30 Kasım 2012 Cuma

MAZLUM ZALİM OLURSA ZALİM MAZLUM OLUR

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Orantısız güç tanımını duymayan kalmış mıdır? Bu tanım bize neyi anlatır bilmeyen var mı acaba? Bu iki soruya hiç ikileme düşmeden “hayır” desem yanlış olmaz. Orta doğu ülkeleri insanlarının sıklıkla karşılaştığı bu duruma kimse yabancı değildir. Sindirilmek istenen muhaliflere orantısız güç kullanma buraları için alışılmış şeydir. Aynı şeyi ülkelerin birbirleriyle yaptıkları sıcak savaşlarda da görmek mümkündür. Burada amaç caydırmak değil yok etmektir. Yok etmek üstüne oluşturulan kültürde fırsatını bulan herkesin, her zümrenin karşıtına orantısız güç kullanmaya kalkışması doğal karşılanır. Oysa buraların söylenceleri hep adalet ve insanlık değerleri üstünedir. Adalet ve insanlık değerlerinin altın çağı o söylencelerin geçtiği dönemlerde yaşanmış bitmiştir. Bugün bir hayalden öteye gidemez.

Peki gerçekten öyle midir, ideal insanlık değerleri her ülkede hayat bulamaz mı? İdealin sonu yok. Sürekli kendini yenileyip aşarak gelişir. Bir ölçüsü varsa o da bireyin bireyle, bireyin devletle, bireyin toplumla ve bireyin eşyayla ilişkisinin sonucunda özgürlüklerin genişleme ölçüsüdür. Teknolojiye bağlı olarak insanlığın köleleştirilmesi çok kolay hale gelmesine rağmen bireyin eksen alınması bunun önüne geçmektedir. Avrupa ülkeleri bu açıdan insanlığın merkezi görülmekte. Bunun yerine yeni bir şey koyamayan doğu toplumu Avrupa’yı taklit etmekten öteye gidemiyor. Sadece ülkemiz, AKP iktidarı her ne kadar son dönemlerde dindaşlığımız dışında hiçbir benzerliğimiz kalmayan o ülkelerle yakın ilişkiler kurup, onlara yakınlaşmış olsa bile özgürlükler konusunda bir orta doğulu İslam ülkesi olarak diğer orta doğulu İslam ülkelerinden ayrılır (90 yılda vardığımız bu noktada bütün gücü kendinde toplayarak erişilmez bir güce ulaşmak isteyen başbakan bu arzusuna ulaşırsa aramızda bir tık mesafe kalmış olan o çağ dışı petrol zengini şımarık ülkelere benzeyeceğimiz kesindir).

Eski Moğolların, şimdide Rusların ve İsraillilerin kendilerini korumak adına yaptıkları budur. Yani orantısız güç kullanmaktan çekinmemektedirler. Rusların Kafkaslardaki Çeçenler ve Gürcülerle çekişmeleri henüz unutulmuş değildir.  İsrailin darmadağın ettiği Filistin halkına karşı yaptıkları bundan sonrada yapacaklarının aynası. Bu böyle durmadan tekrarlanıp duracak mıdır?

Dünya egemenlerin elinde bir oyuncak olmamalı. Egemenler değişirken dünün muhalifleri olan yeni egemenler aynı yola sapmamalı. Dünya tarihinde böyle örnekler çok. Son örneği Libya lideri Kaddafi’ye uygulanan linçle yaşandı. Kaldı ki Kaddafi ülkesine azımsanacak şeyler yapmadı. Onun tek yanılgısı iki başlı dünyadan tek süper güçlü dünyaya geçmiş olduğumuzu anlamamış olmasıydı. İki başlı dünyada gelişmiş kapitalist ülkelere karşı özgürlük savaşları verilerek “bağımsızlık” önde tutulurken, yeni dönemde liberalizmin “karşılıklı bağımlılık” masalı ilke ediniliyordu. Kendisine karşı ayaklandırılan kim sorarsa mazlumlar devirdikleri liderlerini linç ederek öldürdükten sonra yerlerde sürükleyip tekmelediler. 30 ekim 2011’de yayınlanan haberde Ulusal Geçiş Konseyi, yaptığı ilk açıklamada Sirte’de yaralı olarak ele geçirilen devrik lider Muammer Kaddafi’nin daha sonra hayatını kaybettiğini duyurmuştu. Ardından yayınlanan görüntülerde Kaddafi’nin cesedinin kanlar içinde olduğu görülürken, ağır yaralı yakalandıktan sonra öldürüldüğü anlaşılıyordu.
1 kasım 2012’de yayınlanan bir haber de şöyle:

“Suriye’de Esad rejiminin silahlı milis gücü Şebbiha’nın vahşeti tüyler ürpertiyor. Yeni ortaya çıkan 26 Ağustos tarihli bir videoda; Şebbiha milisleri tarafından öldürülen bir muhalifin cesedi, boynuna ip bağlandıktan sonra araç arkasına bağlanarak caddede sürüklenirken görülüyor.

Ülkede 2011 yılı Mart ayında protestolarla başlayan ve iç savaşa dönüşen çatışmalarda, vahşet boyutuna ulaşan birçok katliamın arkasında Şebbiha milisleri bulunuyor.

Muhaliflere yönelik doğrudan silahlı operasyonlar gerçekleştiren milis güçleri, bunun yanı sıra ülkenin birçok bölgesinde evlere baskınlar düzenleyerek; gözaltına aldıkları sivilleri vahşice katlediyor.”

Aynı tarihlerde şöyle bir haber de vardı:

“İsrail’e ajanlık yapan 6 Filistinli infaz edildikten sonra sokak sokak gezdirilerek halka  teşhir edildi. AFP’nin görgü tanıklarına dayandırdığı habere göre bir minibüs içerisindeki silahlı kişiler, Gazze’nin bir mahallesinde durarak altı kişiyi dışarı çıkardı ve hiç araçtan inmeden bunları infaz etti. Bir kişinin cenazesinin araca bağlanarak Gazze’nin kuzey mahallesinde korna çalarak sürüklendiği belirtildi.”

Niyetim İsrail’in yaptıklarını unutturmak değil. Onlar 64 yıldır Filistin halkına az çektirmediler. Her çeşit saldırıyı kendine hak gören İsrail dünya Yahudilerinin zenginliğiyle, bu zengin Yahudilerin Amerika’ya hakim olmasından dolayı hiçbir şarta bağlı olmadan arkasında duran Amerika sayesinde şımarmakta ve azmaktadır. Hiçbir İslam ülkesini İsrail’in yaptıklarıyla bir tutmak istemiyorum. Ama orta doğululuğun ortak paydası sanırım bu. Dünya özgürleşirken onlar dünyanın dışında kaldılar sanki. Orda mazlumlar bir anda zalime dönüşebiliyor ne yazık ki.. zalimler de mazluma.. bizde orta doğuluyuz unutmayalım.   



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 30.11.2012

29 Kasım 2012 Perşembe

ŞEYH EDEBALİ ÖĞÜTLERİ 2

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Görgüsüzlük bencilliği, bencillikte kibri doğurur. Kibir kendinde erişilmezlik görme halidir. Öyle bir insan kendisini herkesten üstün görür. Kendisine çizilmiş sınırları kabul etmez. Kimseyi anlamaz, anlayamaz. Onun için herkesin sorunu önemsizdir. Dünyanın tek merkezi vardır; o da kendisidir. Sevdiklerini bu kibirleriyle incitip üzdüklerini düşünmezler bile.

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.

Kibir kendini erişilmezlik derecesinde görmek olunca söz söyleme ve tavırlarda karşısındakini küçümseme, işi azıtınca da ezip yok etme isteği görünür. Sözler emredici ve sesle birlikte bir üst tonda ağızlardan çıkar. Siyasetçilerin demeç ve nutukları gibi hiçbir yaraya merhem olmayan bir konuşma tarzı hiç duymadınız mı? Kimileri kibrinden ötürü karşısındaki kişiyi döver gibi, yada en olmadık biçimde karalayarak konuşur. Ukala dediğimiz böyle kişiler sadece kibirlerinden ukala olmazlar. Kara cahil derecesinde bilgisiz olduğu halde kendini çok bilen biri olarak zannederek olur olmaz her yerde ve her fırsatta çok konuşanlarda ukaladırlar.

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.

Doğrunun yanında olmak adaleti sağlamanın temel şartlarından biridir. Bazen doğrunun yanında durabilmek için yürek ister. Şartlar her zaman aynı olmayabilir. Şartlar ne olursa olsun doğruya eğip bükmeden doğru, yanlışa da yanlış diyebilen ne kadar tanıdığınız vardır hiç düşündünüz mü? Öyle insanlara meziyet sahibi, erdemli insanlar diyoruz değil mi? Oysa her ne şart altında olursa olsun doğrunun yanında olmak, doğruyu savunmak sıradan bir şey olmalıydı. Bugün kahraman olmak için fazla çaba göstermenize gerçektende gerek yok. Biraz sözünüzde durur, biraz da adil görünürseniz kahraman sayılmamanız için hiçbir neden kalmaz.

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.

Korkak ve alçaklık olarak açıklanabilecek namertlik kavramı bireyselleşmeyle birlikte yok olacağına artmış olduğu görülüyor. Çünkü bireyselleşme özgürlüğün yaslandığı ufukların göstergesidir. Korkaklık ve alçaklık özgürlük değil esaret üretir. Mertlik; yani yiğitlik, bileği ve yüreği pek olmak özgürlük ufuklarını sonsuz kılar.

Bu saydıklarım bir masalda olan şeyler midir? Biz hep bir hayali mi özlemle bekliyoruz. Elbette hayır! Gelişen teknolojiyi bilgi ve  insani değerlerle harmanlarsak masal gerçek olur ve Şeyh Edebali’nin üzülürsün dediği nitelikte insan sayısı en aza ineceği için herhalde üzülmeyiz.
   

Şeyh Edebali’nin yazımıza konu olan o muhteşem öğütlerini birde toplu olarak görelim.

* Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.
* Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.
* Aç gözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,
* Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.
* Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.
* Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.
* Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün."

BİTTİ



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


YT: 28.11.2012

27 Kasım 2012 Salı

ŞEYH EDEBALİ ÖĞÜTLERİ 1

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Ülkemizin eğitim politikaları yaz boz tahtasına benzer. Aynı partinin aynı bakanlığının değişen bakanları bile birbirlerinden farklı politikalar uygularlar. Milli eğitim bakanlığıda bundan nasibini alır elbette. Oysa her işin başı eğitimle başlar. İstikrarlı ve kararlı politikalar yürütülüp gençler okumaya, araştırmaya özendirilseydi, bugünümüz çok daha farklı olurdu mutlaka. Gelişmiş ülkelerde okuma alışkanlığı bizlerden kat kat fazladır. Oralardaki günlük gazete satışlarıyla kitap satışları okuma alışkanlıklarının bir göstergesi. Yıllık araştırma giderleri gelişmekte olan bir çok ülkenin gelirlerine denk. Sonuçta bunlar yatırıma dönüyor. Yatırımlarda insana.. insana daha iyi bir gelecek hazırlamak güdülen amaç olunca harcama yapmaktan kaçılmıyor.

Eski Sovyet bloğunun ülkeleri bile eğitim yönünden bizden daha zengin bir mirasa sahipler. Başka Sovyet bloğu ülkelerine bakmaya gerek yok, Azeri kardeşlerimiz bize örnek olarak yeter. Onlar bizden daha fazla okuma alışkanlığı kazandılar.

Bizde genel olarak okumadan bilgi sahibi olmak gibi kötü bir alışkanlık var. Her kes sohbetlerden edindiğiyle, yani sözlü bilgiyle yetiniyor. Bu bilgi tam bilgi değildir. O bilgide derinlik yoktur. Bu sığ bilgiyle yarı bilge olanlarımız çok. Oysa en kötüsü yarım yamalak diyebileceğimiz tarzdaki bilgidir. Çünkü sonuca ulaştırmaz. Gelgelelim her kesimden, her meslekten insan bu kadar az bilgiyle kendini tam donanımlı görür. Korkunç cahillik budur işte. Kara cahil dediğimiz genel kültür ve davranış kültürü sahibi olmayan, hiçbir şey bilmeyenlerde konuya dahil edilecek olursa ortaya güzel bir manzara çıkmaz. Öyle insanların bilgisi bilgi değil, sözü söz değildir. Onlarla hiçbir konuda görüşülemez.

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.

Bilgi bilene üstünlük getirmemeli. Bilen, toplumdan ayrı bir varlık görmemeli kendini. Böyle bir durum en azından saygısızlıktır. Saygı, trafik ışıklarının icat edilmediği dönemlerden bu yana insaların tek yol göstericisi.. birlikte olmalarını sağlayan, davranışlarını düzenleyen kavram. Günümüzde öneminden hiçbir şey kaybetmediği gibi kapsamı genişleyen tek şey. Yaşama hakkıyla birlikte gelen bu kavram ölene değin üstümüzde taşıdığımız derimiz kadar önemlidir. Nasıl ki tenimizi oluşturan derimiz olmadan temas ve hava ile gelen tehlikelere açık olursak, saygı eksikliğiylede eşrefi mahluka, yani yaratılan en şerefli varlık insan olma özelliğimizi kaybetme tehlikesine açık oluruz.

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.

Saygısızlığı doğuran ana nedenlerden bir tanesi, belkide en önemlisi aç gözlülüktür. Ne yaparsanız yapın aç gözlü birini doyuramazsınız. Doyurmaya kalkışmayın bütün çabanız boşa gider. Doyuramadığınız için, aç gözlünün size gösterdiği bir saygı varsa tedavülden kalktığını görürsünüz. Çünkü onlar almak üzere kurulmuş zemberek gibidirler. Her şeyi almak, kimseye hiçbir şey bırakmamak isterler. Hatta işi azıtanlar amaçlarına varacak her yolu kural tanımazlıkla mubah sayarlar.

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Aç gözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,

Aç gözlülük insanı önlem almaktan alıkoyar. Mide fesadına tutulanlar buna örnektir. Her gördüklerini yemeden önce kendilerine neyin dokunup neyin dokunmayacağını bilseler, birde neyi ne kadar yiyeceklerine karar verseler bu sorunla kesinlikle karşılaşmazlar. Aç gözlülük pis boğazlılıkla sınırlı değil elbette. Saygı eksikliğiyle gelinen bu noktada görgü eksikliğide  ortaya çıkar. Görgü toplum ve aileden kazanıldığı gibi eğitilmede kazanılır. Görgü olaylar ve durumlar karşısında izlenecek bir yol, bir tutum alma biçimidir. Bu tutum bin yıllarca saygı imbiğinden geçerek incelmiş davranışları doğurmuştur. Görgüsüzlük bütün bunlardan yoksun olma halidir. Böyle insanlar aşılanmamış meyve ağacına benzerler. Görünüşü sevdiğimiz bir meyvenin ağacına benzese bile ne yazık ki aşılanmamış ağacın meyvesi pek lezzetli olmaz.   

Şeyh Edebali ne güzel demiş.

----Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 26.11.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 149 (Onat Kutlar 2)



Merhaba sevgili okurlar. Geçen Pazar tanıtmaya ve şiirlerinden örnekler vermeye başladığım üç bölümlük Pazar Yazısında Onat Kutlar’lı bu ikinci bölümle gene karşınızdayım. Önce kendisini tanıyalım.

“25 ocak 1936 yılında Alanya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketi Gaziantep’te tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini son yıl yarıda bıraktı, felsefe öğrenimi için Paris’e gitti. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Doğan Kardeş dergisinde sekreterlik yaptı. 1956 yılında, a dergisinin, 1965’te ise Türk Sinematek derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve 1976 yılına kadar aynı derneğin yöneticiliğini yaptı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Yönetim ve Yürütme Kurulu üyesiydi.

1952’de çeşitli dergilerde yer alan şiirleriyle tanınmaya başlayan Onat Kutlar, Gösteri, Hisar, İlke, Küçük Dergi gibi dergilerde şiirlerini yayımladı. Duyarlı, ayrıntılara inen, açık bir söylemle yazdığı şiirlerinde toplumsal durumlar ve konumlar öne çıkmaktaydı.
İstanbul’da The Marmara Oteli’nin pastanesine konan bombanın patlaması sonucu yaralandı, 15 Ocak 1995’te yaşamını yitirdi.”

Kısaca şairimiz böyle tanıtılmış, sıra şiirlerine geldi.

...

BULUTLU BİR GÜNDE DOĞAN ÇOCUĞA

Baban bu toprağın en delikanlı
boğasıydı bir nevruz
şenliğinde kestiler
Ne tuhaf sen
kirli yeşil eylül bulutları altında
ve aylardan temmuz
onun gelinciklerinden doğdun
Burcunda yıldız görünmüyor

Ölümün kapısını aralayan güz
çok sürmez
Yeniden vurur dallara bahar
İşte sana mavi gökyüzü
ve mavi deniz defteri
üstelik tertemiz
El koymanın tam zamanıdır ufukta
kargalar henüz görünmüyor

ONAT KUTLAR

***

İSTASYON 

Yalnızım bir kompartımanda
Bir hızar testerisinin yaz ışığı ufuk hattından
Ağır ağır gözlerime geliyor köşede rüzgâr
Tozla yıkıyor söğüt dalını çocuk
Onaltı bağımsız devlet büstünün
Sarkan bıyıklarını düzeltiyor zaman
Düşündükçe koyu bir renk alıyor
Buraya uzun bir yol boyunca
Kurulu bir kumpanya çadırlarından
Tuğla harmanlarından geldim her ateşin
Çemberinde yanarak ve darağacında
Kurutarak dikişsiz gömleklerimi
Her sabah zekeriya sofralarında herkesle
Kalın kitapların yufkasını yeniden ıslatıp
Yedik açlık
Düşündükçe daha da artıyor hangi geçmişin
Kaynağına eğilsem acı bir su
Gelecek günlerin yorgun treni yıllardır
Telaki bekliyor
Bekle bekle bekle gençliğin karanlık yıldızı
Yıllardır takım değiştiriyor ve cephe
İsimsiz bir tortuyla kapanmış
Bilemedim nasıl bir mangal yüreğimiz
Kömür gözlü çocuklarla yanıyor ve bedenim
Ateş içinde
Eylül.

Her yanımdan geçen öpüşlerinin
Islak serçelerini duymasam
Kör testereyi bile göremeyeceğim.

ONAT KUTLAR

***

SOKAK

Durmadan değişen bir kentte selvilerin
anılarıyla uğuldayan bir sokaktı
Yüksek ve külrengi yapıların tepesinde ikindi
sarı bir ışıkla vururdu pencerelerin donuk ve sessiz
krater gölcüklerine
Orada yaşlılar otururdu tozlu iğne yastıkları ve güz
sararmış martıların eğri yağmurlarıyla gelir tarardı
yüzlerinde unutulmuş sepya boşluğu
Karınlarına ölümün tohumlarını ekerdi aşağılarda
hafif bir lağım kokusuyla karışık kahve
ve anason çiçekleri satılan
küf rengi ırmakların sokağında ehliyetli kurbağalar
safa pezevenkleri ve geçmiş kaçakçıları
Arada inatçı arnavutların
durmadan yenilediği kaldırımlardan
gülleri örselenmiş kadınlar geçerdi farkedilmeyi
bekleyen erken kararmış lidya gümüşleri genç kızlar
Kanlı bayrakların yelkeniyle arada
tersane işçilerinin kadırgaları geçerdi ilkyardıma doğru
Siren sesleri Sivaslı kapıcıların granit belleğine
bulanık izler bırakırdı

Günlük işlerin bittiği saatlerde yani geceleri
sokak bir kerhane gibi işlerdi bahriye gediklileri
denizi ve o...ları aynı anda gören evlerin
duvarına arabesk bir savaşın tarihini yazarlardı: Aşk
Binliklerin mor jileti çalışırdı kapılarda titreyerek ve derin
bir yarıkla açarak feodal zamanın surlarını
sabahın eteklerine ulaşırdı

Oradan başıboş çocuklar çıkardı yaşamın çöpçüleri
doğulu çocuklar plastik ayakkapları ve kendi gövdelerindeki
ölü ana sıcaklığına sarılan kollarıyla
süpürürlerdi gecenin artıklarını
Solgun iğneleriyle ilk ışıkların dikerdi ağırbaşlı halk
kentin zarını yeniden ve gün
başlardı

Orada sevdim seni
Sokağı denize bağlayan geçitte orada
geceyi gökkuşağına bağlayan günlerin saçını hızla örerdi zaman
Sevecen sorgulu uysal yüreğin
bir çimen türküsüyle açardı soyağacının gizli bahçelerini
çılgın bir büyücüye, orada kan ırmağından
geleceğin şarabını çıkardım ve yanan günlerden altın
bir şiir çıkardım güzelliğinin kapalı yapraklarından
bozkır ortasında ırmak kuyu dibinde gökyüzü bir özgürlük
esintisi zindanların avlularından

Unutma ben yok olunca değişince kent ve bir yoksulun
o günlerden
sana bağışladığı söz ülkesi yitip gidince
sonsuz ve isimsiz bir deniz kalacak bir de çam ağacı
benim sularımla öpüşen.

ONAT KUTLAR

***

BİR ŞİİRİN GELİŞİ

İlmekler atar
günlerin yatay rüzgârlarına
bir yağmur başlangıcı gibi belirsiz.

Uzakta boşanan bir yayın, açık havada
çınlayan çekiç seslerinin ve bir omuza
yaslanmış ağlayan güzel bir yüzün
parmak uçlarıyla gelir, yaklaşır.

Nedensiz bir kıra çıkma isteği
ya da çok eski bir kitabı yeniden okumak.

Bir kazıya hazırlanır gibi, bir yolculuğa.

Bir tahliye sabahının hüznü tarayan sevinçleriyle
aşar duvarları ve gelir konar
kanatlarıyla yabancı bir kuşun.

Bir uzaklığın habercisidir demir kapılardan
çamurdan, korkulardan, bakan yüzlerinden
küçük çocukların alınlarına
yirmi yıl sonraki ölüm hükmünü
mührüyle şimdiden basan sultanın
kanlı topraklarından.

Bastırır sevgilinin tutkulu gövdesiyle
derin sularına koyu mavi bir akşamın.

Pırıltılı balıkları bilinen sözcüklerin
hızla geçerler henüz hiç bir gezginin
ulaşamadığı kaynağa doğru.

Ve bir kayadan
kırınca bir acının zincirlerini
uçmak ister yeryüzüne
bu ateş yıllarından konuğu.

Henüz yazılmamış olan şiir.

ONAT KUTLAR

***

ORAMAR

Telefon direğinde bir yeni yaprak
Yaralı, gergin bir dişi tayın yelesi
Kiraz çalgısının dalıydı sesin
Bir bahar vuruşuyla titreyen

Unutma bana ve tüm yeryüzüne
Yepyeni sevinçler vereceksin
Bir tek kiraz yesen çekirdeğini
Karnının tarlasına eken sen

Kale yollarından geçtik yıllardır
Bir düş ülkesine ulaşmak için
Bırak bütün düşlerini ırmağa
Adı senin olan yere gel hemen

ONAT KUTLAR

***

YEDİLİ TUYUĞ

Küçük ırmak sen buradan gidince
bozulur bahçeler bağlar
ve durur mu gider arabı zengi
atlayıp kişneyen atına
yerine kays gelir altına
çekerler horasanın düzünden
çöl halısı kahve rengi

Açar sen gidince padişah rüzgâr
perdelerini gün batımının
görünür nereye baksam bir çölde
iki ırmak arasının kurbanı
alinin ki selam üstüne olsun
elim yüreğine değmesin diye
aramıza koyduğu verev Zülfikar

Gün gelir zamanın çekirgeleri
geçer gövdemizin çimenlerinden
öpüşlerin şarabına bulanmış
güzelliğin bir bozguna dönüşür
gözyaşları bile sakın unutma
yol bulamaz yüreğime ve gider
kenar suyu olur bir çöl divanına

ONAT KUTLAR

***

MART İÇİN HOYRAT

Sabah erken kalktım dereler buz
Tanrı bilir ne zaman döner avcılar
Kör Süleyman gece gündüz sayıklar
Çadırı yıkılsın da bozulsun bağı
Kan izlerini sildi götürdü acı kırağı
Dolandım durdum uzun yollarda yalnız

Severim gözünü şu halime bak
Yaramı saran gümüş telli kavak

Döner durur göğün dibinde bir yabana
Kartal mı desem peşinde bir alıcı kuş
Hakkari Oramar yaylası Van gölü Muş
Genç ömrüm bir kürt kilimiydi geçti gitti
İnsan yüreği pas tutar derdi babam rahmetli
Başında bir solgun poşu ayağında çarpana

Gözünü severim bir haber salsana
Yüreğimden uçan gümüş telli turna

Uyudum uyandım bir uzun gece
Ay karanlık devir puşt hava dumanlı
Sırtımda bir hançer söğüt yaprağı
Düşte gördüm dökülmüş odamın beyaz
Kireci bahar gelmeden geçip gitmiş yaz
Kimse sormaz aç mıyım susuz mu halim nice

Gözünü severim sen söyle kiraz
Ağacından doğan gümüş telli saz

Kar üstüne açmış yaz delisiydi
Erken öttü gönlümün çapar horozu
Korkarım silerler defterden bizi
Götürür ayrılığa bir tahtadan at
Tarih dokuz yüz seksen gün yirmi üç mart
Biri hasret gömleğini bir daha giydi

Yüzünü seveyim sarayım belin
Koynumda uyan gümüş telli gelin

ONAT KUTLAR

***

CEZAYİR AĞACI

Sevgilim Cezayir beyaz bir duvar
Bir yanı akdeniz öbür yanı nar
Senin nar ağacın
benim denizim
ve duvar
Bir yasemin senin gibi Cezayir
Ve de zakkum benim gibi zehir
Aures’ten rüzgâr
senin kokunu
bana getirir
Bütün gece Kabylie berberileri
Hurma dallarından denize geçti
Ama nice yıllar
göremedim bile
senin düşlerini
Kurşun kanatlarıyla tarihin
Derin ovasında uçuyor Konstantin
Ve göğsümü bir zeytin
dalıyla okşayan
yüreğin
Bu şiiri sevgilime adadım
Hadj Ali, Benzine ve öteki dostlarım
Kanlı bir gül çizgisiyle
ayrılırken haziran
Mor perdelerle Otel Aletti
Bir ateş ağacı gibi yandı gitti
Sevgilim
ayrılık
canıma yetti

ONAT KUTLAR

***

Haftaya son kez şairimizin şiirleriyle birlikte olacağız. Herkese mutlu hafta sonları..


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 25.11.2012

ÜÇ ABD’Lİ ŞİRKETİN EDERİ SEKSEN DEVLET 2

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


“Tüm Avrupa’da sadece 3 bin 300 endemik var. Avrupa, Anadolu'nun 15 misli alana sahip... Bak ne kadar çok endemik var, düşün... İşte şimdi bizim yapacağımız şey, bizim kurtuluşumuz Türkiye’nin doğal bitki örtüsünü, endemiklerini korumak, kurtarmak... Başka çaremiz yok. Aksi halde dünya çölleşiyor, Türkiye de çölleşecek, ölecek, bitecek... Ağaç, çalı,
meyve, çiçek, ot, neyse o canlı kendine göre yaşamak için koşullara ihtiyacı var. Korunacak ki dünyada hayatını sürdürsün..”

diyor ve ekliyor;

“Bugün dünyaya hakim olan kim? Global şirketler. Ne  yapıyorlar peki bunlar? Kendine hayat veren doğal ekosistemi kullanıyorlar. Havayı kullanıyorlar, suyu kullanıyorlar kullanıyorlar, kullanıyorlar... Ozon deliniyor, iklimler değişiyor, buzullar eriyor, topraklar çölleşiyor... Ama kimin umurunda!”

Evet kimin umurunda? “Ormancı” Ali Ağaoğlu’nu aklınıza getirin. Hani orman kenarı konutları uğruna ormanları yok ettiği hayalini anlattığı reklam filminde gene kendisi oynayan şu Ali Ağaoğlu.. onlar gibileri neleri yok etmez?

Hayrettin karacanın dediği gibi; “O büyümek zorunda. Üretmek zorunda. Sen de tüketmek zorundasın. Her ne pahasına olursa olsun.”

Mine Şenocaklı’nın 20 Ağustos’ta Vatan gazetesinde yayınlanan Hayrettin Karaca’yla yaptığı söyleşiden seçtiğim bir bölüm aktarmanın tam yeridir.

“Karadeniz’in gezmediğim vadisi yok... Ta suyun çıktığı yerlerin sonuna kadar... Orada öyle bir endemikler var ki, onlar HES’lerle kaybolup gidiyor şimdi. Türkiye’de 3 bin 500 tür endemik bitki var.

- Yani yalnız orada yetişen, oraya mahsus olan... 

Evet. Dünyada bir tek orada var, başka yerde yok. Ben işe başladıktan sonra 900’den 3500’e çıktı bu endemikler. Tüm Avrupa’da sadece 3 bin 300 endemik var. Avrupa, Anadolu'nun 15 misli alana sahip... Bak ne kadar çok endemik var, düşün... İşte şimdi bizim yapacağımız şey, bizim kurtuluşumuz Türkiye’nin doğal bitki örtüsünü, endemiklerini korumak, kurtarmak... Başka çaremiz yok.”

Daha önce Ali Ağaoğlu için söylediklerimi düşünün. Siyasi iktidarlarda bu mantıktan farklı mantığa sahip değiller. Gene Hayrettin Karaca’nın dediklerine kulak verelim.

“(...)bizimkiler de ne diyor? Büyüyeceğiz diyor. Hiç suya,  havaya, toprağa, insana  nasıl zarar vereceğimizi düşünmeden... Bak, Tarım Bakanı biz GDO’yu almayız dedi. Bir ay sonra ülkeye 25 tane GDO’lu ürün geldi. GDO’lu tohum olursa Amerika seni gebertir, kendine mahkum eder. Benim toprağım benim için bitecek. O kadar...”

Bu kısır döngüyü kırmak lazım.

Doğal hayatı korumak gerekir. Korumazsak önce siyaseten giden özgürlükler, daha sonra her alandan gider. Neden oluyor bütün bunlar? Büyümezse yok olma tehlikesiyle karşılaşan şirketlerin büyüme arzularından tabii. Güzel bir söz var; “karın açlığını doyurmak kolay, aç gözlülüğüyse doyurmak imkânsız.” Büyüme arzuları aç gözlülüğe dönmüş şirketler, önce devletlerin varlığını, sonra dünyanın varlığını yok edeceklerdir.



BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 21.11.2012

ÜÇ ABD’Lİ ŞİRKETİN EDERİ SEKSEN DEVLET 1

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Dünyanın gittiği yer öyle pek hoş bir yer değil. Görünüşte bir ilerleme, bir gelişme var. Teknolojik gelişmeye bağlı olarak bireyselleşmenin, bireyselleşmeyle birlikte kişisel özgürlüklerin arttığı bir gerçekliktir. Devletin baskısı, toplumun baskısı, inanç sistemlerinin baskısı her geçen gün kırılıyor. İdeolojilerin insanı boğan ahtapot kolları kesildi, dahada kesilecek kuşkusuz. Bütün bunlar çok güzel şeyler. Gene de dünyanın gittiği yer öyle pek hoş bir yer değil. Büyük ilerlemeler, büyük gelişmeler oldu evet, ama ne bahasına?

Bu sorunun cevabı nedir derseniz söyleyelim, doğal hayatın yok edilmesi bahasına.. bugün dünyaya hakim olan küresel şirketlerdir. Onlar; aynı zamanda kendi ülkeleri olan yaptırım gücü yüksek ABD, AB gibi ülkeleri, diğer ülkeleri istedikleri biçime sokmaları için kullanırlar.

Şu tabloya bakar mısınız?

1990’ların ortasında 42 şirketin geliri 48 ülkenin gelirine eşitti. 2012 itibariyle 3 ABD’li şirketin geliri 80 ülkenin gelirine eşit oldu.

Şimdi bu oranlara erişmiş şirketlere sahip bir ülkenin ekonomik gücü karşısında hiçbir ülke öyle pek kolay tutunamaz. Siz onlara ancak hizmetçilik edersiniz, bunu kabul etmek gerek. Onların biçeceği rolleri üstlenir, sonrada içeriye karşı iktidar efelenmeleriyle erkeklik taslarsınız. Bu hiçbir şeyi değiştirmez üstelik, bir de bunu bilirsiniz. İşin zor yanı davul sizde olsa bile tokmak onlarda olduğu için sizin ritimlerinizi pek çalmazlar. Bunu da bilirsiniz. Onun için havanız suyunuz kirlenir siz müdahale edemezsiniz.  Hava veya suyunuzun kirletilmesi için bu şirketlerin ülkenizde etkin olarak bulunmaları gerekmiyor. Brezilya yada Avustralya veya Kenya’da yeşil örtüye verilen zarar sonuçta bütün dünyayı etkileyeceği için sizde etkilenirsiniz. Gaz salınımıyla delinen ozon tabakasının, doğal gazların enerjiye dönüştürülüp ısınmadan aydınlanmaya kadar her alanda kullanılması sonucu yanardağ faaliyetlerinin durmasıyla  ozon tabakasının onarılamadığını bilim adamları  söylüyorlar. Peki bütün bunlar niçin denetlenmiyor? Çünkü bu şirketler büyümek zorunda. Büyümez ve güç kaybederlerse ülkeleride büyümez ve güç kaybeder.

Bunun için ellerinden geleni yapıyorlar. Ellerinde her ülkeyi pes ettirecek sayısız ateşli, ateşsiz silaha sahipler. Ateşli silahları saymaya gerek var mı? Bildiğiniz bütün silah ve savaş endüstrisinin içine uzay endüstrisini de, “cern” gibi bilimsel araştırmalarıda bu potanın içine atabilirsiniz. Ateşsiz silahlarsa yenen içilen gıda ürünlerinden, ilaçlara kadar çeşitlenmektedir.
Bunların içinde en tehlikeli iki konu var ki, biri; GDO’lu besinler, diğeri raf ömrünü uzatmak, maliyetlerini düşürmek ve sürekli satışı sağlamak için tiryakilik yaratan tatlar içeren katkı maddeli gıda ürünleridir.

GDO’lu besinlerle sadece besinler etkilenmemekte, doğanın bitki örtüsüde değişmektedir. Bugün orta asya ve uzak doğu bitki haritasında 1970-1980 arasında var olan 110 bin bitiki türünden sadece 10 bin bitki türü kalmıştır. Gene 1970’lerde yapılan ölçümlere göre yetişkin bir insan 125 milyar hücreye sahipken günümüzde 25 milyar hücreye sahip.

Katkı maddeleriyle üretilmiş gıda maddeleriyle beslenen Fransa gibi ülkelerde genç ölülerin cesetlerinin çürümediği belirtilmektedir. Verilen rakamlara bu son olguyu eklerseniz insanlığın büyük değişimin eşiğinde olduğunu görürsünüz. Şimdiye kadar geçen evrede ilkinde avlanarak bulduğunu yiyen, ikincisinde tarımı keşfedip, hayvanı evcilleştirdikten sonrada üreterek yiyen insan, laboratuarda yapısı (genetiği) değiştirilmiş, yada yapay maddeler içeren yiyecekler yiyen insana dönüşmüştür. Bütün bunlar insanlığı tehdit eden konulardır.

Doğal hayatı korumak gerekir. Tema vakfının başkanı, eli öpülesi büyüğümüz, bilgemiz sayın Hayrettin Karaca bakın neler diyor.

“Tüm Avrupa’da sadece 3 bin 300 endemik var. Avrupa, Anadolu'nun 15 misli alana sahip... Bak ne kadar çok endemik var, düşün... İşte şimdi bizim yapacağımız şey, bizim kurtuluşumuz Türkiye’nin doğal bitki örtüsünü, endemiklerini korumak, kurtarmak... Başka çaremiz yok. Aksi halde dünya çölleşiyor, Türkiye de çölleşecek, ölecek, bitecek... Ağaç, çalı,
meyve, çiçek, ot, neyse o canlı kendine göre yaşamak için koşullara ihtiyacı var. Korunacak ki dünyada hayatını sürdürsün..”



DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 19.11.2012


ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 148 (Onat Kutlar 1)



Merhaba sevgili okurlar. Gene bir Pazar ve gene bir şairin şiirleriyle huzurlarınıza geldim. Bu hafta ile birlikte 3 Pazar Onat Kutlar’la beraber olacağız. Önce kendisini tanıyalım.

“25 ocak 1936 yılında Alanya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketi Gaziantep’te tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini son yıl yarıda bıraktı, felsefe öğrenimi için Paris’e gitti. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Doğan Kardeş dergisinde sekreterlik yaptı. 1956 yılında, a dergisinin, 1965’te ise Türk Sinematek derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve 1976 yılına kadar aynı derneğin yöneticiliğini yaptı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Yönetim ve Yürütme Kurulu üyesiydi.

1952’de çeşitli dergilerde yer alan şiirleriyle tanınmaya başlayan Onat Kutlar, Gösteri, Hisar, İlke, Küçük Dergi gibi dergilerde şiirlerini yayımladı. Duyarlı, ayrıntılara inen, açık bir söylemle yazdığı şiirlerinde toplumsal durumlar ve konumlar öne çıkmaktaydı.
İstanbul’da The Marmara Oteli’nin pastanesine konan bombanın patlaması sonucu yaralandı, 15 Ocak 1995’te yaşamını yitirdi.”

Kısaca şairimiz böyle tanıtılmış, sıra şiirlerine geldi.

...

ORMAN 

Kendine esen rüzgârla derinleşen
yüzü bir adamın durur
ve ormana bakar, bu benim.
Damarların uğultusunu duyar bir sarnıçtan
gizli bir kente döşenmiş su yollarının
Ağaçların sararmış yaprak uçları
dalarken gökyüzünün karanlık denizine
kökler büyülü bir ışıkla aydınlanır ve toprak
yabancı bir mimariye açılır, bana ait olan.
Yalnızlık, doğunun bildik çarşısı
kendi alışverişiyle canlanır, yeni bir ırkın
kölesi masmavi bir adam haber bekler, benden
yabancı bir tapınağın tanrıçasına.
Ötmeyen soyu tükenmiş kuşun saati
alacakaranlığı gösterir, gündüze mi geceye mi
gideceği belirsiz bir yolcu gibi. Ben.
Anılar biter ve bir cumhuriyetin
sınırları silinir.
Çekilirken bir çınarın burcuna
yüzünün gölgesi olan güneş bayrağı,
bir adam çam iğnelerinden bir çelenk koyar
kayanın dibine, bir gençlik anıtı olan kayanın.
Sonra ağır ağır ağaca dönüşür
Geleceğe ve sonsuzluğa uzatır yapraklarını
sürgünde bir kıral gibi, ülkesi olmayan
Bırakır kılıcını toprağa
rüzgâr ve büyüyle gelen adam
Geriye uzak bir uğultu kalır ve kimsenin yak basmadığı bir orman.

ONAT KUTLAR

***

DÜŞ

Bir ülkeye binmişim adım ne bilmiyorum
Irmaktan geçsem gerek kör karanlıktayım
Yapışmış bir yanından bir satrap kıtasına
ülke ve elimde ucu yanık pankart sapıyla
Donuk köylü heykelleri kıyıda ve Atatürk
kara-baba barajının suları durmadan yükseliyor
Uzun sürecek anlaşılan tufan ırmaklar bekleyecek
Denize yol veren dağlar delinecek önce, çocuklar
ve bir kadın sığınmış yorgun kırlangıçların
hüznüyle neden hepsi durmuş bana bakıyor
Neden bakıyor köylüler çocuklar ve sevdiğim kadın?

Oysa bir ülke yutmuş beni ve adım yunusun
şafağına çok yabancı sulardan geçiyorum
Bağırıyor öfkeli babam, “Oraya git!...Oraya git!...”
Gitmeyeceğim işte. Her neyse aklıma koyduğum
”Aldım ve kabul ettim de!...” Hayır, etmeyeceğim!..
Ayağımın altında işte senin çivilerle yazdığın en yeni
ahid, karnından çıkamadığım kala-balık bir gün
dolaştırıp zulmün yedi denizinde senin ölümünle
güneşli bir kıyıya bırakacak beni yanı başımda
izinli askerler, köylüler, çocuklar ve sevdiğim kadın.

ONAT KUTLAR

***

NE KALACAK BİZDEN GERİYE (BİR SORU)

Akşamüstü oturdum yol kıyısına
Düşündüm
Ne kalacak bizden geriye
Balkan yaylasından ve bozkırlardan
Kaf dağlarına giden şu bulut
Sonsuz mevsimlerle esmerleşen
Şu toprak ve derin çınar ağacı
Biz yokken de vardı

Çocukların şu gülen sarı feneri
Ay ışığı
Ve ıssız balkonlarda
Kırmızı biberlerle üzgün yaşlıları
Aynı mandalda kurutan güneş
Çayırda gölgeler bırakacak
Dalgın yeryüzünde çekilirken

Kalabalık çarşılara tortusu
Çökecek
Tüccarın kan pazarından
Mezarlığa taşıdığı paranın
Değirmeni döndüren ter ırmağı
Kuruyunca ardında tuz kalacak
Ve bir anı öfkeli işçilerden

Sinirli kediler bir tekir şerit
Olacak
Ve bir çöl esintisi
Dörtnala kaybolan arap atları
Bir çavdar haritası çizecek
Bozkırı terkeden tarla faresi
Kuş tüyleri gökyüzünün camını
Buzlu yazılarla donatacak

Her şey değişiyor ama ne yapsak
Duracak
Tarihin uzun duvarı
Taşlara kırmızı izler bırakan
Ve aynı kıyıdan yürüyen köle
Silecek kıralların adını
Gene de karanlık dağ başlarında
Yarın bir kin gibi hatırlanacak
Kanlı soy ağacının dalları

Kiraz ve kamıştan kavalımızın
Sesleri
Dağılıyor havada
Bir kuyu ağzından geçiyor gibi
Rüzgârı mor fistanlı zamanın
Bu güzel şarkı da unutulacak
Kıyımlar acılar kanlar içinde
Savrulurken yaşadığımız günler
Bu soruyu mutlaka soracaksın

Ne kaldı ne kaldı bizden geriye?

ONAT KUTLAR

***

AYRILIK

Ayrılık şiiri ne kadar yalın
Sevdiğimiz aşk sözcükleri gibi
Kılıçla kesiyor bir hain nokta
Öpüşen virgüllerle akan cümleyi

Nasıl soğuk ayrılığın güneşi
Gölgeli bir çınar olan gövdemin
Dallarını içten kırınca acı
Buzdan bir alçıyla tutuyor beni

Ayrılık sabahı ne kadar beyaz
Ölümün hüzünlü arkadaşı kar
Bana ütülü bir çarşaf hazırlar
Bir karanfil tam yüreğimin üstünde

ONAT KUTLAR

***

YALNIZLIK-1

Bütün bir haziran evin önünde
Akasyanın dallarını eğerken rüzgâr
İpeğe kırmızı bir gül işlerdi
Kulağı ıssız ve tozlu yollarda

Yoksulluğun kedileri kapıyı
Bir yaz boyu her gece tırmaladı
Sırtının teline mavi bir horoz düşü
Dokunmadan uykuya varamazdı

Uzak denizlerden atlar geçerdi
Bulutlar güze yakın gözlerinden
Bekledi ölümün beyaz elinde
Solgun bir gül oluncaya kadar

ONAT KUTLAR

***

PENCEREMDEN GÖRÜNMEYEN

Çamağacına

Duman renkli ve kocaman bir karganın
Kumlu dalgın kanatları ardından
Denizin derinliklerine açılan
Akdeniz güneşinde çürümüş ahşap
Ve kuytu yosunlara çalan teknenin
Reçine kokusuyla tanıdığım

Çamağacına

Bol sisli bir kışın ormanından
Karlı gelin telleri taşıyan
Gümüşten yapraklarla örtülü
Uysal ve uzun boynunu bahçelerin
Ve benim toprağıma eğmiş
Gülümserken bir eşkiya rüzgarın
Söküp uzaklara götürdüğü

Çamağacına

Bir akşamüstü kayboluşu
Penceremin daracık sahnesini
Lacivert ve kadife ve kesin
Birinci perdesiyle kapayan
Günlerimi çok eski bir oyunun
Gözgözü görmeyen karanlığında
Ortaçağ panayır soytarılarının
Küt ve kıvırcık sakallarıyla
Durmadan dekor değiştirdikleri
Öfkeli aralığında bırakan

Çamağacına

Şimdi rüzgar geçiyor penceremden
Gövdemin kuruyan kavalını
Kırmızı türkülerle donatarak
Senin ormanından sayısız ağaç
Ve düslerimde bembeyaz yıkadığım
Teninden coşkun sular geçiyor
Kapılıp sürüklenen ırmağa
Kıyıların danteline alışkın
Ellerim birden ulaşıyor

Çamağacına

Öperken yapraklarını acıyla kısık
Sesli kuşlar bakırlayan yüzünün
Bahçesinde yediğim vişnelerinin
Kabına sığmaz sevinci ve tutku
Yırtarken demirden kuşağını
Ağır bir işçi gibi ölümün
Beni yaşamanın kavgasına
Yarışta bir tay gibi fırlatan

Çamağacına

Seni bir çok daha görmek için
Dallarına basıp yaylandığım
Şiiri katıksız dolambaçsız
Bir önsöz olsun diye yazdığım
Senin adınla karıştırıp
Adını yüreğimin canına
Kazıdığım ve şimdi bir akşamüstü
Penceremden ansızın görünmeyen

Çamağacına

ONAT KUTLAR

***

AT

At konuşmadan çıkar yollara
Eğersiz çıplaktır bir payitahtın
ıssız sokaklarından sabaha karşı
bir ılgarla geçer
Açılır sular ve deniz koşar yalnızca
kendinin bildiği ülkeye doğru
Ardında kıvılcım tarlaları bırakır
Ayaklarında mermere çarpan
demirler bulunması bundandır
Denizi bilir de bakmadan geçer

At uysaldır parlak gönderine
çekilir çocuklar ve gökkuşağı
Kamçıdan dizginden gemden çekinmez
Korkusundan değil utanmasından
Bir çam hizasından geçer ormanı
Yel burnunun narin kanatlarına
bir ipek sezgisiyle dokunur. Ova

Sonra kentler gelir durur bakar at
Gözleri güzeldir gelecek gibi
Sisli yaprakları demir kargıyla
kuşatan askerler ve köpekleri
yelesinin sularında boğulsun diye
fırtınayı bekler

Sonra çılgın dörtnala bir koşu başlar
Nereye nereye? Belki Oramar
Yakar kendi yazısının yapraklarını
Sarı tanyerinin bulutlarından
alnına durmadan yıldızlar kayar
Ayağı sekili dağ köylerinden
kaynağı bilinmez sulara doğru

Bir resim değildir at ve sınırları
tam çizilmemiştir
Tökezler bir düşün yamaçlarında
Kişneyerek bir çavlana dönüşür
Bekler Oramarın ıssız dağları
ve altın nadaslardan doğan çocuklar
yeni bir at gelinceye kadar

ONAT KUTLAR

***

UNUTULMUŞ KENT

Vermeme olanak yok bana verdiklerini
Ama ayrılırken bir hesaplaşma da gerekli
Geçmiş bunca güzellikten bir anı olarak
Ben seni alayım istersen sen de beni

ONAT KUTLAR

***

Haftaya şairimizin şiirlerine kaldığımız yerden devam edeceğim. Herkese mutlu hafta sonları..


 
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 18.11.2012


İNSAN KALABİLEN İNSANI BULMAK 3

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


“TBMM Başkanı Çiçek, Meclis bütçesi görüşülürken yaptığı açıklamada, Anayasa’da milletvekilliği ile bağdaşmayan işlerin belli olduğunu ancak etik ilkelerin belirlenmesinin de Meclis’in saygınlığını arttıracağını söyledi. Çiçek  ‘Ümit ediyorum siyasi etik komisyonu önemli bir rapor hazırlayacak. Bu Meclisin saygınlığına büyük ölçüde katkı sağlayacaktır’ dedi.

Çiçek’in girişimi ve her partiden birer üyenin katılımıyla oluşturulan TBMM Etik Komisyonu, konuyla ilgili yasa teklifi hazırlayacak. Yeni düzenlemeye göre,  milletvekillerinin mesleklerini yapabilme konusundaki tek ayrıcalık ‘Sanat’ olacak. Resim ya da beste yapan, kitap yazan veya sanatsal alanda herhangi bir faaliyet gösteren vekil bu çalışmalarını sürdürebilecek.

Çiçek daha önce Şükür’ün TV’de paralı yorumculuk yapması konusunda ‘Yasalara göre, vekilin özel bir kanalda yorum yapmasının önünde engel yok. Ama işin etik yönü var’ demiş Şükür de TV’de yorum yapmak için Başbakan’dan izin aldığını açıklamıştı. Anayasa uyarınca TBMM üyelerinin, kamuda ve kamu yararına çalışan dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları ile sendikalarda görev almaları, bir taahhüt işini  kabul etmeleri, temsilcilik ve hakemlik yapmaları yasak bulunuyor. Özel bir TV kanalında paralı yorumculuk ise, kapsama girmediği için Hakan Şükür’le ilgili bir yaptırım uygulanamamıştı.”


Yasal boşluktan yararlanan Hakan Şükür için şöyle denebilir; “köpeksiz köy buldu, değneksiz geziyor”. Bu insanlık değildir işte. İsterse bin rekat namaz kılsın her gün, isterse kırk kere hacca gitsin, önce insana, sonra bağlı bulunduğu halka sorumluluklarını yerine getiremezse yüce Allah’ın rızasını kazanmış olamaz. Kaldı ki önceliği ve söylemi “DİN” olan bir partiden seçilmiş bir insan buna nasıl dikkat etmez?

Ne dedik? AKP önceliği ve söylemi “DİN” olan bir partidir değil mi? Peki önceliği din olan bir parti hacca giden bir milletvekiline ceza verir mi? Burası Türkiye! Şimdiye kadar her kesimden çok çelişki yaşandı, bu kesimde de yaşanır doğal olarak, çünkü mayası aynı insan. Haber şöyle;

“AKP'de 2. Hakan Şükür krizi

Lig TV’de ücretli futbol yorumculuğu yapıp, partisinden de eleştiri alan ve krize neden olan AKP milletvekili Hakan Şükür, ikinci bir soruna daha yol açtı. Parti yönetimine haber vermeden yurt dışına giden Şükür’ün yerel seçimlere ilişkin Anayasa değişikliğinde oy kullanmaması parti kurmaylarını da kızdırdı.
Şükür, yerel seçim tarihini öne çekmeyi amaçlayan anayasa değişikliğinin oylamasına, parti grubundan izin almadan ve mazeret bildirmeden katılmadı. AK Parti kurmayları, oylamada yer almayan Cevdet Erdöl ve Naci Bostancı’nın, mazeretli olduklarını, ancak Şükür’ün Meclis’e neden gelmediği konusunda bilgilerinin bulunmadığını söylediler. AK Parti grup yönetimi oylama öncesi ve sonrası Şükür’e ulaşmaya çalıştı ancak irtibat kuramadı. Grup yöneticileri ‘Hakan Şükür’ün hacca gittiğini duyduk. Bir bilgi de ABD’de olduğu yönünde… Nerede olduğunu bilmiyoruz’ dediler.”

Bu işler böyledir. Söz konusu parti olursa herkes sigaya çekilebilir. Sigaya çekilmekle kalınsa iyi, 100’er bin dolarcıklardan da olunur. Şimdi o düzenlenme kesin olarak çıkar emin olabilirsiniz. Ama halk için bir konu yanlış yapılmışsa onun düzeltilmesi uzar da uzar. Biliyorsunuz 2010’da çıkan torba yasasıyla bir takım düzenlemeler yapılmış, herkes sigorta kapsamına alınmıştı. Bu konuda SGK uzmanı Erhan Nacar’a bir bayan izleyici yaşadığı sorunu anlatmış.

“Türkiyem programına telefon bağlantısıyla katılan bir bayan izleyici programa damgasını vurdu. Canlı yayına telefon bağlantısıyla katılan Deniz Söyler isimli bir bayan, ‘Genel sağlık sigortası bizi üzüyor. Ben bunu ödemeye mecbur muyum kardeşim?’ dedi.
 İzleyici ‘Benim çocuğum çalışmıyor. İki tane yabancı dili var. Kızım memuriyet sınavına girip yüksek puanlar alıyor ve ortada kalıyor. Ben ise iki tane sigorta ödüyorum. Ben dul bir insanım’ ifadelerini kullandı. Sinirli konuşma tarzıyla dikkat çeken Deniz Söyler, sosyal güvenlik uzmanının ‘Bu soruyu çocuklarınız adına mı soruyorsunuz?’ sorusuyla ise sinir küpüne döndü. ‘Kardeşim ne demek çocuklarınız adına mı soruyorsunuz? Şaka mı yapıyorsunuz? Bunu ödeyen benim. Neden çocuklarımın adına sorayım, kendi adıma soruyorum’ diyerek cevap veren izleyici programdaki tansiyonu iyice yükseltti.”

Tansiyon nasıl yükselmesin? Sigortasız kimse kalmasın diye herkesi sigorta kapsamına alırken, çalışmayan veya çalışamayan insanların sigortalarını da ana-baba sigortalıya yükleyen devlet olursa elbette yükselir.

Bu durumda insan kalabilen insanı bulmak herhalde dünyanın en zor işidir. 


BİTTİ



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 16.11.2012

İNSAN KALABİLEN İNSANI BULMAK 2



Tek örnek bu değil. Kim bilir  daha ne çok gizli kalmış insanlık örneği vardır. Kimse aşağıdaki haberde sözü edilen kızımız gibi davranmaz. Hele söz konusu bir yarışmaysa ve yarışmanın sonuna önde girip önde bitireceği belli olmuşsa.. gelin haberi okuyalım ve iyiki böyle insanlarımız var diyelim.

“Öte yandan yine Trabzonlu bir kız çocuğu olan Hilal Coşkuner, Trabzon Gençlik Spor İl Müdürlüğü’nün 2006 yılındaki Okullararası Kros İl Birinciliği yarışması sırasında 2 bin metrelik yarışın son 200 metresine önde girmiş, tam ipi göğüsleyeceği sırada hemen arkasında koşan Sibel Gül'ün yere düştüğünü görerek yarışı bırakarak arkadaşına yardım etmişti. Hilal yarışmada derece alamamış ama Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından aday gösterildiği 2006 Dünya Fair Play ödülüne layık görülmüştü.”

Böyle yavrularımızı görünce benim gözlerim yaşarıyor. Geleceği temiz ellere bırakmanın büyük gururunu duyuyorum. Onların elinde ülkemiz daha güzel günlere kavuşacaktır. Örnek davranışlarla yavrularımızı özendirelim. Böyle davranan insan sayısını arttırmaya yavrularımızdan başlayalım.

Örnek olmak amacıyla işi azdırıp sıkıcı olmamak gerek. Unutmamalı ki onlar daha çocuk. Çocuklar avucunuzdaki serçeler gibidir. Ellerinizi açarsanız uçar giderler, sımsıkı kapatırsanız ölür giderler. Her şeyi eğlenceli hale getirmek şart. Başka türlüsü büyüklerin bile dikkatini çekmiyor. Eğlenceli olmalı düşüncesiyle işi sulandırmamalıda. İşi sulandırmak kontrolü yitirmektir. Bunun için eğlenceninde dozu iyi ayarlanmalı bana sorarsanız.

İşi sulandırıp azdırmak, istenmeyen sonuçlarda aldırabilir. Eğlence olarak başlayan şakaların sonuçları buna tipik birer örnektirler. Bakın şu habere;

***

“El şakasından kaçarken 4 kattan düştü
Bursa’da kaldığı yurdun dördüncü katındaki odasından sigara içmek için yangın merdivenine çıkan üniversite öğrencisi 20 yaşındaki Onur Uzman, iddiaya göre 21 yaşındaki arkadaşı A.G.’nin yaptığı el şakasından korunmak isterken aşağı düştü. Çenesi kırılan genç, hastanede tedavi altına alındı

Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 2’nci sınıf öğrencisi Onur Uzman, aynı üniversitede Endüstri Mühendisliği Bölümü birinci sınıf öğrencisi olan arkadaşı A.G. ile Kredi ve Yurtlar Kurumu binasının dördüncü katındaki odasında dersleri olmadığı için sohbet ederken, sigara içmek için yangın merdivenine çıktı.

Burada birbirlerine el şakası yaptıkları öne sürülen gençlerden Onur Uzman, korunmak isterken dengesini kaybederek aşağı düştü. Çenesi kırılan dişleri dökülen Uzman, yoldan geçen bir araç ile UÜ Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Tedavi altına alınan gencin hayati tehlikesinin olmadığı belirtilirken, iç kanama tehlikesine karşı kontrol altında tutulduğu öğrenildi.
Olaydan sonra polis tarafından gözaltına alınan A.G. ise ifadesi alınması için polis merkezine getirildi. Olayla ilgili başlatılana soruşturma sürüyor.”

İnsanlık ve şaka insanın var olduğu tarihten beri vardır sanırım. Bundan sonrada olacaktır mutlaka. El şakası sonunda eşek şakasına varıyor. Hiç kimse kusura bakmasın ama ben Hakan Şükür’ün yaptığı TV yorumculuğunu da eşek şakaları içine koyacağım. Adam dünyalığını kazanmış, mesleğinde başarılı. Tuttu milletvekilliğine aday oldu ve seçildi. Kıyak emeklilik hakkını kazandı. Ömür boyu aile bireylerinin tamamı (ana-baba, eş ve çocuklar) devlet parasıyla dünyanın her yerinden sağlık kontrolünden geçebilecek, tedavi alabilecek. Emeklilik maaşı 7 küsur bin tl. Bunlara sözüm (varda yok,) yokta, her bölüme 100 bin dolar aldığı maç yorumculuğu eşek şakası değilse nedir. Bunun neresinde insanlık onuru vardır. Millet vekili seçilen milletin konularıyla ilgilenmek zorunda değil midir? “Büyüklerinin daha iyi bildiği” gerekçesiyle boşlayarak milletin konularıyla ilgilenmeyecekse neden milletvekili oldu?

Ama durun! Bu böyle uzun süre sürmeyecek! Çünkü iktidar partisi bile bu durumdan rahatsız. Bunun için yeni bir düzenleme geldiği haberleri ortalıkta dolaşıyor.    

“Milletvekillerinin TV’lerde paralı yorumculuk yapması da dahil, bazı faaliyetlerde bulunmasına kısıtlama getiriliyor.

TBMM’de çalışmalarını sürdüren siyasi etik komisyonu, milletvekillerinin TV’lerde para alarak yorumculuk yapması da dahil, bazı faaliyetlerde bulunmasına kısıtlama getiriyor.”

 
DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 14.11.2012

İNSAN KALABİLEN İNSANI BULMAK 1

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Evinize hırsız girse ne yaparsınız? Hırsızla burun buruna gelseniz mesela.. Öldürür müsünüz, kovalar mısınız? Caydırmak için kovalarsanız bir şey yokta, öldürürseniz çok şey var. Allah kimseyi böyle bir duruma düşürmesin ama ola ki böyle bir durum oldu, nerde öldürürsünüz, evin hangi bölümünde? Bu konu çok önemli. Başınıza iş alırsınız yoksa. Biliyorsunuz ceza yasamıza girmiş olan maddelere göre hafifletici sebep olarak bir hırsızı ancak yatak odanızda öldürürseniz haneye tecavüzden sayıldığı için adam öldürme cezanız düşer. Yani buna göre tuvaletiniz, mutfağınız, salonunuz kamu malımıdır? Şaka bir yana ama gerçek böyle.

Gerçi hırsızlar şimdi evlere girmeden önce gaz sıkıp uyumayanları bile uyutuyorlar, cinayet işleyecek, hırsızı öldürecek gücünüzü bırakın, bilinciniz bile kalmıyor. Bir arkadaşımın evi iki kere böyle soyuldu. Şu an emekli olan arkadaşım çalıştığı dönemlerde gece vardiyasındayken soyulduklarını eşi ve çocuklarının hiçbir şey duymadıklarını öğrenince şaşırmıştı. Sonradan çıkan bulgulara göre hırsızların bayıltıcı gaz sıktıkları anlaşıldı.

Her hırsız bayıltıcı gaz bulamayabilir. Diyelim ki evinize bir hırsız gazsız girdi, kimseyi uyutamadı. Sizle giriştiği mücadele sonucu hayatını kaybetti ve siz hüküm giyip çıktınız. Bir süre sonra SGK’dan 50 bin tl ceza geldiğinde şaşırırsınız değil mi? Siz siz olun şaşırmayın. Burası Türkiye, burada her şey olabilir. Olması mümkün olmayan olaylar bizde olur çünkü.
   
Size dostça tavsiyem evinize giren hırsıza “SGK’lı mısın?” diye sorun. Aşağıdaki haberde bunu doğruluyor.

“Beyaz TV’de Tahir Sarıkaya’nın sunduğu Uyan Türkiyem programında SGK Uzmanı Erhan Nacar ilgniç bir noktaya dikkat çekti.
Programa gelen bir tweette izleyicinin aktardığı örnek üzerine izleyenler ve stüdyodakiler hayretler içinde kaldı.
‘Geçen sene erkek kardeşimin evine hırsız girdi. Kardeşim hırsızı öldürdü. 3 ay sonra SGK’dan 50 bin tl ceza geldi. Bu ne demek?’
Sorusuna cevap veren sosyal güvenlik uzmanı Erhan Nacar,
‘Evinizde hırsızla burun buruna geldiniz. Ben sizin yerinizde olsam hırsıza dokunmam’ ifadesini kullandı. Hırsızın SGK’lı olması durumunda bu tarz bir cezayla karşı karşıya kalınabileceğini kaydeden Nacar, ‘Hırsıza sigortalı mısın diye sormanız lazım. Eğer sormazsanız hırsızı öldürdüğünüz zaman SGK, hırsızın ailesine maaş bağlıyor. Sizin öldürdüğünüz hırsızın ödenmeyen ve eksik kalan primleri sizden tahsil edilir. Bunun örnekleri var’ dedi.”

İnsan olmak zor şeydir. Bakarsanız biyolojik olarak herkes insan görüntüsüne sahiptir. Ama sadece görüntüsü insandır. Diğer canlıların yaşama güdülerinden farklı güdülere sahip değildir. Sadece güdülerinin, bencil duygularının etkisiyle yönlenirini arar dururlar. Böyle insanlarda öncelikle vicdani duygu ve ardından tarafsız akıl bulunmaz. Verdikleri kararlar hep çıkarları doğrultusundadır. Hırsıza hayat sigortası yapın demek için bunca sözü söylemedim. İnsaf dediğimiz şey size bunu yaptırıyorsa ne diyebilirim ki?

Sözünü edeceğim şey başka...    

Henüz 7 yaşındaki bir kızımız bizlere gözleri yaşartacak bir insanlık dersi verdi. O çok küçük yaşta bir cevhere sahip. Başkasının ağladığı bir konuda kendisi gülmesi gerekirken gülmüyor.
Haber şöyle;
7 yaşındaki Yağmur’dan fair-play dersi

Avrupa 7 Yaş Kızlar Satranç Şampiyonası’nda 2. olan ve geçtiğimiz günlerde bu başarısı nedeniyle Trabzon’da da ödüllendirilen ilkokul 2. sınıf öğrencisi Yağmur Eraslan’ın bu şampiyonaya katılmak için yarıştığı Antalya Kemer’de düzenlenen Türkiye Küçükler Satranç Şampiyonası’nda ağlayan rakibine üzülerek oyunun berabere bitmesine razı olduğu ortaya çıktı.
Trabzon Cumhuriyet İlköğretim Okulu 2-D sınıfı öğrencisi olan Yağmur Eraslan’ın Avrupa 7 Yaş Kızlar Satranç Şampiyonası’nda kazandığı 2.’lik ödülünü alırken, daha önce katıldığı Antalya’da düzenlenen Türkiye Küçükler Satranç Turnuvası’nda bilerek rakibi ile berabere kaldığı ortaya çıktı. 2. olduğu Avrupa Şampiyonası’ndan önce Antalya’da düzenlenen Türkiye Küçükler Satranç Şampiyonası’nda, üstün durumda olduğu Manisalı rakibinin yenileceği anlayıp ağlaması üzerine duruma üzülen Yağmur Eraslan, maçın berabere bitmesini sağlayıp şampiyonada yarım puanla ikinci olmayı kabul ederek fair-play örneği sergilemiş oldu.
Konu ile ilgili olarak konuşan 2. Sınıf öğrencisi Yağmur Eraslan, “Antalya’da katıldığım turnuvada rakibimden sayıca üstündüm, sonra birden kendisi ağlamaya başladı. Bende duruma üzülüp daha fazla ağlamaması için maçın berabere gelmesine razı oldum. Sonra katıldığım Avrupa Şampiyonası’nda ise 2. olmayı başardım” dedi.



DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 12.11.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 147 (Namık Kemal 2)



Merhaba sevgili okurlar. Geçen hafta vatan şairi Namık Kemal’i tanıtmaya başlamış, şiirlerine yer vermiştim. Kaldığımız yerden devam ediyorum.

“Namık Kemal, Sadrazam Ali Paşa’nın ölümünden sonra 1872’de “İbret Gazetesi”ni çıkararak yeniden muhalefete başladı. Doğal olarak sürgünlerde.. Önce mutasarrıf olarak Gelibolu’ya atandı. Aynı yılın sonunda açığa alınıp İstanbul’a dönünce sıkı takibe alındı, çıkardığı gazeteler kapatıldı. Bunun üstüne tiyatroyla ilgilenmeye başladı. Yazdığı tiyatro oyunu “Vatan Yahut Silistre”  Güllü Agop’un Gedikpaşa tiyatrosunda oynandığında halk coşup olaylar çıkınca yargılanmadan Magosa’ya sürgüne gönderildi. Namık Kemal birkaç eserinin dışında bütün eserlerini bu sürgünlük yıllarında Kıbrıs’ta yazdı.

Bu son sürgünü olmadı tabii. II. Abdülhamit’e muhalefetten önce Girit’e sonra kendi isteğiyle Midilli’ye gönderildi. 2.5 yıl sonra mecburi ikâmete tutulduğu Midilli’de mutasarrıf olarak görevlendirildi. Mutasarrıflığı sırasında Midilli’ye Türk Okulları açarak, refah seviyesini yükselterek ihya ederken devlet-i aliyyenin hazine gelirlerini arttırdı. Midilli’de gösterdiği yararlılık üstüne 1882’de Nişan-i Osman-i madalyasi ile ödüllendirildi. Artık Osmanlıyla barışmış ve ardı ardına düşünceleri ve eserleri nedeniyle ödüller almaya başlamıştı. Magosa’da yazmaya başladığı Celaleddin Herzemşah adlı eserini bu dönemde tamamladı. Bu eser, okunmak için yazılmış 15 perdelik tarihi bir oyundur. Harzemşahlar Devleti’nin son hükümdarı Celaleddin Harzemşah etrafında gelişen oyunda İslam birliği düşüncesini işledi. Sultan Abdülhamit, bu eserinden ötürü onu bâlâ rütbesi ile ödüllendirdi.

1884’te Rodos mutasarrıfı oldu. Rodos adasındaki çalışmaları da padişahın imtiyaz madalyası ile ödüllendirildi. İngiliz ve Yunanlıların şikayeti üzerine 1887’de Rodos’taki görevi sona erdi. Sakız Adası mutasarrıfı oldu.

Sakız Adası’nın kuru havası nedeniyle rahatsızlanan Namık Kemal, 2 Aralık 1888 günü 48 yaşında hayatını kaybetti. Adada bir caminin haziresine defnedildi. Arkadaşı Ebüziyya Tevfik, şairin Bolayır’da gömülme arzusunu padişah II. Abdülhamit’e iletince naaşı Gelibolu’ya nakledildi. Bolayır’da Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Gazi Süleyman Paşa’nın türbesinin yanına gömüldü. Birkaç yıl sonra Sultan Abdülhamit bir türbe yaptırdı. Türbenin planını Tevfik Fikret çizdi. 1912 Mürefte-Şarköy depreminde sütunlar zedelendiği için halen mermer kaplı bir kabirde bulunmaktadır.
Namık Kemal’in ölümünden sonra II. Abdülhamit, şairin oğlu Ali Ekrem’i sarayda görevlendirdi, babası Mustafa Asım’ı ise saraya müneccimbaşı tayin etti.

Tanzimat döneminin en önemli düşünce, sanat ve siyaset adamlarından birisidir. ”Toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir. Sanatı, toplumun Batılılaşması için bir araç olarak kullanmıştır. Eserlerini halkın anlayabileceği sade bir dille yazmayı amaçlamıştır. Divan edebiyatının süslü-sanatlı düz yazısı yerine, belli bir düşünceyi iletmeyi amaçlayan yeni bir düzyazıyı kullanmıştır. Eserlerinde noktalama işaretlerini kullanmıştır. Gençliğinde Divan Edebiyatı tarzında şiirler yazmış, Avrupa’ya gittikten sonra yeni edebiyatı benimsemiş ve o yolda yapıtlar vermiştir. Namık Kemal, Fransız edebiyatını örnek almış, romantizmin etkisinde kalmıştır. Şiirleri biçim bakımından eski, konu bakımından yenidir. Yurt, ulus, özgürlük gibi konuları işlemiştir. Ayrıca şiirlerinde mücadeleci tipte bir insan yaratmıştır. Tiyatroyu ‘eğlencelerin en faydalısı’ olarak nitelemiş, halkın eğitilmesinde okul gibi görmüş, sahne dili ve tekniği yönünden başarılı yapıtlar vermiştir.”

Şairimizi tanıtmak amacıyla özetleyerek yaptığım alıntılardan sonra sıra şiirlere geldi.

...

KIT’ALAR

I

Eylemem ölsem de kızbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim.
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrafa,
Kendimi hicveylemezsem kafirim!

II

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billahi öz kardeşimi.
Gözlerim ebna-yi ademden o rütbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı

III

Vakt-i, istibdatta söz söylemek memnu idi;
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı!
Devr-i hürriyetdeyiz şimdi, değişti kaide.
Söyletirler evvela, sonra ........  .....!

IV

Çekdiğim çevr ü cefanın sebebinden sorma
Deme kim: -Badıhave menkabe dellalı budur!
Habs ile, nefy ile, işkence ile ömür geçer,
İşte Türkiyye’de şair olanın hali budur!

V

Vükela kabrine heykel dikelim şöyle yazıp
Ki: ‘Bunun hal_i hayatına yeri münhal idi
Sanmayın yavm_i vefatında bilindi kadri
Sağlığında yine bu böylece bir heykel idi’

VI
Padişahım, bir dirahta döndü kim guya vatan,
Daima bir baltadan bir şahıhali kalmıyor:
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi,
Gitgide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor

Namık Kemal

***

VATAN TÜRKÜSÜ

İşte adû, karşıda hâzır-silah,
Arş yiğitler vatan imdâdına.
Arş ileri, arş bizimdir felah,
Arş yiğitler, vatan imdâdına!

Cümlemizin vâlidemizdir vatan,
Herkesi lûtfuyla odur besleyen;
Bastı adû göğsüne biz sağ iken,
Arş yiğitler, vatan imdâdına!

Şân-ı vatan, hıfz-ı bilâd û ibâd,
Etmededir süngünüze istinâd;
Milleti eyler misiniz nâ-murad,
Arş yiğitler, vatan imdâdına!

Rehberimiz gayret-i merdânedir,
Her taşımız bir nice bin cânedir;
Câne değil meyi bugün, şânedir,
Arş yiğitler, vatan imdâdına!

Yare nişandır tenine erlerin,
Mevt ise son rütbesidir askerin;
Altı da bir, üstü de birdir yerin
Arş yiğitler, vatan imdâdına.

Namık Kemal

***

VATAN ŞARKISI

Amalimiz afkarımız ikbal-i vatandır
Ser-haddimize kal`e bizim hâk-i bedendir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgaada şehadetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can veririz nâm alırız biz

Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can kokusu geçmez ovamızda dağımızda
Her gûşede bir şîr yatar toprağımızda
Gavgaada şehadetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can veririz nâm alırız biz

Osmanlı adı her duyana lerze-resândır
Ecdâdımızın heybeti ma`rûf-i cihandır
Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır
Gavgaada şehadetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can veririz nâm alırız biz

Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın
Cennet kapısı can veren ihvâna açılsın
Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgaada şehadetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can veririz nâm alırız biz.

Namık Kemal

***

YOKTUR

Gül ruhluların misali yoktur.
Hurşidin o rengi âli yoktur.
Ağyar ile ülfet etmek ister
Ben ölmeden ihtimali yoktur.
Cevretme değil fedayı aşka,
Öldürse dahi vebali yoktur.
Allah’adır istinadım ancak
Nevi beşerin kemali yoktur.

Namık Kemal

***
VATAN MERSİYESİ

Ah yaktık şu mübarek vatanın her yerini
Saçtık eflake kadar dudunu ateşlerini
Kapadı gözde olanlar çıkacak gözlerini
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini

Kendimizden niçün olduk bu kadar biz me’yus
Gidelim dadına Allah içün ehl-i namus
Sönüyor şem-i emel işte kırıldı fanus
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini

Serilip hak-i hakarette vatan can veriyor
Yetişin son nefesimdir gelin imdada diyor
Sevgili validemiz akıbet elden gidiyor
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini

Bu vatandır dağıtan âleme ilm ü edebi
Bundandır Beyit-i Harem Mescid-i Aksa’yı Nebi
Ne bela çektik ise hep bu vatandır sebebi
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini

Vatanı çiğnedi geçti vatanın ağyarı
Merhamet kaldı sana iki cihan hünkârı
Gidiyor sevgili Kuran’ı hıfz et bari
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini

Namık Kemal

***

Bugün yazımızı bitirirken aşağıdaki alıntıyı ekliyor ve iyi pazarlar diliyorum.

“Namık Kemal ile Deli Hikmet’in birlikte söylediği bu şiiri Anadolu’muzun kurtuluş günlerinde, 1.Millet Meclisinde Başkumandan Mustafa Kemal Paşa kürsüden okumuş ve sonunu şu tarzla bağlamıştır:

-Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
-Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”
(Kabaklı,1978: 587)



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 11.11.2012