28 Şubat 2015 Cumartesi

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 2


Konumuz hediye ve hediyeleşme üzerineydi. Yaptığım mini anketle bu konunun pek iyi bilinmediğini fark ettim, çünkü hiç kimseyle ortak bir yargıya varamamıştık. Elimden geldiğince hediyeleşmenin kökenine inerek konuyu mercek altına alacağım. Bir hikâye ile konuya giriş yapmıştık. Yabancı bir hikâyenin kadın kahramanının adını değiştirerek kendimize uyarlamıştım.

Hikâyenin yayınladığım bölümünün özeti şuydu. Dilara doğum gününün sabahı uyanmış, aklına o gün doğum günü olduğu gelmişti. Gözyaşlarına boğularak ağlamaya başlamış yataktan kalkmak istememişti. Çünkü yakın zamanda kanserden eşini kaybetmişti.

Hikâyemize kaldığımız yerden devam edelim.

...

Kapının zili çaldı. Kim olabilir bu sabahın erken saatinde diyerek meraklandı. Kapıya gitti, açmadan önce “kim o?” diye seslendi. “Çiçekçi” diyen genç bir erkek sesi duydu. Kapıyı açtı. Birkaç sokak ilerdeki çiçekçiden bir genç delikanlı, elinde bir adet kart iliştirilmiş kırmızı gül ve bir mektupla karşısında duruyordu. “Kimden” diye sordu, delikanlı “bilmiyorum, patronum bu adresi tarif etti ve bunları size vermemi söyledi” dedi.

Dilara’nın aklından şimşek hızıyla neler neler geçmedi ki..

Almaması gerekiyordu bu mektubu ve bu gülü. Bu jesti kim yapıyorsa yanlış kişiyi seçmişti, öyle düşündü. Ama aldı, delikanlıya teşekkür edip kapıyı kapattı. İçeri girdikten sonra karttaki el yazısı gözüne çarptı. Onun el yazısıydı. Her zamanki gibi kısa ve net:

“Canıma…”


Onun öldüğünü bilmese şaka yaptığına hükmedecekti. Nerdeyse kapıya gidip bakacaktı. Belki bütün olanlar bir şakaydı, o kapının ardındaydı ve ona doğum günü sürprizi yapacaktı, kim bilir. Ah keşke öyle olsaydı. Olamazdı ki. Gerçekle hayal bir süre çarpıştı, gerçek kazandı ve Dilara’nın canı yandı.

Kırmızı gülü eline aldı, uzun uzun baktı, okşadı, öptü.

Sonrada eli mektup zarfına uzandı. Açtı. Mektuptaki el yazısı da ona aitti, özenle okumaya başladı.

“Canıma;
Bu satırları okuduğunda ben ölmüş olacağım. Bundan sonrada sen yaşadığın sürece yanında olamayacağım. Seni yalnız bıraktığım için çok özür dilerim. Bu satırları yazarken öleceğimden daha çok bunu düşündüm. Benim güvercinim yalnız kalamaz. Bensiz sofrada yemek yemeyen, ben üşüdüğümde titreyen, ben sevindiğimde nerdeyse davul zurnayla sevincimi herkese duyuran, üzüldüğümde kolları ana şefkatiyle beni saran, güç zamanlarımda güçlüklere göğüs geren, her güçlükle yırtıcı dişi kaplan gibi kapışan güvercinime bunu ben yapamazdım. Ama kaderin önüne geçilmez. Geçemedik işte. Kanser bizim kaderimizmiş canım.

Birlikte olduğumuz 25 yılın her günü altın değerindeydi benim için. Neylerim serveti? Senin sevgin bütün servetlerden daha değerli. Şunu bil bir tanem, ben mutlu ölüyorum. Bunu düşün ve bir insanı bu dünyada mutlu ettim diye kendinle övün. Sen her övüncü hak ediyorsun çünkü.

Bu mektubu doğum gününde almış olacaksın canım. Hastalığım sırasında bir gün senden, yalnız çıkmak için zorla izin aldığım günü hatırlıyorsun değil mi? İşte bu kırmızı gülü almak ve bu mektubu yazmak için aldım o izni. İznimde çiçekçiye sana her doğum günü bir kırmızı gül getirmesi için siparişte bulundum. Ödeme içinde bankaya gül hesabı açtım. Sen yaşadığın sürece her doğum gününde bu kırmızı gülü alacaksın.

Canından canına..
Sonsuz sevgilerde buluşmak üzere..

...

İşte hediye. Başka tür hediye aranmasına gerek yok bence. Bu kadar vefalı kim olabilir? Hediye vefalılığın bir örneği olmalı. Yani sevgiyi büyüterek sürdürmeli hediye.



DEVAM EDECEK






Yayın Tarihi: 09.02.2015
 

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ



Merhaba sevgili okurlar. Bu hafta sizlere benden bir yaş daha genç bir şairi tanıtacak ve şiirlerinden seçtiklerimi sunacağım. Şairimiz Adnan Özer1957’de Tekirdağ’ın Gazioğlu köyünde doğmuş. Liseyi Batman’da bitirmiş. 1979’dan beri İstanbul’da yayıncılık yapıyor. İstanbul Devlet Güzel sanatlar Akademisi’nin şiir yarışmasında birincilik kazandı. Tekirdağ yöresinin halk söylenceleri, türkü ve tekerlemelerine modern şiir yöntemleriyle yaklaştı. Son dönemlerdeki şiirlerinde içerik ve kelime dağarcığıyla, doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel’dekini anımsatan benmerkezci bir başkaldırı yöntemine yöneldiği görülüyor. Adnan Özer bir dönemin ünlü şairleri Neruda, Paz ve Pesao’nun şiirlerinide Türkçeye çevirerek dilimize kazandırdı.
Şimdi sizleri Adnan özer şiirleriyle baş başa bırakıyorum.


DIŞARDA TAŞLAR

zamanın ve güneşin beslediği miskin bıldırcınlar,
erimiş kanatlar ve ayaklar,
rüzgarın uzun takvimi,
yitmiş kayıt çizgileri
en uzun ömürlü ağaçlarda.

Gel bana,
ömrüm kısa,
gün boyu toprağın sıcak mıknatısıyla
kurumuş, bedensiz bir gömlek gibi.
Sar göğsümü, sıvan sırtıma,
sen kaynamış sütün ince kabuğu,
inandır beni kendine
hem ağzından çıktı bir kere
'seviyorum' sözü
boşlukta başı dönen küçük bir nar fidanı gibi.

ADNAN ÖZER
  
***

GİZLEDİKÇE AŞK
  
Kışın soğuk balıktan günlerini sayıyorum ağımda.
O yaza hiç dönülmeyecek!
O başlatılmamış, o varsayılan ortasında yaşanmış sevda
yakılmamış bir mum gibi aklımda.
Kesik ağzıyla suları eğrilten
boğaza karşı durup da
oraların kuşu yalıçapkınını hecelemiştik
beyaz bir yelkenli gecesiyle sulara.

Kışın vurgusu açık, bağımsız bir ses,
esiyor bize değmeden, bizden almadan
hiç uğramadığımız bir yerlerden doğruca.
Uçuyor cinsiyetin kindar ağzıyla.
İbret olsun diye savuruyor
uzaklara bir meddücezir haritasını.
Ne uzanma, ne geri çekiliş;
biz varsayılanın ortasında
iki içine işleyen zaman,
iki uyurgezer nokta.

Şimdi sen bile bu şiir için
çeperleri kapanmış, kendi başına bir ses,
kışın soğuk balıklardan takviminde
sadece kendine dökülen bir yapraksın.

Yalıçapkını yeni bir sözcüğe uçuyordur şimdi
bilmediğimiz bir lugatta.


ADNAN ÖZER

***

KIRLARA VEDA

Gözyaşlarının gücü vardı eskiden
ırmak yüklü adamlardır, tuz katarlarının ardınca giden
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal, tuzun sudan bukağısı çözülürken

Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan,
akıl danışırdık yağmura, nasıl döneriz
evlerimize doğru yollarından,
nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından.

Çoraksa gece, saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur,
sarı bir zaman dilimi gibi fenerler
(mum yanar, yağ dolanır, mumyalar toprağı çamur)
kandaki yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler,
ardımızdaki yoksul ve yerli bir söylenti...

Böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz,
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz;
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topkulu annelerimiz,
sıcak bağımsız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri;
topuklar, ah o topuklar ve kerpici terkedişimiz.

Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah'ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin eviçlerine sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden,
yetim insan toprağın vicdanıyla doyardı.
Demem o ki, gözyaşlarının gücü vardı eskiden.

ADNAN ÖZER

***

KİNE EZ?
  
Bir devir aşk diye beni doğurdu
Aldı bedenimi Mağrip sıtmalarından
Nil diplerinden söktü ruhumu

Sisli denizlere açıldım bir zaman;
ne altın ne meyve,
yad olsun keşfettiğim kıyılar
Zamanın hayatla içlendiği çöllerde
bir çadırım olsun yeter
Ne göreceğim aynalarda
çağ bütünüyle yanılsama
İşkenceye alınıyor eşkalim:
Şehre yeni bir şamata
Gün gelmiş süslü satraplar ünlenmiş
kaç defa ay doladıysa göğsümü
kaç defa bulut püskürdüyse ağzım;
hileli bir rakam düşürdüler sorguçlarından
kadınlar, müziği halka sayan

Ey halk! Ey halk! diye çağırdığım
zaman haritasında körfezler gibi çekilen
hayale dalan rüzgârın önüne
sergiler ve dut yaygıları açan
insanlık eğrileri, ketenpere çömezleri

Yandım daha çağlasında bademin
Bahçeler gözüme yeni bir şöhret
özürün bir köşesinden öbürüne
kenar otu oldum, bir fiy û care
ben oldum, ben oldum
ben oldum da ne buldum Temmuz'un kınnabında
giderek lâl kafiye
göllere vehmedilen gül dolaklı şadırvanda
ama yine "gülün ölüm çağında".

ADNAN ÖZER

***

MAKEDON GÜZELİNİ ARAYAN ÇİNGENE

Anız yangınları sıçramıştı
Yaban güllerine

Başakçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum

Tirşe gözyaşları düşüyordu
Cam göbeği göğsüme

Göçen avcılara sordum
Sordum sordum sordum durdum

Keten tarlasından geçtim
Soluk soluğa

Ahlatçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum

Sazlı çatakta dolandım
Yeşil yareler içinde

Taraşçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum

Yâr seni sordum
Onbaşılar kollarımı bağlıyordu

Uzakta taliga yollarında
Tekirdağın hanları yanıyordu

Hasanağa deresi Ergeneden
Karanfil sapları yolluyordu

Bohçacılara sordum
Yemen illerinden ipeklilere
Şam boncuklarına

Yâr seni sordum
Sordum sordum sordum durdum


ADNAN ÖZER


***


SENİ SEVİYORUM...

Seni seviyorum
çağladıkça coşan su
estikçe dellenen rüzgâr
ekildikçe anaçlaşan toprak
öğütler bunu bana

seni severken
türküden türküye geçer ırmak
toprak yaz yağmurlarıyla oynaşır
öğle tozlarıyla dolanır rüzgâr ufku
adınla uyarırlar beni

seni seviyorum
bağda çillenen salkım
dalda allanan meyva
öttükçe kendini tüketen kabakçı kuşu
öğütler bunu bana

seni severken
yaz güneşi şehvete boğar bahçeyi
kükürt adetleriyle solar bağ yaprakları
ballı incirde yaşar -bin bir cilveli- aşklarını
turunç gerdanlı kuşlar
haberler getirir sağdıçlarım
gül kurusu mektuplar

seni seviyorum
hayra yorulan düşler
ceviz sandıkta bekârlığının gül suları
taş yastıklarda Zümrüdüanka kuşları
öğütler bunu bana
  
ADNAN ÖZER

***

Geçen ekim ayında ilk günü sabah ve öğleden sonra iki kez, ikinci günü her öksürdüğümde ağzımdan kan gelince SEAH acile gittim. Ordan göğüs hastalıklarına sevkedildim. Çekilen tomografi sonucu akciğer kanseri bulgusuna rastlandı. Çekilen petsiti (sintigrafi) sonrasında araştırmalar derinleştirildi. Böbrek üstü bezleri emar çekilerek, lenf ve tiroid bezleri yapılan ultrasonografi sonrasında damardan zerkedilen renkli sıvıyla boyun tomografisi çekilerek, daha sonra Kocaeli araştırmaya sevkimle akciğerim brokoskopi ve sonrasında biyopsi yapılarak araştırmalar sonuçlandırıldı. İlk bulguların aksine çok şükür kansere rastlanmadı. Akciğerimde mantar olduğu kesinleşti. Ayrıca akciğer, lenf bezleri ve tiroidlerim enfeksiyon kapmış. Bunların tedavisi için hastaneye yatmam gerektiği söylendi. Yarın SEAH’ın Entaniye servisine yatacağım. Bu yüzden yazılarıma bir süre ara vereceğim sevgili okur dostlarım. Benim içinde dua ederseniz sevinirim. Tekrar buluşana kadar hoşça kalın.    



Yayın Tarihi: 08.02.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 1


Hediye ve hediyeleşme konusunda 3-5 kişiden oluşan mini bir anket yaptım. Amacım yeni yazı dizisine katkı yapacak fikirleri edinmekti. Yaptığım ankete göre hediye ve hediyeleşme konusunu insanlarımız çok farklı biliyor ve değerlendiriyor. Önceden kestiremediğim sonuçlara da varanı gördüm. Bizim büyüklerimiz böyle şaşırtıcı sonuçlar alınabileceğini hatırlatmak maksadıyla “kes parmağını, çık pazara” derlerdi. Pazardaki her kes parmağın neden ve nasıl kesildiği hakkında başka tahminlerde bulunur ve gene herkes başka başka tedavi yöntemleri önerir, ne yapacağınızı şaşırırsınız. Bende bu mini ankette şaşırdım.

Hediye ve hediyeleşme nedir diye sorarak başladım. Karşılık beklemeksizin verilen şeye hediye denilebileceğinde anlaştık. Hediyeleşme neyi sağlar dediğimde ortalık karıştı. Hediyeleşme sevgi toplumu oluşturmayı sağlar diyen yoktu. Herkese hediye verilir mi, her şey hediye olur mu diye sorduğumda bir fikir birliğine varamadık. Sonunda kimilerinin bağış ve yardımı, hediyeden saydığını gördüm. Hediye ile rüşvetin bir bağı var mı diye sordum, şaşırma sırası deneklerime gelmişti. Karşı çıkanlar oldu. “Peki,” dedim “siz hiç annenizi, babanızı, yada herhangi bir büyüğünüzü etkilemeye çalışmadınız mı? Daha büyük bir fayda sağlamak üzere kimseye küçükte olsa bir şey vermediniz mi?” diye sordum. Hiç hediye vermediklerini ve almadıklarını söyleyenler bile böyle bir eylemde bulunduklarını kabul ettiler. Bunun adının hediye değil rüşvet olduğunu belirtince iç içe geçmiş bir konuyu nasıl ayırmak gerektiğini sordular. Hazreti peygamberimizin ölçüsü geldi aklıma; “bu hediyeyi alan, bu makamda değilde evinde otursaydı, aynı kişilerden hediye alabilir miydi?” Bu soru ölçünün ta kendisi! Cevap hayırsa verilen hediye değil rüşvettir, alınanda hediye değil rüşvettir. Rüşvetin sevgiyi sağlamadığı, toplumu bozduğu düşünülürse sakıncası ortaya çıkar. Hediye verirken bu açıdan dikkatli davranmak gerek.

...

Ben hikâye anlatmaya bayılırım. Konumuza uygun oldukça etkileyici bir yabancı bir hikâye okudum. Bu hikâyenin kahramanının adını değiştirerek kendimize uyarladım. Şimdi size bu hikayeyi sunuyorum.
...

Dilara erken uyanmıştı. Eşini kaybettiği henüz bir hafta olmamıştı bile. Bu gün kendisinin doğum günüydü. Böyle kara bir doğum günü sabahına uyanacağını hiç düşünmedim diyordu kendi kendine. Yataktan çıkmak istemiyor, başını yorganın içine, günün ışığından kaçarak karanlıklara gömüyordu. Beraber geçirdikleri yirmi beş yılın her biri tek tek gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu. O hiçbir doğum gününü unutmaz, her özel güne ayrı bir hediye verirdi. Doğum günü armağanı yıllardır değişmemişti: Bir adet kırmızı gül!

Dilara bunu hatırlayınca yorganın içinde bir gözyaşı fırtınasına daha tutuldu. Dizlerini karnına çekti, anne karnındaki ceninden farkı kalmamıştı. O kadarda korunmaya muhtaç hissetti ki kendini. Az şey değil, arkasındaki koca dağ yıkılmıştı.

Bir süre öyle ağladı. Artık gözlerinin yaşı kesilince başını gün ışığına uzattı. Ne tatsız tuzsuz bir gün ışığıydı bu gün ışığı. Keşke ben ölseydim diye geçirdi içinden, sonra bu düşüncesinden pişman oldu. İyiki ben ölmemişim, yoksa o nasıl dayanırdı bensizliğe, mahvolurdu. Belki de, hatta belki de değil kesinlikle dayanamaz intihar ederdi, diye düşündü. Derin üzüntüsünün arasında küçük bir teselli değildi bu. Sevdiğine dokunamamanın kıyamamanın bir çeşit dile gelişiydi sadece. O yaşasaydı o acı çekecekti, ama şükür ki bu acıyı o çekmemişti. Şimdi yaşamak bir ıstırap olsa bile, razıydı.

Yatağından kalktı Dilara. Gitti elini yüzünü yıkadı. İstemeye istemeye kendine bir çay yapmaya karar verdi. Buz dolabından peyniri domatesi, iki kandıra biberini çıkardı masaya koydu. Günlerdir doğru dürüst bir şey yememişti. Çok aç olmasına rağmen canı hiçbir şey istemiyordu. Kahvaltı bıçağı ve çatalı tuzu derken kendini kahvaltı ederken buldu. Şaşırdı tabii. “Ne zaman sofrayı kurdum?”

Hiç çocukları olmamıştı. Birbirlerine düşkünlükleri birazda bundan dolayı fazlaydı. Bir gün olsun birbirlerine olan sevgileri azalmamış, yıllar daha çok arttırmıştı hatta. İkiside yalnız bir yere pek gitmezlerdi. Gitseler bile en uzak yerde bir günden fazla kalamaz, mutlaka geri dönerlerdi.

Kendini kahvaltı masasında bulan Dilara bugünün doğum günü olduğunu yine hatırladı.

“Neye yarar doğum günüm olsa, o elinde kırmızı gülle gelip dudaklarıma şefkat dolu kutlama öpücüğünü kondurmadıktan sonra.”

Onunla birlikte yaşadığı 25 kendisinin, 25’te onun 50 doğum gününü hayalinde canlandırdı. Burnunun direği sızladı, yeniden gözleri yaşardı.


Yayın Tarihi: 06.02.2015

GÖRÜNMEZ KAZA, ÇOCUK VE AİLE, SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİNDEN FAYDALANANLAR 2


Değerli okurlarım geçtiğimiz Pazar günü esen şiddetli fırtına yüzünden 11:30’dan 17:40’a kadar elektrikler kesik olduğu için Cuma günü yayınlanan yazının devamını yollayamadım, sizde pazartesi günü beni köşemde göremediniz. Bu gecikmeden dolayı affınıza sığınarak yazının devamını bugün sunuyo

*

Böylesi değil ama herkesin başından görünmez kaza geçmiştir. Benim kardeşimin de başından geçti. Bir sabah işe giderken yola atılmış kıvrık bir enjektör iğnesi ayak parmağına batmıştı. Olayın kendisinden ziyade doğabilecek sonuçları ürkütücüydü. Az sıkıntılı bekleyişler yaşamadık. O bayanın ölümüne neden olabilecek kazaya yol açan kişiler polisçe aranıyormuş. Ama iğneleri yola atanları kim arar? Hele tıbbi gereçleri yola atanları.. bu olayda ölümcül tehlikeler içerebilecek bir olaydı. Gelgelelim biz adam sendecilikle meşhur bir milletiz, on sene önce olan bu olayla kimse ilgilenmedi bile. 

Bir başka haber; buda Adana’dan:

Adana’da üvey çocuklarına zorla porno film izlettiği iddia edilen 35 yaşındaki Sakine L., toplam 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Mobilyacı 34 yaşındaki Ali Osman L., 10 yaşındaki kızı Ş.L. ile 5 yaşındaki oğlu M.İ.L’ye, üvey anneleri tarafından zorla porno film izletildiği iddiasıyla 19 Haziran 2009’da Adana Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu. Üvey anne hakkında ‘kötü muamele ve müstehcenlik’ suçlarından Adana 4’üncu Sulh Ceza Mahkemesi’nde 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Karar duruşmasına çıkan Sakine L., suçlamayı kabul etmedi. Kendisine iftira atıldığını ileri süren Sakine L., “Ben kendisiyle anlaşmalı boşanmaya yanaşmadığım için hakkımda böyle bir suçlamaya gidilmiştir. Suçlamayı kabul etmiyorum” dedi.

İlk eşinin ölümünden 2 yıl sonra Sakine L. ile evlendiğini belirten Ali Osman L. ise, “Çocuklarım olanları anlattıktan sonra onları Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’ne götürdüm. Orada uzmanlarla birlikte yapılan görüşmede kendilerine porno film izletildiği anlaşıldı. Bu şekilde olanlardan haberdar oldum. Şikâyetçiyim” diye konuştu.

Sosyal Hizmet Uzmanı nezaretinde ifade veren çocuklardan Ş.L. de şunları anlattı:

“Üvey annemiz babam varken bize iyi davranıyordu. Babam işe gittikten sonra bizi oklava ile dövüyordu. Ayrıca bize porno CD izletti. Bunu önce babama söylememiştim. Bizi halamızın yanına verdikten sonra durumu babama anlattım. Bize iyi davrandığı günlerde üvey anneme şiir bile yazmıştım.”

Sanık Sakine L.’yi ‘kötü muamele’ suçundan 2 ay 15 gün, ‘müstehcenlik’ suçundan da 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptıran mahkeme, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi.
...

Sonra ahlaklı bir nesil, kendine güvenen bir gençlik istiyoruz değil mi? Hergün akla hayale gelmeyecek böyle haberleri görünce, gizli kalmış nice olayların var olduğunu düşünerek, toplum olarak nereye gittiğimizi sorgulamamak olmaz. Aile insan oluşumunun baş mimarıdır. Aile yanlış mimarlardan oluşursa toplum temeli çürük, estetik yoksunu binalara benzer tabii.

Geçen yazımda facebook ve twitter hesaplarıma çok ileti geldiğini belirtmiştim. Dostlardan haberdar olmak çok güzel. Herkes eğer istenirse herkesten haberdar olabiliyor böylelikle. Öğretmen emeklisi bir kuzenim Ankara’nın dağlarına hep arzuladığı gibi bahçeli ev yaptırdığını, gittiği ve gideceği her yeri önceden bildiren bir tanıdığımın da şu anda kuş adasında olduğunu telefonlardan önce facebook’tan öğrendim. Peki bu tip haberlerin olumsuz olabilecek yanlarını düşündünüz mü hiç? Aşağıdaki haberi okuduktan sonra düşüneceğinizi tahmin ediyorum.

Haber şöyle:

İngiltere merkezli Friedland isimli güvenlik firmasının araştırması, hırsızların sosyal medyayı nasıl ‘verimli’ kullandıklarını ortaya koydu. Bu yıl hüküm giyen 50 hırsızla yapılan araştırmaya göre, hırsızların yüzde 78’i Twitter, Facebook ve Foursquare gibi sosyal paylaşım sitelerini kullanarak yeni hedeflerini belirlediklerini söyledi. Hırsızların yüzde 54’ü, ev sahiplerinin sosyal medya aracılığı ile nerede oldukları ya da nereye gideceklerinin internette paylaşmalarının yapılan ortak hata olduğunu belirtti.

Ayrıca hırsızların yüzde 74’ü, Google’ın ‘Street View’ uygulamasının da günümüz hırsızlıklarında önemli rol oynadığı görüşünde.


Yayın Tarihi: 04.02.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ



Merhaba sevgili okurlar. Bu sabah bir kış gününün ılık sabahına uyandık. Yeni yılla birlikte bastıran karla birlikte oldukça soğuk gün ve gecelerden sonra bu ılık günler hepimize ilaç gibi gelecektir. Yalnız kış henüz bitmiş değil. Önümüzde şubat gibi kendi cüce ama cürmü büyük olabilen bir kış ayı daha var. O ayda da güzel yağışlar alırsak susuzluk derdi çekmeyiz. Bütün dua ve dileklerim bunun için. Dileklere sevgi katılırsa bir anlamı olur düşüncesiyle, köşemi şairlerin sevgi hallerini anlattıkları şiirlere ayırdım.

İlk şairimiz Ahmet Telli şiirinde “konuğum ol” diyor. “Geceyi uzatalım(...)/sözün çubuğunu yakarak.” Gecenin tadına sohbetle varıldığını bu güzel mısralarla vurgulamış. Bu şiiri ilk kez bugün okudum, daha önce bilmiyordum. Ahtapotun kollarınca beni sardı. Gelin şiirin ve şairinin (bu köşedeki diğer şair ve şiirlerinin de) konuğu olalım. Sonra bize gideriz. Bir acı kahve sunmak isterim sizlere.

...

KONUĞUM OL
Bir akşam konuğum ol
oturup konuşalım biz bize
Anıların çubuğunu yakıp
uzatalım geceyi biraz
Geçmişe bir el sallayıp
yaşanan günleri konuşalım
ve günlerin üstüne çöken
dumanlı, isli havaları
Kendimize daha az zaman
ayırsak da olur geceden
Çünkü boğulabilir insan
yalnız kendini düşünmekten
Kapağı açılmayan kitaplar
unutulmuş aşklar gibidir
Kitaplardan söz edelim
ve onların gizli kalmış
sessiz tadlarından
Sabaha doğru perdeyi
aralayıp ufka bakalım
ve bir çocuk gibi
hayretle seyredelim
güneşin kızıllığını
Konuşulmadan kalan
daha çok şey vardı
diye düşünerek çıkalım
güneşle kucaklaşan balkona
Üşütmesin sabah serinliği
Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda
Konuğum ol, oturup
konuşalım bir akşam
ve uzatalım geceyi
sözün çubuğunu yakarak

Ahmet Telli

***

Sevip kavuşamayanların halini hiç düşündünüz mü? Hele birde başka kişilerle evlenenleri.. böyle arkadaşlarım oldu. İçlerinde sevdasıyla ölenler bile var. Başkasıyla evlenen kimileri evlendiği kişiyide sevdiler. Bir yanları hep sızladı. Behçet Necatigil bu durumun şiirini yazmış.

...

GİZLİ SEVDA
Hani bir sevgilin vardı
Yedi sekiz sene önce,
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce.

Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan burdan,
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan.

Seni sordu
Hiç değişmedi, dedim,
Bildiğin gibi...
Anlıyordu.

Mesutmuş, kocasını seviyormuş,
Kendilerininmiş evleri..
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selâm söyledi.

Behçet Necatigil

***

Sevgilerini söylemekten çekinen sözcük cimrisi insanlardan söz eden bu şiirle Behçet Necatigil sevgileriniz bilinmedikçe değersizdir demek istiyor. Çok haklı! Sevgileriniz kalbinizden bırakın dilinize aksın. Kalbinde sevgi saklayan bahçesinde çiçek bakıp kimseye vermeyen gibidir. Hatta bahçesine bile sokmayan kişiden farksızdır.

...

SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
Siz böyle olsun istemezdiniz
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı

Behçet Necatigil

***

Aşkı besleyen özlemdir. Bu çağda hiç bir şeyi özlemeye gerek görmüyoruz. Onun için aşklarda uzun sürmüyor. Ümit Yaşar Oğuzcan bu şiirinde aşka özlemini ne güzel anlatmış.

...

ÖNCE AŞK VARDI
Önce aşk vardı sen yoktun o zaman
Denizlerde ufuklar gibi sonsuz
Sevişmek vardı yalansız korkusuz
durmadan, yorulmadan, hiç usanmadan
Önceden aşk vardı sen yoktun o zaman

O zamanlar akşamlar vardı öyle serin
Mağara vardı aşkla aydınlık
Sevgiyle doğar, sevgiyle yaşardık
Ortasında bitmeyen uzun gecelerin
O zamanlar akşamlar vardı öyle serin

Vahşi büyük otlardı yatağımız
ve tek örtümüz ılık bir rüzgârdı
O zaman bambaşka yağmurlar vardı
yağardı gökten
üstümüze yıldız yıldız
vahşi büyük otlardı yatağımız

Adamlar vardı aşktandı yürekleri
Kadınlar vardı her zaman aşka hazır
Elleri vardı saçlarımıza hazla uzanır
Ya topukları, incecik ayak bilekleri
Adamlar vardı aşktandı yürekleri

Şimdi sen varsın ama o aşklar yok
O eski ilahlar yok taptığımız
Düşlerimizde çığlık çığlığa yalnızlığımız
Artık o yıldızlar, o geceler, o rüzgâr yok
Şimdi sen varsın ama o aşklar yok

Ümit Yaşar Oğuzcan

***

Ahmet Ümit bu şiirini okuyana kadar tanımadığım bir şairdi. “Batarak kirpiklerime kadar gümüşten denizlere” mısrasıyla vurgun yedim. Gözyaşının muhteşem tasvirine bakar mısınız? Ayrılmanın ve kavuşmanın hallerinin anlatıldığı şiirde bu mısra kavuşma sevinciyle göz yaşına boğulmayı çok güzel vurguluyor.

...

İSİMSİZ BİR AŞK ŞİİRİ
Senden her ayrıldığımda
Çılgınca dalgalanan bir insan denizinde
Annesini yitiren bir çocuğun
Ürkek hüznü çöker yüzüme.
Seninle her karşılaştığımda
Sabah kırağısıyla yıkanan çiçeklerin
Cemresi vurur gözlerime.
Seni tam bulduğum anda yitirmenin korkusu
Tam yitirdiğim anda bulmanın sevinci,
Seni treni kalkan bir yolcunu telaşı,
Seni ilk öyküsünü bitiren genç bir yazarın hevesi
Seni kayaları parçalayarak akan bir ırmağın deliliği,
Seni güneşin tembel bakışları altında
Uzanan başakların dinginliği,
Seni bayramlık için para biriktiren
Küçük bir çırağın sabırsızlığı,
Seni bilmem hangi zalim kurşunun
Kırdığı kanadına söz geçiremeyen
Göçmen kuşun çaresizliği,
Seni zorlu yıllardan sonra karşılaşan
Kavga arkadaşlarının neşesiyle,
Batarak kirpiklerime kadar gümüşten denizlere
Vur emriyle aranan bir kaçakmışsın gibi
Taşırım can evimin en saklı yerinde...

Ahmet Ümit

***

Öyle sıkıntısız, hatta mutlu sayılabilecek zamanlarmızda vardır. O zaman havanın güzelliğinide, çocuk oyunlarınıda fark ederiz. Kuşların dilinden bile anladığımızı söyleyebiliriz. Bütün insanlar kardeşimizdir o zamanlarda. Ne güzeldir sevmek. Vasiyetimiz bile cömerttir seversek. Sadece unutulmamaktır fiyatımız. Cahit Sıtkı Tarancı şiirinde bunları anlatmış.

...

BUGÜN HAVA GÜZEL
Bugün hava güzel,
Bugün içim içime sığmıyor.
Annemden mektup aldım,
Memlekette gibiyim.
Allaha çok şükür karnım tok;
Elimi uzatsam kahve fincanı dudaklarımdadır.
Kuşlar kaçmıyor benden;
Bir güvercin kanadında okşuyorum
Göklerin maviliğini.
Serçelerin cıvıltısıyla siniyor içime
Ağaçların yeşilliği.
Bulutların ipek gölgesi
Çocukların yüzünde hışırdıyor.
Çember çeviriyorum çocuklarla beraber
Elime çember almadan.
Düşüncelerimi nura gark eden güneşe sor,
Bu Nisan rüzgârı da şahadet eder,
Bütün insanları kardeş biliyorum,
Cümlenin sağlığına duacıyım.
Şayet ölürsem,
Helalleşmeye vakit kalmadan,
Hatırdan çıkarmayın beni;
Dünyaya benden selam olsun,
Her nefes alıp verişiniz.

Cahit Sıtkı Tarancı

***

Şimdi gelin bize gidelim. Bir acı kahvemi içerseniz beni mutlu edersiniz. Buyurun…

...

91
Gece 23.05 suları
Tavşan gibi ürkek
ve bıyıklarım titreyerek
Yalnızlığın şarkısını söylüyorum
boş sokaklara.
Beni dinleyen kaldırım taşları.
Arabamın yükü iki kat ağır, hüzünden.
Varsın bende olsun hüzün.
tebessümün eksik olmasın yüzünden.
Bir damla sevinç var yüreğimde
o senden, senin yüzünden.
Sarhoş olamıyorum.

Aydın Göle
22 eylül 2003

***

92
Eğer dünya bir daha kurulursa
İçinde mutlaka sen,
Sevincimde üzüntümde yanımda sen
Mutlu olacak biri varsa o da mutlaka sen
Çınar ağaçları kadar hak ederek olmalısın
Fakat ne müşkülün varsa söylemezsen
Öte dünyada beni tanıma.
Her ahval ve şeraitinde ben olmazsam
Nerde kalır kardeşlik

Aydın Göle
24 eylül 2003

***

93
Hep sevgililer var şarkılarda
Hani dostluk, kardeşlik
Yaşanan sadece iki kişilik
Kardeşliğimizi yıldızlara yazacağım
Yıldızlar kadar çok olmak için.
Görüp gökyüzünde çokluğumuzu
Fısıldaşacaklar birbirleriyle bütün bakireler
Kıskançlıkları efsanemizi yazacak
Efsanelerden kırlangıçlarla gelseler
İnanamazlar gerçekliğimize
Berat gecesi sevgimizin
Beratını istiyorum Allah’tan

Aydın Göle
24 eylül 2003

***

İyi hafta sonları dileğiyle hoşça kalın sevgili okurlar.


 Yayın Tarihi: 01.02.2015