlığından çekildi. Bizim paralarımızla kıyak emeklilik ve devletin her türlü ayrıcalığından yararlanacak olması taraflardan diğerini haksız duruma düşürüyor.

CHP bu olaydan kârlımı çıkacak yoksa zararlı mı, onu zaman belirleyecek. 1973 ve 1977 genel seçimleri hariç, sürekli olarak muhalefetteki sağ parti, iktidardaki diğer sağ partiye seçenek oldu. Sınıfsal temele oturmadan kendine sol diyen CHP hep Türkiye cumhuriyetini kurmuş olmakla yetindi. Sosyal Demokratlığından hiç şüphe duymadığım  Fikri Sağlar’ın söylediği gibi sol; fakirliği eşit paylaştırmayı önerdi, büyümeyi ve gelişmeyi önermedi. Bunu yapamadığı için sol umut verici seçenek olamadı. Baykal bunu değiştirecek politikalar yerine liderliğini koruyacak politikalarla parti içini denetimi altına almayı yeğlediği ve CHP’yi gençleştiremediği için AKP iktidardadır.

Toplumsal iki yüzlülükle ilgili bu yazımızı Özdemir İnce’nin 2 mayıs 2009 tarihli köşe yazısının son satırlarıyla bitirelim.

“Şimdi düşünüyorum da Mustafa Kemal'in (ya da İsmet İnönü'nün) sevgilileri olsaydı, sevgililerinin kocaları bu ilişkiyi bilselerdi; Mustafa Kemal’in, kocalar evdeyken sevgililerinin evine gittiği şu günler ortaya çıksaydı, (...) (iktidara yandaş gazeteler ve televizyonlar) yeri göğü inletmezler miydi?”  

Demiştim ya; yaşananlar toplumun iki yüzlülüğüdür. Herkes herkesi suçlar, ama kimse kendi kusurunu düzeltmeye çalışmaz. Tıpkı trafik kurallarına uymakta kendimize göre davranmamız gibi. Bu yüzden hastalıklardan daha çok, trafik kazalarından can vermiyor muyuz zaten?

 BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayınlanmayan Tarih: 14-17.05.10