9 Ocak 2011 Pazar

HER KESİMİN “GARDIROP ATATÜRKÇÜLERİ” VAR

Bir yazımda “Gardırop Atatürkçülüğü”nden söz etmiş, bu şekilde Atatürkçülüğün sadece şekle baktığını belirtmiştim. Oysa Atatürkçülük gelişen hayat şartlarına göre yeni, akılcı, hurafelerden uzak uygulamalar bulmak, o uygulamaların bağlayıcılığı için döneme uygun kanunlar çıkarmaktır. Burada kişisel hayata müdahale olmaksızın uygulama esastır. Her görüş için aynı şeyden söz edilemez mi? Elbette edilir. Kimsenin ne yediğine ne içtiğine bakılamayacağı gibi, kimsenin nasıl ibadet ettiği tartışma konusu olamaz. Bakılacaksa sadece hayat sahamızın ne kadar genişletildiği, ne kadar rahat hareket edebilir olduğumuza bakılmalıdır

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı istemeyenler (bende dahil) bu güne kadar neden istemediler?

Tayyip Erdoğan (bu konuda diğerlerinden ayrılıyorum, benim korkum bunlar değildi) kopkoyu bir İslamcıdır... iktidara geldiğinde kadınları zorla kapatacak, erkekleri sopayla camilere sokacak. Erdoğan iktidarı ele geçirdiğinde kendisi gibi İslamcı olmayanı kıtır kıtır kesecek. Sonunda devleti dönüştürüp İslam cumhuriyetini kuracak. Ama bunlar olmadı. Kadınları zorla kapatmadı, erkekleri sopayla camiye sokmadı. Kimseyi kıtır kıtır kesmedi...

Kullandığı hafif dini söylemi katmazsak ortaya öyle “kopkoyu bir İslamcı lider”de çıkmadı.

İşin bu tarafını bırakıp öze bakarsak (asıl korktuğum taraf, işte bu taraf) ortaya nelerin çıktığını daha iyi görürüz.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Zihninin arkasında saklanan “sağcı, otoriterlik heveslisi çıktı...

Eski komünistlerin iftirayı meslek edinmiş adamlar olduğunu düşünen tipik bir “antikomünist” çıktı...

Bitaraf olanın bertaraf edilmesi gerektiğine inanan otoriter bir lider çıktı...

“Başbakan değil misin, ister asar ister kesersin” diyerek seçilmiş liderliği nasıl algıladığını gösteren bir kişilik yapısı çıktı.

İşine geldiğinde muarızlarını “PKK ile kol kola giriyorlar” diye hırpalamaya ve gözden düşürmeye çalışan tipik bir pragmatist çıktı...

“Bizi desteklemeyenler yarın huzurumuza geldiğinde biz de sessiz kalırız” diyen bir tehditkâr çıktı.

Medya patronuna “Köşe yazarına sahip çık” diye seslenerek düşünce özgürlüğünü umursamadığını göstermekten hiç çekinmeyen bir lider çıktı.

Eleştiriden yararlanmak yerine, “Sen kimsin ya? Beni sen mi yöneteceksin?” diye efelenmeyi tarz haline getiren bir başbakan çıktı.

Asıl sorun Tayyip Erdoğan’ın namaz kılması, eşinin başörtülü olması değil.
Asıl sorun “kişisel dindarlık” değil, açığa çıkması engellenemeyen “otoriter zihniyet”tir.

Bu yazıyı yazmama esin kaynağı olan Ahmet Hakan’ın 05.09.2010’da Hürriyet Gazetesinde yayınlanan yazısında bu zihniyet vurgulanıyordu.

Karşı durmamız gereken bu zihniyettir. Bunu atlayarak karşı çıkmak akıllılık değildir.

Bu konuda çekince ve sakıncalar üretmek korkaklığımızı pekiştirmekten öteye gidemez. 2002 yılından bu yana 2 yerel, 2 referandum ve gene 2 genel seçim geçirdik. Önümüzde bir genel seçim daha var. Yaz başında yapılacak seçimler nedeniyle siyasetçilerimiz ve halk gene aynı kısır çekişmelere girecektir. Bu kısır çekişmelerden kurtulmak için “Gardırop Atatürkçülüğü”nden kurtulmak gerek. Çünkü her görüşün “Gardırop Atatürkçülüğü” var. İnanın bu durum bölenin işine gelir. Bölünen olursak buna en çok sevinen gene bölen olacaktır. Onun için içeriye değil dışarıya bakmak gerek. Çünkü bölen dışarıda. O her iki tarafın “Gardırop Atatürkçüler”ini kullanıyor.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 05.01.11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder