31 Mart 2015 Salı

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Bugünkü şairimiz Sunay Akın’ı bana onbeş sene önce internetin bu kadar yaygın olmadığı dönemde halam kızı Derya kardeşim, şiirlerinden seçmeler yapıp postayla yollayarak tanıtmıştı. Aşağıda da yer alan “ALACAKLI” şiiriyle kendisini sevmiştim.

Buluşlara dayanan, genellikle kısa şiirlerinde Orhan Veli’nin günümüzdeki sürdürücüsü olmakla birlikte Cemal Süreya’nında izleri olan Sunay Akın 1962’de Trabzon’da doğdu. Şiirlerinde kelime oyunlarını sık sık kullanan, alaycılığa hep yer veren şair ortaöğrenimini İstanbul Koşuyolu Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik Coğrafya Bölümü’nden mezun oldu. İlk şiirleri 1984’te dergilerde yayınlandı. Arkadaşlarıyla birlikte 1989’da Yeni Yaprak, 1990’da Olmaz adlı şiir dergilerini çıkardı. Halen İstanbul’da yaşamakta olan şairimiz Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Müjdat Gezen Sanat Okulu’nda dersler veriyor. Televizyon programları hazırlıyor, gazetelerde yazılar yazıyor. Yumuşak, lirik bir ses tonuyla günlük yaşamdan ilginç ayrıntılar, şaşırtıcı karşılaştırmalar veriyor. Yapılarını, günlük dildeki kullanımlarını bozmadığı sözcüklerle bir düşünce cambazı gibi oynuyor. Son yıllarda şiirden çok düzyazıya yönelmiş durumda. Yakın tarihteki bazı önemli ve özel olayların araştırılmasına yönelik araştırma, çalışma ve kitaplarıyla da ilgi çekiyor. Bu yönüyle edebiyatımızda yeni bir “Salâh Birsel” izlenimi yansıtıyor.


Sunay Akın’ın en büyük düşü bir oyuncak müzesi kurmaktı ve bu düşünü 23 Nisan 2005’te gerçeğe dönüştürdü. Türkiye’de türünün ilk örneği olma özelliğini taşıyan bu müzede Akın’ın 11 yıl boyunca dünyanın birçok yerinden topladığı oyuncaklar yer alıyor.

...

AİLE BOYU

Ezilmiş bir çocukluk benimkisi
bir iskelenin
vapurların yanaştığı yüzüne asılıdır
üç tekerlekli bisikletimin
lastikleri

Annesiz büyüdüm çünkü
yani serçeydim
kar üstündeki
ve arka bahçesinde
kasabın beslediği kuzu

Dudaklarımı, işte bu yüzden
aile boyu
bir şişeye değdirip
içmeyi severim
gazozu.

SUNAY AKIN
  
***

ALACAKLI

Yol kenarlarındaki
yağmur mazgallarını
kumbara sanıp
harçlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım...

SUNAY AKIN
  
***

ASANSÖR

Telefon santralleri
beni sana bağlar sevgilim

nükleer santraller ölüme
gökyüzünün nerede olduğunu soran
bir vapur dumanına
yanıt veremiyor hiç kimse

Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tutulan

Ne kalem kılıçtan
ne kılıç kalemden üstün olsun
öğrensinler birlikte yaşamayı
örneğin kalem
aşk şiirleri yazsın
ve köreldikçe kılıç yontsun

Yalnız kaldığımız an da bile
alırız insan kokusunu
ıssız adasında
üstünden atamamıştır Robinson
yakalanma korkusunu

Kendi boşluğuna asılı
birer asansörüz aslında
ve ben elimde
taze bir karanfil
sıkışıp kaldım
iki kadın arasında

SUNAY AKIN

***

AT KOKUSU

Son evi gösterin bana İstanbul'da
vapur sesinin duyulduğu
ki kapısını çalıp
söyleyeyim içindekilere
daha çok kedi yavrusu ezilsin diye
eski iskeleleri
sahil yoluyla ayırdıklarını
denizden

Karşılığında ben de size
kanaryası ölüp
kuaför salonuna dönüşmeyen
kaç mahalle berberinin
kaldığını söylerim
ya da kaç fötr şapkanın
tutsak olduğunu
köhne bir konağın
askısında

Kaç faytoncunun
artık taksicilik yaptığını da bilirim
ama söylemem
onu da siz bulun
dikiz aynasına takılı boncuklardaki
at kokusundan

SUNAY AKIN

***

BECERİKSİZ

Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna

Şair diyorlar benim için
bilmiyorum oysa
her şiire konmalı mı uyak
her yere nedense
konamıyor tayyare
hay dilimi
arı türkçe soksun; uçak

Kaptan olmak isterdim
aynanın karşısında
eski bir sinema yıldızı
gibi ağlayan
İstanbul hatlarında
bir fırça hafifliğiyle gidip
gelen vapurlara

Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma
ve Kız Kulesi'ni göstererek
bırak artık diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu şehirde
şiir okunacak tek yer
elbette denizin ortasındaki
şu küçük buz dağı

Terzi olsa da babam
sökük dikmesini beceremem
beni yalnızca sen anlarsın
iğnenin deliğinden geçsin
diye ipliklerin
bir anlık ıslatıldığı dudaklara
takılıp kalan annem

SUNAY AKIN

***

BEYAZ

O siyahtı
kurşuna dizenler beyaz
silah sesinden
ürkerek gökyüzüne
uçuşan kuşlar
bembeyaz

SUNAY AKIN

***

CEPHEDE

Aslında ben daha güzel ölürdüm
arka bahçede askercilik oynarken
tahta tüfeğimle toprağa uzanır
annemin sesiyle doğrulurdum hemen
-Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!

Yerdeyim yine bak anneciğim
n’olur kızma adımı çağır

SUNAY AKIN

***

ÇEKMECE

Büyüklerle ben yapamıyorum
çocuklar da almıyor beni oyunlarına
devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak
sıkışmış bir çekmece gibiyim
açılamıyorum sana

Kardeşiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasıl sevmezsin eşitliği
yürürken düşen çoraplarını
aynı hizaya getirmek için
annen değil miydi önünde diz çöken

Öpüşme sahnesinin tam ortasında
içeri girdiğin yazlık sinemanın
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin ışığında
yer: Kız Kulesi
ve sonu ayrılıkla bitecek
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor
beyaz duvarında

Bir kez olsun çıkmazken ağzından
seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara

Son karesi gibi Red Kit'in
batan güneşe doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnızca
rüzgar çekiştiriyor atkımı

SUNAY AKIN

***

Bir süredir ara verdiğim kendi şiirlerimi sizlere sunmaya devam ediyorum. Bugün iki şiirimi sunacağım. Umarım beğenirsiniz.

3yny

Akşamdan dağınık yatağımız
İçinde gece uyuyor çırılçıplak
Hala zambak kokuyor odamız
Kilitlerini açmıştık sevginin
Yüreğimiz konuştu sadece
Biz sustuk
O öpüşlerin o dokunuşların
tadı damağımızda
En mahrem yerimize kadar
mutluyuz bu gün
Kimi zaman kelebek öpüşleriyle
kır çiçekleri açtı yüreğimizde
Kimi zaman dinazor dövüşüyle
tozu dumana kattık sevişirken
Hiçbir evin çatısında baca kalmadı
Çatısı uçtu sevgimizden evimizin
Sara nöbetleri geçirdik şahikalarda
Yüreğimiz duruldu, duru bir su gibi
Özlemişiz birbirimizi asırlarca görüşmemişiz
Kreması bol doğum günü pastandı hasrete ortak
Bütün dilimleri bana ver, sadece bana
Sana mumunu getirdim canım
Ne kadar üflesende sönmez artar alevi
Akşamdan dağınık yatağımız
Dudağımda kalmış pastanın kreması
Senin elinde mumun hala yanıyor görüyor musun
Gece gündüz dinlemez sevgi
Hadi sevişelim.

Aydın Göle
1 ekim 2003

***

4yny
Senin teninde fosfor yanıyor
Karanlıkta bile ayan beyansım
Yani görünüyorsun açık seçik
Yani deli dolu, hem biraz kaçık
Sen yanıyorsun, ben yanıyorum
Kaç sevişme söndürür ateşimizi
İkimiz çocuktuk biz
Aşka zil zurna acıktık biz
Akşamdan dağınık yatağımız
Ziyafetten belli kalktığımız
inkâra gerek yok
En büyük kaçışın kendinden olacak
inkâr molalarında
Her inkâr utanmaktır biraz
Utanma sevgimizden
En büyük kaçışın kendinden olacak
Benden kaçamayacaksın
iliklerinde dolaşacağım
Her sabah yeniden doğacaksın

Aydın Göle
1 ekim 2003

***

Bugünkü yazımı buraya kadar okuduysanız bana sabrettiğiniz için ilginizin karşılığı olarak ne kadar teşekkür etsem borcumu ödeyemem. Sabrınızın hayranıyım. Hepinize serin ve uyunabilir yıldızlı gecesi bol bir yaz diliyorum. Tatilde olanlara da iyi tatiller..




Yayın Tarihi22.03.15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder