Merhaba sevgili okurlar. Bu hafta sizlere benden bir yaş
daha genç bir şairi tanıtacak ve şiirlerinden seçtiklerimi sunacağım. Şairimiz
Adnan Özer1957’de Tekirdağ’ın Gazioğlu köyünde doğmuş. Liseyi Batman’da
bitirmiş. 1979’dan beri İstanbul’da yayıncılık yapıyor. İstanbul Devlet Güzel
sanatlar Akademisi’nin şiir yarışmasında birincilik kazandı. Tekirdağ
yöresinin halk söylenceleri, türkü ve tekerlemelerine modern şiir
yöntemleriyle yaklaştı. Son dönemlerdeki şiirlerinde içerik ve kelime
dağarcığıyla, doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel’dekini anımsatan
benmerkezci bir başkaldırı yöntemine yöneldiği görülüyor. Adnan Özer bir
dönemin ünlü şairleri Neruda, Paz ve Pesao’nun şiirlerinide Türkçeye çevirerek
dilimize kazandırdı.
Şimdi sizleri Adnan özer şiirleriyle baş başa bırakıyorum.
…
DIŞARDA TAŞLAR
zamanın ve güneşin
beslediği miskin bıldırcınlar,
erimiş kanatlar ve ayaklar,
rüzgarın uzun takvimi,
yitmiş kayıt çizgileri
en uzun ömürlü ağaçlarda.
Gel bana,
ömrüm kısa,
gün boyu toprağın sıcak mıknatısıyla
kurumuş, bedensiz bir gömlek gibi.
Sar göğsümü, sıvan sırtıma,
sen kaynamış sütün ince kabuğu,
inandır beni kendine
hem ağzından çıktı bir kere
'seviyorum' sözü
boşlukta başı dönen küçük bir nar fidanı gibi.
erimiş kanatlar ve ayaklar,
rüzgarın uzun takvimi,
yitmiş kayıt çizgileri
en uzun ömürlü ağaçlarda.
Gel bana,
ömrüm kısa,
gün boyu toprağın sıcak mıknatısıyla
kurumuş, bedensiz bir gömlek gibi.
Sar göğsümü, sıvan sırtıma,
sen kaynamış sütün ince kabuğu,
inandır beni kendine
hem ağzından çıktı bir kere
'seviyorum' sözü
boşlukta başı dönen küçük bir nar fidanı gibi.
ADNAN ÖZER
***
GİZLEDİKÇE AŞK
Kışın soğuk balıktan
günlerini sayıyorum ağımda.
O yaza hiç dönülmeyecek!
O başlatılmamış, o varsayılan ortasında yaşanmış sevda
yakılmamış bir mum gibi aklımda.
Kesik ağzıyla suları eğrilten
boğaza karşı durup da
oraların kuşu yalıçapkınını hecelemiştik
beyaz bir yelkenli gecesiyle sulara.
Kışın vurgusu açık, bağımsız bir ses,
esiyor bize değmeden, bizden almadan
hiç uğramadığımız bir yerlerden doğruca.
Uçuyor cinsiyetin kindar ağzıyla.
İbret olsun diye savuruyor
uzaklara bir meddücezir haritasını.
Ne uzanma, ne geri çekiliş;
biz varsayılanın ortasında
iki içine işleyen zaman,
iki uyurgezer nokta.
Şimdi sen bile bu şiir için
çeperleri kapanmış, kendi başına bir ses,
kışın soğuk balıklardan takviminde
sadece kendine dökülen bir yapraksın.
Yalıçapkını yeni bir sözcüğe uçuyordur şimdi
bilmediğimiz bir lugatta.
O yaza hiç dönülmeyecek!
O başlatılmamış, o varsayılan ortasında yaşanmış sevda
yakılmamış bir mum gibi aklımda.
Kesik ağzıyla suları eğrilten
boğaza karşı durup da
oraların kuşu yalıçapkınını hecelemiştik
beyaz bir yelkenli gecesiyle sulara.
Kışın vurgusu açık, bağımsız bir ses,
esiyor bize değmeden, bizden almadan
hiç uğramadığımız bir yerlerden doğruca.
Uçuyor cinsiyetin kindar ağzıyla.
İbret olsun diye savuruyor
uzaklara bir meddücezir haritasını.
Ne uzanma, ne geri çekiliş;
biz varsayılanın ortasında
iki içine işleyen zaman,
iki uyurgezer nokta.
Şimdi sen bile bu şiir için
çeperleri kapanmış, kendi başına bir ses,
kışın soğuk balıklardan takviminde
sadece kendine dökülen bir yapraksın.
Yalıçapkını yeni bir sözcüğe uçuyordur şimdi
bilmediğimiz bir lugatta.
ADNAN ÖZER
***
KIRLARA VEDA
Gözyaşlarının gücü
vardı eskiden
ırmak yüklü adamlardır, tuz katarlarının ardınca giden
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal, tuzun sudan bukağısı çözülürken
Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan,
akıl danışırdık yağmura, nasıl döneriz
evlerimize doğru yollarından,
nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından.
Çoraksa gece, saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur,
sarı bir zaman dilimi gibi fenerler
(mum yanar, yağ dolanır, mumyalar toprağı çamur)
kandaki yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler,
ardımızdaki yoksul ve yerli bir söylenti...
Böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz,
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz;
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topkulu annelerimiz,
sıcak bağımsız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri;
topuklar, ah o topuklar ve kerpici terkedişimiz.
Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah'ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin eviçlerine sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden,
yetim insan toprağın vicdanıyla doyardı.
Demem o ki, gözyaşlarının gücü vardı eskiden.
ırmak yüklü adamlardır, tuz katarlarının ardınca giden
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal, tuzun sudan bukağısı çözülürken
Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan,
akıl danışırdık yağmura, nasıl döneriz
evlerimize doğru yollarından,
nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından.
Çoraksa gece, saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur,
sarı bir zaman dilimi gibi fenerler
(mum yanar, yağ dolanır, mumyalar toprağı çamur)
kandaki yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler,
ardımızdaki yoksul ve yerli bir söylenti...
Böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz,
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz;
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topkulu annelerimiz,
sıcak bağımsız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri;
topuklar, ah o topuklar ve kerpici terkedişimiz.
Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah'ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin eviçlerine sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden,
yetim insan toprağın vicdanıyla doyardı.
Demem o ki, gözyaşlarının gücü vardı eskiden.
ADNAN ÖZER
***
KİNE EZ?
Bir devir aşk diye
beni doğurdu
Aldı bedenimi Mağrip sıtmalarından
Nil diplerinden söktü ruhumu
Sisli denizlere açıldım bir zaman;
ne altın ne meyve,
yad olsun keşfettiğim kıyılar
Zamanın hayatla içlendiği çöllerde
bir çadırım olsun yeter
Ne göreceğim aynalarda
çağ bütünüyle yanılsama
İşkenceye alınıyor eşkalim:
Şehre yeni bir şamata
Gün gelmiş süslü satraplar ünlenmiş
kaç defa ay doladıysa göğsümü
kaç defa bulut püskürdüyse ağzım;
hileli bir rakam düşürdüler sorguçlarından
kadınlar, müziği halka sayan
Ey halk! Ey halk! diye çağırdığım
zaman haritasında körfezler gibi çekilen
hayale dalan rüzgârın önüne
sergiler ve dut yaygıları açan
insanlık eğrileri, ketenpere çömezleri
Yandım daha çağlasında bademin
Bahçeler gözüme yeni bir şöhret
özürün bir köşesinden öbürüne
kenar otu oldum, bir fiy û care
ben oldum, ben oldum
ben oldum da ne buldum Temmuz'un kınnabında
giderek lâl kafiye
göllere vehmedilen gül dolaklı şadırvanda
ama yine "gülün ölüm çağında".
Aldı bedenimi Mağrip sıtmalarından
Nil diplerinden söktü ruhumu
Sisli denizlere açıldım bir zaman;
ne altın ne meyve,
yad olsun keşfettiğim kıyılar
Zamanın hayatla içlendiği çöllerde
bir çadırım olsun yeter
Ne göreceğim aynalarda
çağ bütünüyle yanılsama
İşkenceye alınıyor eşkalim:
Şehre yeni bir şamata
Gün gelmiş süslü satraplar ünlenmiş
kaç defa ay doladıysa göğsümü
kaç defa bulut püskürdüyse ağzım;
hileli bir rakam düşürdüler sorguçlarından
kadınlar, müziği halka sayan
Ey halk! Ey halk! diye çağırdığım
zaman haritasında körfezler gibi çekilen
hayale dalan rüzgârın önüne
sergiler ve dut yaygıları açan
insanlık eğrileri, ketenpere çömezleri
Yandım daha çağlasında bademin
Bahçeler gözüme yeni bir şöhret
özürün bir köşesinden öbürüne
kenar otu oldum, bir fiy û care
ben oldum, ben oldum
ben oldum da ne buldum Temmuz'un kınnabında
giderek lâl kafiye
göllere vehmedilen gül dolaklı şadırvanda
ama yine "gülün ölüm çağında".
ADNAN ÖZER
***
MAKEDON GÜZELİNİ
ARAYAN ÇİNGENE
Anız yangınları
sıçramıştı
Yaban güllerine
Başakçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Tirşe gözyaşları düşüyordu
Cam göbeği göğsüme
Göçen avcılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Keten tarlasından geçtim
Soluk soluğa
Ahlatçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Sazlı çatakta dolandım
Yeşil yareler içinde
Taraşçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Yâr seni sordum
Onbaşılar kollarımı bağlıyordu
Uzakta taliga yollarında
Tekirdağın hanları yanıyordu
Hasanağa deresi Ergeneden
Karanfil sapları yolluyordu
Bohçacılara sordum
Yemen illerinden ipeklilere
Şam boncuklarına
Yâr seni sordum
Sordum sordum sordum durdum
Yaban güllerine
Başakçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Tirşe gözyaşları düşüyordu
Cam göbeği göğsüme
Göçen avcılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Keten tarlasından geçtim
Soluk soluğa
Ahlatçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Sazlı çatakta dolandım
Yeşil yareler içinde
Taraşçılara sordum
Sordum sordum sordum durdum
Yâr seni sordum
Onbaşılar kollarımı bağlıyordu
Uzakta taliga yollarında
Tekirdağın hanları yanıyordu
Hasanağa deresi Ergeneden
Karanfil sapları yolluyordu
Bohçacılara sordum
Yemen illerinden ipeklilere
Şam boncuklarına
Yâr seni sordum
Sordum sordum sordum durdum
ADNAN ÖZER
***
SENİ SEVİYORUM...
Seni seviyorum
çağladıkça coşan su
estikçe dellenen rüzgâr
ekildikçe anaçlaşan toprak
öğütler bunu bana
seni severken
türküden türküye geçer ırmak
toprak yaz yağmurlarıyla oynaşır
öğle tozlarıyla dolanır rüzgâr ufku
adınla uyarırlar beni
seni seviyorum
bağda çillenen salkım
dalda allanan meyva
öttükçe kendini tüketen kabakçı kuşu
öğütler bunu bana
seni severken
yaz güneşi şehvete boğar bahçeyi
kükürt adetleriyle solar bağ yaprakları
ballı incirde yaşar -bin bir cilveli- aşklarını
turunç gerdanlı kuşlar
haberler getirir sağdıçlarım
gül kurusu mektuplar
seni seviyorum
hayra yorulan düşler
ceviz sandıkta bekârlığının gül suları
taş yastıklarda Zümrüdüanka kuşları
öğütler bunu bana
çağladıkça coşan su
estikçe dellenen rüzgâr
ekildikçe anaçlaşan toprak
öğütler bunu bana
seni severken
türküden türküye geçer ırmak
toprak yaz yağmurlarıyla oynaşır
öğle tozlarıyla dolanır rüzgâr ufku
adınla uyarırlar beni
seni seviyorum
bağda çillenen salkım
dalda allanan meyva
öttükçe kendini tüketen kabakçı kuşu
öğütler bunu bana
seni severken
yaz güneşi şehvete boğar bahçeyi
kükürt adetleriyle solar bağ yaprakları
ballı incirde yaşar -bin bir cilveli- aşklarını
turunç gerdanlı kuşlar
haberler getirir sağdıçlarım
gül kurusu mektuplar
seni seviyorum
hayra yorulan düşler
ceviz sandıkta bekârlığının gül suları
taş yastıklarda Zümrüdüanka kuşları
öğütler bunu bana
ADNAN ÖZER
***
Geçen ekim ayında ilk günü sabah ve öğleden sonra iki kez,
ikinci günü her öksürdüğümde ağzımdan kan gelince SEAH acile gittim. Ordan
göğüs hastalıklarına sevkedildim. Çekilen tomografi sonucu akciğer kanseri
bulgusuna rastlandı. Çekilen petsiti (sintigrafi) sonrasında araştırmalar
derinleştirildi. Böbrek üstü bezleri emar çekilerek, lenf ve tiroid bezleri yapılan
ultrasonografi sonrasında damardan zerkedilen renkli sıvıyla boyun tomografisi
çekilerek, daha sonra Kocaeli araştırmaya sevkimle akciğerim brokoskopi ve
sonrasında biyopsi yapılarak araştırmalar sonuçlandırıldı. İlk bulguların
aksine çok şükür kansere rastlanmadı. Akciğerimde mantar olduğu kesinleşti.
Ayrıca akciğer, lenf bezleri ve tiroidlerim enfeksiyon kapmış. Bunların
tedavisi için hastaneye yatmam gerektiği söylendi. Yarın SEAH’ın Entaniye
servisine yatacağım. Bu yüzden yazılarıma bir süre ara vereceğim sevgili okur
dostlarım. Benim içinde dua ederseniz sevinirim. Tekrar buluşana kadar hoşça
kalın.
Yayın Tarihi: 08.02.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder