Konumuz hediye ve hediyeleşme üzerineydi. Yaptığım mini anketle bu konunun pek iyi bilinmediğini fark ettim, çünkü hiç kimseyle ortak bir yargıya varamamıştık. Elimden geldiğince hediyeleşmenin kökenine inerek konuyu mercek altına alacağım. Bir hikâye ile konuya giriş yapmıştık. Yabancı bir hikâyenin kadın kahramanının adını değiştirerek kendimize uyarlamıştım.
Hikâyenin yayınladığım bölümünün özeti şuydu. Dilara doğum
gününün sabahı uyanmış, aklına o gün doğum günü olduğu gelmişti. Gözyaşlarına
boğularak ağlamaya başlamış yataktan kalkmak istememişti. Çünkü yakın zamanda
kanserden eşini kaybetmişti.
Hikâyemize kaldığımız yerden devam edelim.
...
Kapının zili çaldı. Kim olabilir bu sabahın erken saatinde
diyerek meraklandı. Kapıya gitti, açmadan önce “kim o?” diye seslendi.
“Çiçekçi” diyen genç bir erkek sesi duydu. Kapıyı açtı. Birkaç sokak ilerdeki
çiçekçiden bir genç delikanlı, elinde bir adet kart iliştirilmiş kırmızı gül ve
bir mektupla karşısında duruyordu. “Kimden” diye sordu, delikanlı “bilmiyorum,
patronum bu adresi tarif etti ve bunları size vermemi söyledi” dedi.
Dilara’nın aklından şimşek hızıyla neler neler geçmedi ki..
Almaması gerekiyordu bu mektubu ve bu gülü. Bu jesti kim
yapıyorsa yanlış kişiyi seçmişti, öyle düşündü. Ama aldı, delikanlıya teşekkür
edip kapıyı kapattı. İçeri girdikten sonra karttaki el yazısı gözüne çarptı.
Onun el yazısıydı. Her zamanki gibi kısa ve net:
“Canıma…”
Onun öldüğünü bilmese şaka yaptığına hükmedecekti. Nerdeyse
kapıya gidip bakacaktı. Belki bütün olanlar bir şakaydı, o kapının ardındaydı
ve ona doğum günü sürprizi yapacaktı, kim bilir. Ah keşke öyle olsaydı.
Olamazdı ki. Gerçekle hayal bir süre çarpıştı, gerçek kazandı ve Dilara’nın
canı yandı.
Kırmızı gülü eline aldı, uzun uzun baktı, okşadı, öptü.
Sonrada eli mektup zarfına uzandı. Açtı. Mektuptaki el
yazısı da ona aitti, özenle okumaya başladı.
“Canıma;
Bu satırları okuduğunda ben ölmüş olacağım. Bundan sonrada
sen yaşadığın sürece yanında olamayacağım. Seni yalnız bıraktığım için çok özür
dilerim. Bu satırları yazarken öleceğimden daha çok bunu düşündüm. Benim
güvercinim yalnız kalamaz. Bensiz sofrada yemek yemeyen, ben üşüdüğümde
titreyen, ben sevindiğimde nerdeyse davul zurnayla sevincimi herkese duyuran,
üzüldüğümde kolları ana şefkatiyle beni saran, güç zamanlarımda güçlüklere
göğüs geren, her güçlükle yırtıcı dişi kaplan gibi kapışan güvercinime bunu ben
yapamazdım. Ama kaderin önüne geçilmez. Geçemedik işte. Kanser bizim
kaderimizmiş canım.
Birlikte olduğumuz 25 yılın her günü altın değerindeydi
benim için. Neylerim serveti? Senin sevgin bütün servetlerden daha değerli. Şunu
bil bir tanem, ben mutlu ölüyorum. Bunu düşün ve bir insanı bu dünyada mutlu
ettim diye kendinle övün. Sen her övüncü hak ediyorsun çünkü.
Bu mektubu doğum gününde almış olacaksın canım. Hastalığım
sırasında bir gün senden, yalnız çıkmak için zorla izin aldığım günü
hatırlıyorsun değil mi? İşte bu kırmızı gülü almak ve bu mektubu yazmak için
aldım o izni. İznimde çiçekçiye sana her doğum günü bir kırmızı gül getirmesi
için siparişte bulundum. Ödeme içinde bankaya gül hesabı açtım. Sen yaşadığın
sürece her doğum gününde bu kırmızı gülü alacaksın.
Canından canına..
Sonsuz sevgilerde buluşmak üzere..
...
İşte hediye. Başka tür hediye aranmasına gerek yok bence. Bu
kadar vefalı kim olabilir? Hediye vefalılığın bir örneği olmalı. Yani sevgiyi
büyüterek sürdürmeli hediye.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 09.02.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder