28 Şubat 2015 Cumartesi

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 2


Konumuz hediye ve hediyeleşme üzerineydi. Yaptığım mini anketle bu konunun pek iyi bilinmediğini fark ettim, çünkü hiç kimseyle ortak bir yargıya varamamıştık. Elimden geldiğince hediyeleşmenin kökenine inerek konuyu mercek altına alacağım. Bir hikâye ile konuya giriş yapmıştık. Yabancı bir hikâyenin kadın kahramanının adını değiştirerek kendimize uyarlamıştım.

Hikâyenin yayınladığım bölümünün özeti şuydu. Dilara doğum gününün sabahı uyanmış, aklına o gün doğum günü olduğu gelmişti. Gözyaşlarına boğularak ağlamaya başlamış yataktan kalkmak istememişti. Çünkü yakın zamanda kanserden eşini kaybetmişti.

Hikâyemize kaldığımız yerden devam edelim.

...

Kapının zili çaldı. Kim olabilir bu sabahın erken saatinde diyerek meraklandı. Kapıya gitti, açmadan önce “kim o?” diye seslendi. “Çiçekçi” diyen genç bir erkek sesi duydu. Kapıyı açtı. Birkaç sokak ilerdeki çiçekçiden bir genç delikanlı, elinde bir adet kart iliştirilmiş kırmızı gül ve bir mektupla karşısında duruyordu. “Kimden” diye sordu, delikanlı “bilmiyorum, patronum bu adresi tarif etti ve bunları size vermemi söyledi” dedi.

Dilara’nın aklından şimşek hızıyla neler neler geçmedi ki..

Almaması gerekiyordu bu mektubu ve bu gülü. Bu jesti kim yapıyorsa yanlış kişiyi seçmişti, öyle düşündü. Ama aldı, delikanlıya teşekkür edip kapıyı kapattı. İçeri girdikten sonra karttaki el yazısı gözüne çarptı. Onun el yazısıydı. Her zamanki gibi kısa ve net:

“Canıma…”


Onun öldüğünü bilmese şaka yaptığına hükmedecekti. Nerdeyse kapıya gidip bakacaktı. Belki bütün olanlar bir şakaydı, o kapının ardındaydı ve ona doğum günü sürprizi yapacaktı, kim bilir. Ah keşke öyle olsaydı. Olamazdı ki. Gerçekle hayal bir süre çarpıştı, gerçek kazandı ve Dilara’nın canı yandı.

Kırmızı gülü eline aldı, uzun uzun baktı, okşadı, öptü.

Sonrada eli mektup zarfına uzandı. Açtı. Mektuptaki el yazısı da ona aitti, özenle okumaya başladı.

“Canıma;
Bu satırları okuduğunda ben ölmüş olacağım. Bundan sonrada sen yaşadığın sürece yanında olamayacağım. Seni yalnız bıraktığım için çok özür dilerim. Bu satırları yazarken öleceğimden daha çok bunu düşündüm. Benim güvercinim yalnız kalamaz. Bensiz sofrada yemek yemeyen, ben üşüdüğümde titreyen, ben sevindiğimde nerdeyse davul zurnayla sevincimi herkese duyuran, üzüldüğümde kolları ana şefkatiyle beni saran, güç zamanlarımda güçlüklere göğüs geren, her güçlükle yırtıcı dişi kaplan gibi kapışan güvercinime bunu ben yapamazdım. Ama kaderin önüne geçilmez. Geçemedik işte. Kanser bizim kaderimizmiş canım.

Birlikte olduğumuz 25 yılın her günü altın değerindeydi benim için. Neylerim serveti? Senin sevgin bütün servetlerden daha değerli. Şunu bil bir tanem, ben mutlu ölüyorum. Bunu düşün ve bir insanı bu dünyada mutlu ettim diye kendinle övün. Sen her övüncü hak ediyorsun çünkü.

Bu mektubu doğum gününde almış olacaksın canım. Hastalığım sırasında bir gün senden, yalnız çıkmak için zorla izin aldığım günü hatırlıyorsun değil mi? İşte bu kırmızı gülü almak ve bu mektubu yazmak için aldım o izni. İznimde çiçekçiye sana her doğum günü bir kırmızı gül getirmesi için siparişte bulundum. Ödeme içinde bankaya gül hesabı açtım. Sen yaşadığın sürece her doğum gününde bu kırmızı gülü alacaksın.

Canından canına..
Sonsuz sevgilerde buluşmak üzere..

...

İşte hediye. Başka tür hediye aranmasına gerek yok bence. Bu kadar vefalı kim olabilir? Hediye vefalılığın bir örneği olmalı. Yani sevgiyi büyüterek sürdürmeli hediye.



DEVAM EDECEK






Yayın Tarihi: 09.02.2015
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder