30 Mart 2011 Çarşamba

JAPONYA DEPREMİNİN ARDINDAN: KORKULAR 1

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Çocukluğumdan beri olagelen felaketlerin büyük çoğunluğu hep geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde meydana geldi. Gelişmiş ülkelerde de meydana gelen felaketlerde vardı ama onlar iş hacimlerinin, iş tecrübelerinin yanı sıra, ellerindeki kaynaklarla bu felaketleri çabuk atlattıkları için, dünya gündeminden çabucak düşmesine sebep oluyordu. Diğerleri belki bir asırda elde ettikleri servetlerini birkaç saniyede yitirince toparlanmaları kolay olmuyordu. Bir yandan doğal afetler, bir yandan büyük devletler bu ülkelerin göz açmasına fırsat vermiyordu.

Deprem sonrasında sözde yardım amacıyla gelen bazı ülkeler, 17 ağustos 1999 yılında Marmara depreminde olduğu gibi uzun yıllar gitmezler. Felaketle canı yanmış ülkelerin yapılarını değiştirebilecek adımları atmaktan çekinmezler. Bizde bu kişiler misyonerlik faaliyetleriyle az denemeyecek sayıda yurttaşımızı Hıristiyan yapmışlardı.

Çok gelişmiş bir ülkede, 12 mart 2011 cumartesi sabahı Japonya’da, 8,9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Türkiye saati ile sabah 07.46’da meydana gelen depremin yerin 24 km. altında meydana geldiği ve merkez üssünün Tokyo’nun 380 km kuzeydoğusu olduğu açıklanmıştı. Yaklaşık 2 bin 100 km. uzunluğundaki sahil şeridi üzerindeki onlarca şehir depremden etkilendi. İlk önce 93 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Daha sonra bu sayı 400’e kadar çıktı. Bu kadar büyük bir deprem için bile, geliştirdikleri yapı sistemiyle insan kaybını en aza indirmeyi başarmışlardı. Gel gelelim deprem başka felaketlerinde doğmasına neden olarak, dev deniz dalgaları demek olan “tsunami” ile kıyılar sular altında kalınca can kaybı sayısı 10.000’lerle açıklanır oldu. Şimdide Japonya’yı nükleer sızıntı tehlikesi bekliyor. Depremden sonra kapanan Fukuşima’daki nükleer santralin soğutma sisteminde mekanik bir arıza meydana geldiğini ve bunun henüz giderilemediğini açıklayan hükümetin ardından öncelikle Japonya’nın komşularının, sonrada bütün dünyanın ilgisini kapıda bekleyen bu tehlike çekti. Rüzgâr ve yağmurlarla Çernobil faciasından çok daha büyük bir facianın doğabileceği endişesi yayılmış durumda. Bu tehlike bir günle, yada bir aylada sınırlı değil. Yıllarca havada kalacak radyasyon rüzgârlarla çok geniş alanlara yayılabilecek. Yağmurlarla yer yüzüne indiğinde de sulara, oradan bitkilere ve sebzelere karışabilecek.

Yazımızın sonunda bu konuya dönmek üzere tarihte kaydı tutulmuş bazı büyük depremleri ve sonucunda yaşanan insan kayıplarını görelim.

Dünyada yaşanan büyük depremler:

1: Meksika 1985 yılında 8,1 şiddetinde 10.000 kişi hayatını kaybetti
2: Guatemala 1976 yılında 7,5 şiddetinde 22.778 kişi hayatını kaybetti
3: Peru 1970 yılında 7,8 şiddetinde 66.794 kişi hayatını kaybetti
4: Şili 1939 yılında 8,3 şiddetinde 28.000 kişi hayatını kaybetti
5: Fas 1960 yılında 5,9 şiddetinde 12.000 kişi hayatını kaybetti
6: Cezayir 1980 yılında 7,7 şiddetinde 11.000 kişi hayatını kaybetti
7: İtalya 1908 yılında 7,5 şiddetinde 110.000 kişi hayatını kaybetti
8: İtalya 1915 yılında 7,5 şiddetinde 29.980 kişi hayatını kaybetti
9: Türkiye 1999 yılında 7,4 şiddetinde 17.118 kişi hayatını kaybetti

10: Türkiye 1939 yılında 8,0 şiddetinde 32.962 kişi hayatını kaybetti
11: Ermenistan 1939 yılında 8,9 şiddetinde 25.000 kişi hayatını kaybetti
12: İran 1990 yılında 7,7 şiddetinde 50.000 kişi hayatını kaybetti
13: İran 1968 yılında 7,3 şiddetinde 12.100 kişi hayatını kaybetti
14: İran 1978 yılında 7,8 şiddetinde 15.000 kişi hayatını kaybetti
15: İran 1962 yılında 7,3 şiddetinde 12.230 kişi hayatını kaybetti
16: Türkmenistan 1948 yılında 7,3 şiddetinde 110.000 kişi hayatını kaybetti
17: Tacikistan 1907 yılında 8,1 şiddetinde 19.800 kişi hayatını kaybetti
18: Pakistan 1935 yılında 7,5 şiddetinde 30.000 kişi hayatını kaybetti
19: Hindistan 1905 yılında 8,6 şiddetinde 19.000 kişi hayatını kaybetti
20: Hindistan 2001 yılında 7,7 şiddetinde 19.988 kişi hayatını kaybetti
21: Hindistan 1991 yılında 6,3 şiddetinde 10.000 kişi hayatını kaybetti
22: Nepal 1934 yılında 8,4 şiddetinde 10.700 kişi hayatını kaybetti
23: Çin 1974 yılında 8,0 şiddetinde 20.000 kişi hayatını kaybetti
24: Çin 1933 yılında 7,4 şiddetinde 10.000 kişi hayatını kaybetti
25: Çin 1927 yılında 8,3 şiddetinde 200.000 kişi hayatını kaybetti
26: Çin 1920 yılında 8,6 şiddetinde 200.000 kişi hayatını kaybetti
27: Çin 1932 yılında 8,0 şiddetinde 70.000 kişi hayatını kaybetti
28: Çin 1976 yılında 8,0 şiddetinde 242.000 kişi hayatını kaybetti
29: Çin 1975 yılında 7,4 şiddetinde 10.000 kişi hayatını kaybetti
30: Japonya 1923 yılında 8,3 şiddetinde 143.000 kişi hayatını kaybetti
31: Endonezya 1917 yılında 7,4 şiddetinde 15.000 kişi hayatını kaybetti

...

Dünya üzerinde şu ana kadar ölçülebilen en büyük deprem 22 mayıs 1960 Şili depremidir. Büyüklüğü 9.5’tir

...

Dünyada ölü sayısı en çok olan deprem 2 şubat 1556 yılında Çin’de meydana geldi. Bu depremde 830 bin kişi hayatını kaybetti.
...

28 temmuz 1976 günü yerel saatle 03.00’te doğu Çin Tanguhan’da yaşanan depremin şiddeti ise 8.2, ölü sayısı 750.000’dir.

...

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com



Yayın Tarihi: 28.03.2011


28 Mart 2011 Pazartesi

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 77

Merhaba sevgili okurlar. Kış gitti gidiyor derken, martın içine gizlenerek geri gelmez mi? Kimse “bu sene kar yağmadan kış geçirdik” diyemeyecek. Düşen üç cemreden sonra karda yağdı. Sizlere sunacağım ilk şiir böyle bir mevsimde açan zerdali ağacına nasihat şiiri. Ben çok sevdim. Bu şiirle birlikte Cahit Külebi’den 5 şiir seçtim. Pazar keyfinize keyif katmak umuduyla..

...

ZERDALİ AĞACI

Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım,
Aklın ermeden.

Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım,
Pişman olursun sonra.

Şimdi okşar da hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgar
Küçük zerdali ağacım,
Bakma güzel gitsin havalar.

Sallasın dalların çocukların gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım,
Sonra donarsın

Zemheri bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım.

Cahit Külebi

...


ALACAKARANLIKTA

Akşam karanlıklarla sarmaş dolaş
Sen de sarılmışsın yalnızlığına,
Taksiler kurşun gibi gelir geçer
Troleybüsler salına salına.

Tek tük kadınlar aydınlatır caddeyi.
Genç kızlar beyaz neonlar gibi.
Ortancalar gül rengi ışık saçar,
On beşine varmamışlar masmavi.

Sen de yalnızlık saçarsın.
İçmeye korkarsın, efkâr basar.
Ağlayamazsın elâlem var.
Şapkanı bile çıkaramazsın
Saçlarını uçurur rüzgâr...

Gittim deniz kıyısına oturdum.
Akşam karanlıklarda sarmaş dolaş,
Ben de denize akıyordum
Irmaklar gibi yavaş, yavaş...

Cahit Külebi

...

BİR UMUT

Yorgunsun, uzaklardan gelmişsin,
Yitirmişsin ne varsa birer birer.
Bir sağlık, bir sevinç, bir umut
Onlar da nerdeyse gitti, gider.

Dost bildiğin insanların yüzleri
Aynalar gibi kapkara.
Suyu mu çekilmiş bulutların
Dönmüşsün kuruyan ırmaklara.

Taşlara düşen saat gibi
Ne artı ne eksi.
Bir sağlık, bir sevinç,
bir umut Hikaye hepsi..

Cahit Külebi

...


GEL SENİNLE RESİM YAPALIM

Gel seninle resim yapalım.
Bir yüz çizelim ince,
Küçük nezleli bir burun
Ve gözler zeytin iriliğinde.

Sonra bir gelincik, ince bir boyun,
Soyulmuş bademden daha ak bir ten,
Öyle bir yüz ki seher vakti
Mutluluk estirsin güneş doğarken

Ve saçlar çizelim, bulutlar,
Türküler, masallar gibi,
Hepsinin üstüne sonra
Kocaman bir insan yüreği.

Öyle bir yürek ki sevgiyle
Arkadaşlıkla, mutlulukla dolsun,
İsterse ondan sonra
Bütün şairler ölsün.

Cahit Külebi

***

Okuyacağınız şiir bir besteyle karşıma çıktı. Söyleyen sanatçı Yaşar Kurt’tu. Yaşar Kurt’u bana tanıtıp sevdiren Volkan Yıldız arkadaşımdır. Bu şiir bana şimdi olmayan bir çok şeyi hatırlattı. Bizim Pamukova kavunlarımızı meselâ..

...

İSTANBUL

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır

Fakat içimde şarkı bitti.

Cahit Külebi

***

Sırada her zaman olduğu gibi kendi yazdığım şiirler var. Küçük şiirler bunlarda.. 72 numaralı şiir sembolist ve karamsar bir şiir. Ardından gelen şiirle bu karamsarlığı dağıtmaya çalışıyorum.

*1*

Dudakların korlu, kalbin karlı sevgilim

Sen öpsen dudaklarımı asırlarca yanarım

Dudaklarını öpsem, erimez mi kalbinin karları

Asmalar yeşermez mi yaprak yaprak

Üzüm üzüm gülmez mi bahar

Aydın Göle

8 ağustos 2003

***

71

Gözlerin iki kor

Bakışından yanmayan yok

Kalbin kartepe, yaz-kış kar

Sana tutulupta ölmeyen mi var

Mezarlarında mutlu yatar aşıkların

Aydın Göle

11 ağustos 2003

***

72

Pencerelerden içeri bakar dolunaylarda

Kapişon karanlığında gizli yüzlü yalnızlık

Elinde şemsiye, kendinden saklanır, ıslanmamak için

Ortalıkta şenlik mi var

Bir sandalye ip atlıyor

Oturanı yok

Kuzey yıldızından buz gibi notalar geliyor

İçimizi ürperten bir melodi

Dinleyeni yok

Kelebekler uçuyor gece gece

İnsan suratlı kelebekler

8 numara miyop gözlük gözlerinde

Ellerinde golf sopaları

Kalpleri atıyorlar deliklere

Aydın Göle

12 ağustos 2003

***

73

Bir yıldız kaydı suda yüzen suna gibi

İçimde umudun sıcaklığı

Talihten mutluluk diledim, seni verdi

Ömrümün armağanısın bir tanem

Aydın Göle

11 ağustos 2003

***

İyi pazarlar sevgili okurlar. Soğuk bir haftanın ardından sıcak günler bizi bekliyor. Bu sıcaklıkla birlikte bahar kıpırtılarını içimizde duyalım artık değil mi? Haftaya kendi şiirlerimle birlikte bir başka şairin şiirleriyle buluşmak umuduyla hoşça kalın.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 13-27.03.2011


SUÇ İŞLEYENE CEZA, ENGELLİ MAĞDURA DEĞİL.

Cinsellik oldum olası netameli konudur. Ülkemizde1970 sonrası, sanayileşerek kalkınmanın önemsenmesiyle birlikte artan nüfus sonucu batı bölgeleri, iç ve doğu Anadolu’dan yoğun bir şekilde göç alınca, küçük birer kasaba olan kentler kabuğunu kırdı. İkinci dünya savaşının ardından başlayan turizm, 1960’larda yaşanan “seks (cinsellik) devrimi” denen olgu ile birleşince, dünyanın tabu olarak kabul ettiği “cinsellik” konusu yoğun göçle kimlik değiştirmeye başlayan kentlerimizi de etkiledi. Kapitalizm; yükselen değer olarak kabul ettirdiği bireysel özgürlüğü, toplumculuğun önüne koyarak, satacak ürün yelpazesine cinselliği de kattı. Daha iki binli yıllara gelmeden, cinsel ürünlerin, ülkemiz gazete ve dergilerinde de reklamlarını gördük.

Henüz sanayileşememiş kentlerimizde süren töre baskısı nedeniyle cinsel açlığın sürdüğünü görebilirsiniz. Batıya göç eden gençlerin çok azı, geldikleri yerin törelerine bağlılıklarını sürdürüyorlar. Buna bağlı olarak cinsel kimliği ifade biçimi göç edenlerde de alabildiğine serbesttir.

Bütün bunlara rağmen ülkemizin gelişmiş kentlerinde bile cinsel suçların işlenmediği gün yok nerdeyse. Hele engelliler üzerinden sapıklıklar o kadar çok ki.. eğer engelli kadınsa, yandığının resmidir. Birde zihinsel engelliyse sonucu siz düşünün.

Zaten zor bir çocukluk geçirmiştir. Sanki ben farklı bir çocukluk mu geçirdim? Bir sokak öteye gitsem hilkat garibesi gibi o sokağın çocuklarınca taşlanır, yada düşürülmek için çelmelenirdim. Ama zihinsel engellilik bin beter durumdu. Bırakın çocukları, koca koca adamlar bile onlarla oynamaya, alay etmeye doymazlardı. Zihinsel engelli bir kız biraz serpilip güzelleşti mi vay haline. Hadi güzelleşene neyse ne diyeceğim de, sokaklarda yaşayan, pislikten yüzü görünmeyen, zihinsel engelli zavallı insancıklara bile tecavüz edenler var bu ülkede, bunlara ne diyeceğiz?

Ne yazık ki gazetelerde böyle haberlerde okuyoruz. Şimdiki adıyla “Mado,” eski adıyla “Şemsiyeli park”ın önünden zihinsel engelli bir kadın geçerdi. Sokaklarda yaşardı. Üstü başı leş gibiydi. Esnafın verdiği yiyeceklerle karnını doyururdu. Bir gün o kadına tecavüz edildiğini duyduğumda insanlığımdan utandım. Kadıncağız hamile bile kalmış. 1990 yıllarımıydı, unutmuşum. Belkide zihinsel engelli o zavallı kadın bugün yaşamıyordur.

Bu tip olaylara karşı yetkililer bir takım tedbirler alma girişiminde bulunurlar. Örnekse; basınada yansıyan Kocaeli Sosyal Hizmetler Kurulu toplantısında diş hekimi Sevil Çağlar, tecavüze uğrayan engelli kızların kısırlaştırılmasını istemesi örnek olarak gösterilebilir. Bu ne demek biliyor musunuz? Sapıklara tecavüzleri sırasında “korkmanıza gerek yok” demektir. Yani sapıkları, yeni sapıklıklar yapmaları için ödüllendirmek, tecavüze uğrayanları cezalandırmak demektir.

Bu mantığa göre suç işleyenleri yakalayamıyoruz, öyleyse suçluları yalnız bırakmak için vatandaşı hapse tıkalım. Emredersiniz efendim, hemen..

Kanunlar masumları korumak için yapılır dense de siz inanmayın. Baksanıza her türlü yükümlülük suçluları affediliyor, yükümlülüklerini yerine getirenlerse af zamanı enayi konumuna düşüyorlar. Yukarda sözünü ettiğim konu bundan pek farklı değil.

Bana kalırsa suçu işleyene ceza verilmeli. Bu durumda cezayı tecavüzcü almalıdır. Hükümet geçende partili 8 millet vekili tarafından “tecavüzcünün hadım edilmesi” için verilen kanun teklifini görüşürse bir çok mağduru sevindirmiş olacaktır. Engellinin engeli ne olursa olsun, engelli kim olursa olsun, cinsiyet farkı gözetmeksizin bu azgınlar dünyasında korunmalıdır. Biz engellilerde bu vatanın birer onurlu üyesiyiz. Bunun için suç işleyene ceza uygulansın. Engelli mağdura değil.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 25.03.2011



YENİ BULUŞLAR 2


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Nerde kalmıştık?

“İlaç kullanma alışkanlığımız dillere destandır. Doktora gitmeyi pek sevmeyiz ama en küçük sıkıntımızda çare olacak ilaçları keşfetmekte üstümüze yok! Sadece kendimiz kullansak neyse.. Eşe dosta da içtiğimiz ilacı önerir, hatta şeker ikram eder gibi sevdiklerimize her türlü ilacı ikram ederiz. Aksırsak yanımızdakine “verilecek ilacın var mı,” deriz.

Geçenlerde bir tanıdığım benden viagra istediğinde ne şaşırdım anlatamam. Ben 55’ime basıyorum ya bunun muhtemel olacağını düşündü herhalde. Kendisine mecazi anlamda Yeşilaycı olduğumu anlatamadım. Bu haber henüz elime geçmemişti “örümceğe kendini ısırt” diyemedim.

İkinci haberimizde bu konuda..”

Demiş ve yazımızı burada bitirmiştik. Kaldığımız yerden devam edelim.

***

ABD orijinli muz örümceği ısırığının dört saat süren cinsel fonksiyona neden olduğu ortaya çıktı.

Güney ve Orta Amerika’da görülen, muz örümceği ya da Phoneutria nigriventer adıyla bilinen bir örümceğin tek bir ısırığının dört saat süren cinsel fonksiyon gibi yan etkileri olduğu ortaya çıktı. Georgia Tıp Fakültesi uzmanları, örümceğin bu özelliğinin, fonksiyon bozukluklarıyla ilgili tıbbi müdahalelerde çığır açabileceğini düşünüyor.

Doktor Kenia Nunes, “Bu örümceğin zehri, zengin karışıma sahip moleküller içeriyor. Bu yüzden bir insan bu örümcek tarafından ısırıldığında farklı semptomlar gözlemleniyor. Bunlar arasında sürekli fonksiyon haline neden olan priapism de bulunuyor” dedi.

Öte yandan bu ısırığın başka yan etkileri de var. Uzun süreli cinsel fonksiyon kas kontrolünün kaybı, şiddetli acı ve zorlukla nefes alma sonucunu doğuruyor. Eğer panzehir verilmezse kişi, oksijen yetersizliğinden ölebiliyor.

Ancak Doktor Nunes’a göre, örümceğin yan etkilerinden hem kadınlar hem de erkeklerde cinsel fonksiyon bozukluklarının tedavisinde yararlanılabilecek. Cinsel Tıp dergisinde yayınlanan araştırmasında Nunes, fareler üzerinde yapılan deneylerde zehirdeki toksinin cinsel fonsiyon bozukluğunu normalleştirebildiğini anlatıyor.

Örümcek zehri, Viagra gibi ilaçlardan farklı bir şekilde çalışıyor. Nunes, “Bazı hastalar geleneksel tedaviye cevap vermiyor, bu alternatif bir tedavi olabilir” diye konuştu.

***

Son yeni buluş haberimizi okuyalım önce. Ardından söyleyeceklerim var.

...

Ulusal İstatistik ve Analiz merkezi, Amerika'da şu ana kadar meydana gelen motorlu taşıt kazalarında 5474 kişinin öldüğünü ve 448,000 kişinin de yaralandığını açıkladı. Bu ve benzeri açıklamalar sıkça karşımıza çıkıyor fakat çözümler genelde saçma ya da limitli kalıyordu. Ta ki BMW bizi, üzerinde çalıştığı yeni teknolojilerden haberdar edinceye kadar...

BMW'nin üzerinde çalıştığı yeni sistem, sürücü ve yolcuların herhangi bir şekilde ellerini ya da gözlerini yoldan ayırmadan telefonları üzerinden e-mail atabilmelerine, kısaca mesaj yazabilmelerine olanak tanıyacak. Nasıl mı? Sadece ses ile verilen yönlendirmelerle... BMW'nin hali hazırda kullandığı sesli aktivasyon sistemine göre çok daha derin bir yapıya sahip olacak yeni sistemde, söylenen her söz kelimesi kelimesine algılanacak ve yazılacak.

Yapılabileceklerse sadece yazı yazmak olarak düşünülmemiş. Tasarım hayata geçtiği andan itibaren; yazılarımızı silebilme, taşıma ya da yapıştırma gibi işlemleri de ses komutları ile yapabileceğiz. Geliştirme aşamasında olan sistemse, üç yıl içerisinde son kullanıcıyla buluşacak ve üretilecek yeni BMW'ler içerisinde opsiyon olarak bulunacak.

BWM mühendisleriyse, şoförlerin şu an da fiziksel olarak yapmak zordu kaldıkları bütün işlemleri en kısa zamanda ses yardımı ile yapılabilir hale getirmeye çalışıyorlar.

***

Birkaç ay önce tam otomatik, bilgisayarlarla uçak gibi yönetilen, yol güzergahını beynine yazmak dışında hiçbir şey yapmayacağınız, güvenli yolculuk sunan otomobillerden söz etmiştim. Bu otomobiller algılayıcıları aracılığıyla hava durumuna göre duracağı mesafeyi bile ayarlayarak peşine takıldığı aracı o mesafeden takip ediyorlardı. Buna göre BMV’nin bu haberi beni çok şaşırtmadı. Yalnız bu otomobiller biz engelliler için biçilmiş kaftan olabilir. Ne el ne ayak kullanmadan yolculuk yapabilirse, eminim isteklisi çok olur. Ama ben burada bir sakınca görüyorum. Üst üste birden fazla komut vermek gerekse bu mümkün olmaz. Bir insan el ve ayaklarıyla araç kullanırken aynı anda dört işi bir arada yapabiliyordu. Bir eli klaksonu çalarken bir eli direksiyonu çeviriyor, ayakları gaza veya frene basıyordu. Şimdi tek sürücü yetmez gibi geliyor bana. İnsanın ağzı, bazı uzuvları gibi çifter çifter değil. Ne yazık ki ağzımız tek.

BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 23.03.2011


YENİ BULUŞLAR 1


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Yeni buluşlara ne kadar ilgi duyarsınız, yeni görüşler dikkatinizi ne kadar çeker? Bu tip şeylerle hiç uğraşmam derseniz yağmurda şemsiyesiz yürüyorsunuz demektir. İnsanın doğanın bir parçası olduğu ve hiç değişmemesi gerektiğini düşünenlerden olsanız bile aşırı yağmur sonunda gelen sel baskınından korunmak için daha yüksek yer aramak gibi yeni buluşlara ve yeni görüşlere de kayıtsız kalmamak gerektiğini sonunda kabul edersiniz. İnsanı insan yapan doğal ortamını sürekli değiştirmek istemesidir. Yeni buluşlar ve yeni düşüncelerde doğal ortamı değiştirme isteğinin bir sonucu.

Her zaman belirtiyorum; bilgisayarımda haber programları kurulu. Oradan sürekli bilgiler yağıyor. Kimi zamanda kullandığım google chrome tarayıcısının otomatik dil çeviricisi sayesinde her ülkenin basın sitelerini tarzanca da olsa Türkçe’ye çevrilmiş olarak okuyorum. Oradan da bazı yayınlar dikkatimi çekiyor. Bu yayınların çoğu gazetelerimizde yer buluyor. Bugün sözünü edeceğim haberler böyle haberler.

İşte ilki.. Bu habere göre cep telefonlarını dinlemek artık çok kolay. Ebeveynler için bu güzel bir haber olsa gerek. Biz ifratla tefrit arasında gezen bir toplum olarak küçük yaşta çocuklarımıza cep telefonu veriyoruz. Onlar GSM şirketlerinin sınırsız konuşma ve sınırsız mesajlaşma tarifelerinden yararlanarak en azından derslerini aksattıklarını düşünmeyiz bile. Öncelikle cep telefonu, sonrasında internetle (artık 3G sayesinde bu ikisi iç içe) yavrularımızın “gençlik heyecanları” sonucu istenmeyen yönlere kayıp hayatlarını karartabileceklerini aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Çevremizde böyle örnekler çok! Haberlerde yitirilen genç hayatlara üzülmeyenimiz var mı? Sanmıyorum. Bu habere ben bu gözle baktım. Devletin, özel kişi, kurum ve kuruluşların telefon dinlemeleriyle ilişkilendirmezsek bu haber bence ilginç. Bu buluşu kötüye kullanmakta mümkün. Eğer yaygınlaşırsa kimsenin özel hayatı kalmaz. Yasal düzenlemelerle buna izin verilmemesi, bir düzene konularak, sadece ebeveynlerin güvenlik amacıyla kullanması sağlanabilir.

Haberimiz aynen şöyle:

***

Cep Telefonu görüşmelerinin dinlenebildiği uzun süredir bilinen bir gerçek. Ancak bunun ne kadar kolay yapılabileceği Berlin’de düzenlenen Chaos Communication Conference’ta ispat edildi. Binlerce dolarlık teçhizat, mahkeme izni gibi şeylerle uğraşmak yerine tanesi 15 dolardan dört tane Motorola telefon, bir dizüstü bilgisayar, açık kaynak kodlu bir yazılım ile

sadece 3 dakikada GSM görüşmelerini gizlice dinleyebilmek mümkün.

Karsten Nohl ve Sylvain Munaut adlı iki güvenlik uzmanı, konferansta yaptıkları denemede yukarıda saydığımız teçhizatı kullanarak GSM konuşmalarını kaydetmeyi başardı.

Kullandıkları Motorola telefonlara kendilerinin geliştirdiği yeni bir firmware yükleyen uzmanlar, bu sayede cihazların GSM ağı üzerinden daha fazla veri almasını sağlamışlar. Dinlenilmesi istenen telefonun yerini, gönderildiği cihazda gözükmeyen “sessiz SMS” göndererek bulan uzmanlar, daha sonra bu yolla hedef cihazın kullandığı ağ kimliğini de

tespit edebiliyorlar.

Böylece ağ üzerindeki hangi verilerin kaydedileceği de belirlenmiş oluyor. Bundan sonra geriye sadece şifrelenmiş verileri çözmek kalıyor. Nohl ve Munaut’un konferansta bu şifreyi kırması ise sadece 20 saniye sürdü. Toplam işlem ise 3 dakikada tamamlandı. Karsten Nohl ve Sylvain Munaut bu işlemi GSM ağlarının ne kadar güvensiz olduğunu göstermek için yaptıklarını açıkladılar.

***

İlaç kullanma alışkanlığımız dillere destandır. Doktora gitmeyi pek sevmeyiz ama en küçük sıkıntımızda çare olacak ilaçları keşfetmekte üstümüze yok! Sadece kendimiz kullansak neyse.. Eşe dosta da içtiğimiz ilacı önerir, hatta şeker ikram eder gibi sevdiklerimize her türlü ilacı ikram ederiz. Aksırsak yanımızdakine “verilecek ilacın var mı,” deriz.

Geçenlerde bir tanıdığım benden viagra istediğinde ne şaşırdım anlatamam. Ben 55’ime basıyorum ya bunun muhtemel olacağını düşündü herhalde. Kendisine mecazi anlamda Yeşilaycı olduğumu anlatamadım. Bu haber henüz elime geçmemişti “örümceğe kendini ısırt” diyemedim.

İkinci haberimizde bu konuda..


DEVAM EDECEK

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 14.03.2011

TORBA YASASI VE YEŞİL KART 2

Geçen hafta yayınlanması gereken, bir aksaklık nedeniyle bu haftaya kalan yazı dizimizi, daha iyi anlaşılması için, soru ve cevaplara yer vererek bitirelim. Sorulan sorular ve uzmanınca verilen cevapları şunlar:

1) 2022 ve bakım aylığı için yeniden evler kontrol edilip, muhtaçlık kriterlerine (ölçülerine) tekrar mı bakılacak?

Uzmanın cevabı:

Kanunlaşan tasarıda “Sosyal güvenlik kurumlarından yetim olarak aylık veya gelir almakta olan çocuklardan özürlü olanların aldıkları aylık veya gelir toplamı tutarları özürlülük oranlarına göre yönetmelik kapsamında ödenecek olan aylık tutarından düşük olanlar” hariç olmak üzere, hangi ad altında olursa olsun sosyal güvenlik kurumlarından bir gelir veya aylık hakkından faydalananlar ile isteğe bağlı prim ödeyenler dahil olmak üzere başvuru tarihi itibariyle sosyal güvenlik kurumlarına uzun vadeli sigorta kolları ya da genel sağlık sigortası kapsamında prim ödeyenler muhtaçlık aylığından yararlanamayacak” yazıyor.

(Kanun diliyle yazılmış bu satırlardan biz ne anlamalıyız diye sorarsanız, ben Aydın Göle olarak şunu derim: Eğer engelli olarak babanızın veya annenizin emekli aylığını alıyorsanız ve bu aylık engelliye verilen muhtaç aylığından daha azsa aradaki farkı alırsınız. Engellinin muhtaç aylığı, ana veya babanın alınan aylığıyla aynı olsa bile verilmez.)

2) “Yeşil kart” kalkınca genel sağlık sigortası olacaktı yukarıdaki yazıya göre genel sağlık sigortası olunca 2022 ve evde bakım aylığından yararlanamayacak mıyız?

3) Evde bakım aylığı alanlar isteğe bağlı prim ödeyebiliyorlardı şimdi artık ödeyecekler mi, ödemeyecekler mi?

İki sorunun cevabı çok kısa:

Kanunda “Sosyal güvenlik kurumlarından birden fazla aylık veya gelir alanlara ise yalnızca tercih edecekleri bir aylık veya gelir için fark ödemesi yapılacak” yazıyor.

4) Yukarıdaki yazıya göre ya 2022 ya da evde bakım aylığını mı tercih edeceğiz sosyal güvenlik kurumundan birden fazla aylık nasıl oluyor?

5) 2022 aylığı alanlar bu yeni yürürlükle isteğe bağlı prim ödeyebilirler mi?

Bu iki soruya da uzmanın cevabı şöyle:

Verilen parayı kimin nasıl algıladığını bilemem ben olaya yeterlilik açısından yaklaşmadım eskiden bir işe yerleştiğinizde 2022 maşınız iptal edilirdi ve bunu tekrar çıkartmak için herhangi bir süre tanınmaksızın engellilerden yeni rapor talep edilirdi. Yani sil baştandı her şey. Şimdi ise 5 yıl süre tanınıyor.

Uzman, sorulara verdiği cevabı yeterli bulmayıp daha ayrıntılı cevaplıyor:

Yakınlarının sağlık güvencesinden yararlanmak 2022 aylığı almaya engel değildir ve aylık alıyorsa da bu sebeple aylık kesilmesini gerektirmiyor. Önemli olan 2022 aylığı için başvuran kişinin her türlü gelirinin toplamının aylık olarak Kanun’un belirlediği sınırı geçmemesi. Bu gelir hesabına nafaka yükümlüsü yakınlarından alabileceği nafaka miktarı da olmak üzere her türlü geliri dahil edilir.

1.12.2010 tarihiyle yürürlüğe girecek bu Yönetmelik’le birlikte sosyal hizmetlerin verdiği bakım aylıkları 2022 gelir hesabına dahil edilmeyecek.
Uygulamada bir bütünlük sağlanması açısından SGKda bu Yönetmeliğe uygun olarak düzenlemeye gidecektir.

Bu Yönetmelikten önce 2022 aylığı almaya devam edenlerin muhtaçlık ve bakım ilişkisinin devam edip etmediği bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle birlikte yeniden değerlendirilecek. Bundan önceki aylık alanların yeniden değerlendirme çalışmalarının 2014’e kadar tamamlanması gerekiyor.

Bu yeniden değerlendirme şu anlama geliyor: Halen aylık alanların muhtaçlığı ve bakım ilişkisinin devam edip etmediği il ve ilçe idare kurullarınca incelenecek, yeniden değerlendirilecek ve yeniden karara bağlanacak. Bu yeni değerlendirme sonucunda il ve ilçe idare kurullarının muhtaçlığı kalkanlar hakkındaki aldığı karar, hak sahibine ve SGK’na bildirilecek ve ona göre SGK işlem yapacak.

Her ne kadar konuyu torba yasasıyla kaldırılan “Yeşil Kart” olarak belirlemiş olsak da ister istemez “Özürlü Maaşı” ve “Bakım Parası” konularıyla birleşiyor. Sorular bu yönde olunca cevaplarda “Yeşil Kart”ın dışında oluyor. Aslında konuyu bir bütün olarak düşünmemiz gerektiği çok açık. Gelen cevaplara da böyle bakalım.

İşte aynı konuda biraz daha farklı yönden daha geniş bir cevap daha:

“Bu Yönetmelik 2022 aylıklarıyla ilgili sadece. Evde bakım aylığı ile ilgisi yok. 2022 aylığı alanların zaten genel sağlık sigortası devlet tarafından karşılanacak. Böyle bir durumda 2022 aylığı alan kişi zaten genel sağlık sigortası primi yatırmıyor. 2022 aylığı hak sahibi olmasıyla birlikte bu genel sağlık sigortası hakkını kazanacak.
Bu yönetmelik, evde bakım aylığı ile ilgili değil. O yüzden evde bakım aylığı alanlar isteğe bağlı prim yatırabilir. Bu sorun olmaz.

Sosyal güvenlik kurumlarından birden fazla aylık veya gelir alanlara ise yalnızca tercih edecekleri bir aylık veya gelir için fark ödemesi yapılacak yazıyor’ demişsin. SGK’dan aylık ve gelir alanlardan kasıt, yetim aylıklarıdır. 2022 ile evde bakım aylığı ile alakası yok. Yani ‘2022 aylığı alanlar evde bakım aylığı alamaz’ gibi bir tercih söz konusu değil. Zaten bu yönetmelikle birlikte 2022 aylıkları gelir hesaplamasında bakım ücretleri gelire dahil edilmeyecek.
2022 aylığı alanlar hiçbir şekilde aktif sigortalı olamazlar, isteğe bağlı prim yatıramazlar.”

Bir engellide ailesini düşünerek ilginç bir soru sormuş.

6) “Evli engellinin ölümü halinde 2022 aylığı geride kalanlara kalmıyor. Bu yüzden geride kalanlar için isteğe bağlı sigorta primini yatırması iyi olurdu. %70 üzeri raporu olanlar çalışabilir mi? İsteğe bağlı sigorta yatırabilir mi?”

Cevap şöyle:

“O konu bir işe yerleştirilememiş olan özürlüleri takip açısından İşkur’dan istenen belgeyle alakalı. %70 ve üstü özürlü raporu olanlardan İşkur kaydına ait belge istenmeyecek sadece. 2022 aylığı alan bir kişi çalıştığında geliri öngörülen sınırı aşacağından 2022 aylığı alamaz, o yüzden 2022 aylığı alıyorken çalışamaz, bu şekilde bir düzenleme yapılamaz. Şimdilik mevzuat böyle.

Bir sene içinde ancak sigortalı olarak üç ay çalışabilirler. Bu üç aylık sigortalı çalışma süresi için aylık kesme işlemi uygulanmaz ama üç ayı geçtiği takdirde aylığı kesilir ve hakkında yasal işlem yapılır ve borç tahakkuk ettirilir. İsteğe bağlı prim yatırmaya başlayan biri hemen 2022 aylığını kestirmekle yükümlüdür.”

Soruyu soran bu cevapla tatmin olmamış, devamında görüş bildirmiş.

“Hadi çalışmasın, ama en azından isteğe bağlı yatırsaydı iyi olurdu yukarıda da bahsettiğim mantıksız değildir umarım geride kalanları düşünmemişler ben mi yanlış düşünüyorum yoksa?”

Daha işin başındayız. Hiçbir şey bu günkü düzenlemelerden ibaret kalmayacak merak etmeyin. Zaman içinde mecbur kalacaklar, uygulamalardaki sorunları gördükçe.Hele 2022 aylıkları tam otursun, muhtaçlıklar tam belirlensin, uygulama bütünlüğü sağlansın, veriler toplansın, sonuçlara göre gereken her şey yapılır. Şimdilik uçurumdan kurtarma çalışmaları diyelim bunlara. Yaşamsal sorunlar için atılan adımlar bunlar. İnsanlık değerlerine uygun yaşam standartları için değil yani.

Kısacası bundan önceki aylık almak için başvuran ve aylık almaya devam eden herkesin muhtaçlık durumu yeniden değerlendirmeye tabi.”

Şimdilik net olan değişiklikler:

1-halen 2022 maaşı alanların durumları tekrar gözden geçirilecek ve daha sonrasında bu gözden geçirme 5 yılda bir tekrarlanacak,

2-2022 başvurusunda gelir hesabı yapılırken, evde bakım ücreti hesaba dahil edilmeyecek.

BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 11.03.2011

9 Mart 2011 Çarşamba

ÜMMET-İ MUHAMMEDİN SELAMI VAR!..

20 Ekim 2008 yılında başlayan ilk dava ve öncesindeki gözaltılarla adını duyuran Ergenekon davası dallanıp budaklanarak bu günlere kadar geldi. Önce yüksek rütbeli askerleri hedef alan dava, daha sonra ulusalcı gazetecilere ve kimi eski siyasetçilere bulaştı. Buraya kadar “yetmez ama evet” diyen eski solcularla yabancı basın, hükümeti cesaretli bularak destekliyorlardı. Hükümet; ulusalcı asker ve gazetecilerin ardından, tehdit unsuru olarak kabul ettiği, aslında en büyük yandaşları olan liberal bilim adamı ve gazetecileri tutuklamaya başlayınca kızılca kıyamet koptu. Şimdi hükümeti içerden dışardan uyaran uyarana.

Meselâ Time dergisi bu konuya ilgi göstermiş. Dergi, ‘Türkiye Neden Gazetecileri Gözaltına Alıyor’ şeklinde bir soru soruyor. Yazının devamında ‘Ergenekon’ soruşturmasının başlatıldığında ‘cesur’ bir adım olarak karşılandığını, ‘Ancak dört yıla yakın bir süre sonra mahkumiyet yok ve devam eden soruşturma, sanki eleştirici medya ile muhalefeti susturma kampanyasına dönüştü’ diyerek görüş bildiriyor.

Time dergisi bu durumu bir analizle incelemeye almış. Analiz sonuçlarına göre şu sıralar Arap dünyasında başlayan halk ayaklanmaları üzerine dünyanın, bir örnek olarak, “laik, demokratik, istikrarlı ve refah içindeki” Türkiye’ye işaret ettiğini belirttikten sonra gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasına dikkat çekiyor.

Şener ve Şık’ın, Türkiye’nin önde gelen basın kuruluşlarında çalıştıkları, insan hakları ihlâllerini belgelendirdikleri için yurt dışında alkış topladıkları da kaydedilen yazıda iki gazetecinin üyesi olmakla suçlandığı “Ergenekon” soruşturmasının ilk başlatıldığında Türk demokrasisi açısından “ileri” ve “cesur bir adım” olarak karşılandığı vurgulandı.

Time dergisindeki konuyla ilgili yazı “Ancak dört yıla yakın bir süre sonra mahkumiyet yok ve devam eden soruşturma, sanki eleştirici medya ile muhalefeti susturma kampanyasına dönüştü” şeklinde kesin yargıda bulunuyor.

Time dergisinin analizinde, ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin, gazeteci göz altılarına ilişkin “bunu anlamıyoruz” sözleri de yer aldı. “Hükümetin ‘ya bizdensin ya da bize karşı’ yaklaşımı, basında belirgin bir baskı hissiyatı yaratmış bulunuyor, çünkü medya ve iş çıkarları birbiriyle çok bağlıdır” da denildiği analizde, Doğan grubuna getirilen 3 milyar dolar civarında vergi cezasına vurgu yapıldı.

Analizde gazetecilerin, sarı basın kartının ellerinden alınmasından yada çağrıldıkları toplantılara girmelerinin yasaklanmasından endişe duydukları belirtiliyor. Ayrıca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat hakaret gerekçesiyle düzinelerce karikatürcü ve gazeteci hakkında dava açtığı hatırlatılıyor.

Time dergisi bu analizin ardından, Türkiye’de Haziran ayında seçimlerin yapılacağını, Erdoğan’ın üçüncü defa galip çıkması beklendiğini belirtiyor. “Erdoğan, yeniden seçilirse yeni, daha demokratik ve yaygın bir sosyal konsensüs ile hazırlanan bir anayasayı başlıca bir öncelik yapmaya söz verdi. Yaparsa, yurt dışından alkışları hak edecek” denilerek Time dergisindeki yazı bitiyor.

Bu yazı sizce ne demek istiyor? Ergenekon davasındaki son gözaltı ve tutuklamalar sonucunda iş gelip liberal solcu ve aydınlara dayanmıştır. Bunların arasında daha önceki Ergenekon davalarında hükümeti destekleyen bu aydınların arasında Sorosçularda bulunmaktadır. İşte burada ki tepki şunu belirtmek için gösterilmektedir.

“Sen o koltukta biz istediğimiz için oturuyorsun..Bunu unutup da bizim adamlarımızı da göz altına almak da neyin nesi?”

Şu dünya ne garip değil mi dostlar? Söz konusu olan Cumhuriyet ve Atatürk’se sonuna kadar muhalif olan ve bu değerleri savunanların sorgulanmalarına “İyi oldu, hak etmişlerdi” diyen “aydınlar(!)” şimdi ayaklanmış durumdalar.. yanlarında yabancı basın ve kendilerini besleyen Soros vakfıda var.

Genç teğmenlerin, uyuşturucu ve kadın ticaretiyle suçlanmasında bile “endişe” duymayan, askerler aleyhine suç belgesi yaratılmasında bile “endişelenmeyen” egemen beyler kendilerine yakın kimlikler tutuklanınca bir araya gelip bir bildiri yayınladılar. O bildirinin altına imza atanların isim listesini burada vermeyi uygun bulmuyorum. Belki sizler gazetelerde görmüşsünüzdür bile. İçlerinde beni en çok şaşırtan Şerif Mardin ismi olmuştu. Onun Sorosçu olduğuna inanasım gelmiyor. Neyse, konuyu dağıtmayalım.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Helene Flautre’da , “Ergenekon” davası kapsamında dün bazı gazetecilerin gözaltına alınmasından “derin endişe duyduğunu” açıkladı.. Gördüğünüz gibi, aynen “derin endişe!!” AB’ci ve Sorosçu, endişe paylaşımındalar ve gerkçeleri de şu..

“Ergenekon darbe planlayıcıları gibi ulusalcı hareketlerle bağlantılı olabileceklerine inanmak zor..!”

Türkçesi, “…piyasada bunca ulusalcılar dururken bizim arkadaşlarımızla niye uğraşıyorsunuz?”

Yazımı bir fıkrayla bitiriyorum.

***

Üniversitede okuyan bir öğrenci yıl sonu sınavlarına girmiş ve arkadaşına:

- Ben...... memleketime gidiyorum, sınavlar belli olduktan sonra bana sonuçları
bildir, ancak telefona ben çıkarsam bana söylersin.
Telefona annem çıkarsa zayıfım olmaz da, eğer bir tane olursa Ahmet’in selâmı var,dersin.
...İki zayıf imkânsız da eğer olursa Ahmet’in ve Mehmet’in selâmı var, dersin.
...Üç zayıf hiç olmaz da eğer olursa Ahmet’in, Mehmet’in, Şevket’in selâmı var dersin.
...Dört zayıf imkânsız da eğer olursa, Ahmet’in, Mehmet’in, Şevket’in ve Ali’nin selâmı var dersin, dedikten sonra memleketine giden kahramanımız arkadaşından merakla telefon beklemeye başlamış. Bir zaman sonra sınavlar belli olur, arkadaşı sınav sonuçlarını bildirmek için telefona sarılır, telefona öğrencinin annesi çıkar.

-“Teyze, oğlunuza söyleyin, Ümmet-i Muhammedin selâmı var...”

***

Şimdi kendileri için feryat edenlerede “Ümmet-i Muhammedin selâmı var...”



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 09.03.2011


HALKIMIZ VE İLGİLİLERE AÇIK MEKTUP

Bir süre önce bizim idaremize sunulan TSD SAKARYA ŞUBESİ feshedildi. TSD Federasyonunun feshi sonrası TSD ADAPAZARI ŞUBESİ adıyla yeniden kurulan derneğimiz kamuoyuna tarafımızdan duyurulmadan bir faaliyet içine girmiş değildir. Şu sıralar Gebze ’den gelipte adımızı kullanarak faaliyette bulunanlar bulunmaktadır. TSD adına dergi satan bu kişiler, internet üzerinden verdikleri ilânlarla 20-35 yaş arasında, 1000 tl aylıkla çalıştırmak üzere 20 kişilik ekip kurmak amacıyla eleman aradıklarını duyurdular.

Bu ilânın ardından bir çok genç iş başvurusunda bulunmak üzere derneğimize geldi. Biz kendilerine böyle bir ilân vermediğimizi, kendilerinin bu konuda kullanılmak istendiğini düşündüğümüzü belirttik. Gençler bir iş bulmanın heyecanıyla geldikleri derneğimizden, hayal kırıklığıyla ayrıldılar.

İşin ciddiyetini göstermek için o ilânın bir bölümünü alıntılamak istiyorum

***

Bay bayan eleman alınacaktır

TSD

İlan tarhi : 25/02/2011

Ülke : Türkiye

Şehir : Sakarya

Sektör : Halkla ilişkiler

İş alanı : Pazarlama / Müşteri temsilcisi

Çalışma şekli : Sürekli / Tam zamanlı

Organizasyondaki yeri: Eleman

İş tecrübesi : Fark etmez

Eğitim seviyesi : Fark etmez

Cinsiyet : Fark etmez

Yaş aralığı : Fark etmez

Aylık ücret : 1000 tl

Alınacak pers. Sayısı : 20

Seyahat engeli : Fark etmez

Diksiyonu düzgün, halkla ilişkileri yüksek eleman alınacaktır.

***

Sakarya Rehberimde yer alan bu ilânı veren işyerinin adresini ve telefonlarını burada vermeyeceğim. İsteyen Sakarya rehberime bakabilir. Siz bakana kadar kaldırılmamışsa tabii.

Bu ilânı gördüğümüzde ilgili telefonları aradık, kendilerine suç işlediklerini, faaliyetlerini durdurmadıkları takdirde ilgili makamlara şikâyette bulunacağımızı söyledik. Ertesi gün o ilândan TSD adını çıkardıklarını, yerine engelliler derneği şeklinde belirsiz bir ad kullandıklarını gördük.

İlânda, aranan nitelik kısmında ciddiyetten uzak olarak “fark etmez” dendiğini fark ettiniz mi? Peki eleman sayısı ve verilecek aylık miktarı dikkatinizi çekti mi? O sayıda elemanla sigorta giderlerinide katarsanız, o işyerinin en az masrafı aylık 40.000 tl’yi bulur, beklide geçer bile. Satacağı derginin fiyatıysa 3.5 tl. bunun 1 tl’si kâr olsa 40.000 dergi satması gerekir. Bu ne demektir? Bu şirket paravan bir şirket demektir. Bu her iki kesimi; çalıştıracağı elemanı ve engellinin adını, kullanmak demektir. Buradan kâr ederek çıkması için elemanların aylığını ödememesi gerekir. Sözün kısası ismini vermediğim bu şirket ilk hasılatla kentimizden kaçacaktır.

İlgili yerlere şikayetlerimizi yaptık. Şimdi devletimizin adımızı kullanan bu kişileri durdurmasını bekliyoruz. İstismara açık bir konuda halkın istismarını önlemek boynumuzun borcudur. Halkımızdan bu kişilere ilgi göstermemelerini, ilgililerinde böyle kişilere göz açtırmamalarını bekliyoruz.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 07.03.2011

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 76

Merhaba sevgili okurlar. Cemrelerin üçüncü ve sonuncusu bugün düştü, ama kış buralarda sanki yeni başlıyor. Eskiler; “mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır” demişler. Odun kömürle ısınıyorsanız, umarım; kıştan biraz daha yakacağınız kalmıştır. Yoksa eskilerin sözünü gerçekleştirecek kadar havalar soğuk.

Bugün sizlere eski başbakanlarımızdan rahmetli Bülent Ecevit’in şiirlerini sunmak istiyorum. Bizim geleneğimizde şiir önemli yer tutar. Anılarını yazan devlet adamı pek bulamazsınız ama şiir yazan padişahlar bile bulursunuz. Orta doğu toplumları içinde en çok şiir düşünen, şiir yazan farsiler (İranlılar) ve Araplardır. Sonra sırayı Azeriler alır. Bu kadar şiir yazılan topraklarda elbette şair başbakanlarda çıkar. 1974 Kıbrıs harekatı dünyada duyurulurken yabancı basın rahmetli Ecevit’in şairliğine vurgu yaparak “bir şair savaş emri verdi” şeklinde manşet atmıştı. Ben bu şiirleri beğeniyorum. Umarım sizlerde beğenir ve seversiniz.

Haaa.. unutmadan, rahmetli Ecevit’in sizinde okuyacağınız “Takalar” şiirini Doğan Canku bestelemiş, iki arkadaşı Ahmet Kurtaran ve Selami Karaibrahimgil’le birlikte 1969’un son aylarında kurdukları “Modern Folk Üçlüsü” ile bu parçayı plağa okumuşlardı. Bir hatırlatma yapmama izin verin, sonra sizi rahmetli Eceviti’in şiirleriyle baş başa bırakacağım. Selami Karaibrahimgil, “Tek taşımı kendim aldım,” “Bütün kızlar toplandık” v.b gibi kendine özgü besteleri olan Nil Karaibrahimgil’in babasıdır.

...

AV

ormanın kuytusunda vurulan geyik
hayvanlar acınla suskun
dallar yasınla eğik
boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde
avcının söndüremediği iyilik

BÜLENT ECEVİT

***

BACH SONATI

ne ben sorayım seni
ne sen beni sor
soyunmuş seslerimiz tenden
boşlukta bir aşk örüyor

ses olmuş duygular
yaklaşır dalga dalga zamansız
kavuşsa da seslerimiz birbirine
biz kavuşamayız

ne kollarımız var saracak
ne öpecek dudaklar
ne görülecek yüzümüz var
ne görecek göz

biz aşk örüyoruz boşlukta
çizgiden soyut
zerreden öz

BÜLENT ECEVİT

***

GÖÇMEN

Sevdiklerimin başında bir bilmediğim
Görmediğim özlemediğim özlediklerimin başında

Yurdum olmadan sıladayım
Kimsem ölmeden yasta
Yollarda gözlediğim ne
Mektuplarda beklediğim ne

Nereden sürmüşler beni buralar nere
buralar nere, buralar nere

Bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
Buralara konmuş göçmen olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum

BÜLENT ECEVİT

***

İNSAN

elbette senden güzel olacaktı
çizdiğin resim
yaptığın heykel
senden büyük olacaktı
senden yakışıklı

elbette senden doğru söyliyecekti
yazdığın şiir

elbette senden çok duyacaktı
söylediğin türkü

sen olduğundan büyüksün
sen olduğundan iyisin
sen olduğundan güzel

BÜLENT ECEVİT

***

TAKA

takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lâzlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel

güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere

takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılarından kopmuş
denizlerde Anadolu

kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar toprağın
denizde çarpan yüreği

BÜLENT ECEVİT

***

Son bölümü her hafta olduğu gibi kendi şiirlerime ayırdım. Umarım yaşamınızın küçücük bir anına keyif katar.

66

Şebboylar boy atmış kokuyor nazlı, nazlı

Nazlım saçını uzatmış gülüyor gepgeniş

Kırlangıçlar aceleci uçuyor melül, melül

Şebboylara, nazlıma, kırlangıçlara bakamam

Aydın Göle

3 temmuz 2003

***

67

Ne zor sensiz kalmak

Kansız kaldım sanki

Dördüncü gün bugün

Günlerin adını unuttum

Gün sayıyorum, saymayı unutmadım

Güneş batınca bir çizik atıyorum

Sensiz günler çizelgesine

Hem atıyor hem korkuyorum

Ya gelmezsen, ya artarsa bu çizik

Bakıp gören bir çizgi görür

Oysa

O çizik

Sensiz yaşanmış

96 saat

5760 dakika

Ve

345600 saniyedir.

Kaç kelebek doğdu

Kaç kelebek öldü

Kaç çiçek açtı

Kaçı soldu bu zamanda biliyor musunuz

Kaç bebek güldü annesine

Kaç bebek ağladı dünyaya geldiğine

Kaç iş kazası oldu

Kaç uçak düştü

Kaç yürek ışıklandı sevgiyle

Kaçı unutulmaya kahretti

Kaç balık oltaya kuyruğunu bıraktı

Ve saire ve saire

Gelinde bir çizik deyin haydi!

Ömürler var içinde, görmediğiniz

Bekleyin beklediklerinizi böyle, bekleyebilirseniz

Ben tükendim her beklemeden

Bu bekleme son olsun artık.

Aydın Göle

8 temmuz 2003

***

68

Ruhumda çingenelik

Ufkumda pembelik var

Hüznümden şiir doğar

Şiirlerimde sihir

Yaşama dair...

Bilgelik taşıyorum

Yaşımdan zahir

Senin sevgin canım

Kalbime dahil

Aydın Göle

17 temmuz 2003

***

69

Haritalardan yer seçer gibi

seni seçmedim

İklimlerden iklim beğenircesine

seni beğenmedim

Ne varsa sende güzeldi bal peteğim;

yaz sende güzeldi, kış sende güzel

Kuşlar, civcivler avuçlarına konardı

Dudağından su içerlerdi

Serinlerdi yanmış yürekleri

Yıldızsız gecemin yıldızısın

Baharlar yüklüydü her gelişin

Gözlerimi dinlendirirdim

Zeytin karası gözlerinde


Aydın Göle

30 temmuz 2003

***

70

Akşamın telaşı kanatlarında kuşların

Kanatlarında yorgunluk, günden kalan

Günden ve dünden bir burukluk var içimde

Kuş yorgunluğu kadar.

O dahi yemyeşil çayırlara yağan çisenti gözlerimde

Esinti arıyorum bu kutsal kentimin caddelerinde

Hem saçlarımı okşasın, hem yüreğimi

Senin elin ve sesin kadar şefkatle.

Niye böyle oldum, neden tuhafım bu akşam

Oysa akşamlarda bir keramet

Oysa akşamlarda bir zarafet

Oysa akşamlarda bitmez bir letafet var

Beni hiçliğe atan.

Ancak hiçliğin mertebesine çıkabiliyorum

Bildiğim bu, sensizken

Aydın Göle

3 ağustos 2003

***

Yaklaşmakta olan baharı görebilmeniz ve hissedebilmeniz dileğiyle iyi pazarlar sevgili okurlar.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 06.03.2011

DEĞİŞME VE DEĞİŞTİRME ÜSTÜNE

İnsan hayatı boyunca neleri değiştirebilir, neleri değiştiremez? Meselâ ismini değiştirebilir mi? Yada kentini, memleketini, işini, eşini, arabasını, evini, dinini, düşüncesini, hayat görüşünü.. Bunları değiştirmek mümkün gibi görünüyor değil mi?

Mahkeme kararıyla isim değiştirenleri bilirim. İsmiyle barışık olmayan insanlarda tanıdım. Siz onları bir isimle bilir ve tanırsınız, başka biri o tanıdığınız kişiyi bilmediğiz bir isimle sorar, tanımazsınız. Böyleside başıma geldi.

Örneklerini çok gördük. Ya işini daha iyi yapacağı ortam aradığından, yada bulunduğu yerde istihdam kapasitesinin düşük olmasından dolayı kentini değiştiren çok olmuştur. Bir zamanlar bu ülkenin insanları özel istek üzerine yabancı, dilini bilmedikleri bir ülkeye çalışmaya giderek vatan değiştirdiler.

İş hayatına atılırken ne çok şey düşünürüz. Bir iş sahibi olma düşüncesiyle geleceğimizi önce hayal ederiz. Bir işte çalışarakta yarınları tasarlar, sonrada düzenli ve rahat bir hayat için programlar yaparız. Bunları yakalayacak imkâna sahip olmazsak, iş de değiştiririz.

Yeni evliler birbirlerine alışmakta zorlanabilirler. Yeni evli olup birbirlerine alışamayarak boşananlar neysede, yıllar süren evliliklerin ardından boşananlara bile şaşırmıyoruz artık. Neden? Değişiklik arama huyumuz vefasızlık boyutuna mı ulaştı? Hayır tabii.. ama değiştirilmesi mümkün olanlar konu olunca bunu da görmemiz gerekir.

En sık değiştirdiğimiz şey ise herhalde özel arabalarımızdır. Tüketim çılgınlığıyla her yer araba mezarlığı olmak yolunda. Artık yollar ve parklar yetmez oldu. Katlı oto yollar ve katlı otoparklar yaşam alanlarımızı tıpkı gökdelenler gibi daraltıyorlar. Arabalarımızın ya renginden bıkarız, ya modelinden. Yada değişik bir marka merakı sarar bizi. Kimi zaman da otomobilden cipe, cipten arazi kamyonetine ilgi duymaya başlarız. Bunu hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Sadece değiştirmek amacıyla değiştirerek mutlu oluruz.

Kimimiz düşünce bile değiştirebilir. Düşünce değişimini gelişme olarak görmeyin lütfen. Bu da bir moda olabiliyor. Düşünce değiştirme bazen din değiştirmeye varıyor. Bunlar gelişme değildir. Gelişerek değişme başka bir şeydir. Gelişerek değişme bir üst aşamaysa, bir şeyi bırakarak değişme yerinde saymak, sıfırdan başlamak demektir.

Değiştirme üzerine bu kadar söz söyledik.

Peki insan anne-babasını değiştirebilir mi? Kardeşini, yavrusunu.. Milliyetini, uyruğunu.. değiştirmek kolay şey olmasa gerek. Ben her şeyimi bir çırpıda bırakıp vazgeçemem. Bugüne kadar oluşmamda etkili olan bir çok taşınır şeyi her gittiğim yere taşırım. İsmim, milliyetim, dinim benim deri rengimdir. Anne-babam bu rengi bana ilk verenlerdir. Kardeşlerim rengi paylaştığım kişilerdir. Ben hiç evlenmedim ama, evlatlarımızın rengimizi geleceğe aktardığımız kuşaklar olduğunu düşünüyorum. Bunlar asla değiştiremeyeceklerimiz arasında yer alır

Değişimden korkmadan ustaca değişmek hayatın devamlılığı için şarttır. Hep yerinde sayarakta gelişme olmayacağı için kendimizi değişime hazır tutmalıyız. Aslına bakarsanız teknolojik gelişmeler ister istemez değişmemizi sağlıyor. Hiç birimiz 1970, yada 1980 yıllarının insanı gibi değiliz. Bırakın o yılları, 1990’lı yıllardan bir haber filmini, yada bir müzik klibini izleyince bile o yıllar gözümüze garip görünür.

Yukarıda da dediğim gibi düşünce değişimini gelişme olarak görmemeliyiz. Gelişerek değişme olursa makbul olur. Böylelikle gelen düşünce değişikliği kabul edilebilir. Sadece değişim olsun diye sık sık fikir değiştiren, hatta din değiştiren insanlar var. Bunların arasında bir manken kızımız gündemde. Onun hakkında “internet geyikleri” adıyla yazılar dolaşıyor.

Sözünü ettiğim manken kızımızın “Tuğçe Kazas” olduğunu anladığınızı sanıyorum.

Tuğçe Kazas’ın Budizm aşkı, çay servisi yaptırılınca bitmişti. Geçtiğimiz günlerde “Hizmetçi değilim” diyen model, yeniden İslam dinine dönmüştü.

Tuğçe Kazaz, 2005’te evlendiği Yunan oyuncu Yorgo Seitaridis uğruna Hristiyanlığı seçmiş, eşine boşanma davası açınca Budist olmaya karar vermişti. Şimdi yeniden din değiştiren Tuğçe Kazas için internette din değiştirmesiyle ilgili “geyikler” dönmeye başladı.

İşte o geyikler:

- Kazasizmin kurucusu.

- Tuğçe Kazas’ın kapı zili nasıl çalar? Din-den dön

- Bir an evvel Adnan hocamızla tanışır inşallah maşallah. Zira kendisi aşırı derecede sevimli bir şey.

- Dinler tarihi konusunda ihtisas yapmaya çalışıyor olabilir kendisi. Neden bu kadar ters anlaşılıyor anlamıyorum.

- Dinin Evliya Çelebi’si.

- Yerini sağlama almaya çalışan kızcağız. Bence din konusunda korkuları fazla ve hangisinin gerçek olduğunu seçemiyor, bunun paniğinde. Vakit saat gelince sorulacak; “e sen bizim iman edenler listemizde yoksun! neden?” denilecek diye aklını kaçırıyor olmalı ki teker teker deniyor.

- Nirvanaya vurdu vuracak.

- Light din arayan kimse.

- Budizmden sıkıldığında kendisini pastafaryanizme de bekleriz. Şaka bir yana herkesin dini kendine tabi. Ne kadar bize samimi gelmese de bu halleri, ne kadar bunları medya malzemesi yapmayıp kendi içinde yaşama şansı varken bunu tercih etmemişse de 1 sezonda iki din değiştirdiği için uefa tarafından cezalandırılması gereken eski budist, yeni müslüman.

- En çok dinleriyle gündeme gelen kişi.

- Uçan spagetti canavarı’ndan vahiy aldığını iddia edeceği günler yakındır.

- Çoktan seçmeli sınavda kafası karışmış insan.

- Ne sıklıkla din değiştirdiği, hiçbirimizi zerre ilgilendirmeyen kişi.

- Futbolda sergen yalçın neyse dinde de Tuğçe Kazas odur.

- Mütemadiyen din değiştiren manken.

- Podyumdan alışkanlık olacak, eşya değiştirir gibi din değiştiren kadın.

Bende bu sözlere bir söz ekleyeyim. Gelişerek değişme olmazsa sonu Kazas olur!

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 02.03.2011