“Bir süre önce rahatsızlanmıştım. Yapılan araştırmalarda
akciğerimde mantar olduğu ortaya çıktı. Bugün akciğerimdeki mantarın tedavisi
için SEAH’ın intaniye servisine yatacak ve tedavi sürecinde yazılarıma ara
vereceğim. Tekrar buluşmak ümidiyle...”
Sizlerden ayrı kaldığım süreçte yapılan tahlillerle ilaçlı
tedavinin böbreğime zarar verebileceği, tek böbrekli oluşum nedeniyle bu
ihtimalin çok yüksek olduğu, diyalize bağımlı olmamam amacıyla mantarın
bağışıklık sistemimin beslenme yoluyla güçlendirilerek yok edilmesi gerektiği
söylendi. Şimdi o uğraşının içindeyim. Ama en azından yazılarıma tekrar
dönebilmenin, sizlere tekrar ulaşmanın sevinci içindeyim. Hepinize bir bahar
başlangıcı tazeliğinde MERHABA!...
Bugün sizler için seçtiğim şair Celal Sılay. Kendisi
hakkında derlediğim bilgiler şunlar:
“1914 yılında Bursa’da doğdu. 1974’te İstanbul’da yaşamını
yitirdi. Liseye kadar öğrenimini Bursa’da gördükten sonra İstanbul’a yerleşti.
Çeşitli gazetelerde sekreterlik, yazı işleri müdürlüğü yapan Celal Sılay, Yeni
İnsan dergisini çıkardı. “Necip Fazıl” ve “Fazıl Hüsnü Dağlarca” çizgisinde
olmasına rağmen kendine özgülüğü oluşturabilmiş bir şair. Eşyanın ilginç
ayrıntılarını gözlemleyişiyle maddeci diye nitelenebilecek şiiri, genel
havasıyla mistik, felsefi özellikler taşıyor.”
Bugüne göre epey eski bir şair olsa da çağdaş şiirimizle adı
anılan önemli ve ilginç bir şairdir. Şimdi sizleri şairimizin şiirleriyle baş
başa bırakıyorum.
...
NERDE
Küçük bir kız
gördümdü çok eskiden
Annesinin dizi
dibinde,
Bir de incir
diktiydim hasta iken,
Üç yapraklı mı, dört
yapraklı mı ne.
Küçük kız da büyüdü o
incir de,
Ama yüreğimin erinci
nerde?
Romeo’yu onca
kaygılandıran
O kuş seslerini
düşünürüm de
Sabaha karşı bir
korudan
Tarla kuşu muydu,
bülbül mü diye,
Tarla kuşunu da
dinledim, bülbülü de,
Ama yüreğimin erinci
nerde?
Geç kaldığımda oldu
belki
Laternaları
dinlerkene,
Periler yeryüzüne
indirmiş geceyi,
Çerağlar içinde
yanmış gökkubbe.
Gökkubbeyi de bilirim
perileri de,
Ama yüreğimin erinci
nerde?
Celal Sılay
***
GİTTİ
İşitmek istediğini
bir sağırın
Sezdi havamızdan
geçen şarkı
Duyuramadı sesini, bu
sağıra
Eridi, gitti!
Yürümek hasretini bir
kötürümün
Hissetti koltuk
değnekleri,
Kaldıramadı
yatağından hastasını
Çürüdü, gitti!
Körün görmek arzusunu
duydu
Bahçenin kenarında
bir çiçek
Gösteremedi
yapraklarının rengini
Dağıldı gitti!
Ve duydu bir açın
yemek ihtiyacını
Buğday tarlasındaki
başak
Utandı büyümesindeki
şehvetten
Kurudu, gitti!
Celal Sılay
***
HİÇ YOLUNUZ ORMANA
DÜŞTÜMÜ?
hiç yolunuz ormana
düştü mü
göz göre göre küçük
bir adam
büyük bir ağaçla
döğüştü mü
ağaç büyüktü ama tek
adam küçüktü ama çok
dedelerinin
dedeleriyle gelmiş utanmadan
elinde balta sırtında
nacak
dedelerinin
dedeleriyle gelmiş arlanmadan
kolunda bıçkı belinde
ip
dedelerinin
dedeleriyle gelmiş sıkılmadan
dengisiz bir boy
ölçüşmeydi bu
ağaç büyüktü ama tek
adam küçüktü ama çok
Celal Sılay
***
MAVİ RANDEVU
Mavi bir elbiseyle
gelmiştin, gökyüzü maviydi..
Getirdiğin rüzgârla
ev kokuyordun..
Kolun koluma
değiyordu, omzun omzuma..
Mendilin maviydi,
gökyüzü maviydi..
Bin dokuz yüz kırk
iki baharıydı
Bahçeli pencereler
önünde geziyorduk,
Gözlerimiz
buluşuyordu, ürperiyordum
Gökyüzü maviydi,
mendilin maviydi
Sıcak nefesin yüzüme
değiyordu
“Evlenebilir miyiz”
diye sormuştum,
Yürüyüşün değişmiş,
yüzün pembeleşmişti;
Mavi elbiseler
içindeydin, gökyüzü maviydi.
Elini elime verdin,
ayrılıyorduk,
Gözlerin gözlerimde,
dudakların ıslak,
“Sık sık konuşalım”
demiştin; gittin..
Mendilin maviydi,
gökyüzü maviydi..
Celal Sılay
***
HAZİRAN ŞİİRİ
Haziran üstümüzde dal
dal
moda çevremizde renk
renk
İstanbul bin dokuz yüz
elli beşinde
çimenler altımızda
sık sık
bulutlar üstümüzde
seyrek
eteklerin moda
yelkenlerinde
elin omzumda sıcak
belin kolumda ince
gözün gözümde ürkek
ışık gölge bir oyun
çiçek yaprak allı
morlu
haziran üstümüzde dal
dal
saçların yüzümde tek
tek
bir kuş bir kanat
tenimizde
bir rüzgâr bir
serinlik içimizde
bir gök bir deniz
mavi mavi
şarkı bahçe düğün
dernek
İstanbul bin dokuz
yüz elli beşinde
etek yelken bir
cümbüş
yanak yanağa sürtünüş
elin omzumda sıcak
belin kolumda ince
sesin kulağımda
titrek.
Celal Sılay
***
YOLUM
Bir ben beni bilirim,
bir de beni yaratan,
Bir ben bana lazımım
bir de benimle yatan,
Varlığımı ortaya
varlık olarak atan,
Bir tesadüf tanırım
bir de ne olduğumu.
Bu denizler, bu
gökler ve bütün bir kainat,
Bu şarkılar, bu hisler
ve bu kısacık hayat,
Şuurumda renklerin
sırıtışıdır heyhat!
Ben bir neş’e
tanırım, bir de onun yolunu
Celal Sılay
***
BANA GELİRSİN
Yıldızlar görse
bendeki güzelliğini
birer birer düşerler
içimdeki denize
aydınlanırım o kadar
aydınlanırım ki
bana gelirsin.
Bahar anlarsa
duyduğum üzüntüyü
bütün dallarını
uzatır kalbime doğru
çiçeklenirim o kadar
çiçeklenirim ki
bana gelirsin.
Din duyarsa ettiğim
ibadetleri
bütün mihraplarıyla
çevrilir bana
büyürüm o kadar
büyürüm ki
bana gelirsin.
İçimde bir kere görsen
güzelliğini
garkolursun nurdan
bir aleme
bulmak için kendini
bulmak için
bana gelirsin
Celal Sılay
***
Bu sıralar kendi şiirlerimi sizlere sunmaya fırsat bulamadım
sevgili dostlar. Elimdeki şiirlerimi yazdığım ikinci Ajandanında sonuna gelmek
üzereyim. Hemen itiraf etmeliyim, 2005 yılından sonra arada yazdığım üç beş
şiir hariç pek şiir yazamadım. İçime şiir eskisi gibi yağmıyor. Oysa şiir
yazmak insanın güzel ve olumlu düşünmesini, içini boşaltmasını sağlar.
Hüzünlenmeler bile şiirle güzelleşir. Bakalım şiir perisi yarim olmaya ve yarim
kalmaya devam edecek mi? İşte o şiirlerimden biri. Bu şiirde kısa mesajla
gönderdiğim bir şiir. Kime gönderdim bilmiyorum. Bir not yazmamışım.
263
Arzuhalciye yazdırdım
maruzatımı
O istedi yağız atımı
Nasıl vereyim? Her
gün batımı
Ufuklara toz
koparıyorum dörtnala
Versem alır mı
saatimi
Aydın Göle
28 eylül 2003
***
Bu şiir kimseye gönderilmemişti. Adımın 1. ve 3. sessiz
harflerini bu şiire isim yaptım.
2YN
Akşam indi yumuşacık
kollarıyla saran sevgili gibi
Ah sende olsaydın
akşamın içinde
Ilık nefesin okşasa
dudaklarımı dudaklarınla
Yıldızlar odama
dolardı canım
Ve soyunsak gece diye
elbiselerimizi
Birbirimize bakmasak,
utansak
Sonra şiirler dökülse
dudaklarımızdan
Yeni günü doğurmak
için sevişsek
Rengarenk çiçekler
gibi sevgi koksak
Sonra sevişmekten
sevmekten korksak
Ama acımasak
birbirimize
Dişlerimizde tuzlu
erik ekşisi
Güller açsa
kıpkırmızı, tenlerimizde
Yorgunluktan bitik
sarsak birbirimizi
İçimizden deli bir
nehir aksa hayata doğru
Sonra utanmayı unutsak
İçtenliğin
sıcaklığıyla şerbetler ezsek sözcüklerin içine
Sonra gözlerimizle
anlatsak meramımızı
Hep sevişsek
Çünkü sevişmek canım
sevginin dilidir
Sevgide kalbin dili
Öyleyse dilimiz
sussun
Tek cümle yeter “SENİ
SEVİYORUM!”
Dokun bana
Sokul bana
Sevgi sözde kalmasın
Aydın Göle
01 ekim 2003
***
Bu haftada bu kadar sevgili okurlar. Haftaya görüşmek umut
ve dileğiyle hepinize mutlu pazarlar..
Yayın Tarihi: 01.03.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder