27 Şubat 2010 Cumartesi

VE KAVGA BÖYLE BAŞLADI FIKRALARI

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


  
Bugünkü yazıyı Karsan Soğutmanın sahibi, ocak ayında Avustralya’ya yerleşen Rahmi Oskay arkadaşımın yolladığı fıkralara ayırdım. 24 yıl önce kendisinin kurduğu ve elektro bağlama çaldığı Gurup Hoş Sada’da Necat (soyadını unuttum) davul, Ergun Yılgın vurmalı çalgılar, Recai Şenyurt ritim gitar çalıyorlardı, bende bas-klavye çaldım. Solistimiz Birol Adıyaman’dı. O dönemler için Orhan Gencebay’ın plak kayıtları hariç, sadece Sakarya’da değil Türkiye’de bile ilktik. Bas, ritim gitar org ve bateri eşliğinde kimse elektro bağlama çalmıyordu. Biz ilk pop arabesk denen tarzı çıkarmıştık. Baterist Necat, gitarist Recai, ve ben çok sesli müziğin takipçisiydik. Elektro bağlamada Rahmi ve solist Birol Adıyaman çok harikaydılar. 1986-1987 yıllarında 2 yıl beraberce müzik yapmak mutluluğunu yaşadım. Daha sonra onlar iş hayatına atılıp müziği bıraktılar. Benim ise müzik tek işim oldu.   

* * *


Ve kavga böyle başladı...

Cumartesi sabahı, sakin sakin giyindim, kahvaltımı ettim,  köpeği kapıp sessizce garaja geçtim.. Kayığı arabanın üzerine atıp, şelaleye doğru yola çıktıydım ki, baktım fırtına çıktı çıkacak..., garaja geri döndüm, radyoyu açtım, hava durumu, havanın gün boyu böyle gideceğini söylüyor.... Eve geri döndüm, yavaşça soyunup, yatağa süzüldüm.. Uyumakta olan karımın vücuduna arkadan sarılıp, arzu dolu, kulağına fısıldadım,

“Dışarıda hava berbat”...
10 yıllık sevgili karım mırıldandı:
            “Salak kocam bu havada balığa gitti, inanabiliyor musun?”

Ve kavga böyle başladı...


* * *

Bir adamla bir kadın, bebekler gibi uyumakta. Sabahın üçünde, birden dışarıdan bir gürültü geldi. Kadın, panik içinde yataktan fırlayıp adama doğru bağırdı:
  
“Aman Tanrım! Bu kocam galiba!”

Adam da yataktan fırladı, korku içinde ve çıplak, kendini camdan attı, yere yapıştı. Dikenli çalının arasından koşabildiğince hızlı arabasına koştu. Birden aydı, geri dönüp yatak odasına girdi ve karısına :

“Deliii !!! Senin kocan benim!!!” diye bağırdı.

“Yok yaa ne kaçtın öyleyse?”

Ve kavga böyle başladı.......

* * *

Kadın çıplak, yatak odasındaki aynadan kendine baktı. Gördüğünden pek memnun kalmamıştı ki, kocasına dönüp;

“Korkunç görünüyorum; yaşlı, şişman ve çirkinim!!” dedi ve devam etti:

“Hadi bana biraz iltifat et, buna ihtiyacım var!!.”

Kocanın cevabı:  “Gözlerin iyi görüyormuş!!.”

Ve kavga başladı......

* * *

Karımı restorana götürdüydüm.... Garson, her nasılsa, önce benim siparişimi aldı.

“Ben ızgara bonfile alacağım, az orta pişmiş lütfen.”
“Deli danadan korkmaz mısınız?” dedi.
“Cık, dedim o kendi siparişini kendi verir!.”

Ve kavga böyle başladı...

* * *

Mezunlar yemeğinde karımla masadayız. Yandaki masada, sarhoş, elindeki kadehi çevirip duran kadına bakakalmışım.
Karım sordu:
“Onu tanıyor musun?”
“Evet,” dedim, “Eski flörtüm. Duydum ki yıllar önce ayrıldığımızda içmeye başlamış, o zamandan beri kendisini ayık gören yokmuş”

“Hadi canım!” dedi karım, “amma uzun kutlamış!!”

Ve kavga böyle başladı...

* * *

Oturmuş TV de kanallar arası zaplarken, yanıma oturan karım sordu:

“Ne varmış bakiim TV'de?”
“Toz.” dedim,

Ve kavga böyle başladı...

* * *

Karım, yaklaşmakta olan yıldönümümüz için çaktırmadan ayak yapıyordu ..

“Üç saniyede hızla 0 dan, 100’e çıkabilen bir nesne istiyorum” dedi.
Bir baskül aldım ona!.

İşte kavga böyle başladı...

* * *

Kavga etmeye ne çok nedenimiz var! Şu sıralar ülkemiz kaynayan kazan gibi. Siyasi kavgalara ekonomik sıkıntıları koyarsanız intiharların sebebini anlarsınız. İktidarlar bu yapıyı düzelteceğine ikbal peşinde olanlara hizmet etmekten ve ihtilal yapmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Bu fıkralarla niyetim olan biteni unutturmak değil, kavga sebeplerinin nasıl kolay sebepler olduğunu göstermek.. birazda gülümseyerek olaylara böyle bakar mısınız?

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 26.02.2010



24 Şubat 2010 Çarşamba

ENGELLİ DERNEKLERİ HAKKINDA BİR YORUM VE BİR DUYURU


         Sevgili okurlar Başkan Yardımcısı göreviyle Yönetim Kurulu üyesi olduğum dernek yönetimimiz TSD Sakarya Şubesine Kayyum olarak atandı. Önümüzdeki bir ay içinde Olağanüstü Genel Kurul Toplantısıyla yeni seçimleri yapmak şimdiki tek amacımız. Eğer seçim sonucu üyelerimiz bizim görevde kalmamızı isterlerse engelli camiasındaki bu dağınıklığı sonlandırmak, bütün engellileri bir çatı altında toplamak istiyoruz.   

         Adapazarı’nda nerdeyse iki mahallede bir sakatlar derneği var. Şimdi bu derneklerin sayısı 28’dir. Bir ara dernekler, 33 dernekle rekor sayıya ulaşmıştı.  Çeşitli adları taşısalar da aynı engelli gurubunu temsil ediyorlar. Burada federasyon adıyla açılan derneklerin kendinden menkul Federasyonluklarını meşru göstermek amacıyla açtıkları alt şubeler piyon derneklerdir. Kentimizdeki Federasyon ve Piyon derneklerin Başkanları genellikle bayanlardır. Bu güzel bayanlar güzellik egolarını cemiyetçilik sosuyla tatlandırarak doyuruyorlar. Her toplantıda boy attıklarını ve güzelliklerinden kimseyi mahrum etmeme yarışında olduklarını görürsünüz.

         Uzun zamandır perişan görünüm içindeki aynı amaçlı derneklerin mutlaka bir çatı altında olmaları gerekir. Bu haliyle her dernek yılda bir etkinlik yapsa bile kamuoyunun bıkmasına ve engellilere karşı duyarlılığının örselenmesine sebep olmaktadır. Sadece tören takip eden yönetici tipini görmekten kamuoyu bıktı. Üyeler kendisine sahip çıkacak yöneticiler arıyor. Yöneticilerin güzel bayanları ve şık beyleri bunu unutalı çok oldu.

         Bu şekilde rahatsız edici bir dil seçtiğim için okurlarımdan özür diliyorum. Engelli camiasının bir üyesi olarak içinde bulunduğumuz çok başlılıktan utanıyorum. Bunu başkanların görmesini istediğim için bu rahatsız edici dili seçmek zorunda kalıyorum. Tekrar tekrar özür diliyorum.

         Aşağıda TSD Sakarya Şubesinin benimde içinde olduğum Kayyum Heyetinin kaleme aldığım basın bildirisini bu görüşlerle okumanızı rica ederim.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com




*****************************************************


TSD Sakarya Şubesi Kayyumu Basın Bildirisi.


         12 Şubat 2010 Cuma günü TSD Federasyon Başkanı Sayın Şükrü Boyraz  tarafından TSD Sakarya Şubesindeki görevlerinden alınan Sayın Mehmet Tüysüz ve Yönetim Kurulunun yerine Sadettin Yılmaz Başkanlığında Aydın Göle ve Sibel Özkal’dan oluşan üç kişilik gurupla Kayyum olarak atandık.

         Öncelikle şunu belirtmek isteriz:12 senelik dernek çalışmamızın olduğunu kamuoyu gayet iyi bilir. Temsil kabiliyetimiz olup olmadığını kamuoyunun takdirlerine bırakıyoruz. Eğer temsil kabiliyetimiz konusunda TSD içinden olmayışımız sebep olarak gösterilecek olursa, bizi bir seçime hazırlamak üzere bu göreve atayan TSD Federasyon Başkanı Sayın Şükrü Boyraz’a haksızlık yapılmış olacağını belirtmek isteriz. Bu konuda herkese böyle düşünerek TSD’nin manevi şahsiyetine zarar getirmemesini önemle duyururuz. “Temsil Kabiliyeti”ne sahip olmasaydık bizi seçerler miydi? Şunu herkes bilsin ki hiçbir makam kalıcı değildir. Dernekler kimsenin tapulu malı olmadığı gibi, kimse ben yaptım oldu tavrında olma hakkına da sahip değildir.
“Bu seçim engelliler için ya var oluş, ya da yok oluş seçimi olacaktır. Temsil kabiliyeti olmayanların bu işin içinde olmalarının önünü kapatmak, ancak katılımcı çoğunlukla olacaktır. Engelliler olarak davamıza sahip çıkmamız ve dernek çalışmalarında etkin rol almamız gerekmektedir” deniliyor. Biz işte tamda sözünü ettikleri sebepler yüzünden bu göreve getirildik. Biz engelli bireyler olarak TSD Sakarya Şubesinin yok oluş sebebi olamayacak bilince sahibiz. Kaldı ki bize verilen görevi reddederek birer üyesi olduğumuz engelli camiasını yüzüstü bırakamazdık. Bu camianın birlik ve bütünlüğünü sağlamak ve sağlıklı bir seçime gitmek görevimiz olacaktır. Seçimlerde herkes aday olmak ve seçilmek hakkına sahiptir.

         Bu konuda yapılacak basın bildirileri engelli camiasını üzer bu unutulmasın. Amaç kişisel olmamalı, üyesi olduğumuz engelli camiasının itibarı her zaman ön planda tutulmalıdır.

                                           Saygılarımızla!.....

                                       TSD Sakarya Şubesi
                                          Kayyum Heyeti
                                            17.02.2010


***   **   ***   **   ***

Yayın Tarihi: 24.02.10

YORGUN MAYIS KISRAKLARI


Son günlerde büyük boyutlu bir kitap elimden düşmüyor. Kitabı okumaya başladığımda öyle rahat okuyamayacağımı fark ettim. 565 sayfa ve büyük boyutlu oluşu elde tutmayı zorlaştırıyor. Birde bir sayfası iki sayfa kadar olduğu için sayfalar ağır ilerliyor. Sözün kısası oldukça hacimli bir kitap.

Ben bir kitabın ilk yüz sayfasını sürüklenerek okurum. Sonradan kitaba ısınır ve sonunu nasıl getirdiğime şaşarım. Bu kitapta öyle oldu. Bu satırları yazdığımda kitabın son 60 sayfası kalmıştı.

Kitabın adını yazının başlığına koydum. Kitabın adı sanki bir şiirin bir mısrası gibi, o kadar güzel ve o kadar çekici. Yazarı Anaptan milletvekili seçilmiş olan Yılmaz Karakoyunlu.

Kitabın tanıtımını yapan yazılardan birkaç alıntıyı sizlere sunayım.

"Adnan Bey'in sesinde gençliğinin hayıflanmış hatıralarına dönmek isteyen arzulu özleyiş vardı. Bahar sabahlarında kısrakları ovaya salan kâhyanın cakalı yürüyüşünü hep hayranlıkla hissetmiş, bu kısrakların sırtında sınırsızlığın hazzını duymak istemişti. Beyaz kısrağın taze bir kız gibi ovada salındığını gözlerinin önüne getirdi. Bu kısrağın gözlerinde mor bakışlı şafakların billûr kâselerini gördüğünü söylerdi. 

            Kısrakların zorla ahırlara konuluşunu hala içime sindirebilmiş değilim. Hürriyete susamış yelelerin nasıl savrulduğu gözlerimin önünden hiç gitmedi. Hürriyet tutkunluğumun ilk heyecanını o ovalarda şahlanan yorgun mayısın kısraklarından almıştım." 

            Yılmaz Karakoyunlu Yorgun Mayıs Kısrakları'nda Cumhuriyet'in kuruluş yıllarından 1960'a kadar uzanan bir dönemi romanlaştırmış. Olaylar gerçek... Karakayonlu'nun kıvrak anlatımıyla kaleme aldığı hüzünler, acılar, sevinçler de gerçek... Ya aşklar, aşklar da gerçek... Nazım Hikmet'in, Yahya Kemal'in, Adnan Menderes'in aşkları... Ve gerçek olan iki şey daha var: mahpusluklar ve idamlar...

            Başka bir tanıtımda kitap ve yazardan şöyle söz ediliyordu.


            Yılmaz Karakoyunlu’nun bu son romanını koyu bir hüznün lezzetiyle okuyacaksınız. Karakoyunlu, bu defa Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına ve o yılların önemli kişilerinin hayatlarına ışık tutuyor. Her gün can alan verem hastalığının, bitimsiz savaşların, yoksulluk ve yoksunluğun dehşetini içimize salarken, Çakırbeyli Adnan’ın, Üsküplü Yahya Kemal’in, Selanikli Celile ile oğlu Nâzım’ın, Berin’in, Ayhan’ın, Piraye’nin öykülerini olanca açıklığıyla dile getiriyor. Özel yaşamların henüz kamuya mal olmadığı zamanların siyasetle sarmalanmış büyük aşklarıyla gözlerimizi kamaştırıyor. 
Bütün insanî zaaflarıyla "Gazi Hazretleri"ni, "başvekil"i, "cumhurbaşkanı"nı
anlatırken onların nezdinde genç Cumhuriyet’in geniş bir panoramasını da çiziyor. Bugün hâlâ tartışılan “o yıllar”ın en önemli şahsiyetlerini o çok özel koşullarında değerlendiriyor. "Yorgun Mayıs Kısrakları"nın her bölümüne genç şair Nâzım Hikmet ile üstat Yahya Kemal’in şiirleri eşlik ediyor; Çakırbeyli Çiftliği’nin özgürlük simgesi yorgun mayıs atları, kızıla boyalı bir fonda, dörtnala mahşere koşuyor.     

Bu kitap sadece aşk ve macera kitabı değildir. Demokrasi tarihimiz içinde önemli bir yer tutan 1950-1960 yılları arasında iktidar olan bir siyaset ve siyasetçinin tarihide vardır. Demokrasi mücadelesi tarihimizi Demokrat Partisinin 14 Mayıs 1950 yılında iktidar olmasıyla başlatırlar. Oysa bizde çok partili hayat meşrutiyetle başlamıştır. O tarihten bu yana demokrasi mücadelesi bir iktidar olma mücadelesine, tek adamlığa yönelmiş, bu yüzden demokrasimiz her dönemde yara almıştır. Geçmişten günümüze kadar uzanan çizgide pek büyük bir fark yoktur. Ne yazık ki halkta da kurtarıcı olarak tek lider arama arayışı değişmemiştir.

Kitapta sözü edilen aşklar başka bir yazının konusu olabilecek kadar yer tutar. Şu kadarını belirteyim. Rahmetli Menderes sevincini de kederini de yaşadığı aşklarla unutmaya çalışmış. Bu arada Devlet Operasının ünlü Sopranosu Ayhan Aydan’ı, Çok Sesli Çağdaş Türk Müziğinin önemli bestecisi eşi Hasan Ferit Alnar’dan, kız babasından kızını ister gibi istemesi bana çok itici geldi.

Romanın sözü edilecek çok konusu var. Burada hepsine yer vermem sayfanın boyutlarını aşar. Mutlaka incelenmesi gereken bir kitap. Bu romanı keyifle okursunuz inanın. Siyasi  ve edebi dünyamızın çok önemli kişilerinin çok yerinde belirlemelerine tanık olacaksınız.  




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 22.02.10

21 Şubat 2010 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 32


Yavaş yavaş kış mevsiminin sonuna geldiğimiz şu günlerde sizlere güneşe hasret sevgi ve selamlarımı sunuyorum sevgili okurlar. Önümüzdeki hafta ilk cemre yerçekimi kanununa rağmen, yada deyim olarak havaya düşecek. Şaka bir yana eskilerin takvim anlayışına göre havanın suyun ve toprağın ısınmaya başladığı günler olarak belirlenen günlere geldik çok şükür. Önümüz bahar artık. Masraf ayları bitiyor. Bütçeler biraz rahatlar mı dersiniz?

Bugünkü ilk dört şiir Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından yaptığım intihâllerle oluşturduğum şiirlerdir. O romandan etkilendiğim böyle birkaç şiir daha yazdım.
Onlarıda beğeninize sunacağım.
….    ….    ….

Hepsi toza toprağa bulanmış
Paslı bakıra dönmüş derileri
Dikenli tel gibi uzamış sakalları
Hepsi sanki kaçışan bozgun askerleri

Aydın Göle
14.03.2002
….    ….    ….

Kalbimde bir avuç barut var
Durmadan patlıyor durmadan
Bağrım için için yandı ben tutuştum
Göğün içinde yanan bir kuştum

Aydın Göle
14.03.2002
….    ….    ….

Her bir gözün dili
bu kadar aşikâr değildir
Alevden iki sestiler iki göz
Yangın yerinde insan kemiği kokuyor
Her göz bir şikârdır, fakat
Bu göz aşikârdır beni istiyor

Aydın Göle
14.03.2002

***   ***   ***

Burada araya girip birkaç söz söylemek istiyorum. Şimdi nerdeyse kendine bakmayan kalmadı. Traşını düzenli olan gençlerimiz var artık. Saçına da özen gösteren çok. Eskiden böyle birisi parmakla gösterilirdi. Böyle birinden kâh kıskanarak, kâh imrenerek, kâh mesafeli durarak söz edilirdi. Kendileri böyle davranmazdı. Tembelliklerini taçlandırmak için şu sözün arkasına sığınırlardı. “Alan almış-satan satmış, bu sıkıntı niye?” Onlara göre kendine bakan çapkın ve hovarda olurmuş. Yada gene onlara göre okuyup yazan ve kendine bakan kişiler gizli ilimler dedikleri sihir ve büyü olaylarına teşne insanlardı. Cumhuriyet kazanımlarının sonucu olarak eğitimin iyi kötü yayılmasıyla bu tip insanlar kalmadı. Biz Arap din anlayışına feda edilemeyecek kadın erkek eşitliği ile sanayi gelişmesi içinde olan bir ülkeyiz. Ne köylü, ne işçi olmamış, sadece petrole dayalı zenginlikle, yönetimlere yakın tüccarların elinde halk olunamaz. Halk olamadan ise din anlayışı bidat ve hurafelerle dolar. Bir sopa ve bir cin yeter onlara. Burada da adına hiç yakışmadığı halde hoca denilen kendine bile faydası olmayan şifa dağıtıcı, yuva dağıtıcı, gelecek taciri muskacı soytarılar zengin olur. Aşağıdaki şiiri bu dediklerimin ışığında okur musunuz?
….    ….    ….

Her gün traş olmayıver
Sabah akşam dişlerini fırçalama
Burada saçlarını yalnız kadınlar tarar
Geceleri ışıkların açık sabaha kadar
Bir şeyler okursun öğrenmek için
Herkes senin büyü yaptığını sanır
Tevekkeli hiç tekin değilsin

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Bu şiirde engelli bir çocuk olduğum çağlarımı anlatıyorum. Küçük çocuklar yanlarından geçerken korkuyor ve içeri kaçıyorlardı. Köpekler bile yanıma yaklaşamıyor (yaklaşsalar korkardım aslında) arkamdan havlıyorlardı. Çocukluğumda engelli içine şeytan girmiş garip bir yaratık olarak görülür, biraz daha büyük çocuklar tarafından taşlanırlardı. Belki de iyilik yapıyorlardı kimbilir.. İçimizden şeytanı çıkartıp yürütmek istiyorlardı bizi belkide. Ama şeytan inatçıydı, kan revan içinde kalırdık, o içimizden çıkmazdı. Aradan zaman geçti; engelliliğin şeytanın işi değil, bir hastalık olduğu anlaşılır oldu. bunun üzerine bize acımaya başladılar. Bizde bunu çok iyi kullandık, sadece dilendik. Sözü fazla uzattım. Ben sizi şiirle baş başa bırakayım.
….    ….    ….

Çocukların yüzünde korkuyu gördüm
Bakmadım bu yüzden
yürürken yüzlerine
Her söylenene
hem sağırdım hem kördüm
Kırgınım mevsimlerin güzlerine
Çocuklar kaçışıyordu
Köpekler havlıyordu arkamdan
Ne acayiptim oysa, nede korkunçtum
Bende –değnekle yürüyen- bir çocuktum

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Sıradan bir şiir işte. Özel bir hikayesi yok! Çok küçük, çok sade. Gene Y.K.Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından esinlenilmiş bir şiir
….    ….    ….  

Kafamın içinde
Kalbimin üstünde
Seni taşıyamıyorum
Taşımaktan fakat
Başımı kesseler
Vazgeçmiyorum

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Özel bir şiir kime yazılır? Elbette ki sevgiliye. Ama bu bir kadın değil. O zaman üç yaşında olan yeğenim Barış’tı bu sevgili.. ablasıyla ikisi dizlerimin dibinden ayrılmazlardı.
….    ….    ….

İNCİ TANEM

Sen derin
Lacivert denizlerin
Koynunda saklandığın istiridyelerin
Uykusunda çaldığım
İnci tanemsin
Benim bir tanemsin

Gecenin gizine
Senin dizine
Koyup yorgun başımı
Rüyaya dalmak
Gözyaşımı kurutmak
Geçmişimi unutmak istiyorum
İnci tanem

Aydın Göle
15.03.2002

***   ***   ***

Bütün olumsuzluklarımı tek satıra bağladım. Şiir mi? Bence şiir.
….    ….    ….
Çünkü bütün şairler gibi çirkinim

Aydın Göle
16.03.2002

***   ***   ***

Bu şiir doğum günü hediyesi olarak Aynur Çatak’a yazıldı. Aynur derneğimizin hanım üyesidir. Bir görseniz kendisini. Çok hamarat, çok becerikli ve çok hızlı bir bayan. Gerçekten hayata dört elle sarılıyor.
….    ….    ….

105
Tekerlekli sandalyede pek beceriklisin
Rüzgarlar utanır rüzgarlığından
seni görse, çok yüreklisin
Kimse görmez ama sen dört ellisin
Hayata bağlılığından belli Aynur

Seni üzmesin hiçbir şey, izin verme
Hayatında yapma çiçekler olmasın
Baharlardan gül toplama
sen zaten gülsün
Dilerim yüzün ömrünce gülsün Aynur


Aydın Göle
16.03.2002

***   ***   ***

Burada yozlaşmayı anlatıyorum. Buda Y.K.Karaosmanoğlu’un “Yaban” adlı romandan esinlendi.


ÇATLAK ZURNA

Zurna çatlaktı
Eller oyuna isteksiz
Yemekler tatsız
Kimsenin gücü yoktu
Kızmaya yada kavgaya..

Zurna çatlaktı
Zurnacı ezeli çatlak
Bu tavan bu gök kubbe
Şimdi ortadan yarılacak
Bir düğün, seven kızlara
Kızlar çatlak
Yanık delikanlılara
Onlarda kızlardan çatlak

Zurna çatak
Zurnacı ezeli çatlak
Tavan çatlak
Yağmur çatlak
Kovalar çatlak
Kevgir gibi evler
Atılan mermiler çatlak

Aydın Göle
16.03.2002


Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar. Tekrar görüşmek dileğiyle hoşça kalın.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 21.02.10

COŞKUN GÖLE’NİN KARİKATÜR DÜNYASI


Bu gün köşe yazısını farklı bir konuya ayırdım sevgili okurlar. 1975 yılında girdiği üniversite sınavlarını Marmara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak yüksek öğrenimi için İstanbul’a giden daha sonra karikatüre merak saran, öğrenimi sırasında Gırgır, Fırt, Çarşaf ve günlük gazetelerde profesyonel olarak karikatür çizen kardeşim, iş hayatına atılarak karikatür dünyasından koptu. Emekli olduktan sonra tekrar çizmeye  başladı. Çeşitli uluslar arası karikatür yarışmalarına katıldı. Geçen yıl Milli Olimpiyat Komitesinin düzenlediği uluslar arası “Fair Play” konulu karikatür yarışmasında birincilik aldı. 

Yaklaşık 4 aydır yazılarımda karikatürlerini gördüğünüz kendisiyle gururlanıp övündüğüm kardeşim Coşkun Gölen’in karikatürlerini yorumsuz olarak sizlerin yorumlarınıza sunacağım. 16 Şubat 2010 Nehar Tüblek karikatür yarışmasında Jüri Özel Ödülünü aldığı karikatürünü de beğeneceğinize eminim. Burada yayınlanacak karikatürleri sizler renksiz göreceksiniz. Asılları renklidir. Renkli olunca vurgusu daha çok belli oluyor. Belki de renksiz yayınlanmasıyla vurgusundan biraz bir şeyler kaybedebilir, af ola…

MİLLİ OLİMPİYAT KOMİTESİ ULUSLAR ARASI “FAİR PLAY” KONULU YARIŞMA BİRİNCİSİ KARİKATÜR



HER SEÇİM SONRASI BAYKAL



DOMUZ GRİBİ AŞISI



NEHAR TÜBLEK  “KOMŞULARLA SIFIR SORUN” KARİKATÜR YARIŞMASI



NEHAR TÜBLEK  “KOMŞULARLA SIFIR SORUN” KARİKATÜR YARIŞMASI




NEHAR TÜBLEK 16 Şubat 2010 “KOMŞULARLA SIFIR SORUN” 
KARİKATÜR YARIŞMASI ÖZEL ÖDÜLÜ




YUNUS NADİ KARİKATÜR YARIŞMASI KARİKATÜRÜ



YUNUS NADİ KARİKATÜR YARIŞMASI KARİKATÜRÜ



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 17.02.10

SORMA VER PARASI

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE














Aşağıda Türk Telekom’la ilgili bir takım olumsuzlukları dillendireceğim. Bu bilgileri bana yollayan kan kardeşim Şenay Demircioğlu’na teşekkür ederim. Aşağıda sözü geçen konuda Türk Telekom değişiklik yapmıştır. Ondanda söz edeceğim. Özel servis numaralarıyla söz konusu soygun devam etmektedir. Evden cep aranamaz. Telekom’dan Telekom’a aramalar hariç, GSM  operatörlerini aramak, GSM operatörlerinin bile Telekom’u aramalarından %100 daha pahalı. Gelin inceleyelim.

****    ****    ****
                                                    
Bir ev telefonundan 3.90 TL lık görüşme yapılıyor.
Telefon faturasının TOPLAM tutarı 20.02 TL.
Yani  4 liralık görüşmeye 20 liralık fatura !!!
Bu ne. Bu ne biliyor musunuz ?  Kış uykusuna, pardon koyun uykusuna yatırıldığımızın resmidir.

Sabit ücret: 11,15 TL.
Bu rakam konuşsan da, konuşmasan da her faturana yansıtılıyor...

Katma Değer Vergisi   :  2.71 TL
Özel İletişim Vergisi    :  2.26 TL

Toplam uyuma Parası : 20.02 TL

Aslında Telekom panikte. Çünkü vatandaş uyanıyor.
Sabit telefonlar birer birer iptal ediliyor.
Bu nedenle reklâmlara başlamış Telekom.

Ama yılda 2 milyar dolar kâr yapıyormuş Telekom !
Şimdi ünlü komedyen halkı kandırmak için kullanılıyor.
CEM YILMAZ bu işten iyi para kazanmışa benziyor.

Kontrol ettik, 118 den
bilinmeyen bir numaranın öğrenilmesi için en az 60 saniye gerekiyor.
Yani 8 kontor. Yani 4 lira 32 kuruş.
Bir numara öğrenmek için Lübnanlı şirkete bu kadar para ödüyorsunuz.
Türk Telekom Soygunu 118 ve 133 e dikkat !..
Türkçede buna resmen soygun hatta dolandırıcılık denir.
Özel Türk Telekom Servisleri Servis Numarası ve kontur fiyatlarını
okuyun da milletin nasıl gizlice soyulduğunu görün.

Bu numaralardan
110, 112, 121, 122, 123, 124, 126, 154, 155, 156, 158' 'i ararsanız ücretsiz

113, 153, 163, 166, 169, 174, 175, 176, 179, 180, 181' 'i ararsanız 60 saniyede 1 kontur için için 72.- TL.

185, 186, 187, 188, 189, 114, 117, 119, 130, 170, 171, 172, 173, 178, 182, 183, 184' 'ü ararsanız, 15 saniye için 288.- TL.

Şimdi SIKI durun !.. 118' 'i ararsanız 8 saniyede bir atacak kontur için tam 540.- TL, ve
133' ' u ararsanız 3.6 saniyede atacak bir kontur için 1.200.- TL !!!

Dikkat ederseniz bilinmeyen numaraları aradığınızda dakikalarca bekletirler. Sürekli olarak banttan 'hatlarımız dolu bekleyin'  talimatı verirler. Buna resmen dolandırıcılık denir..

Türkiye’de bilinmeyen numaraları sormanın bu kadar pahalı olduğunu kim biliyor ?

İnsanların bilgilenmek için kullandıkları ve dünyanın her yerinde bedava olan bu kamu yararına hatların fahiş fiyatlarda olması talimatını kim verdi ?

Bu yazıdan sonra hala bilinmeyen numaraları aramak istiyorsanız cebinize dikkat edin !

EKONOMİST dergisinde yayınlanan bilgilere göre Ev Telefonlarını Kapatma Zamanı geldi.

Türk Telekom'un konuşma ücreti/dakika 8 kuruş !
GSM şirketlerinde bu rakam 10 kuruş.

Evden Cebi arıyorsanız ödeyeceğiniz 40 kuruş.
Oysa GSM'den evi ararsanız dakikası 20 kuruş.

Yeni patron getirdiği  'Milli Güvenlik riski'  yanında Türk Milletini de 'APTAL' yerine koyuyor.

****    ****    ****
                                                                                                                          
Ocak ayının sonuna doğru Türk Telekom’dan olduklarını söyleyen kişiler ev telefonumuzu aramışlar. İlkine annem çıkmış. Akşam eve geldiğimde annem arama nedenlerini unutmuş, aklında kalanları anlatmaya çalışmıştı. Bir iki gün sonra tekrar aradıklarında ben telefona çıktım. Meğer şubat ayı ile birlikte tarifeler değişiyormuş, yeni tarife seçimi yapmamız için arıyorlarmış. Yeni tarifelerin neler olduğunu sordum. Son üç ayın fatura ortalamasının yarısı sabit ücret olacakmış. Buna karşılık şehirlerarası 3.000 dakika bedava, şehir içi; faturaya eklenmek üzere her açışın ilk dakikası 12 kuruş, devam eden konuşmanın 59 dakikaya kadar süren bölümü bedava. Buna göre bize uygun gördükleri tarifede 3 aylık fatura ortalamamız 53 tl tutarın yarısı 26 tl sabit ücret oldu. Konuşma tarifemizde yukarıda yazdığım gibiydi.  Bu tarife benim hoşuma gitmişti. Fakat öyle çabuk karar vermemek lazımmış. Bu arada İstanbul’daki teyzemin 35 tl olan fatura ortalaması, 27 tl’ye indirilip şehirler arası 3.000 dakika bedava, şehir içi konuşma ilk dakikası 4 kuruş olduğunu öğrendim. Buradaki şehir içi tarifedeki bizim ödeyeceğimiz üç kat fazla ücretin nedenini anlayamadım. Bunu hangi ölçülere göre belirliyorlar acaba? Daha başka tarife var mı bilmiyorum. Onlarla kıyaslama yaparak bir sonuca ulaşmak isterdim.
Buna rağmen biz gene de fikrimizi belirtelim. Türk Telekom satıldığından beri (bir yabancıya satılmış olması içimde ayrı bir yara) fiyatları ucuzlatmaya hiç yönelmemişti. Hatta bazı ücretsiz servisleri soygun tarifesinden tarifelendirmişti. Giderek halk arasında ev telefonları gereksiz görülmeye, çoğu kişide ev telefonlarını kapatmaya başlamıştı. Herkesin cep telefonu var çünkü. Evinde interneti olanlar telefondan vazgeçemiyor, bu yüzden kazıklanmaya devam ediyordu. Ama genede gözle görülür bir abone düşüşü Türk Telekom’u tedbir almaya itti. Bu tedbirde bile usul hatası var. Bir tl fazla sabit ücrete karşılık bizim ödeyeceğimizden 3 kat daha ucuz şehir içi konuşma tarifesini nasıl açıklarlar merak ediyorum.
Tüketici dernekleri bir şikâyet olmadan hareket etmiyorlar herhalde. Hiç kimse şikâyet etmedi mi yahu? İnanamıyorum gerçekten. Böyle soyulmamak için halkın bilgilendirilmesi yetmez. Mutlaka tepkilerimizi ortaya konulmalı dillendirilmeli, bu tepkiler de ilgili yerlere ulaştırmalıdır. Dünyanın Hiçbir yerinde “SORMA VER” biçiminde bir para politikası olmaz. O ülke sömürge olsa bile…


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 17.02.2010

16 Şubat 2010 Salı

G7 VE DÜNYA EKONOMİK KRİZİ


 ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE



G7’nin ne demek olduğunu kaçımızın bildiğini merak ederim. Oysa ne çok duyarız bu sözü. “G7” en gelişmiş yedi ülkeyi simgeler. Bu ülkeler şunlardır. 

1: Amerika
2: Kanada
3: İtalya
4: Japonya
5: Fransa
6: Almanya
7: İngiltere

G7 Gurubu gördüğünüz bu sanayileşmiş ülkeler tarafından ekonomi-politikalarının düzenlenmesi ve uygulanması amacıyla 1975 yılında kurulmuştur. İlk zirvede yükselen petrol fiyatlarının dünya ekonomisini vurduğu konusunda fikir birliğine varıp, yoğun işsizliği önlemek, petrol üreten ülkelerin petrolden elde ettikleri gelirlerini düşürerek güçlenmesine izin vermemeyi amaç edindi. Bunun için Amerika, doları altın standardından çıkararak değerini düşürdü. Böylelikle petrolden dolar kazanan ülkelerin zenginleşip tehdit olması önlendi.

ABD başkanı Bill Clinton’un Denver zirvesini Sekizler Zirvesi olarak belirlemek suretiyle Rusya’nın resmen katılımını tanımaya yönelik girişimine rağmen, Rusya henüz G-7’nin tam üyesi olarak düşünülmemekte ve tüm zirve toplantılarına katılmamaktadır.

G-7, büyük boyutlara ulaşan ekonomik gücünün verdiği üstünlükle uluslararası finansal ve ticari kurumları doğrudan etkilemektedir.

G-7 liderlerince alınan kararlar; Dünya Bankası, IMF, OECD, DTÖ ve NATO gibi uluslararası kuruluşların politikalarının yönlendirilmesinde son derece önemli rol oynamaktadır. G-7’nin bu kuruluşlar gibi devamlı personeli, merkezi, faaliyetlerini yürütmek için belirlenmiş kuralları ve resmi veya yasal gücü olmamasına rağmen bu sayılan kuruluşlar üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bu etki G-7’nin ekonomik gücünün büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. 1999 yılında 7 üye ülkenin toplam 19,7 trilyon dolar olan GSYİH’ları dünya ülkeleri toplam GSYİH’sının yüzde 65’ini oluşturmaktaydı. Ayrıca, ABD, Fransa, İngiltere gibi G-7 ülkelerinin pek çoğu da uluslararası ilişkilerde stratejik öneme sahip ülkeler olarak genel kabul görmüşlerdir.

Bugün gelinen noktada dünya ekonomik krizi nedeniyle G7 adını daha sık duymaya başladık. Mali sektör krizi olarak çıkan bu kriz üretim sektörünü de vurarak dünyanın bu ekonomik krizden çıkışını zora soktu. İşte şimdi buna çareler arıyorlar.

Daha önce yazdığım iki yazıda bu konuya kısa olarak değinmiş, İzlanda, Portekiz ve İspanya’da yoksulluğun arttığını, bazı yoksulların yiyecek ihtiyaçlarını bile karşılayamadıkları için yerel yönetimlerden yardım talep ettiklerini, Yunanistan’ın ise resmen iflasın eşiğinde olduğunu belirtmiştim. İşte o Yunanistan’ın (bizden banka bile satın almışlardı, düşünsenize) kendisi dışındaki ülkeler battığını kabul ediyorlar.

Aşağıda okuyacağınız biraz uzun bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum.

****    *****

Avrupa’da Yunanistan’la başlayıp İspanya ve Portekiz’le devam eden borç ve açık sorunu G7’nin gündemine girdi. Toplantıda ‘canlandırıcı teşviklerin devamında’ mutabık kalındı
G7 ülkelerinin maliye bakanları ve merkez bankası yetkilileri dünya borsalarının gerilemesinde büyük rol oynayan bütçe açığı haberlerini ve alınacak önlemleri görüşmek üzere Kanada’da bir araya geldi. Toplantının gündemini başta Yunanistan olmak üzere Avrupa ülkelerinin yükselen borç ve bütçe açıkları üzerindeki endişelerin artmasıyla yeniden güçlenen kriz dalgası oluşturdu.
Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble, son günlerdeki panik dalgasıyla ilgili olarak, “Kriz henüz aşılmadı. Doğru çıkış stratejisini bulmaya çalışıyoruz. Bütçe açığı olan yalnızca Avrupa değil”  dedi. Japon Maliye Bakanı Naoto
Kan da küresel finans piyasalarındaki dalgalanmayı “en büyük sorun” olarak nitelendirdi. Toplantıyı yöneten Kanadalı Maliye Bakanı Jim Flaherty ise, “Bütçe seviyeleriyle ilgili endişe büyük. Teşviklere gerek kalmadığında, krizden çıkışımız mümkün demektir” diyerek, “canlandırmanın devam etmesiyle” ilgili anlaşmaya vardıklarını vurguladı.
AB’nin en yüksek bütçe açığı ve borcuna sahip olan Yunanistan, yatırımcıları dışarıdan destek almadan toparlanacağına ilişkin ikna etmeye çalışırken, borç maliyetleri İspanya ve Portekiz için de artıyor.


          
 IMF Başkan Yardımcısı John Lipsky toplantıda finansal düzenlemeyle ilgili “temel prensiplerde anlaşmaya varıldığını” açıkladı. İngiltere, banka yöneticilerinin primlerine yüzde 50’lik bir vergi koyma kararı alırken, Fransa da aynı kararı uygulamayı düşünüyor. ABD ise yeni bir banka vergisi ve büyük bankaların risk
alma kapasitelerini sınırlama kararı aldı.
Bütçe açıklarının “yıpratıcı” olduğuna değinen ABD Hazine Sekreteri Timothy
 Geithner, büyümenin öncelikli olduğunun altını çizdi. Geithner, ayrıca IMF’nin geprem sonrası yaralarını sarmaya çalışan Haiti’nin borçlarını silmeyi planladıklarını da söyledi.


           
İspanya: İspanya hükümeti yeni bir İşçi Reform tasarısını parlamentoya sundu. Zapatero, gençler arasında yüzde 20 ile 40 arasında değişen yüksek işsiziliği önlemeye öncelik verecek.                                                                                                                                        
            İrlanda: İspanya’dan sonra Euro bölgesinde işsizlik oranının en yüksek olduğu İrlanda’da son 15 yılın en yüksek işsizlik rakamları açıklandı. İstatistik Bürosu’nun açıkladığı verilere göre ocak ayında işsizlik oranı yüzde 12.7’ye çıktı.                                                                
            Almanya: Almanya Başbakanı Angela Merkel, gelecek hafta Brüksel’de toplanacak Avrupa Komisyonu toplantısında Avrupa’da ekonomik büyümenin yeni bir tanıma ihtiyacı olduğunu açıkladı. AB’nin ortak bir ekonomi stratejisine sahip olması gerektiğini söyleyen Angela Merkel, “21. yüzyılda “büyüme” ifadesini yeniden tanımlamayı öğrenmeliyiz” dedi.                                                                                                                                                                  
            Fransa: Dunkerque’te üç hafta önce kapanan Total petrol fabrikasında sendikalar, 17 Şubat’ta grev başlatmaya hazırlanıyor.                                                                                                                                              
            İtalya: Fiat’ın Sicilya’daki fabrikasını kapatma planını protesto eden işçiler, geçen hafta iş bırakma eylemi başlattı. İtalya’daki 80 bin çalışanın iş durdurma eylemine katılması bekleniyor.


****    ****


Bu alıntıladığım haberlerde okuduklarınızın dışında birkaç söz etmek gerekse ne denilebilir? Dünya ekonomik krizi bitmiyor, aksine küçük ülkelerde derinleşiyor demek mümkün. Ama hayır dünya ekonomik merkezi kaydı. Artık Avrupa merkez değil. Dünya ekonomik merkezi Çin’e ve Hindistan’a kaymıştır. Amerika olmadan Avrupa artık yaşayamaz. Öyle ki dolar bile alâyı valâ ile doğan euro karşısında kesin bir zafer kazanmak üzeredir. Çünkü Avrupa batık ülkelerin euroya kötü etkide bulunduğunu, bu yüzden euro’dan vaz geçilebileceğinin sinyalini verdi.

            Bir başka konuda bilançolar. Devlet ve özel sektör kurum ve kuruluşlarının bilanço yapmaları Yunanistan örneğindeki gibi yetmeyebilir. Artık aile bilançoları da yapılmalıdır deniyor. Yani artık aile harcamaları devlet borçlanmalarıyla örtüşür denilmek isteniyor. Aileler  gelecek yıllarını bu günden yerlerse sadece kendilerini değil ülkeyi de zora sokarlar görüşü yakında dillendirilecek. Kredi kartlarının yanlış kullanılmasının teşvikinden sonra durdurulması söz konusu olmazsa durum gerçekten korkutucu boyut alacaktır.

            Yıllarca SGK primlerini ödemeyenlerin hükümetlerce affedilmeleri karşısında ödeyenlerin (af buyurun) enayi konumuna düşmeleri gibi, kredi kartıyla hesapsızca borçlanarak geleceğini yatıranların (elbette yeni düzenlemeler yapılmalı, elbette şartlar düzeltilmeli)  affedilmesi durumunda da kıt kanaat geçindikleri halde borçlanmayanlar gene (afedersiniz ama) enayi durumuna düşeceklerdir. Nedeni de bu küresel kriz ortamında sadece borçluları bağlamadığı içindir. Gelirler görece paylaşılırken riskler ve kayıplar herkese pay edilir çünkü.


NOT:
Sevgili kardeşim Coşkun Göle’nin çizdiği karikatürdeki gibi çöp bidonu bile çöpe atılırsa bunun sorumlusunu aramak boş bir uğraş olur. Gidiş o gidiştir.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 15.02.10

15 Şubat 2010 Pazartesi

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 31



Merhaba sevgili okurlar. Gene Pazar ve gene şiirlerimle karşınızdayım. Bu satırları okur ve umarım şiirleri beğenirsiniz. Ayrıca bu gün sevgililer günü. Bütün sevenlerin kavuşmasını diliyorum. İlk şiir babamın bir özdeyişinden esinlendiğim bir şiirdir. Babam “İnsanda, eşyada eskir.” derdi ve eklerdi: “İnsanın evinde eski; sadece ana-babası olabilir. Eşya daima yeni olmalı. Çünkü ikisi de eski olursa orda hayat taze olmaz.” Ben buna; “iki eski şey çok makbuldür; biri şarap, biri de dostluk” hariç özdeyişi eklenmelidir diye düşünüyorum.

Her Sevgililer gününe eskiyen zamana inat genç gönülle ulaşmak kim istemez? İyimser bir bakışa sahip olmadan da kimse genç bir gönüle sahip olamaz. Beden yaşlanır ama gönül öyle kolay yaşlanmaz. 

99
Zaman eskisin
Eşya eskisin
Sen hep yeni kal

Bacadaki duman gibi
Çaydanlığın demi gibi
İnce ince tüt göğüme

Ürkek korkak bakarım
Sensiz yağmurdan korkarım
Usulcacık tut elimi

Zaman eskisin
Eşya eskisin
Sen hep yeni kal

Aydın Göle
03.03.2002

***   ***   ***

Gecenin içinde bir güzel müzik, gökte yakut taşları gibi parlayan yıldızlar ve gönülde bir sevgili varsa yaşamak ne harikadır.. başka ne istenir ki? Bir ömür boyu yaşanan böyle günler çok azdır.  

100
Sevdiğim sözler
Sevdiğim şarkılar gibi geceler
Çıkar gelir adınla
Varsın doğmasın gün
Varsın güneş küssün bana
Sen varsın ya

Aydın Göle
03.03.2002

***   ***   ***

Herkes kendi hayatının başrol oyuncusudur. Sevdiği de ikinci başrolü oynar. Böyle sinemasal kurguyla sevgiliye “bu akşam seni düşünerek, seni yaşayarak, sensiz sarhoş olacağım” diyorum. Sevda böyle bir şeydir işte. Neden sevgilinin kendisinden daha çok hayaliyle yaşarız? Çünkü hayaliyle sevgiliyi gönlümüze göre biçimlendirmek kolaydır da ondan.

101
Sen filmimin baş kadın oyuncusu
Sen durakların ilk ve sonuncusu
Her durağında başka mevsimler var
Saçlarımda kar
İçimde bahar
Mevsiminin sarhoşuyum
Bu yüzden filmim kapalı gişe
Bu yüzden mey dolu şişe
Bitecek sabaha kadar

Aydın Göle
06.03.2002

***   ***   ***

Sevgiliye iyi geceler dilemek için yazılmış bir şiir. Bu küçücük şiir umulmadık bir etkiye ulaşmıştı.

102
Sevginin kucağında bebek gibi
Gecenin kucağında melek gibi
Mutlu mesut uyu sevdiğim

Aydın Göle
10.03.2002

***   ***   ***

Öyle kendinizi paralamanıza gerek yok! Sevgililer gününde sevgiliye vereceğimiz en değerli hediye kalbimizdir. Kalbi sevgilide olan başka hediyeleri kendiliğinden alır zaten değil mi?

103
Yıldız toplayacaktım gökyüzünden
Denizden istiridye
Gökyüzü bulutluydu, Denizse dalgalı
Ben yorgun ve dermansızdım
Verilecek bir kalbim var
Alır mısın tereddütsüz

Aydın Göle
12.03.2002

***   ***   ***

Değişim heyecan vericidir. Hele hele yalnızlıktan kurtulmak öyle heyecan vericidir ki, sesinize ses katılacak ve biri sizi dinleyecek bir düşünsenize.. çünkü yalnızlık cehennemdir. Orda yanarken su veren olmaz. Elinizi bir el tutarsa kuruyan dudaklarınızı görecektir. Size vereceği bir bardak su umuda ve mutluluğa verilmiş sudur.

Bir şeyler değişse
Değişse bir şeyler
Cehennemden kurtulsam
Yalnızlığımdan kaçsam
Yanarken ateşten bir damla
Bir damla su verilse dudaklarıma
Elimi sıksa elin
Bir umut saçsa yüreğime
Son saate yetişse adalet
İpten alsa beni
Bir şeyler değişse
Değişse bir şeyler
Henüz baş başa konuşamadık
Bir dakika kalamadık baş başa
Sen orda öyle duruyorsun
Ben sana akıyorum nehir olup
Bir şeyler değişmeli
Değişmeli bir şeyler

Aydın Göle
12.03.2002

***   ***   ***

Bu günde şiirlerimle sizlere konuk oldum. Bana katlandığınız için çok teşekkür ederim. Gelecek hafta Pazar günü gene şiirlerimle karşınızda olmak dileğiyle, bütün sevenlerin sevgililer gününü kutluyorum. Hepinize iyi pazarlar.


Eti dile gelmişti
Başımı döndürdü şarkıları
Dili söylemese de
Başımı döndürdü bakışları

Aydın Göle
12.03.2002


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 14.02.2010
 

12 Şubat 2010 Cuma

SARI ÖKÜZ

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE




















Bugün Bertold Brecht’in yazdığı bir hikayeyi sizlere sunuyorum.10Şubat 1898 Ausburg’da doğan, 14 Ağustos 1956 Berlin’de ölen yazarın asıl adı Eugen Berthold Friedrich Brecht’tir.  20. yüzyılın en etkili Alman şairi, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni olarak nitelendirilir. Eserleri uluslararası alanda da saygı ile kabul görmüş ve ödüllendirilmiştir.  "Epik Tiyatro’nun” kurucusudur.

O kendisinden önceki tiyatro ve edebi görüşleri değiştirerek eğlence aracı olmaktan çıkarmış, izleyiciyi direk oyuncu konumuna yükselterek, dram ve trajedilerdeki duygulanımlar yerine neden sonuç ilişkisini sorgulamayı koymuştur.

Aşağıdaki hikâye buna güzel bir örnektir.


****

Ormanın birinde...

Aslanlar toplanmış.”Yahu” demişler, “kim sorarsa kralız, bu gidişle açlıktan öleceğiz.... Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; fillere saldırsak, fazla büyük...Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor, ee balık yakalayacak halimiz de yok...” 

            Bir tanesi “En iyisi, ÖKÜZLERE SALDIRALIM” demiş, “iri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var, ne dişleri diş... Tam dişimize göre!”

Öneri kabul edilmiş. Çünkü görünüşe göre öneri akla yatkın öneriymiş. Hiç zaman geçirmemişler. Hemen  saldırmışlar!

Ama evdeki hesap çarşıya uymamış. Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer. Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, düşmanlarını püskürtüyorlarmış. Aslanlar aç biilaç, “Ne yapsak, ne yapsak?” diye uzun süre düşünmüşler. İçlerinden biri
“Tilkiye danışalım” demiş. “Tilki bizden akıllıdır bilirsiniz” diye eklemiş.

Tilkiye gitmişler, tilki “kolay” demiş. 
“Beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim...”

Kabul etmişler. Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş. 

“Saygı değer öküzler” demiş. “Aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar... Ama Şu aranızdaki SARI ÖKÜZ var ya, sarı öküz, işte sorun o… Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü kurtulun kardeşim. Sonrada huzur içinde yaşayın!”

Öküz heyeti düşünmüş taşınmış, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla, verivermişler sarı öküzü...  Aslanlar da afiyetle yemiş.

Bir gün, iki gün....Tilki gene gelmiş.

“Bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz” demiş ve eklemiş: “Ama şu benekli öküz var ya, benekli öküz, o burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş, canları çekiyor, verin, kurtulun!”

Öküz heyeti düşünmüş, “otlağın selameti için”  teslim etmiş benekli öküzü..Üç gün, dört gün... Artık tilki hep gelir olmuş.

KUYRUĞU UZUN OLANI...
BURNU BEYAZ OLANI...
TOMBUL OLANI...

Tek tek alıp, gitmiş. Otlak seyrelmiş. Aslanlar semirmiş.

Bir gün... Tilki gelmemiş! Gerek kalmamış çünkü. İstediklerini almaya artık Aslanlar kendileri gelmiş.
“Hanginizi istiyorsam, canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz, sakın direnmeyin gücünüz hiç yok. Yaşadığınız kadarını kâr sayın” demiş.

Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalan öküzler. “Keşke en başta yaptığımız hatayı yapmayıp sarı öküzü vermeseydik.”  demişler ama iş işten geçmiş.

****

İş işten geçmeden doğru karar vermek ne kadar gerekli görüyorsunuz. Doğru kararlar vermek, doğru bilgi donanmakla mümkündür. Bu bile yetmeyebilir. Önceden birikmiş tecrübenin de olması gerekir. Bilgi ve tecrübe ise kolay edinilir bir şey değildir.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 12.02.2010