30 Mayıs 2011 Pazartesi

GELDİM GELDİM!..

Merhaba sevgili okurlarım..

Geldim geldim kim der? Bir yere gidipte geri dönen, sadece geri dönen değil, gittiği yerden ısrarla çağrılan der. Nasıl der? Eğer tatildeyse ve gittiği yeri bırakamıyorsa bezgin ve bıkkın, belki de birazda kırgın bir ses tonuyla der. Ya özlenen aranan birisiyse ve bu nedenle ısrarla çağırılıyorsa? O zamanda “Patlama!” anlamında ve şımarık bir ses tonuyla der. Yazıma bu başlığı atarken ne demek istiyorum diye düşündüm. Çok bekletmedim ya demek amacıyla, birazda gidişiyle kusur işlemiş biri gibi utangaç tavırla “Geldim Geldim” dediğimi fark ettim. Yazılarıma ara vermiştim çünkü. Mademki geldim yazmaya başlayayım değil mi?

Son yazımda sizlere, izin isteyerek bir süre yazılarıma ara vereceğimi, çoktandır çıkamadığım geziye çıkacağımı söylemiştim. O geziye çıktım sonunda. Sekiz gün kaldım. İstanbul’un ilçesi Silivri’nin yazlık köylerinden Gümüşyaka’ya da bir Pazar günü uğradım. 1999 Depreminde kardeşim Coşkun Göle bizleri ailece alıp orada kiraladığı bir yazlığa götürmüştü. Bu açıdan da oraların benim için bir anlamı var. Her yer gibi Gümüşyaka’da gelişmiş. Başakşehir’den Gümüşyaka’ya giderken Galatasaray’ın yeni stadı Türk Telekom Arena’yı dışarıdan gördüm. Dev gibi bir stad. Çevresinde inşaatlar devam ediyordu. Yanı başında 25 katlı bir otel yapılıyordu. Bunlar bittiğinde oraları ne güzel bir çehre kazanacak kim bilir?

Geziler insanı zinde tutar, tazeler. Alışık olduğu çevreden çıkmak insana heyecan verir. Biraz çekingenler için ilk günler uyum sorunlarıyla geçebilir. Sorun aşıldıktan sonraysa her gün ayrı bir güzellikte geçer. Uyum konusu küçümsenecek şey değil ha.. gidilen yerin havası, suyu, yemekleri insanı bir hayli zorlar. Eskiden yapan kişiye göre değişen lezzette tencere yemekleri yapılmadığı; kebaplar, pideler ve lahmacunlarla sofra adabı değiştiği için artık bu konuda uyum sorunumuz kalmadı. Sevinmeli mi üzülmeli mi bilmem. Ama geceleme konusu bazı insanlar için geçmişte olduğu gibi sorun olmaya devam ediyor. Hele hele yatağından başka yerde uyuyamayana, yastık seçene..

Benim böyle sorunlarım yok çok şükür. Ne gittiğim yeri üzerim, ne kendim üzülürüm. O kadar kolay uyum gösteririm ki.. sanki kırk yıldır oralıymışım gibi. Kimi zaman kendime şaşarım. Aklıma sıla düşmez çünkü. Kısa bir geziye çıkanların eşini dostunu, anasını babasını, kısaca sevdiklerini çabucak özleyenleri pek samimi bulmam. Yaptıkları çocukluktan başka bir şey değil. Buradan benim yılışık sırnaşık biri olduğum sonucu çıkar değil mi? Ne yazık ki kimseyle ilk görüşte samimi olmam. Samimi olmam için önce kişiyi çok iyi tanımam ve ona alışmam gerek. Samimiyetimi hiçbir zaman seviyesiz duruma getirmem. Sözünü etmek istediğim şey birçok konuda uyum sorunu yaşamadığım gibi geziler sırasında da uyum sorunu yaşamadığımı belirtmekti.

Çabucak özlemin kucağına düşenler gittikleri yerlerin güzelliklerini fark edemezler. Oysa gezilerimiz sırasında yaşadığımız ortamdaki alıştığımız güzelliklerden, farklı güzelliklere yolculuk yapıyoruz. Bunu fark etmemek kayıptır bence. Günümüzde bu kişiler oldukça azdır sanırım. Eskiden böyle insan o kadar çoktu ki.. şimdi bir kişiye geziden söz edin yeter. Elinde valiziyle karşınızda bitiverir. Taşıma araçlarının artması, buna bağlı olarak çeşitlenmesi, üstünede karasal yolculuk için bir uçtan bir uca çoklu geçişe uygun yolların yapılmış olması geziseverlerin artmasını sağladı. Buna hava ve deniz yolculuğunun her keseye uygun tarifeler sunmasıda katkıda bulundu.

Her gidişin bir dönüşü vardır. Adı üstünde; gezi. Geziden geri dönülür. Dönülmeyen göçtür. Madem geziyoruz, o durumda doğal olarak geri döneceğiz. Geri dönüşün güzellikleri kendine özgüdür. Bekleyenleriniz tarafından kapıda karşılanmanın, özlemle sıkı sıkıya kucaklanmanın tadı bir başka. Gözlerindeki ışıltı yüreğinizi aydınlatır dostlar. Bunun için arada sırada kapsamlı geziler yapmakta yarar var. En az 3-5 gün, en çok iki hafta sürecek geziler yapmalı. Hayatı tazelemek için bu gerekli.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 30.05.2011

SAKATLAR HAFTASI ve ENGELLİ ADAY GÜRKAN CANOL

Bir sakatlar haftasını daha idrak etmeye başladık. Her yıl mayıs ayının 10 -16 günleri arası sakatlar haftasıdır. Bu yıl sakatlar haftasıyla seçim propaganda çalışmaları üst üste geldi. Sakatlar haftasının daha ilk gününde, önce MHP, ardından Sadet Partisi, son olarakta CHP, milletvekili adaylarıyla engellilerin sorunlarını dinlemek, bu sorunların çözümüne yönelik parti programlarını anlatmak için derneğimize geldiler.

Şunu hemen belirtmem gerek; bu seçim döneminde siyasi partilerimiz “engelliler” konularına özel yer vermişler. Geleceğin inşasında bizler için sevindirici bir gelişme. Ama ilimizde sadece CHP bir engeli kişiyi milletvekili adayı olarak gösterdi. Diğer partilerden de böyle bir davranış göstermelerini beklerdik. Çünkü engellinin halinden engelli anlar. CHP adayı Gürkan Canol’da bunu AKP engelli milletvekili Lokman Ayva’nın tekrar aday gösterilmemiş (bilmiyoruz; belki de kendisi aday olmak istememiştir, kimbilir?) olmasına üzüldüğünü, çünkü seçilirse parti ayırımı gözetmeksizin engelli sorunlarını halletmek için tecrübelerinden yararlanmak istediğini söyledi. Lokman Ayva’sız bir meclisin engelliler için büyük bir eksiklik olduğunu vurguladı. Kendisini takdir ettim. Sırf bu sözleri için kendisine şapka çıkarılır. Nasıl ki devlette devamlılık esas ise, engelliler konusunda da devlet için durum aynıdır.

Gürkan Canol’u 1975’ten beri tanırım. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu yönetimini, karikatürleriyle köşemden tanıdığınız kardeşim Coşkun Göle ile birlikte, aynı sınıfta okuyarak bitirdiler. Yeminli Mali Müşavirliğinin yanı sıra Türkiye Sakatlar Derneğinde genel başkan vekilliğini sürdüren Gürkan Canol derneğimizi ziyaretinde hem engelli, hem şubesi olduğumuz federasyonumuzun Genel Başkan Vekili oluşu nedeniyle “evime geldim” dedi. Gerçektende öyleydi. Bizi sayarak geldikleri için, şükran duygularıyla karşıladığımız diğer adaylara gösterdiğimiz misafirperverlikten farklı olarak, aynı evin bireyleri içtenliğiyle söyleştik. Sakatlar haftasının son günü olan 16 mayısta Atatürk Kapalı Spor Salonunda gerçekleştireceğimiz “Engelliler Masa Tenisi” turnuvasınında içinde olduğu şenliklere katılacağını belirtti.

Bilindiği gibi sakatlar haftasının her günü bir engelli gurubuna ayrılmıştır. Buna göre gün gün sakatlar haftası şöyle bir sıra izleyecek.

10 Mayıs Sakatlar Haftasının açılışı

11 Mayıs Görmeyenler günü

12 Mayıs işitme ve Konuşma Kusurluları günü

13 Mayıs Ortopedik Sakatlar günü

14 Mayıs Zekâ ve Ruhsal Özürlüler günü

15 Mayıs Güçsüz Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar günü

16 Mayıs Sakatlar Haftasına genel bakış.

Bu genel bakışla görülen güncedeki programda ilimiz ve ilçelerindeki ilgili dernekler etkinliklerde bulunacaklardır. Her birini milletvekili adaylarımız bu sebeple sanırım ziyaret edeceklerdir. Böylelikle sakatlar haftası sona erecektir. Seçim propagandaları 11 hazirana kadar devam edecek tabii.

Gürkan Canol’un gezi programını bilmiyorum. Belki seçim çalışmaları içinde bir iki kere daha “evini” ziyaret edebilir. Bildiğim bir şey var; engelli konusunda kesin taraf olduğudur. Çünkü kendiside bir engelli. Parti progamı içinde engelli konusuda var. Engelliler “aile sigortası” programı içinde ele alınmış. Buna göre engellisi olan aile, engellisi olmayan aileye göre daha çok destek alacak. Dikkat edin bu aile sigortası kapsamındaki bir destek. Engelli maaşı değil. Engelli maaşı verilmeye devam edilecek.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kabul ettiği 9 sigorta dalından biri olan “Aile Sigortası” 1971 yılında 1451 sayılı kanunla yürürlüğe girdiği şekliyle 8 sigorta dalı uygulanıyordu. Onlarda şunlardı:

Yaşlılık

Malüllük

Ölüm

Hastalık

İş kazası

Meslek hastalığı

Analık

İşsizlik

İşte bunların içine aile sigortası da konmak isteniyor. Aile sigortasının içinde neler var onlarıda alfabetik sırayla görelim.

Çocuk desteği

Eğitim desteği

Engelli desteği.

Sosyal uyum desteği

Yetişkin desteği

Bütün bunları kapsayan parti programı içinde Gürkan Canol ne yapabilir? Eğer iktidar olurlarsa engelli konusunun daha acil, daha öncelikli ve daha kapsamlı yer almasını sağlayabilir. İktidar olmazlarsa da muhalefet olarak bu konuları iktidara sürekli hatırlatıp engelliler yararına kanunların çıkarılmasını sağlayabilir. Birde kartvizitindeki TSD Başkan Vekili sıfatınıda eklerseniz mecliste daha çok dikkate alınması gerektiği için dikkate alınacağını düşünüyorum.

Sakatlar haftasının tüm engelli gurupları, engellilerimiz ve derneğimiz için verimli geçmesi dileğiyle..

***

Not:

Sevgili okurlar, sizlerden izin istiyorum. Bir süre sizlerden ayrı kalacağım. Ne kadar süreceğini bilmiyorum. Uzun süredir gerçekleştirmek istediğim bir geziye çıkacağım. En kısa zamanda buluşmak üzere hoşça kalın.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 13.05.2011

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 5

Ülkemizde bir yerin önemi ülke ekonomisine katkısıyla ölçülme alışkanlığı 1960’lardan sonra başlamıştır. Yabancı ülkelerden verdiğim örneklerde gördüğünüz gibi sadece ekonomik veya sadece sanat ve kültüre yönelik uzmanlaşmaya rastlamak mümkün değildir. Rastladıklarımız da küçük ölçekli yerel kalmaktan öteye gidemeyecek, belki günümüzde hayat bulamayan şeylerdir. Aşağıda kentlerimizin hangi yönleriyle öne çıktığının örneklerini göreceğiniz bir liste veriyorum. Bu listede (kültürel ve ekonomik) bazı izlere rastlarsınız, ama yeterli olmadığını fark edeceksiniz.

* Bursa’nın İskenderi, havlusu (bursa havlusu bir markadır, işte bu konu övüneceğimiz bir konu), kestane şekeri ve Arguvan şenlikleri (dünyadaki tek ağaç şenliği).
* Çanakkale’nin şehitliği (buna söylenecek söz olamaz, atalarımız kendilerini feda edip şehit olmasalardı bugün bir vatanımız olmazdı).
* Van’ın kedisi (bu Allah vergisi durumu çoğaltarak dünyaya tanıtırsak önemli bir duruma gelebilir).
* Adana’nın kebabı

* Afyon’un kaymağı (çok ünlü ama ünü yurt dışına da taşmalı) ve sucuğu.
* Gümüşhane’nin pestili ve kömesi (çok yerel, dünyaya nasıl tanıtılır? Ülkemizin her yeri bu ürünleri tanımazken..)
* Erzurum’un cağ kebabı ve soğuğu (soğuk Erzurumluların yaptığı bir şey değil, cağ kebabı da yerel kalan bir kebap).
* Malatya’nın kaysısı (dünyaya tanıtılan bir ürünümüz ve övüncümüz.)
* Denizli’nin horozu (buda Allah vergisi, ülke ekonomisine ne katkısı olur acaba?)
* Ankara’nın kedisi, keçisi (bu ikisi Ankara’ya özgü ama insanın katkısı soru işareti..) , simiti ve döneri..
* Eskişehir’in lüle taşı (bununla da tespih, sigara ağızlığı gibi bugün ekonomiye katkısı az turistik anı eşyası üretilebilir).
* Rize’nin çayı (ülke içi hatırı sayılır bir tüketim ürünümüz, üretimi dünyaya satacak kadar değil mi acaba?)
* Diyarbakır’ın karpuzu (bize İran’dan erken yaz döneminde karpuz gelir. Diyarbakır karpuzu dışarı çıkar mı acaba?)
* Tekirdağ’ın rakısı (bizim rakımızı Yunanistan anason koymadan “Metaksa” adıyla dünyaya satıyor).
* İnegöl’ün köftesi
* Isparta’nın halısı (gülüylede meşhur olan Isparta halıcılığıyla İran halılarından sonra bölgemizde ikinci sırada yer alır. Dünyada Çin halıcılığı İran’la çekişirken Isparta 3. sıraya razı olur).
* Konya’nın Mevlâna Türbesi (dünyanın anladığını pek sanmadığım, sadece görsel şölen olarak izledikleri Anadolu İslam yorumu)
* İzmir’in kızları (işte boş bir konu. Verdiğim örneklere göre konu bile sayılamaz aslında)
* Trabzon’un hamsisi, horonu (iki şeyde yerel kültür örneğidir. Bir fuar veya kenti büyütecek daha kapsamlı bir konu değil.)
* Çorum’un leblebisi (leblebiyi sevmeyen yok ama bu konuda Çorum'u büyütecek bir konu değil.)
* Kayseri’nin, pastırması ve halkının uyanıklığı (pastırma için ne dense azdır. Çok uyanık oldukları söylenen Kayserililer ne yazık ki bu konuda uyumuş)

Diğerleri de şöyle sıralanıyor

Aydın’ın İncir’i, Manisa’nın mesir macunu, Balıkesir’in höşmerimi, Antalya’nın Portakal’ı Amasya’nın Elma’sı, İzmit’in Pişmaniye’si, İzmir'in Saat Kulesi, körfezi, İzmir-Tire’nin Şiş Köftesi, Manisa-Salihli’nin Odun Köftesi, İstanbul-Şile’nin Şile Bezi, (işte dünyanın Türk icadı olarak bildiği tek üründür.)İstanbul’un Boğaz Köprüleri,

Ayvalık’ın tostu, İzmir’in jantları, Gaziantep’in baklavası, fıstığı, Mersin’in tantunisi,
Tekirdağ’ın köftesi. Çankırı’nın kaya tuzu ve kaya tuzu madenleri, leblebisi
Sakarya’nın köftesi, Bolu dağının sisi, Giresun’un fındığı, Samsun’un tütünü, Safranbolu’nun evleri - lokumu, Selçuk’un Efes’i – Meryemana’sı, Şirince’nin evleri - şarabı, Aydın’ın Efesi,
Düzce’nin Ahçısı, Kahramanmaraş’ın dondurması, Kütahya'nın çinisi, Mardin'in tarih kokan evleri, Zonguldak’ın taş kömürü, Susurluk’un ayranı, Adana’nın şalgam’ı, Kars’ın eski kaşar peyniri, İzmir-Çeşme’nin Kumru’su (sandviç),

***

İstanbul bir ülke modelimidir? Bence evet. İstanbul’un ürettikleri ile meşhur semtlerini sıralamaya ne dersiniz? İçlerinde doğal olarak üretim dışı konularda meşhur olanlarda var

Kanlıca’nın yoğurdu, Vefa’nın; bozası, Sarıyer’in böreği, Çengelköy’ün salatalığı,
Ortaköy'ün kumpiri, Sultanahmet'in köftesi, (tabi onca tarihi yapının yanı sıra)
Beykoz’un paça çorbası, Paşabahçe’nin cam fabrikası, Çengelköy’ün hıyarı (belki de şimdi gökdelenlerin tepesinde yetişiyordur, yetişiyorsa) Bakırköy’ün ruh ve sinir hastalıkları hastanesi. Kavak’ın midyesi, Beşiktaş’ın çarşısı, Kumkapı’nın meyhaneleri, balık hali,
Bebek’in badem ezmesi, Moda’nın dondurması, Tuzla’nın köfte ve Mantısı, Çamlıca’da manzarası ile akla gelir. Kadıköy’ün de Salı Pazarı vardır. Bostancı’nın Lunapark’ı (kente hareket verecek bir konu değil.)
Taksim, istiklal caddesi ile... Tarlabaşı, sokaklarda asılı çamaşırları ile... Kağıthane, lale devri ile... Alibeyköy, taşan deresi ile... Dolapdere’nin Apik İşkembecisi, Üsküdar Kız Kulesi ve minibüs durakları arkasındaki herkesin bilmediği arabacı kokoreççileri ile meşhurdur. Etiler; akmerkezi. Kadıköy; kurbağlı deresi Karaköy; tatlısı, tüneli ve hırdavatçılarıyla bilinir.

Gelelim kentimize. Bulunduğu coğrafyanın bahşettiği ılıman iklim kentimiz için büyük bir fırsattır. Buradan hareket edecek olursak yapılmayacak şey yok dememiz gerekir. Peki ne yapılmalıdır, bu kent hangi alanda model olabilir?

Sizce Sakarya bir sanayi kenti mi olmalı, tarım ve hayvancılığa mı önem vermeli? Aynı zamanda bir eğitim kenti olduğu gibi, sanayi kenti, tarım kenti, sağlık kenti olduğunu söyleyebiliriz. Turizm kenti olduğu da kabul edilir bir gerçek. Ticaret kenti olduğunu çarşıların dolup taşması göstermiyor mu? Her iktidar döneminde türeyen zenginler kentimizde de türediler. Onlarda iyi para harcıyorlar. Pıtırak gibi AVM’lerin ve marketlerin açılması başka nasıl açıklanabilir?
Karaman’da çimento fabrikası kurulacağı söyleniyor. Her akar suyumuza hidroelektrik santrallerle termik santral kurulacağını duyuyorum. Çelik fabrikası da sırada var mı?
Ülkemizin verimli toprakları üstünde kurulu olan kentimiz genişledikçe verimli toprakları yok edilmiyor mu?

Bunların hepsi iyi güzelde neden bizde uzmanlaşma yok? Hangi kentimizde bu saydıklarımızdan bir veya bir kaçında, yada hiç umulmadık bir alanda uzmanlaşma olduğunu söyleyebilirsiniz. Yazı dizimizi bu amaçla hazırladım ve burada bitiriyorum. Bakalım bizden sonraki nesiller bu kenti nereye taşıyacaklar? Kentimiz öncü bir kent olacak mı, yaşarsak göreceğiz.


BİTTİ


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 11.05.2011


ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 4

Özel konuları olan ve bu konularıyla dünyaca bilinen kentlere dünya kamuoyu tarafından o konunun başkenti sıfatı yakıştırılıyor. Bugün de böyle özel konularla uzmanlaşan ve bu konularla anılan kentlere ayırdığım yazı dizimize devam ediyorum

SANATIN BAŞKENTİ FLORANSA

Müzeleri, sanat galerileri, heykelleri, tarihi binaları ve eydanlarında resim yapan sokak ressamlarıyla buram buram sanat kokan bir şehir olan Floransa, her yıl milyonlarca sanatsever gezgini ağırlıyor..

Kuzey İtalya’daki Toskana bölgesinin başkenti olan Floransa ya da İtalyanların deyişiyle Firenze, Avrupa’nın en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biridir. Bir dönem Eski İtalya Kralığı’nın da başkentliğini yapan Floransa, Arno nehri çevresinde kurulmuştur. 500 binlik nüfusu çevresindeki yerleşim alanlarıyla birlikte 1 milyona yakındır. Kent, geçmişte olduğu gibi bugün de İtalya ve Avrupa’nın en önemli sanat ve ticaret merkezlerinden biridir...

İtalyan Rönesans’ının doğum yeri olarak bilinen Floransa, kültürü ve mimarisiyle dünyaca ünlü bir turizm kentidir. Şehirde önemli sanat galerileri ve müzeler bulunmaktadır. Leonardo da Vinci ve Michelangelo, bu kentte yetişmiş dünyaca ünlü sanatçılardır. Yine ünlü yazar ve şair Dante Alighieri, bu şehirde yaşamış ve ilham almıştır.

***

KÜTÜPHANE BAŞKENTİ WASHİNGTON

Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi (Library of Congress) ABD'nin ulusal kütüphanesidir. Dünyanın en büyük ve en önemli kütüphanelerinden olan kongre kütüphanesi Washington, D.C.'de bulunmaktadır. Ayrıca ABD’de yer alan en eski federal kültür yapısıdır.

Koleksiyonunda 470 dilde, 29 milyondan fazla kitap ve diğer yayınlar, 58 milyon el yazması, içlerinde Gutenberg İncili'nin de bulunduğu Kuzey Amerika'nın en büyük nadir kitap koleksiyonu, bir milyonun üzerinde hükümet belgesi, son üç yüzyılda, dünyada yayınlanmış bir milyon gazete sayısı, 33.000 ciltlenmiş gazete sayıları, 500.000 mikrofilm, 6000'in üzerinde karikartür dergisi, dünyanın en büyük hukuki belgeler koleksiyonu, filmler, 4.8 milyon harita, müzik notaları ve 2.7 milyon işitsel kayıt bulunur.

TEKNOLOJİ BAŞKENTİ TOKYO

Dünya Teknoloji Başkenti Tokyo’dur. Bu gün bilinen her çeşit günlük el araçlarından yapı sistemlerine kadar bir çok alanda dünyaya örnek bir kenttir. Bütün Japon halkı gibi çok okuyan, çok çalışan ve çok üreten bir halkı vardır. Bunun sonucunda karşılaştıkları deprem ve savaş yıkıntılarına rağmen gelişerek ve daha da güçlenerek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Japonların karşılaştıkları bunca yıkımlı felakete bir başka ülke karşılaşsa dayanamazdı. Japonlara dayanma gücü veren bilim ve teknolojiye olan merak ve bağlılıklarıdır. Tokyo bu konuda en büyük paya sahiptir. Şehrin merkezinde hendekler ve geniş bahçelerle çevrili İmparatorluk Sarayı yer alır. Sarayın doğusunda, Japon iş dünyasının merkezi olarak nitelendirilen Maranouçi semti bulunur; kuzeydoğusunda ise pek çok üniversitenin ve basımevinin bulunduğu Kanda semti uzanır.

Japonya’nın kültür merkezi olan Tokyo’da pek çok müze, kütüphane ve üniversite bulunur. Ueno Parkı’nda Tokyo Milli Müzesi, Tokyo Milli Bilim Müzesi, Hayvanat Bahçesi ve Batı Sanatı Milli Müzesi yer alır. Japonya’daki üniversite ve yüksekokulların büyük bölümü Tokyo’dadır. Tokyo Üniversitesi dışındaki başlıca milli yükseköğretim kurumları Tokyo Teknoloji Enstitüsü, Hitotsubaşi Üniversitesi ve Tokyo Güzel Sanatlar Üniversitesi’dir.

ÇİÇEKÇİLİK BAŞKENTİ AMSTERDAM

Hollanda topraklarının yarısı deniz seviyesinin altındadır. Hollandalılar kendi ülkelerine bu yüzden “alçak ülke”; “Netherland” diyorlar. Amsterdam ise kanallar şehri. 100’ün üzerinde kanal var Amsterdam’da. Kanallar için üretilmiş özel vapurlarla seyahat başkenti farklı bir açıdan gözlemleme fırsatı veriyor. Kanallar şehri 90 adacığa bölmüş ve 400 tane köprünün kurulmasına neden olmuş. Kentteki arazi azlığı nedeniyle evler ve otoparklar çok değerli.

Amsterdam Hollanda’nın başkenti olmasına rağmen Meclis Lahey’dedir. Hükümet Lahey’den ülkeyi yönetir. Amsterdam kentinin içinde rastlayacağınız yemyeşil parklar Hollanda’nın klasik ve vazgeçilmez manzaralarından. Her ne kadar ülkenin toprakları az da olsa insan hayatına verilen önemden olsa gerek park, bahçe gibi insanların doğayla baş başa kalabileceği, spor yapabilecekleri, dinlenebilecekleri yerleri ihmâl etmemişler. Bu park ve bahçelerde birbirinden farklı çeşit çeşit çiçekler görmeniz mümkün. Zaten Hollanda’ya ‘Avrupa’nın çiçek bahçesi’ denilmesi de bundan.

Hollda’nın çiçek hali sabahın erken vaktinde hareketlenmeye başlıyor. Gelen çiçekler açık artırmada satışa sunuluyor ve sonrasında da tüketiciye ulaşmak üzere yola çıkıyor. Çiçek halinin geliri yıllık 2,2 milyar Euro. 3500 kişi çalışıyor çiçek halinde. Saat sabah 04.00’te açılıyor ve 06.30’da açık artırma başlıyor. Erken saatlerde fiyatları yüksek olan çiçeklerin, açık artırmanın bitimine yakın fiyatları düşüyor. Afrika’da üretilip buraya getirilen çiçekler yine Kara Kıta’ya satılmak üzere geri dönüyor. Burada 1200 çeşit güle rastlamak mümkün. Bir o kadarda lale üretimi vardır ki lale üretiminde dünyada tektirler.

Dünyada belli başlı konularla öne çıkan kentler aynı zamanda gelişmiş batılı ülkelerin kentleri. İçlerinde gelişmiş bir ülke kenti ama doğulu olan sadece Tokyo’ydu. Buda gösteriyor ki; bilim, sanat, ticaret gelişmenin ana unsurudur. Bunu elde eden ülke dünya ülkesi, kentler de yerellikten kurtulup dünya kenti olur.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 09.05.2011

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 82


Merhaba sevgili okurlarım. Geçen hafta sizlere Orhan Veli Kanık’ı başka şiirleriyle de olsa ikinci kez sunmuştum. Okuyanlar hatırlayacaktır, şiirlerinden söz ederken, kurucusu oldukları “Birinci Yeni” akımının diğer iki şairi; Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat’ın adını anmıştım. Bu hafta “Birinci Yeni”nin bu ünlü iki şairinden Melih Cevdet Anday’ın şiirlerine yer vereceğim. Bu şiirler 1940-50 yılları şiirleridir. Okurken bu gün geldiğimiz noktayı göstermesi açısından da bence önemli şiirlerdir. Tıpkı Orhan Veli’nin şiirleri gibi, sade bir dille yazılmış şiirlerdir. Beğeneceğinizi umuyorum.

...

ATATÜRK'ÜN BİR SAATI VARDI

Atatürk'ün bir sözü vardı

Yediveren bir gül gibi açardı

Atatürk'ün bir atı vardı

Etilerden beri yaşardı

Atatürk'ün bir resim vardı

Buğday tarlası gibi ağardı

Atatürk'ün bir saatı vardı

Durmadı

Melih Cevdet ANDAY


***

FALTAŞI

Havada kuş yok

Yaprak kıpırdamıyor

Deniz bir kalıp olmuş

Boşandı boşanacak

Çın çın ötüyor sessizlik

Gerilmiş kolum bacağım

Faltaşı gibi bekliyorum

Tıkanacağım.

Melih Cevdet ANDAY

***

FOTOĞRAF

Dört kişi parkta çektirmişiz,

Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi...

Anlaşılan sonbahar

Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli

Yapraksız arkamızdaki ağaçlar...

Babası daha ölmemiş Oktay'ın,

Ben bıyıksızım,

Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.

Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;

Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?

Oysa hayattayız hepimiz.

Melih Cevdet ANDAY

***

GÜNEŞTE

Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz

Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana.

Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk

Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı.

Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları.

Bir araba geçti incelmiş yoldan

El salladı biri, belki tanıdık,

Belki değil, süreksizliğin eşanlamı.

Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar

Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı,

Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya

Dalgınlık, deniz ve sardunya.

Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini

Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz

Hangi derinlikte dölleyerek denizi

Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya.


Ve ocaktan çorbanın kokusu geldi demin

Burun deliğine kedinin ve köpeğin.

Rafta kitaplar, mavi bir şişe ve gül

Donmuş kalmışlar tek başlarına.

Duvarda bir resim, resimde kalabalık

Köy alanı, çocuklar, çember ve zaman.

Breughel nasıl da toplamış bunca

Ortaklığı ve uyumu biraraya,

Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz.

Güneşte her şey çözülür gider bir yana.

Melih Cevdet ANDAY

***

HER GECE BÖYLE DEĞİLİM

Benim de öyle akşamlarım vardır.

Kapıdan girince anama sarıldığım,

Çocuklara karamela ve çekirdek getirdiğim,

Meyhaneye uğramadan çakır keyif,

Düşmanım yok,

Gündeliğim cebimde,

Küfretmeden

Öyle tasasız döndüğüm akşamlar..

Benim de öyle akşamlarım vardır.

Her gece böyle değilim.

Melih Cevdet ANDAY

***

HİROŞİMA

Büyükbabam, babam, ben

Küçük oğlan, kız, damat...

Gelişimiz teker tekerdi

Gidişimiz cümbür cemaat.


Melih Cevdet ANDAY

***

MEDENİYET

Şu haline bak da utan

Ne okuma bilirsin ne sayı

Ne üstünde var ne başında

Ne midende ne kursağında

Bari gel de görgünü arttır

Medeniyet öğren ayı.

Yemek masası nedir, peçete nedir,

Çatal bıçak nedir gör!

Giymek şart değil ya,

Ayakkabı gör, gömlek gör,

İngiliz kumaşı gör, naylon çorap gör,

Jartiyer bile görsen faydası var.

Tarak deyip de geçme

Saçını tara da gör

Kafan nasıl işlemeye başlar.

Kanalizasyon gördün mü sen hiç?

Gel de kanalizasyon gör,

Yemek şart değil ya,

Döner kebap gör, su böreği gör,

Ekmek gör be ekmek,

Ne görsen faydası var!

Melih Cevdet ANDAY

***

MEDENİYET

Şu haline bak da utan

Ne okuma bilirsin ne sayı

Ne üstünde var ne başında

Ne midende ne kursağında

Bari gel de görgünü arttır

Medeniyet öğren ayı.

Yemek masası nedir, peçete nedir,

Çatal bıçak nedir gör!

Giymek şart değil ya,

Ayakkabı gör, gömlek gör,

İngiliz kumaşı gör, naylon çorap gör,

Jartiyer bile görsen faydası var.

Tarak deyip de geçme

Saçını tara da gör

Kafan nasıl işlemeye başlar.

Kanalizasyon gördün mü sen hiç?

Gel de kanalizasyon gör,

Yemek şart değil ya,

Döner kebap gör, su böreği gör,

Ekmek gör be ekmek,

Ne görsen faydası var!

Melih Cevdet ANDAY

***

Sırada gene kendi şiirlerim var. Şair Hasan Hüseyin’in dediği gibi “Uzun eski sevda satıcısıyım sevda satarım/Sevda satar aç yatarım çağlar üstüne.”

...

86

Hazanı bahar gözüyle

seyretmek mümkün olmasa bile,

ölümü hayat bilmek gerek yar.

Tek boyuta sıkışıp kalmamak için

ölümü hayat bilmek gerek.

Aşkla aşkınlaşmak hayattan,

ölümü oyun saymaktır.

Ölümü ve oyunu

hayat bilmek gerek canım

hayat bilmek!..

Aydın Göle

16 eylül 2003

***

87

Yaşamak çingenenin şarkısıdır

Söylenir söylenir doyulmaz

Ağlarken de gülmek karışır gözyaşlarımıza

Tutunmadan bir dala düşersin kanlı sulara

Her düşeni ırmaklar taşıdı denizlere

Yaşamak çingenenin şarkısıdır

Söylenir söylenir doyulmaz

Şarkılarla bağlar bizi kendine çapkın

Aydın Göle

16 eylül 2003

***

88

Ay gördüm gülümsüyordu

Gülümsemesi kalbimi yordu

Cananı gördüm sırılsıklam hüzün

Omuzlarında ağırlığı güzün

Sonraki durakta mutluluk bekliyordu

Bilmiyordu

Aydın Göle

14 ekim 2003

***

89

Odanın içinden dışarısı bahar

Çıkmak gelir içimden kırlara

Dışarıdayken içerisi sıcak ve davetkâr

Soğuk sonbahar akşamlarında

Yalnızım ya, içim buz

Isıtacak yer yok, ocak yok

Aydın Göle

16 eylül 2003

***

90

Yapışkan hüzünler

Ve sarı kehribar üzümler ayı

Eylülü vurdum alnından

Yarası kanamıyor

Kalleş motifler gergeflerde adımı haykırıyor

Sevdanın hatırına eylülü öldüren benim

Ellerimi kelepçelere

Boynumu ilmeklere uzattım

Sevda olmayacaksa hayat mecburiyet

Ben hiçbir şeye mecbur değilim

Aydın Göle

16 eylül 2003

***

Bugünlükte bu kadar sevgili okurlar. Haftaya tekrar buluşamayacağız, iki haftalık bir geziye çıkacağım. Döndükten sonra kısmet olursa gene birlikte oluruz. Şimdilik hoş ve hoşça kalın. Hepinize mutlu hafta sonu tatilleri dilerim.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 08.05.2011

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 3


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Yazı dizimize başlarken amacım, bu günden yarına ulaşmaya çalışan kentimizin özel konulu kentleri örnek alarak, kendi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmesine uygun, coğrafik özelliğinin dikkate alındığı bir alanda uzmanlaşması gerektiğini vurgulamaktı. Devam ediyoruz.

MÜZECİLİĞİN 2. BAŞKENTİ LONDRA

2000 yıl önce bir kaç bin kişilik bir Roma şehri olarak kurulan Londra bugün yedi milyon insanın yaşadığı, her yıl milyonlarcasının ziyaret ettiği kozmopolit bir şehir.

British Museum Türkiye dahil pek çok ülkeden gelmiş olan tarihi eserleri barındırıyor. Londra müzeleri denince ilk akla gelen tabii ki canlandırma müzelerinin en ünlüsü Madame Tussaud. Atatürk dahil pek çok ülkenin politikacı ve sanatçılarının mumyasının yer aldığı bu müzeye girişte her zaman uzun kuyruklar oluşur. Oxford Circus metro istasyonundan önceden bilet almak sureti ile kuyrukta beklemekten kurtulabilirsiniz. Müzelere giriş, 3-10 pound arasında.

British Museum ücretsiz.

KLASİK MÜZİĞİN BAŞKENTİ VİYANA

Almanca “Wien,” Osmanlıca “Beç” denen Viyana, Avusturya’nın başkenti ve en büyük şehri, aynı zamanda ülkenin 9 eyaletinden yüzölçümü bakımından en küçüğüdür. Klasik müziğinde başkenti olan Viyana; parkları, görkemli operaları, kafeleri, şnitzel (tavuk eti yerine dana etinin galeta ununa bulanarak pişirildiği bir çeşit yemek) ve pastaları ile hem gözünüze, hem gönlünüze hem de midenize hitap eder. Sanat, doğa ve edebiyat tutkunları için cennetle eşdeğer bir şehir olan Viyana aynı zamanda birbirinden lezzetli yemeklerin de kentidir.

PURONUN BAŞKENTİ HAVANA

En iyi rom ve en iyi kahvenin ülkesi Küba’nın, aşk ve ihtilallerinde ülkesi olduğunu söyleyebiliriz. Küba’nın başkenti olan Havana, adıyla anılan purolarında başkentidir. Puronun dünyanın en fakir ülkesinde üretilip, zenginliğin simgesi olması ayrıca dünyanın çelişkisidir. Bildiğiniz gibi iş adamı figürü, mutlaka ağzı purolu figürle simgeleşmiştir.

FUARCILIĞIN BAŞKENTİ BRUNO

“Fuar, ticaretle ilgili ürün ya da hizmetlerin, teknolojik gelişmelerin, bilgi ve yeniliklerin tanıtımı, pazar bulunabilmesi ve satın alınabilmesi, teknik işbirliği, geleceğe yönelik ticari ilişki kurulması ve geliştirilmesi için, belirli bir takvime bağlı olarak, düzenli aralıklarla

genellikle de aynı yerlerde gerçekleştirilen bir tanıtım etkinliğidir.

Fuarlarda alıcı ve satıcılar çeşitli iş anlaşmaları gerçekleştirmek üzere biraraya gelmektedirler.
Zaman açısından sınırlandırılmış aktiviteler olup, çok sayıda katılımcı, bir veya birden fazla ekonomik dalın önemli ürünlerini sergilemekte ve ağırlıklı olarak sanayi toptancılarına, sanayi tüketicilerine ve büyük miktarlarda satın alanlara örnek ürünler tanıtmaktadır.”

İşte böyle faaliyetleri bir dönem için değil, çeşitli konularda yılın tamamını kapsayan biçimde düzenlediği için haklı olarak fuarcılığın başkenti Çek Cumhuriyeti’nin ikinci büyük şehri olan Bruno’dur. Kiliseleriyle ve her yıl düzenlenen Grand Prix’le de ünlüdür.

Brno’da, her yerde kolay kolay bulunmayan, belkide dünyada tek, Genetik Müzesi bulunmaktadır. Genetik pek ilginizi çekmese bile, müzeyi ziyaret ettiğinizde hiç de sıkılmadığınızı fark edeceksiniz. Müzede dönem dönem farklı sergiler de olabiliyor.

Bruno’da yer alanTugendhat Villa,” mimarideki Bauhaus akımının en klasik örneklerinden biri olarak sayıldığı için UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alır. 1992 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’yı birbirinden ayırma kararı bu villada alınmıştı.

Brno Fuar Merkezinin 80 Yıllık Geçmişi BVV Hakkında Gerçekler ve Önemli Noktalar:

*2008 yılı BVV için gerçekten özel bir yıl. 2008 yılı Brno Fuar Merkezinin 80 yıllık geçmişine ve Uluslararası Mühendislik fuarının 50. yıldönümününe damgasını vuruyor.

*BVV Trade Fairs Brno ve Brno Fuar Merkezi, Orta Avrupa Ticari Pazarında fuarların buluşma noktası olmuştur.

*BVV her yıl düzenlemiş olduğu 40 adet fuar ile Orta Avrupa Fuar İşletmeciliği Pazarında %30’luk payını koruyor.

*BVV fuarlarının çoğu ( Autosalon, Autotec, IDET, MSV, IBF ) belirli sanayi dallarına hitap eden prömiyerler şeklindedir.

*BVV her yıl yeni rekorlara imza atıyor. 2007 yılı istatistiklerine göre 455.000 m2 fuar alanı üzerinde 10.700 katılımcı,1 milyonun üzerinde ziyaretçi ile yaklaşık 60 milyon Avro gelir elde edildi.

*BVV Çek ve Orta Avrupa ekonomisini ve ilgili sanayilerin eğilimlerini gösteren bir vitrindir.

*Başlıca BVV fuarlarına yüksek oranda uluslararası katılımcı ve ziyaretçinin iştirak ettiği kayıtlara geçmiştir.( %30 )

Özel konulu başkentler ülke başkentleri değil, gördüğünüz gibi uzmanlık gerektiren özel konuların başkentidir. Konular o kadar çok ki, saymakla bitmez. İçlerinden görece de olsa önemli bulduğum konuların başkentlerini keşfetmeyi sürdüreceğim.

DEVAM EDECEK

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 2


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Kentlerin uzun uzun tarihlerinden söz ederek sizleri sıkmak istemiyorum. Amacım kentler neden bir konuda daha çok öne çıkıyorlar, onu göstermek. Batı hayranlığıyla bunları gösterecek de değilim. Gelecekte kuracağımız kentlere katacağımız özellikler için ön fikir verebilirsem mutlu olacağım. İkinci olarak Paris’i seçtim.

ZEVKİN BAŞKENTİ PARİS

Yaklaşık 2000 yıllık bir tarihe sahip, dünyanın en romantik kenti Paris, aynı zamanda beğeni, zevk, haz, ağız tadı ve doyumun (batılıların bütün bunları kapsayan deyişiyle ‘gusto’nun) merkezidir. Mutfağıyla, mimarisiyle, kültürüyle, sanatıyla, felsefesiyle, modasıyla bir yaşam biçimi sunar.


Yüzyıllardır dünyanın en romantik, en artistik, sanatsal, edebi, filozofik şehirlerinden biri olarak bilinen Paris, sadece Fransa'nın değil, modanın, sanatın, gastronominin ve parfümerinin de başkentidir! Paris'te dünyaca ünlü Fransız mutfağının en iyi örneklerini en başarılı şeflerin elinden tadabilme şansını yakalayabilir, ünlü kafelerinde keyifli saatler geçirebilirsiniz. Dünyaca ünlü tüm markaların en şık butiklerini görme şansını yakalayabilir, fakat tüm bunlar için tahmin ettiğinizden çok daha fazla para harcayabilirsiniz! Görecekleriniz karşısında kendinizi durdurmazsınız

Kent, dev bir salyangoz

Kentin kurulumu tam bir salyangoza benzer ve bu salyangozlar büyüyen daireler şeklinde devam eder. Dolayısıyla diğer çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi 1. bölge ile 18. bölge birbirlerine en uzak yer olmak zorunda değildir. Aksine en yakın iki nokta da olabilirler.Paris'in sınırları yüzyıllardır çok belli ve belki de dünyanın en derli toplu şehirlerinden biri.

Bu kent, Kastamonu’nun K’sı İzmir’in İ’si Trabzon’un T’si Aydın’ın A’sı diyerek kodladığımız bir kelimede P harfi varsa Paris’in P’si demek zorunda kaldığımız bir kent. P harfi ile başlayan ilçelerimizden biri acilen il yapılsın biz de kelime kodlarken bu dertten kurtulalım. Şaka bir yana bırakalım ve konumuza devam edelim.

Paris, dünyanın önemli moda merkezlerinden biri, ayrıca da Haute Couture’un doğduğu yer, prêt- à- porter (hazır giyim) teriminin yaratıcısı. 19. yüzyılın sonu, 20.yüzyılın başından beri Lanvin, Poiret, Vionnet , Chanel, Dior, Balenciaga ya da YSL, Christian Lacroix gibi birçok ismin doğduğu yer. Bunlar modanın devleri.

MODANIN BAŞKENTİ MİLANO

Milano, Kuzey İtalya'da, Lombardiya Bölgesi'nin başkenti, İtalya’nın ikinci büyük şehri. Keltler tarafından Mediolanum adıyla kurulan ve tarihi M.Ö 400 yılına kadar uzanan Milano, bugün 1,3 milyonluk nüfusuyla, şöhretli mağazalarından gökdelenlerine kadar, kentsel heyecanın nabzının attığı mali ve ticari bir merkez konumunda.

Ülkenin ve Avrupa'nın en gelişmiş ve en zengin şehirlerinden biri. Otomotiv ve moda sektörü şehrin en önemli gelir kaynağı. Özellikle Paris ve New York gibi dev metropollerle beraber modada en önemli merkezlerden biri.

MÜZECİLİĞİN BAŞKENTİ NEWYORK

NewYork moda kadar müzecilikte de iddialı bir kenttir. Dünyanın en iyi müzeleri bu kenttedir. Sinema ve televizyonculuktan tutunda oyuncak ve seks aletlerine kadar içerdiği binlerce değişik nesneyi sunan müzeler vardır.

Görülmesi gereken ilk 10 müze şunlardır;

*American Museum of Natural History (Doğa Tarihi Müzesi),

*Metropolitan Museum of Art (İzlenimcilerden Pollack’a kadar herkes burada),

*Ellis Adası Göçmenler Müzesi,

*Solomon R. Guggenheim Müzesi (Modern sanatın en iyilerinden... Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı mimarisiyle çağdaş zamanların en görkemli binalarından),

*Lower East Side İlk Yerleşimciler “Tenement” Müzesi,

*Frick Collection (Zerafet ve şıklık adına herşey orada),

*Intrepid Deniz, Hava ve Uzay Müzesi ( dev uçak gemisi),

*Rose Center for Earth and Space (Doğa Tarihi Müzesi içinde dev bir küre,),

*Moma QNS ( dünyanın en zengin modern sanat koleksiyonlarından birine sahip müze),

*Whitney Museum of American Art (Amerikan sanatı üzerine en önemli koleksiyonların biraraya getirildiği müze).

Farkındaysanız büyük kentler bazı özel konularda uzmanlaşarak öne çıkmışlar. Her biri ayrı bir hikâyeye sahip. Bunların arasında kimi kentler konuları kadar büyük bile değiller. Onuda ilerleyen bölümlerde göreceğiz.

DEVAM EDECEK

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

ÖZEL KONU BAŞKENTLERİ 1


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Herkes için doğup büyüdüğü kent çok önemlidir. İnsan daha sonra nerde yaşarsa yaşasın, o kent insana masal kenti gibi görünür. İşin bu yanı bir yana bırakılıp gerçeklerle yüzleşmek gerekirse asıl olan kentlerin sunduğu yaşama kalitesidir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde öne çıkan kentler yaşam kaliteleri kadar, içlerinde barındırdığı özelliklerle de bilinirler. Kimi tarihsel, kimi sanatsal, kimi endüstriyel, kimi ticari merkezler olmayı başarmışlardır. Kentimiz Sakarya’da böyle bir süreçten geçmektedir. Yazı dizimizi kentimiz Sakarya’nın muhtemel gelişmesinin neleri kapsaması veya içermesi konusuyla bitireceğim.

Ülkemiz her bölgede ayrı ayrı öneme sahip, tarihsel dokusu olan, yeni yeni özellikler kazanan kentler bakımından oldukça zengindir. Bu zenginlik yereldir ve bugün ekonomik hayata katkısı olmayan özelliklerdir. Hepsinin tarihsel, dinsel ve edebi önemi vardır ama bir veya bir kaçı dışında hiçbiri günümüz şartlarına uygun uzmanlık düzeyine erişmiş değildir.

Turizmin başlangıcı, bütün dinlerdeki kutsal yerleri ziyaret demek olan hac’a dayanır. Semavi ve kimi batîni dinlerde “hacı” olmak vardır. 20.yy ikinci yarısında batılı ülke ekonomilerinin gelişmesi sonucu artan refahla birlikte turizm boyut değiştirerek yaygınlaşmıştır. Mesleki ve estetik uzmanlıklarda turizmin gelişip artmasına yol açmaktadır. Dünyanın teknoloji devrimiyle ulaştığı son nokta budur. Artık turizmin çeşitliliği çok zenginlerin tekelinde değildir. Herkese bütçesine uygun turizmi seçme imkânları sunulmaktadır. Dünya bu yönüyle de küçülmüştür. Ulaşılamaz kentler artık nerdeyse hiç yoktur.

Özellikleriyle öne çıkan kentlere örnek olarak ilk kent hangisi olsun diye düşündüm. İnsanlık kadar eski bir kenti, üç büyük din için tarihsel önemi nedeniyle Kudüs’ü seçtim. İzin verirseniz dinlerin başkenti Kudüs’le başlayalım

DİNLERİN BAŞKENTİ KUDÜS

Dünyanın en eski ve en kutsal sayılan kentlerinden biri olan Kudüs, tek tanrılı üç büyük dininin, inançlarının toplandığı, birbiriyle yarıştığı ve çarpıştığı bir merkez olma özelliğini taşır. Şehrin ufacık bir köşesi ise bugüne kadar süregelen mücadelelerin odak noktasını oluşturuyor. İşte bu köşecikte üç dinin kutsal mekânları yer alıyor: Mescid-i Aksa, Kutsal Mezar (Kamame) Kilisesi ve Ağlama Duvarı.

İlk Tunç Çağı’ndaki adı “Tanrının kurduğu yer” anlamına gelen Uruşalim olan Kudüs’e, Romalılar döneminde Aelia deniliyordu. Bu ad, Arap egemenliğinin ilk dönemlerinde de kullanılmıştı. Daha sonra El-Kudüs (El-Kuds) ve Beytü’l-Makdis adlarını almış olan Kudüs kentinin, Latince adı Jerusalem; İbranice adı ise Yeruşalayim, “Barışın görüldüğü yer” anlamına geliyor. Ancak kentin kurulduğu günden beri 36 savaşa sahne olduğu ve 18 kez yakılıp yıkıldığı biliniyor. (Bazı kaynaklara göre 100 savaş görmüş, 32 kez de yakılıp yıkılmış.) Musevi din adamlarının, “Kudüs dünyanın gözbebeğidir, ona düşen bir kıl bile bütün dünyayı rahatsız eder” sözü sanki bu savaşları doğruluyor.

Kısaca andığımız tarihiyle görüldüğü gibi Kudüs semavi dinlerin ortak başkenti olması nedeniyle hiç paylaşılamamıştır. Kudüs’ün paylaşılamamasının temelinde, yerleşim bölgelerinin yani Müslüman, Hıristiyan ve Musevi mahalleleri ile kutsal mekanların birbirlerinden net çizgilerle ayrılamıyor olması yatıyor. Ayrıca bir dinin kutsal mekanları, diğer iki din için de kutsal sayılıyor. Mescid-i Aksa Camii, Müslümanların olduğu kadar Museviler için de kutsal bir mekânda bulunuyor. Hıristiyanlar için kutsal olan Kutsal Mezar Kilisesi, iki camiinin ortasında yer alıyor. Ağlama Duvarı, Hz. Peygamber’in Mirac gecesinde Burak adlı atını bıraktığı yer olarak biliniyor.

Bugün şehirdeki dört mahalleli bölünme (Müslüman, Hıristiyan, Ermeni ve Yahudi mahalleleri) temelde bu kutsal mekânların etrafında örgütleniyor. Ağlama Duvarı’nın Mescid-i Aksa’nın batı duvarında olması ve Kamame Kilisesi’ne giden Hıristiyan Haç Rotası (Via Dolorosa)’nın yine Mescid-i Aksa’nın kuzey sınırından geçmesi, mahallelerin neden içiçe olduklarını ve paylaşım meselesinin Mescid-i Aksa’yı üzerinde taşıyan Harem-i Şerif (Mabed Tepesi)’te kilitlendiğini daha iyi anlatıyor. Bu nedenle Yahudiler Harem-i Şerif’ten bahsederken Kudüs’ün Kalbinin Kalbi anlamına gelen “Lev libo sel Yeruşalim” diyorlar.

Kudüs işte bu nedenle dinlerin başkentidir.

Din konusunu burada bırakıp diğer konu başkentlerine geçelim.

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 02.05.2011


ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 81

Tilkinin dönüp dolaştığı yer kürkçü dükkânıdır deyimini, gidenlerin geri geleceğini bilenler kullanır. Aslında o söz bir sonu anlatır. Tilki kürkü nedeniyle kürkçü dükkânına düşer. Zalimce bir sondur ne yazık ki. Söylenegelen anlamıyla gerçek örtüşmese de bu deyimi bilinen biçimiyle benim bugünkü ikinci kez “Orhan Veli Kanık” şiirlerini aktarmamada diyebiliriz. Neden ikinci kez Orhan Veli Kanık derseniz, Türk şiirinde bir dönüm noktası olduğu için derim. Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’la birlikte şiirde süslü sözcükle şiir yazma geleneğini yıktılar. Bu türde yazdıkları şiirlerle “Birinci Yeni” akımı (ki bu akım başka şairlerle başka amaçlarla 2, 3 diye devam etti) adını aldılar. Bu akımla kafiye tamamen dışlanmadı ama serbest vezin daha çok önem kazandı. Günlük dille, günlük dertler olağan akışıyla dile getirilen bu şiirler, olağan üstü başarılı oldu ve çok sevildi. Kendi adıma söylersem, hayal aleminden çıkarak, gerçeğe bakışla bile şair olunduğunu gösterdiler diyebilirim. Sözü fazla uzatmadan sizi Orhan Veli şiirleriyle baş başa bırakıyorum.

...

ALTINDAĞ

Biri bir koca görür rüyasında:
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, şehire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
Şen Yuva Apartımanı, bodrum katı.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye;
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.

ORHAN VELİ KANIK

***

AVE MARİA

Rüzgâr tersine esiyor... Niçin?
Eski günler geri mi gelecek?
Kımıldıyor kozasında böcek
Bildiği hayata doğmak için.

Neden içimize doldu vehim?
Ah ümit, ümit yollar boyunca
Düşünmez miydi akşam olunca
Hacer’in kollarında İbrahim

Ve gemisinde Kleopatra?
Neden yine kaynaştı havalar?
Saadet mi getiriyor rüzgar
Dolarak erguvan atlaslara?

Elimize değen kimin eli?
Kimdir bu muammalarla gelen?
O mu helezonlara yükselen,
Saba ellerinin en güzeli?

Sesler mi çözülüyor derinde,
Nedir durup dinlediklerimiz,
Şarkı mı söylüyor Semiramis
B
abil’in asma bahçelerinde?

Omzundan örtüler kaydı yere.
Kim bu, kim? alnımızdaki yazı:
Gözlerinde günahının hazzı
Gülüyor saz benizli bakire.

ORHAN VELİ KANIK

***

BAHARIN İLK SABAHLARI

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: "Sıkıntılar duradursun!"
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.

ORHAN VELİ KANIK

***

BUĞDAY

Düzüldü uçsuz bucaksız alay,
Çıngıraklar çalar kapılarda.
Düzüldü uçsuz bucaksız alay,
Bak, son hasat başladı rüzgarda.

Okundan ayrılmak üzere yay,
Kuyuların ağzı genişledi.
Okundan ayrılmak üzere yay,
Korku ta kemiğime işledi.

Savruluyor gökyüzünde buğday,
Gölgeler uzaklaşıyor yerde.
Savruluyor gökyüzünde buğday,
Tanrım! tanrım! Bir deva bu derde.

Düzüldü uçsuz bucaksız alay,
Çıngıraklar çalar kapılarda.
Düzüldü uçsuz bucaksız alay,
Bak, son hasat başladı rüzgârda.

Undan bize de pay, bize de pay,
Koşun, buğday dağıtıyor Yusuf.
Undan bize de pay, bize de pay,
Çökmeden sonu gelmeyen küsuf.

Eriyecek tencerede kalay,
Çocuklar ağlaşmasınlar dağda.
Eriyecek tencerede kalay,
Yetişmeyecek Ömer imdada.

Altında aynı eğer, aynı tay;
Arayıcısı herkes bir sesin.
Altında aynı eğer, aynı tay;
Seferi aynı köye herkesin.

Artık kuruldu bu kervansaray,
Boşuna düşünür ihtiyarlık.
Artık kuruldu bu kervansaray,
Şimdi seslerle dolu mezarlık.

ORHAN VELİ KANIK

***

DEDİKODU

Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpegündüz?
Melahat’i almışım da sonra
Alemdar’a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata’ya dadanmışız;
Kafalari çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla’yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın’ı söyletme hikâyesi?

ORHAN VELİ KANIK

***

KUYRUKLU ŞİİR

Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimkisi aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.

Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak tanrının günü.

ORHAN VELİ KANIK

***

DELİKLİ ŞİİR

Cep delik cepken delik
Yen delik kaftan delik
Don delik mintan delik
Kevgir misin be kardeşlik

ORHAN VELİ KANIK

***

Bu şiirlerin arkasından her zaman yaptığım şeyi; kendi şiirlerimi beğenilerinize sunuyorum.

...

82

Orkestralar darmadağın

Nefeslilere su kaçmış

Yüksek gerilim verilmiş tellerine

Yayları kırılmış yalıların

Klavyeler öksüz, çalan eller ölmüş

Senfoniler susmuş

Kakafoniye kaldı tüm meydanlar

Aydın Göle

11 eylül 2003

(Kakafoni: uyumsuz ses, ses karmaşası)

***

83

Ne yerdeyim ne gökte kaç gündür

Artık mekânım yok, sığamam hiçbir yere

Sütler kesilmiş, ekmekler ekşimiş

Atlar koşmuyor, köpekler havlamıyor

Fareler kedi kovalıyor çatılarda

Tavşanlar saat başı doğuruyor kaygıyı

Dünyayı ele geçirecekler

Kadere dur diyemiyorum

Sürükleniyorum

Aydın Göle

11 eylül 2003

***

84

Gezdiğim her yer yabancı

Bir tanıdık yüz görsem boynuna sarılacağım

Memleketim ben sendeyim

Sen benden kaçıyorsun fersah fersah

Neden bu his canım, söyle neden

Sinem ateş ormanı, göremezsin

Sigaranı sinemden yakabilirsin

Dikkat et yüzün yanmasın

Başını dayama sineme, karışmam

Teselliler kâr etmiyor, ama sen tesellimsin

Senin varlığın tesellimdir canım

Sevda yorgunuyum

Çok yalnızım

Sende olmasan

Ne yapardım.

Aydın Göle

11 eylül 2003

***

85

Saki mey sun canânıma

O canân ki, yardan daha candır

Benden ayrı demleniyor, ama olsun

Canânıma sen gene mey sun

Bir tabakta meyve..

İçinde ille şeftalide olsun

İki küpe kiraz

Başı dönüyor biraz

Dili dolaşıyor

Gülmekten ölecek

Güldükçe güzelleşiyor, görmüyor musun

Maşallah de lütfen!..

Yıldızı düşük, aman nazara gelmesin

Eeee o kimin canânı

Yarışamam onunla, ne pis içiyor

Midesi mide değil, sünger mübarek

Saki, canânıma…

Aydın Göle

14 eylül 2003

...

Haftaya gene şair ve şiirlerle olmak dileğiyle, iyi pazarlar sevgili okurlar.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 01.05.2011