31 Ocak 2011 Pazartesi

ÇOCUK MASUMİYETİNE REKLAM VE MODANIN ETKİSİ

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar, yaptıkları bize şirin gelir. Çünkü çocuk bilinçli olarak yapmaz yaptıklarını. Çoklukla yaptığı şey taklittir ve oyundur. Eğitim çağına gelene kadar, ki bu çağ giderek daha küçük yaşlara inmektedir, çocuk ilk öğrendiklerini bu yolla öğrenir. Öğrendikçe taklit eder, taklit ettiği şey her ne ise onu oyununun bir malzemesi, bir parçası olarak kullanır. İşte bu sırada büyüklerin dünyasıyla bütünleşir. Zaten bütün derdi bu dünya ile bütünleşmektir. Tüm yaptıkları bu bütünleşmeyi sağlayacak biçimde dikkat çekmek içindir. Bunları yaparken çok kestirme bir yol izler, kendini hiç gizlemez. İşte bu çabalar bize ilginç, komik ve şirin gelir.

Bunu bilen reklâmcılar çocukları ürün pazarlama konusunda sınır tanımaz biçimde kullanıyorlar. Bu sıralar ünlü bir otomobil firmasının iki çocuk üstüne kurduğu reklâmı bu cinsten bir reklam. İçine kattıkları çocukça istekler ve bir birini izleyen konular reklâm filmini sinema filmi haline getiriyor. Asıl sorun bundan sonra başlıyor. Olağanlaştırılan şey çocukların tüketme taleplerinin değiştirilmesidir. Çocuklar o yaşlarda sakız balon simit üçgeninden çıkıp otomobil, sevda, macera v.b çokgenine sokuluyorlar.

Beslenmeden temizliğe kadar bir çok konuda çocuk görüntülerine bulaştırılan cinsel içerik, bütün şirinliğine rağmen tehlikeli. Hatırlayın; bir kâğıt peçete reklâmında küçük bir kız kendinden büyük topuklu ayakkabılar ve bir büyüğünün geceliğiyle “güzelliğimi süte borçluyum” diyerek bardaktaki sütü deviriyor, masaya yayılan sütü temizlemek için kâğıt peçeteyi alırken “bende iyi şeylere lâyığım” diyerek de göz süzüyordu.

Reklâmların çocuklara kötü etkisinden söz edilecekse en başta bencillikten söz edilmeli. “Bende iyi şeylere lâyığım” sözü böyle bir bencilliğin temellerini atar. Böylelikle ilerdeki yaşlarda bencillik yerleşik kişilik haline gelir. Ardından geleneksel beslenme alışkanlıklarının

değiştirilerek Türk mutfağının terk edilmesi, sağlıksız, ayak üstü beslenmeyle obez bir neslin yetişmesi reklâmın kötü etkileri arasında sayılmalı. Daha sonra çocukların erken yaşlarda hedefsiz bir tüketime yöneltilmekte olduğu unutulmamalı. Reklâmlar bilinçsiz tüketimi artırmakta ve ihtiyaçtan çok ihtiyaç dışı tüketime yol açmaktadır.

Örnekler o kadar çok ki, saymakla bitmez.

Gıda sektörü kadar önemli sektörde moda sektörüdür. Moda denilince her konuyu içine koyabilirsiniz. Güncel her konu modayı ilgilendirir. Elbette giyim kuşam, modayı ilgilendiren konuların en başında gelir. Moda ile çocukların masumiyeti çalınmaktadır. Görünenin altını kazırsanız bunu görürsünüz. Gelişmiş batı ülkeleri bu konuda çok duyarlı davranıyorlar. Ticari geçmişleri de epey eski olunca anamalcı zihniyetin doymazlığının nereye varacağını kestirebiliyorlar. İngiltere’den bir haberle konumuzu pekiştirelim.

***

İngiliz hükümetide yakın gelecekte çocukları bekleyen tehlikeleri fark etmiş olacak ki modadaki aşırılıkla mücadele için kolları sıvadı. Kendisi de 3 çocuk babası olan Başbakan David Cameron, ailelerin çocuklarıyla alışverişe çıkmaktan korktuğunu gerekçe göstererek üzerinde ‘Lolita’ yazan kıyafetler ile cinsel içerikli yayınlara yasak getirilmesi talimatını verdi. Cameron’ın bu kadar kararlı olmasının altında yatan neden ise, 6 yaş çocuklar için üretilen ‘Lolita’ marka yatakları gördüğü zaman yaşadığı şok. Çünkü, Rus yazar Vladimir Nabokov’un aynı isimli romanında orta yaşlı bir adamın 12 yaşındaki genç kıza tutkusu konu ediliyordu. Yasağın haklı gerekçelerinden birini İngiltere Çocuk Bakanı Sarah Teather BBC’ye verdiği röportajında şöyle dile getiriyor. “Çocuklarıyla alışverişe giden ailelerden sürekli uygunsuz kıyafetler gördükleri yönünde şikayet alıyoruz.” Birkaç yıl içinde Avrupa’nın çocuklara en dost ülkesi olmayı hedefleyen İngiltere tek de sayılmaz. Amerika’da birçok sivil toplum örgütü çocukların hedef olmasını engellemeye çalışıyor.

***

Ülkemizde de konu üstüne görüş bildirenler var. Ülkemiz çocuk psikologlarının görüşlerine yer vermek istiyorum.

Ortak kanı, modanın çocukların ruhsal ve fiziksel gelişimini olumsuz etkiliyor olduğu yönünde. Bu yüzden İngiltere’deki yasağı haklı buluyor ve Türkiye’de de uygulanmasını istiyorlar. Kendisi de çocuk sahibi olan psikolog Zeynep Temizer Atalar, kısa elbiseler ve düşük bel pantolonlardan şikâyet ederek başlıyor söze. Çocukların bu tür kıyafetlerin içinde rahat edemediklerini dile getiren Atalar, ebeveynlerin çocuklarına büyümüş de küçülmüş görüntüsü vermek için bu elbiseleri seçtiğini anlatıyor. Çocukların belli yaşlarda anne ve babasına özenmesinin normal olduğunu ifade eden Atalar, ebeveynlerin bilinçli davranıp çocuklarına yaşına uygun kıyafet seçmesini tavsiye ediyor. Atalar bir de uyarı da bulunuyor. “Çocuklarınızı büyümüş de küçülmüş diyerek sevmeyin! Yaşına uygun muamele yapın.”

Bu uyarıyı dikkate almak gerek. Şimdide Ayşenur Dinç’in belirlemelerine bir bakalım.

Uzman psikolojik danışman Ayşenur Dinç, moda sektörünün özellikle kız çocuklarına çabuk büyümeleri ve kendilerine uygun olmayan kıyafetleri seçmeleri yönünde baskı uyguladığını dile getiriyor. Çocukların kıyafet seçiminde en büyük belirleyicinin televizyon olduğunu söyleyen Dinç, çocukların rol model olarak gördükleri ünlülere benzemeye çalıştıklarını anlatıyor. Son yıllarda yapılan araştırmalarda çocukların öğretmen ya da doktor olmak yerine şarkıcı veya oyuncu olmak istemeleri de bunun göstergesi. BBC televizyonu da toplumda rol model olarak görülen şarkıcı ve oyuncuların 18 yaşından küçük olduğunu hatırlatıp, tekstil firmalarının onlara benzemeye çalışan kız çocukları üzerinden servet kazandıklarını ifade ediyor.

Dinç, internet oyunlarındaki tehlikelere de dikkat çekiyor. Sitelerde “Dora’ya uygun kıyafeti giydir ve makyaj yap”, “Küçük Sırlar dizisindeki Ayşegül’e makyaj yap!” gibi oyunların olduğunu dile getiren Dinç, bu tür sitelerin de çocuklara yetişkin gibi olmayı öğrettiğini söylüyor. Dinç örnek olarak da 3 yaşında kızı olan bir annenin rujunu kızının çekmecesinde bulmasını örnek gösteriyor.

Giderek çocuklar çocuk masumiyetinden uzaklaşıyorlar. Daha doğrusu çocuklar masum, ama örnekler çocuklara göre değil.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 31.01.11

30 Ocak 2011 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 72

Merhaba sevgili okurlar. Bir Pazar günü daha sizlerle olmanın keyfini yaşıyorum. Konuyu uzatmadan, direk girmeme izin var mı?

Doğu ile batı arasında fark aranırsa duygu ve akılda aranmalıdır. Batı duyguya boş vermiş, aklı ve mantığı öne çıkarmıştır. Bunun da sakıncalarını eşya insan ilişkileri içinde giderek eşyalaşan insan konumuna düşerek görmektedirler. Doğu ise yaratana inancını gelenekleriyle karıştırıp sorgulamayan mantıkla kabulü esas aldığı için kabuğunu kıramamaktadır. Bir yanda eşyalaşan ama teknik olarak gelişen batı, diğer yandan inançlarını gelenekleriyle mutlaklaştıran doğu, insanlığı kaybetmiş durumdadırlar.

Gelecekte nasıl bir insanlık anlayışı oluşturulacak şimdiden görünüyor. Konumuzu değiştirmemek için uzatmadan şunu söyleyebilirim. Batıda buna çare yüz yıllardır düşünürler yoluyla aranıyor. Bu yüzden batıda her çağda düşünür yetişiyor. Doğuda ise tefekkür sahibi duygu insanı.. Onun sözü çok net. “yaratılanı severim yaratandan ötürü.” Sorun burada çözülüyor ona göre.

Oysa sorunu çözerken insan olmanın özelliklerini duygu yoluyla anlamak ve anlatmakta batılıdan çok daha ustadır. Çünkü temelinde insanın eşyalaşması yoktur onda. Mevlâna şiirlerini bunun için seçtim

...

AĞIT

Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlara, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı.
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zülmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım

Mevlâna Celâlettin Rumi

*** ***

NİCE İNSANLAR GÖRDÜM

Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok
Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!

Mevlâna Celâlettin Rumi

*** ***

OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN

Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Mevlâna Celâlettin Rumi

*** ***

RUBAİLER

97
O eşsiz, parlak incinin hayali, gözümün önüne geldi.
O anda kendimi tutamadım, ağlamaya başladım.
Gözyaşlarım akarken içim yanıyordu.
Heyecandan şaşırmıştım.

Gizlice gözümün kulağına dedim ki; biliyor musun?

‘Gelen konuk, çok değerlidir, çok azizdir’
Ona bol bol aşk şarabı sun.

Mevlâna Celâlettin Rumi

*** ***

465
Göğsünün içindekini gerçek gönül sanan kimse,
Hak yolunda iki üç adım attı da her şey oldu bitti sandı
Aslında tesbih, seccade, tövbe, sofuluk,

günahdan sakınma bunların hepsi yolun başıdır.

Hak yolcusu aldandı da, bunları varacağı yer sandı.

Mevlâna Celâlettin Rumi

*** ***

NE OLURSAN OL

Paranı ver, gönlünü ver, canını ver

Ama SIRRINI VERME! ...
Günlerini say, kazancını say, büyüklerini say
Ama YERİNDE SAYMA! ...
İşini beğen, aşını beğen, eşini beğen
Ama KENDİNİ BEĞENME! ...

Emek ver, kulak ver, bilgi ver
Ama SAKIN BOŞ VERME! ...
Fidan büyüt, çocuk eğit, yoksul besle
Ama KİN BESLEME! ...
Davet et, hayret et, ülfet et

Ama İHANET ETME! ...
Kitap oku, meslek oku, dünyayı oku
Ama LANET OKUMA! ...
Sınıfını geç, hayatını seç, rakibini geç
Ama GÜLÜP GEÇME! ...

Gönül al, dost al, yoldaş al
Ama BEDDUA ALMA! ...
Yaklaş, tanış, konuş, uzaklaş
Ama UŞAKLAŞMA! ...

Doğrul, sayrıl, evril, devril
Ama EĞRİLME! ...
Hislen, tasalan, seslen, uslan
Ama PASLANMA! ...
İtil, ütül, atıl, katıl

Ama SATILMA! ...

Mevlâna Celâlettin Rumi

*** ***

NE OLURSAN OL YİNE GEL

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Mevlâna Celâlettin Rumi


*** ***

Mevlâna şiirlerinin ardından kendi şiirlerime geçiyorum. Sembolik ve gerçek üstü anlatımları denediğim belki ilk okuyuşta “saçma” nitelendireceğiniz şiirler bu şiirler. Her birinin bir açık, birde kapalı anlamı var. ilk şiir tamamen bu düşüncede olan bir şiir.

...

52

Aşınmış duygu insanlarıdır

Fahişeler, cellatlar

Ve merasim şakşakçıları.

Yürüyorlar hepsi bir hizada

Gözleri fersiz.

Kin ağacıdır dalları

Yürüyen ayakları sessiz.

Köklerinde yılan gizli

Zehir sızar yapraklarından

Boş şişinmelerin kurbağaları

Girilmez duvarlar korur sanmayın onları

İskambilden şatolarda yaşarlar

Üflesen yıkılır ihtişamları

Aydın Göle

21 mayıs 2003


*** ***

Bu hafta sizlere sunacağım bana ait ikinci şiir bir gerçeğin yalın dille anlatımıdır.

...

53

Çok sevdim.

Çok sevindim.

Çok sevildim mi bilmem.

Sevgisini söyleyen çok oldu ama

Ne çok terk edildim, ne çok!

Aydın Göle

22 mayıs 2003

*** ***

Alın size bir sembolist şiir daha.. boş sözler kabul ettirilmez mi diye soruyorum sununda. Öyle çok kabul ettiriliyor ki.. siyaset dünyasına bakın anlarsınız.

...

54

Tekerlek dolandı, yol yoruldu

Çok sorular soruldu

Cevapları alınmadı

Adreslere varılmadı

Boşa aktı zaman

İri kahkahalar alındı yüzlerden

Zırva tevil götürmez mi

Aydın Göle

22 mayıs 2003

*** ***

Değişen bir şey yok! Gene gerçek üstücü anlatım ve sembollerle süslenen şiirle devam edelim. Anlamını kolayca anlarsınız. Hareketli hayatın içinde kişilerin konumlarını şaşırması sonucu yitirilenin akıl olduğunu anlatıyorum.

...

55

Avlakta avlar kovalıyor avları

Avcıların dişi yok, pençesi yok!

Silâhlarını düşürmüşler kaçarlarken.

Kediyi fareye boğdururlar, aslanı ceylâna

Kaçıp gitmek kaldı yağız küheylâna

Avlakta gülüyor avlar, avcılar bu kez ağlıyor

Göz yaşlarında piranhalar yüzüyor

Üremek ve yaşamak için tüm çabalar

Kıstırılmış duygulara zencefil kattım bolca

Aydın Göle

30 mayıs 2003

*** ***

Huzuru arayış ve sorunlardan kaçış, insan olmayı unutmayışın şiiri. Ama sadece kendimi kurtarmaya çalışmıyorum. Tüm insanlara bu davet!

...

259

Ateş yakmak için karanlığa

Şafak söksün diye geceye

Nur topu doğurtmak için gebeye

Ak süt gibi besleyici

Yaşamak için hüznü, sevinci

Odayı kurdum size

Aydın Göle

30 mayıs 2003

*** ***

Bu haftanın son şiiriyle sizlerden ayrılıyorum. Gelecek hafta her zaman olduğu gibi gene buluşmak dileğiyle..

...

260

Çığlık mı duydun dağlardan yankılanan

Şimşek miydi çakan yoksa sen mi geldin

Gelme bir daha gideceksen

Günah değil mi bana

Yandım dumansız, külümde yok, arama

Aydın Göle

30 mayıs 2003

*** ***

İyi pazarlar sevgili okurlar...

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 30.01.11


ENGELLİLER KONUSUNDA BİZ NELERLE UĞRAŞIRKEN

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Engellilerin yaşam kalit

esinin artması

için bir çok alanda iyileştirme ile birlikte ihtiyaca uygun yenilikler yapmak gerekir. Kent konseyi gibi (bu arada sayın il meclis üyesi Tönbekçi’den engelliler için belediyece bir ödenek ayıramadıklarını bu konseyde üzülerek öğrendim, engelliler yararına kentsel dönüşüm projeleri bir süre askıda kalacak de

mek

ki..)

konumuzun dile getirildiği ortamlarda görüşlerimi ve önerilerimi dillendiriyorum. 3 aralıkta denemesi Sakarya Vip tarafından yapılan engellilerin şehirler arası otobüslerine kolaylıkla bindirilmesini sağlayan taşınabilir sandalye gibi mahalle muhtarlıklarının yanına engelli tuvaletlerinin yapımı düşüncemizde ilgi gördü. Etraftan bu konu üstüne düşüncelerini almak için sorular soruyorum. İçlerinden en ilginci bir süre Almanya’da çalışmış olan kuzenim Turgut Şengör’den aldığım cevaptı. Almanya’da engelli tuvaletleri engelliye verilen jetonla açılabiliyormuş. Çıkışta jeton geri alınabildiği için tuvaletin kilitli kalmasının sağlandığını engellilerden başkasının kullanmasının engellenebildiğini söylüyordu. Ayrıca

jetonun geri alınabilmeside engellilerin bu tuvaletleri masrafsız kullanabildiğinin göstergesi.

Bir sohbet sırasında biri genç biri orta yaş üstü iki beye bu düşüncelerimi açtığımda daha genç olanı engelliler için bazı konuların ayıp olmaktan çıkması gerektiğini, tekerlekli sandalye veya akülü araçların koltuklarının altı lazımlık şeklinde boş bırakılması ve engellilerin gecelik gibi etekli giysi giyerek ihtiyaçları sırasında hiçbir engelle karşılaşmaması gerektiğini söyledi. Ben bir engelli olarak bu fikrin ne kadar ilginç olursa olsun estetik düşünceden yana olduğum için engelliyi üzeceğini düşünüyorum.

Ben tam böyle düşünürken imdadıma bir haber yetişti. O haberi okurken kendimizle gelişmiş ülke farkını bir kere daha gördüm. Önce haberi okuyalım mı?

***

İngiltere’de bir şirket, en uygunsuz ortamlarda sıkışıp ne yapacağını şaşıran mağdurlar için “cep tuvaleti” geliştirdi.

Daily Mail'in haberine göre, en olmadık yerlerde sıkışıp koşacak tenha bir köşe veya çalı arkası aramak zorunda kalanların imdadına artık Ardern Healthcare adlı bir şirket tarafından geliştirilen ve İngiliz Halford otomobil aksesuarları zinciri tarafından satışa sunulan ‘cep tuvaleti’ yetişecek.
3.99 sterlinden (yaklaşık 9 TL) satılan “cep tuvaleti” katlanıp cepte saklanabilen ve içinde kimyasal bir madde bulunan küçük bir torbadan ibaret. Sıkışan kişinin torbanın içine işemesinden sonra sidik kimyasal maddeyle etkileşime girip birkaç saniye içinde jele dönüşüyor.

Dolayısıyla torbadan herhangi bir sızma olmadığı gibi, koku veya taşıma sorunu da meydana gelmiyor.
“3 ila 103 yaş arasındaki herkes tarafından kullanılabilir” sloganıyla satılan “cep tuvaleti” özellikle trafik sıkışıklığı, festival yerleri gibi ortamlarda ve küçük çocuklu ebeveynler için ideal bir çözüm olarak gösteriliyor.

***

Aradaki farkı gördünüz mü? İşi ne kadar kolayca çözmüş eloğlu.. biz neleri düşünüyoruz değil mi? Farkındaysanız reklamlarda sızdırmazlıktır tutturulmuş gidiyor. Bu nasıl sağlanıyordu ki? Sözünü ettiğim haberde de belirtildiği gibi idrar o torbada jele dönüştürülüyordu. Bebek bezlerinde de bu böyle yapılmıyor muydu? Gözümüzdeki bir olayı kaçırıp düşünmeden nelerle uğraşıyoruz. Umarım birkaç yıla kalmaz idrar torbaları burada da üretilir. Gerçekten çok önemli bir konu. İhmal edilecek gibi değil.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 28.01.11


MEDENİYETLER SAVAŞININ BİZE YANSIYAN SONUÇLARI 2


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Bir önceki yazının sonuna doğru karşılaştırmalı modernizm ve postmodernizm listesi vermiş ve o listeyi olabildiğince seçerek uzun tutmuştum. Listeyi hatırlamak için bir kere daha veriyorum

Modernizmle Postmodernizmin Krşılaştırması:

*Hiyerarşi, düzen, merkezileştirilmiş kontrol / Anarşi, düzenin yıkılması, merkezi kontrolun kalkması

*Büyük politik yatırımlar (millet-devlet, parti)/ Mikropolitik yatırımlar, kurumsal güç çatışmaları, kimlikçi politikalar

*Milli kimliğin ve kültürün söylemi; kültürel ve etnik orijinler miti / Lokal söylemler, büyük söylemlerin ironik yıkımı: orijine ait mitoslarının aksi

*Bilim ve teknoloji vasıtasıyla büyük ilerleme söylemi / ilerlemeye şüpheyle bakmak, teknoloji karşıtlığı reaksiyonlar, yeni çağ dinleri

*Temsilcilerin ve medyanın önündeki “gerçeğe” inanç, “orijinalin” içtenliği / Aşırı realite, imaj doygunluğu, taklidîn gerçek olandan daha güçlü olması, gerçekte var olmayan şeylerin sunulması ve bunların var olanlardan daha güçlü olması

*Kitle kültürü, kitle tüketimi / Kültürün kitlesel olmaması (demassified culture), küçük pazarlar, az üretim

*Medya yayını / Birbirini etkileyen, müşteriye hizmet eden medyanın dağıtımı, çok miktarda küçük medya’ların ortaya çıkması (Network ve Web)

*Merkezileşmiş bilgi / Dağıtılmış, yayılmış bilgi

*Yüksek ve aşağı kültür ayrımı; yüksek veya resmi kültürün normatif ve otoriter olmasında konsensüs / Aşağı popüler kültür tarafından yüksek kültür hakimiyetinin bölünmesi; popüler ve yüksek kültürün karışımı; pop kültürünün yeni değerler kazanması

*Tam çalışmaların ve amacın sanat olması / Proses, performans, üretim olarak sanat

*Sanat: sanatçı tarafından meydana getirilen orijinal bir objedir / Sanat: dinleyiciler ve alt kültürler tarafından meydana getirilen kültürün yeniden işlenmesi

*Genel sınırlar ve bütünlük hissi (sanat, müzik ve edebiyatta) / Melezlik, kültürlerin yeniden birbirlerine bağlanması

*Derinlere uzanan kökler-derinlik / Kök gövdeler-yüzeysellik

*Niyet ve gayede ciddiyet / Oyun, ironi, resmi ciddiyete tepki

*Birleşmişlik duygusu, benliğin merkez olması; “ferdiyetçilik”, birleşmiş kimlik / Bölünmüşlük duygusu ve benliğin merkez olmaması, çoklu ve çatışmacı kimlikler

*Cinsel farklılığa göre şekillenmiş güç düzeni, tek cinsiyetler, pornografinin dışlanması / Çift cinsiyetlilik, pornografi

*Dünyanın anlatıcısı olarak kitap, yazılı bilgi sistemi olarak kütüphane /Yazılı medyanın fiziki sınırlarının aşılması olarak yüksek-medya,

*Makine / Bilgi

Bu listeye bakarak olanı biteni anlamak mümkün. Yani hiçbir şey öyle kendiliğinden olmuyor. Olanlarda olduğuyla kalmıyor, kalamıyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin 2008 yılında yayınlanan bir sayısında Christian Geyer’in söyledikleri bu görüşlerinde geçiciliğinin kanıtı. Geyer’e göre (ki herkes bu fikre ortak olabilir);

“Kültür donmuş, tamamlanmış bir şey değildir. Hayatta kalmak için sürekli kendini içten içe yenilemektedir.

Nereye bakarsak bakalım: Kültürel değil siyasal mantığın birincil olduğu gözümüze çarpar. Aslında kültürel yorumlama modellerini üretenler, siyasal amaçlardır. Paylaşım savaşları kendilerini etnik ya da dinsel olarak gösterebilirler.”

Yani her ne kadar hedef şaşırtılsada siyasal mantık öyle kolay görülür durumdadır ki, görmemek için kör olmak gerekir.

Bunca sözün ardından yakın zamanda Bernard Lewis’le yapılan sohbete gelmek istiyorum.

Bernard Lewis o sohbette şunları söylüyor:

“AKP’nin hedefi İslami demokrasi!”

(Bu başlık beni ürkütmedi. Çünkü demokrasinin rengi ne olursa olsun, asıl olan demokrasinin olmasıdır. Demokrasi çoğunlukçuluktan kopup, çoğulculuğa yönelmektir. Keşke böyle olsa.)

AKP’nin amacının ‘İslami demokrasi’ olduğunu vurgulayan Lewis, “Bu, demokrasinin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yolla gitmezsiniz” diye konuştu.

Cumhuriyet gazetesinde Elçin Poyrazlar imzasıyla yayımlanan haberde İslam ve Ortadoğu üzerine en etkili tarihçilerden biri sayılan Prof. Lewis'in Türkiye ile ilgili görüşlerine yer verildi.

AK Parti hükümetine yönelik izlenimlerini aktarak Prof. Lewis, hükümetin kurumları ele geçirmede çok becerikli olduğunu vurguladı, “İş topluluğunu ele geçirdi, akademik topluluğu ele geçirdi, polisi ele geçirdi. Bir tek bağımsız kalan Anayasa Mahkemesi ve yargı idi. Şimdi onu da ele geçirmek için çalışıyorlar. Görünen o ki eğer başarılı olurlarsa bu yolda devam edecekler” dedi.

“Ordunun sık müdahaleleri nedeniyle bugün siyasi İslamın bu ülkede iktidar olduğu eleştirisi var” sorusu üzerine Prof. Bernard Lewis şunları söyledi:

“Şimdiki asıl sorun anayasa değişiklikleri. Geçmişte Türk demokrasisinin en güçlü savunucusu yargı idi. Hükümetler halk, devlet memurları, polis ve hatta yargıçlar üzerinde çeşitli baskılar uygulayabilir ancak bunu Anayasa Mahkemesi üzerine yapamazlardı. Yargı tekrar tekrar Türk demokrasisine zarar vermeye çalışıldığında onun en iyi ve en etkili savunucusu olduğunu kanıtladı. Şimdi ilk defa bununla mücadele eden bir girişimde bulunuluyor.

Anayasa değişikliği yargının bağımsızlığını etkileyecek. Hükümetin yargı üstünde kontrol sağlamasına yol açacak. Bu konuya iki taraflı bakılabilir elbette. Türkiye’de seçimler özgür ve adil. Türkiye bir demokrasi ve insanlar eğer bu tür bir hükümet istiyorlarsa bu onların hakkıdır diyebilirsiniz. Buna katılmak durumundayım. Ama öte yanda muhalefet konusu da var. Bir demokraside muhalefet olmalı, aksi durumda o gerçek bir demokrasi değildir. Muhalefeti sınırlamaya yönelik çabalar tehlikeli olabilir.”

Prof. Lewis, “Sizce AKP’nin nihai hedefi nedir?” sorusuna ise, “Onların nihai hedefi İslami demokrasi diye adlandırdıkları şey. Bu demokrasinin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yola gitmezsiniz” yanıtını verdi.

Seçimlere daha çok var! Bakalım, halk istemezse gitmemekte direnirler mi?


BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 26.01.11


MEDENİYETLER SAVAŞININ BİZE YANSIYAN SONUÇLARI 1

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Temeli ikinci dünya savaşından sonra atılan,1980’li yıllarda sonuçları alınmaya başlanan ve bugünkü dünyanın oluşmasını sağlayan görüşlerin sahipleri ekonomide Milton Friedman, düşünsel alanda Samuel Huntington ve Bernard Lewis’tir. Bugün aşılmışta olsa sonuçlarını gelecekte göreceğimiz için bu kişilerin savunduğu görüşlerin ortaya koyduğu durumla karşı karşıyayız. Sovyet rejiminin çökmesinden sonra Amerikan politikalarını sözünü ettiğim bu görüşler belirlemişti.

Milton Friedman’ın neler yaptığını belirterek konuyu açmaya başlayalım. 1946da Chicago Üniversitesi’ne iktisat teorisi okutmak için atandı ve bundan sonra 30 yıl akademik kariyerini bu kurumda geçirmiştir. Bu akademik atmosferde 1930lardaki gerçekleri unutarak bu büyük buhran ve krizleri kendine göre teorilerle açıklayarak bir sağcı görüşlü ve bakışlı serbest piyasa, cemiyete karşı sorumsuz olan şirketlere ve sadece sıkı para politikasına önem veren, hiç piyasaya ve sosyal konulara karışmayan bir küçük devlet prensiplerine inanan fikirler taşıyan çok doktriner bir ekonomiciler grubunun yetişmesine ön ayak oldu.

Medeniyetler savaşı olarak adlandırdığı Sovyetler Birliği sonrası dünyanın içine düşeceği çekişmeyi kuramlaştıran Samuel Huntington’dur.

“Medeniyetler Çatışması, Samuel Huntington tarafından işlenen, Soğuk Savaş sonrasına denk gelen 1990’lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini ifade eden bir tezdir.”

Orta doğu tarihi üstüne düşünceler geliştiren Bernard Lewiste yeni dünya düzeninin ilk mimarlarından biridir. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmış batılı uzmanlar arasında en çok okunan yazarlardandır. Yahudi kökenlidir ve George Bush’un danışmanlığını yapmıştır.

Bunların sonunda Amerika tarafından Afganistan ve Irak işgal edilmiştir.

Buraya giden süreçte önce ekonomiler Milton Friedman görüşüne yaklaştırıldı. Ekonomik dayanaktan yoksun ülkelerin daha sonra algılarıyla oynanıp ulusçuluk karalanırken, mikro milliyetçilik hortlatıldı. Her ülkenin içindeki azınlıklar kaşındı. Kimi yerlerde bu bölünmelere kadar vardı.

Şimdide postmodernizmin ne olduğunu görelim. İlk anılacaklar modernlik, karşısında yer alanlarsa postmodernizmin ilkeleri olacak. Bakalım farklar nelermiş?

Modernizmle Postmodernizmin Karşılaştırması:

1: Modernist görüşe göre:

Hiyerarşi, düzen, merkezileştirilmiş kontrol

a: Postmodernist görüşe göre:

Anarşi, düzenin yıkılması, merkezi kontrolun kalkması

2: Modernist görüşe göre:

Büyük politik yatırımlar (millet-devlet, parti)

b: Postmodernist görüşe göre:

Mikropolitik yatırımlar, kurumsal güç çatışmaları, kimlikçi politikalar

3:Modernist görüşe göre:

Milli kimliğin ve kültürün söylemi; kültürel ve etnik orijinler miti

c: Postmodernist görüşe göre:

Lokal söylemler, büyük söylemlerin ironik yıkımı: orijine ait mitoslarının aksi

4:Modernist görüşe göre:

Bilim ve teknoloji vasıtasıyla büyük ilerleme söylemi

ç: Postmodernist görüşe göre:

İlerlemeye şüpheyle bakmak, teknoloji karşıtlığı reaksiyonlar, yeni çağ dinleri

5: Modernist görüşe göre:

Temsilcilerin ve medyanın önündeki “gerçeğe” inanç, “orijinalin” içtenliği

d: Postmodernist görüşe göre:

Aşırı realite, imaj doygunluğu, taklidîn gerçek olandan daha güçlü olması, gerçekte var olmayan şeylerin sunulması ve bunların var olanlardan daha güçlü olması

6: Modernist görüşe göre:

Kitle kültürü, kitle tüketimi

e: Postmodernist görüşe göre:

Kültürün kitlesel olmaması (demassified culture), küçük pazarlar, az üretim

7: Modernist görüşe göre:

Medya yayını

f: Postmodernist görüşe göre:

Birbirini etkileyen, müşteriye hizmet eden medyanın dağıtımı, çok miktarda küçük medya’ların ortaya çıkması (Network ve Web)

8: Modernist görüşe göre:

Merkezileşmiş bilgi

g: Postmodernist görüşe göre:

Dağıtılmış, yayılmış bilgi

9: Modernist görüşe göre:

Yüksek ve aşağı kültür ayrımı; yüksek veya resmi kültürün normatif ve otoriter olmasında konsensüs

h: Postmodernist görüşe göre:

Aşağı popüler kültür tarafından yüksek kültür hakimiyetinin bölünmesi; popüler ve yüksek kültürün karışımı; pop kültürünün yeni değerler kazanması

10: Modernist görüşe göre:

Tam çalışmaların ve amacın sanat olması

ı: Postmodernist görüşe göre:

Proses, performans, üretim olarak sanat

11: Modernist görüşe göre:

Sanat: sanatçı tarafından meydana getirilen orijinal bir objedir

i: Postmodernist görüşe göre:

Sanat: dinleyiciler ve alt kültürler tarafından meydana getirilen kültürün yeniden işlenmesi

12: Modernist görüşe göre:

Genel sınırlar ve bütünlük hissi (sanat, müzik ve edebiyatta)

j: Postmodernist görüşe göre:

Melezlik, kültürlerin yeniden birbirlerine bağlanması

13: Modernist görüşe göre:

Derinlere uzanan kökler-derinlik

k: Postmodernist görüşe göre:

Kök gövdeler-yüzeysellik

14: Modernist görüşe göre:

Niyet ve gayede ciddiyet

l: Postmodernist görüşe göre:

Oyun, ironi, resmi ciddiyete tepki

15: Modernist görüşe göre:

Birleşmişlik duygusu, benliğin merkez olması; “ferdiyetçilik”, birleşmiş kimlik

m: Postmodernist görüşe göre:

Bölünmüşlük duygusu ve benliğin merkez olmaması, çoklu ve çatışmacı kimlikler

16: Modernist görüşe göre:

Cinsel farklılığa göre şekillenmiş güç düzeni, tek cinsiyetler, pornografinin dışlanması

n: Postmodernist görüşe göre:

Çift cinsiyetlilik, pornografi

17: Modernist görüşe göre:

Dünyanın anlatıcısı olarak kitap, yazılı bilgi sistemi olarak kütüphane

o: Postmodernist görüşe göre:

Yazılı medyanın fiziki sınırlarının aşılması olarak yüksek-medya,

18: Modernist görüşe göre:

Makine

ö: Postmodernist görüşe göre:

Bilgi

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 24.01.11


ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 71


Gene günlerden Pazar. Gene şiirlerle karşınızdayım. Bu gün kendi şiirlerimden önce 18 mayıs 1048 - 4 aralık 1131 tarihleri arasında yaşayan İranlı şair Ömer Hayyam’dan seçtiğim şiirlere yer veriyorum.

Neden Ömer Hayyam; çünkü evreni anlamak için, içinde yetiştiği İslam kültüründeki hakim anlayıştan ayrılmış, kendi içinde yaptığı akıl yürütmeleri eşine az rastlanır bir edebi başarı ile dörtlükler halinde dışa aktarmıştır. Bu yanıyla dönemi için ilk sayılabilecek din dışı anlayışı temsil etmiştir. Burada da bu şiirlerden örnekler bulacaksınız.

... ...

ARKADAŞ DÜNYA İÇİN

arkadaş dünya için boş yere üzülme
şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme
var olan zaten geçti yok da ortada yok
şen ol da var için yok için üzülme

ÖMER HAYYAM

***

AŞK

Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma...
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben

Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun
Dünya esen yel üstüne kuruldu..
Varlığımız iki yokluk arasındadır
Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin

Medresede söz vardır tekkede de hal
Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de
İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi
Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir

Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak
Yarını düşünmen beyhude bir heves
Bir çok kişiden arda kalanlar
Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin...

ÖMER HAYYAM

***

RÜBAİLER

Ey bütün bir evrenin
En seçkin yaratığı olan sen!
Sen ki;
İki gözümden ve canımdan
Daha da azizsin.
Ey güzel kimse!
Candan aziz birşey yoktur.
Sen bana;
Candan da yüz kere daha azizsin.

ÖMER HAYYAM

***

Ey hoca!
Yalnız bir dileğimizi yerine getir.
Konuşma. Kes sesini.
Allah'la aramıza girme.
Biz doğru yoldayız.
Yalnız sen,
Bu yolu eğri görüyorsun.
Git... Gözlerini tedavi ettir.
Ya da rahat bırak bizi.

ÖMER HAYYAM

***

Kalk gel!
Hatırımız için gel.
dileğimizce bir zorumuzu hallet.
Bir testi şarap getir.
Ki, vücudumuzun toprağından
Testi yapılmadan önce
Kana kana testiden içelim.

ÖMER HAYYAM

***

Boyun eğeceksin,
Doğa kanunları önünde.
İşe yaramaz başka bir şey...
İnsanların önünde,
Gösteriş ve riyadan başka
Bir şey fayda etmez...
Kül ettim aklın düşünebildiği her şeyi.
Lakin;
Doğa'nın emirlerine çaresiz kaldım.


ÖMER HAYYAM

***

Ömer Hayyam şiirlerini tadında bırakalım. Şimdi sırada kendi yazdığım şiirler var. Bu şiirlerde biraz iri sözlerle gevezelik ettiğimi kabul ederim. Ama şiir biraz iri söz söyleme sanatı değil midir? İri sözler söylemek “delici ışıkları” (projektör dedikleri şeye bu sözcüğü ben şimdi uydurdum) bir yere yöneltmek gibidir. Konusu gene “sevgi” bile olsa iri sözler biraz felsefe kokar. Şiire biraz coşku katar. Dikkatleri de daima diri tutar. Umarım beğenirsiniz.

... ...

258

Şairin dili konuşmazsa yüreği konuşur

Bütün şairler gibi çirkinim

Yüreği konuşmazsa alev alev tutuşur

Sevgiyi unuttular gerginim

Seven yokmuş şairden başka

Aydın Göle

19 mayıs 2003

***

49

Kel alâkaları alâkalandırmak

ve inandırmak zor,

şablonlara takılmış kafaları.

dala uçurtmanın kuyruğunu

taktırmış çocuk gibidirler.

İpi ucundan çekip dururlar.

İpten vazgeçmezler,

uçurtmayı feda edemezler.

Vedaları yoktur onların inatçıdırlar.

Kurtarsalar hem ipi, hem uçurtmayı

Rüzgâr diner, yağmur başlardı

Özlem başka bahara kalır mı kalırdı

Rüzgârları yitirmeden uçurtmayı uçurmalı

Aydın Göle

20 mayıs 2003

***

50

İğne deliğinden ışık sızmaz

Retinası yırtık gözlere ışık ne gerek

Görmeye göz yok kimsede

Çiçek yok bu bahçede

Işık sonsuz yolculukta

Yiter gider sonsuz boşlukta

Biz yitiyoruz canım biz yitiyoruz

Geveze falcıların karanlık odalarında

Biraz ışık arıyoruz

Aydın Göle

21 mayıs 2003

***

51

Sallayıp durur başını

Esrik ve eski kentin dervişi

Susması çok bilmesinden mi

Belleği sileceksiz çıkmış yağmura

Başını sallar durur

Bildiğini bilen,

bildiklerinin;

bilmediklerinin yanında

hiç olduğunu bilir.

Kendini bilen

bilmeyle süzer özünü

özbe öz adamdır o

telâşsız, soluksuz

ama sakin hızlarla

Telâş var mı bak zamanın aynasında

Kararlı ve vakurdurlar

Çok açmış gülün katmerleri

gül dalına dizilmiş

Yatılmış zamanlar üstüne

Hiç dikey gezilmemiş

Katmerden katmere seker gibi

Sekip parabollerde geziye çıkmak lâzım

Geçmişten hisler getirmeli

Bugünden bilgi götürmeli

Cellâtlığı mahkûm etmeli sevgiye

Kara suratları aşkla yıkamalı

Sevgi yeşertir kankam

kayayı dahi

Aydın Göle

21 mayıs 2003

***

Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar. Haftaya gene görüşmek üzere hoşça kalın!

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 23.01.11



ENGELLİNİN HAYATI ZORUNLU İHTİYAÇLARLA MI SINIRLIDIR


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Geçtiğimiz hafta içinde önce gazetelerde sonra televizyonların ana haber programlarında da yayınlanan bir haberi duymuşsunuzdur. Haberde Danimarka’da yaşayan engelli bir Türk’ün bakımı için verilen para ile kardeşine aldığı pahalı otomobilden söz ediliyordu. Biz dünyayı şaşırtmaya devam ediyoruz. Bizde dünyanın şaşırmasına şaşırıyoruz. Çoğumuza göre bunda ne var ki? Biraz fırsatçı olduğumuz söylenebilir. Birde öyle uzun uzadıya düşünmeyiz. Sonunda olmadık durumla karşılaşırız. Biraz akılcı olsak, biraz kuralları öğrenip uygulasak başımız derde girmez.

3 aralık özürlüler gününde katıldığım bir televizyon programında buna benzer bir konuda görüşlerimi belirtmiştim. Bu haberi önce okuyalım, sonra televizyonda değindiğim konuya döneriz.

***

Danimarka’nın başkenti Kopenhag’a bağlı Hellerup kasabasında yaşayan Sabit Tüfekçi isimli yürüme engelli vatandaşın belediyeden aldığı paralarla kardeşine Lamborghini marka otomobil alması tepkilere neden oldu.

“Handi Help” adı altında özürlülere yardım firması kurabilmek için belediyeden ayda 75 bin kron (10 bin 500 Euro) aylık alan Tüfekçi, kendisine bakması için annesi ve kardeşini işe aldı.

Kendisinin bakımını üstlenen annesi ve kardeşine maaş ödeyen Tüfekçi, kardeşine bir de Lamborghini aldı.

Ancak bu pahalı harcama Kopenhag Belediyesi Sosyal Yardım Dairesi Başkanı Jens Elmelund’un Tüfekçi ve firması hakkında polise suç duyurusunda bulunmasına neden oldu.

TV 2 kanalının yayınladığı görüntüleri izleyen Elmelund, Tüfekçi’nin belediyenin paralarını Lamborghini’ye binmek için kullanamayacağını belirterek, “Belediye ayda 75 bin kron parayı, Sabit Tüfekçi’nin iyi bakılması ve ihtiyaçlarının karşılanması için ödüyor. Onların ise Lamborghini gibi pahalı bir arabayla zevk yapmaları kabul edilemez. Biz üzerimize düşen görevi yerine getirdik ve haklarında polise suç duyurusunda bulunduk. Umarım polis üzerine düşen görevi hızlı bir şekilde yerine getirir ve ödediğimiz paraları faizi ile geri alırız” dedi.

Tüfekçi ise yasalara aykırı bir davranışı olmadığını belirterek, “Lamborghini’ye kardeşim biniyor. Kardeşim firmamda bana bakmakla yükümlü olduğu için onun daha iyi bir hayat yaşaması ve bana daha iyi bakması için pahalı bir araba aldım. Ama yasadışı bir şey yapmadım” dedi.

Sabit Tüfekçi’nin suçlu bulunması durumunda belediyeden aldığı paraları faiziyle geri ödemesi ve yüksek miktarda para cezasına çarptırılması bekleniyor.

Kopenhag belediyesi yasalarına göre, maddi destek verilen engelli vatandaşlar kendi adlarına firma kurup, bu işletmelerde bakımlarını üstlenecek kişileri istihdam edebiliyor.

Lamborghini marka lüks otomobillerin fiyatları 200 ila 350 bin dolar arasında değişiyor.

***

Şimdi bu haberi birkaç şekilde değerlendirip değinmek istediğim konuyla bağlayalım.

Avrupa’da hayat standardının yüksekliğini görüyor musunuz? Engellinin bakımı için verilen yardım parası aylık 22 bin Türk Lirası. Eski parayla söyleyelim: 22 milyar lira. Bu bir servet. Bırakın aylığı, bizde senede bir kere bile bu kadar yardım parası verilse engelli bir çok sorununu halledebilirdi.

Ülkemiz engellileri 2022 sayılı yasadan yararlanarak ayda 300 Türk Lirası alıyor. Bakıma muhtaç, yani kendi kendine bakamayacak derecede olan ağır engellilerede 500 Türk Lirası bakım parası veriliyor. Her iki gelirden yararlanmak kendine özgü şartların yerinde olmasına bağlıdır. Bir başka yazıda bu gelirlerle ilgili gerekli şartlar konusuna ayrıca yer vermek sözüyle devam edelim. Ülkemizde engelli bakım parası 500 ve engelli maaşı 300 Türk Lirasını alabilmek için öncelikle engelli bireyin evine giren kişi başı gelirin 305 liradan az olması şart!

Engelli bakım parasıyla engelli maaşının toplamı 800 lira ülkemiz için çalışanların aldığı asgari ücret düşünülürse yeterli görülebilir. Oysa aileler için ağır engelliye bakmak, bebek bakımı kadar masraflıdır. Ailenin eğitim, barınma, beslenme, ısınma, temizlik giderleri dahil edildiğinde masraf elbette katlanacaktır.

Sözün burasında televizyon programında bu konuyla ilişkili değindiğim konuya dönelim. Engelli ve ailesinin zorunlu giderlerinin yanına yaşam kalitesini arttırma giderleri gerekmez mi? Engelliye verilen sadece zorunlu ihtiyaçlar için mi verilmeli? Verileni ille sabit harcamalara mı harcamalı? Engellinin kendi odası, odasında televizyonu, bilgisayarı, internerti, dvdsi olmasın mı? Hayat sadece zorunlu ihtiyaçlarla mı sınırlıdır?

Kaldı ki ihtiyaç görece kavramdır. Hem herkesin ihtiyacı aynı değildir. İhtiyaçlar, bulunulan çağa ve içinde bulunulan duruma göre farklılık gösterir. Herkes Lamborghini marka otomobil

almalı demiyorum. Ama önceden kural koymadan verilen parayı harcamada sınır getirmek insan haklarına aykırıdır. Kaliteli yaşatmak istemiyorsanız o kadar parayı neden veriyorsunuz? Hayatın sadece ilaç, sadece hasta bezi, sadece engelli araç ve gereci ile sınırlı olmadığını görmeniz gerek.

Ne yazık ki engelli bakım parasını sadece engellinin bakımı için kullanmak ve faturalandırmak zorunlu. Kimse bilmiyor ama engelliler günün birinde bu durumla karşılaşacaklar. Faturalandırılmayan harcamalar nedeniyle bakım parası kesilmekle kalmaz, faiziyle birlikte tüm verilenler geri bile alınabilir.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 19.01.11


DOLANDIRICILIK; ALDATMA VE ALDANMA HİKÂYELERİ

Çeşitli aldatılma hikâyeleri okudum. Tanıdıklarım arasında aldatılanlarıda gördüm. Kimsenin bu duruma düşmesini dilemem. Hele aciz durumda olanları umut tacirliği yaparak aldatmak her halde affedilir şey değildir. Geçen gün bir bayan arkadaşım facebook’ta gerçek olduğuna inanamayacağınız bir haber paylaşmıştı. Haber her açıdan incelenmesi gereken içerikte. Önce haberi okuyalım mı, ne dersiniz?

***

Kayseri’de hırsızın biri, bir evin çatısına çıkmış ve anten kablosunu kesmiş. Evin reisi de tam TV’ye dalmışken yayın kesilince televizyonunu biraz kurcalamış. Ama arızanın ne olduğunu anlamamış.

“Bozuldu herhalde” diyerek yatmış.

Ertesi gün adam işe gittikten sonra hırsız kapıyı açıp adamın karısına,

“Yenge, beni ağabey gönderdi, televizyon bozuk, alın da bir bakın dedi” demiş.

Kadıncağız da televizyonu vermiş. Akşam adam eve geldiğinde televizyonu göremeyip de ne olduğunu sorunca karısından olayı öğrenmiş. Adamın beyni dumura uğramış tabii. O hafta sonu adamla karısı balkonda keyif yaparlarken hırsız aşağıdan ıslık çala çala onlara bakarak geçmiş.

Kadın hırsızı tanımış.

“Bak bey! Televizyonu çalan adam işte buydu” demiş.

Adam bunu duyunca pijamalarla adamı kovalamaya başlamış. 5 dakika sonra başka bir adam adamın evine gelip, karısına kimlik göstermeden;

“Hanımefendi ben polisim, beyefendi hırsızı yakaladı. Bizi aradı. Biz onları aldık karakola götürdük. Şimdi karakoldalar. Beyefendinin üstünde pantolonu yoktu. Pantolonuyla, cüzdanını istiyor.” Demiş.

Kadın da hiçbir şey demeden polis olduğunu söyleyen kapıdaki adama eşinin pantolonuyla cüzdanını vermiş.

Evin adamı hırsızı uzun süre kovaladıktan sonra kan ter içinde eve dönmüş...

Kadın kocasının pijamalarla geri geldiğini görünce bir kere daha aldatıldıklarını anlamış ama iş işten geçmiş.

***

Bu haberi okuduğumda aklıma çocukluğumda yaşadığımız buna benzer bir olay geldi. Yanlış hatırlamıyorsam 1962 yılıydı. Bir gün öğle üzeri kapımız çaldı. Tamda bir sokak ötede oturan babamın teyzesine gitmeye hazırlanıyorduk. Annem kapıyı açtı. Gelen yabancı ve yaşlı bir teyzeydi. Susamış, bir bardak su istiyordu. Beni görünce sevgi sözleriyle süsleyerek bana övgüler düzdü. Annem suyu getirince o yaşlı teyze beni okuyup üfleyerek sakatlığımdan kurtarabileceğini söyledi. Bunun için bir leğen su, bir makas, bir paket tuz, bir kalıp beyaz sabun ve birkaç giyecek eşyayla bir çamaşır ipi istedi. Kendine göre dualar okuyup tuz ve sabun kattığı bir leğen suyu bir gece dışarıda ayazda bekletilmesini istedi. Ertesi gün sabah gelip beni o suyla yıkayacaktı. Diğerlerini alıp gitti. Bizde gitmek için hazırlandığımız babamın teyzesine gittik. Ben oldukça küçük olduğum için olan bitenin farkında değildim, fakat annemin heyecanını fark ediyordum. Sohbetin bir yerinde annem bu konuyu açarak babamın teyzesini ertesi gün sabahtan bize gelmesi için davet etti. Az şey mi? Yabancı yaşlı teyze gelip beni özel okumalarla ayazda bekletilmesini söylediği suyla yıkadıktan sonra yürüyecektim. Buna annem ve babamın teyzesi ümitlenmişlerdi. Doktorlar çare bulamamıştı ama Allah belki bu yabancı yaşlı teyzeyi vesile etmiş olabilirdi. Ertesi sabah erkenden babamın teyzesi geldi. Ama o yabancı yaşlı teyze bir daha hiç gelmedi.

İşte o yabancı yaşlı teyze bir umut taciriydi. Böyle insanlar her fırsattan faydalanmayı bilirler.

Bir tanıdığımız vardı. Oğulları Almanya’da çalışıyordu. Kendileri yaşlılıklarında gelinlerine ve torunlarına ana babalık yaptılar. Oğulları her yıl yaz tatilinde, bazen de yılbaşında izne gelirdi. Uzun seneler kendisinden mektuplarla haber aldılar. O zamanlar evlere telefon almak öyle kolay şey değildi, çok sıra beklenirdi. Bir mektubun gidip gelmesi de en az 8-10 günü bulurdu. Kısaca oradan biriyle yollanan selamın değeri çoktu. Selamı getiren en azından selamı yollayanı çok yakın zamanda görmüştür. Sağlığı ve sıhhati konusunda dolaysız şahitlik eder. Bu da selamı getirilenin yakınlarını ferahlatır.

Bir gün; tanıdığımız o aileye, adamın biri Almanya’dan geldiğini, oğullarından selam getirdiğini söyler. O kadar iyi dersine çalışmıştır ki, Almanya’daki arkadaşı olduğunu söylediği kişi ve geldiği kişiler hakkında bir arkadaşın bilebileceği her şeyi bilir. Ortada kuşkulanılacak hiçbir şey bırakmaz.

Bunun üstüne onlarda adamı bir güzel ağırlarlar.

Adam kızını evlendirmek için gelmiş. Birkaç parça takı almak için çarşıya çıkacakmış. Kendisinin de takılar konusunda hiç bilgisi yokmuş. Tanıdıklarımızın kız torunlarının takılarını çok zarif bulmuş. Kendisine yardımcı olmalarını istemiş. Onlarda memnuniyetle kabul etmişler. Beğendiği birkaç parça takıyı tanıdığımız olan yaşlı adama yanına almasını, bildikleri bir kuyumcuya kendisiyle birlikte gelmesini önermiş. Denileni yapmışlar. Adam kuyumcuda gösterme bahanesiyle altınları alıp kuyumcuya göstermiş. Kuyumcu takıların değerini ve ne olduğunu anlatmış. Adam bunları birde kızına göstermek için eve gidip hemen döneceğini belirterek tanıdığımız yaşlı adamcağıza biraz beklemesini söylemiş ve dışarı çıkmış. Gidiş o gidiş. Bir süre sonra gerçeği anlarlar ama yapacak bir şey yoktur.

Bu aldatma ve aldanma hikâyeleri bitmez. Başta da dediğim gibi bayan arkadaşımın facebokta paylaştığı olayı ve bu olayları çeşitli açılardan incelemek lazım. Bu konularda başlı başına tez hazırlanabilir. Bu incelemeyi başka bir yazıya veya dizi yazıya bırakıyorum.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 17.01.11