Bu bölüme kadar dünyada ilkel kabilelerdeki hediyeleşme ve
İslamiyet öncesi Türklerdeki hediyeleşme ile dünyanın bildiği ve Çanakkale’de
geçen Truva Atı hediyesinin mitolojik hikâyesinden eski yunan geleneğine girmiş
savaş hilesi bir hediye biçimine yer verdim.
Savaş hilesi hediyeleri arasında neler yok ki. Amerika’nın
egemenleri savaşla yenemedikleri yerli halkı kızılderilileri dize getirmek için
verilen hediyelerle soy kırım yapıldığını biliyoruz. Onlara çiçek hastalığı
mikrobu bulaştırılmış battaniyeler verilerek hastalıktan kırılmaları
sağlanmıştı. Bugünkü Newyork, beyaz adam gelmeden önce Kızılderililerin dilinde
Yucatapa idi.
Günümüze gelirken bu hileli hediyeler arasına suikast
bombası gizli hediyelerle, çeşitli hastalık mikrobu bulaştırılan her çeşit
kutlama kartı ve hediyeleri de girmiştir. Bu konuyu kısaca anlattıktan sonra
bugünkü asıl konumuza; Avrupa’daki hediyeleşmenin tarihine geçiyor ve elimdeki
adsız kaynaktan olduğu gibi aktarıyorum.
“1647-1685 yılları arasında yaşamış olan Antik Çağ meraklısı
Lyon’lu gezgin Jacob Spon, ‘Hediyelerin Kökenine Dair’ adlı kitabında, hediye
verme geleneğinin Roma’nın ilk krallık dönemlerine rastladığını vurgular. Bu
bilgiye Spon, Roma’nın çoktanrılı ‘resmî’ dininin Batı dünyasındaki son
savunucularından Simmakus’un mektuplarında ulaşıldığını belirtir.
Simmakus’a göre, krallığın önde gelen yöneticilerine, bayram ve yılbaşı hediyesi niyetine, bir saygı nişanesi olarak, Sağlık Tanrıçası Strenia’nın ormanlarından toplanmış mine çiçeği dalları gönderilirdi. Bu dallardan, bir bitki çayı yapılırdı. Latin dillerinde, bayram ya da yılbaşı hediyesi anlamına gelen ‘strenna’ ya da ‘étrenne’ sözcüğü de işte buradan gelir…
Sonra zamanla, dostlara tatlı ve hoş bir yıl dilemek adına, bu mine dallarının yanına incir, hurma ve bal da eklendi. İmparatorluk dönemi Roma’sında, işler değişti; soylu tabaka ve seçkinler, atalarının bal çömleği yerine, içinden altın şıkırtıları gelen çömlekleri yeğlediler!
Ancak Roma Kilisesi’nin Batı’ya ve Doğu’ya hâkimiyeti, çoktanrılı dönemi anımsatan her şeyin yasaklanmasına ve bu arada, hediye verme geleneğinin de dışlanmasına yol açtı. Fakat Hıristiyanlık da kendi geleneklerini yerleştirirken, hediyeler ve armağanlar da işin içine ‘sızdılar’…
18. Yüzyıl’ın Batı dünyasında, yani din baskısının azaldığı ve ‘Aydınlanma’ döneminin yaşandığı zamanlarda, armağan vermenin aynı zamanda bir ziyafet veya parti vermekle eş anlamlı olarak kullanıldığını görüyoruz. Burada da yine bir zevk kavramı söz konusudur.
Tabii bu arada, doğum günleri, yıldönümleri, Noel ya da yılbaşı hediyeleri, artık neredeyse sosyal bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir. Ayrıca doğru zamanda verilmesi, alan kişide bir sevinç ve şükran duygusu uyandırması gibi, hediyenin gerçek anlamına uygun düşecek bazı kurallara uyulması da önemsenir artık…
Bir diğer kural da, verilmeden önce, hediyenin ne olduğunun söylenmemesi ve sürpriz olarak kalmasıdır. Bu arada, hediyeyi verenle alanın konumlarının da birbirine uygun düşmesi önemsenir.
Hediyenin parasal değerinin ne çok az ne de çok fazla olmaması da kişiler arasındaki ilişki dengesini bozmaması açısından, önem verilen bir konu haline gelir. Son olarak armağanın, verilen kişinin zevkine uygun olması, aynı zamanda veren kişinin buna olan ilgisini ifade etmesi makbuldü.
Simmakus’a göre, krallığın önde gelen yöneticilerine, bayram ve yılbaşı hediyesi niyetine, bir saygı nişanesi olarak, Sağlık Tanrıçası Strenia’nın ormanlarından toplanmış mine çiçeği dalları gönderilirdi. Bu dallardan, bir bitki çayı yapılırdı. Latin dillerinde, bayram ya da yılbaşı hediyesi anlamına gelen ‘strenna’ ya da ‘étrenne’ sözcüğü de işte buradan gelir…
Sonra zamanla, dostlara tatlı ve hoş bir yıl dilemek adına, bu mine dallarının yanına incir, hurma ve bal da eklendi. İmparatorluk dönemi Roma’sında, işler değişti; soylu tabaka ve seçkinler, atalarının bal çömleği yerine, içinden altın şıkırtıları gelen çömlekleri yeğlediler!
Ancak Roma Kilisesi’nin Batı’ya ve Doğu’ya hâkimiyeti, çoktanrılı dönemi anımsatan her şeyin yasaklanmasına ve bu arada, hediye verme geleneğinin de dışlanmasına yol açtı. Fakat Hıristiyanlık da kendi geleneklerini yerleştirirken, hediyeler ve armağanlar da işin içine ‘sızdılar’…
18. Yüzyıl’ın Batı dünyasında, yani din baskısının azaldığı ve ‘Aydınlanma’ döneminin yaşandığı zamanlarda, armağan vermenin aynı zamanda bir ziyafet veya parti vermekle eş anlamlı olarak kullanıldığını görüyoruz. Burada da yine bir zevk kavramı söz konusudur.
Tabii bu arada, doğum günleri, yıldönümleri, Noel ya da yılbaşı hediyeleri, artık neredeyse sosyal bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir. Ayrıca doğru zamanda verilmesi, alan kişide bir sevinç ve şükran duygusu uyandırması gibi, hediyenin gerçek anlamına uygun düşecek bazı kurallara uyulması da önemsenir artık…
Bir diğer kural da, verilmeden önce, hediyenin ne olduğunun söylenmemesi ve sürpriz olarak kalmasıdır. Bu arada, hediyeyi verenle alanın konumlarının da birbirine uygun düşmesi önemsenir.
Hediyenin parasal değerinin ne çok az ne de çok fazla olmaması da kişiler arasındaki ilişki dengesini bozmaması açısından, önem verilen bir konu haline gelir. Son olarak armağanın, verilen kişinin zevkine uygun olması, aynı zamanda veren kişinin buna olan ilgisini ifade etmesi makbuldü.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 23.03.15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder