Geçen yazımızı bir tür hediyeleşme kültürü olan potlaç
kültüründen esinlenen kapitalizmin insanlığı o ilkel döneme geri götürdüğünü
belirtmiş ve şu alıntıyla bu görüşümüzü desteklemiştik.
“Kapitalizmin önemli nirengi noktalarından bir olan tüketim
ve dolayısıyla özel günler ihdası üzerinden armağan kültürünü canlı tutma
çabası bir ölçüde paganizme geri dönme durumudur. Çünkü hediye üzerinden
karşılıklı dostluktan ziyade para gücünü tecessüm ettirmektedir. Zira
kapitalist tüketimde marka ve etiket her şeyin önündedir. Bu yol izlendiğinde
bile armağan üzerinden bir tabakalaşmanın ya da deyim yerindeyse sanki kast
sisteminin oluşturulduğunu gözlemlemek mümkündür.”
Buna gidişin elbette bir yolu olmalıydı. O da mübadele aracı
olarak ortaya çıkan paranın icadıydı. Başlangıçta masum olan para daha sonra
ekonomik düzenleri, ardından da dünya ekonomik düzenini getirmesiyle insanı
doğadan kopartınca insanın özgürlüğünü ekonomik çerçevenin içine sokarak
bitirdi. Oysa bütün bunlar insanın özgürleştirilmesi olarak sunulmuştu. Bütün
bunlardan ilkelliği, kabileciliği savunduğum sanılmasın. Ben bir duruma ayna
tutuyorum. Alın size bir ayna daha.
“Yine dikkatten kaçmamamsı gereken bir başka özellik ise,
paranın, ilk kez potlaç düzeninde ortaya çıkmış olmasıdır. Ne var ki o dönemde
para, ekonomik bir gösterge olarak değil siyasal bir güç göstergesi ve barışı
sağlamaya yönelik bir değiş tokuş nesnesi olarak kabul görmüştür. Parasal
ekonomik düzenin ortaya çıkması, ancak akılcı bir düşünce sisteminden sonra
mümkün olabilmiş, bunun için de çok çok uzun yüzyıllar gerekmiştir. Parasal
ekonomik düzenin ortaya çıkışı durumunda bu kez eşya evrensel bir ruhun
taşıyıcısı değil de, bizzat paranın bir göstergesi haline gelmiştir.”
Ben böyle bir insan türünün oluştuğunu ve geliştiğini çok
gördüm. İki kardeş aldıkları duvar saatlerinden kendilerinin aldıkları saatin
daha güzel ve değerli olduğunu ödedikleri para ile göstermeye çalışıyorlardı.
Bu günkü kredi kartları (ki çoğunluğun en üst seviyede kazanca sahip bile olsa
neticede sınırlı sayılacak bir paraya sahip olacağından, yarınlarını bugünden
harcayacak şekilde sınırsız harcama yapabilmesi için paranın da hayattan
kovularak soyut rakamlara geçişle çiplerden kurulu yeni kölelik düzenini
oluşturacak başka bir insan türünün geliştirildiğini belki bir yazıda, yada
başka dizi yazıda görürüz) ile bu tür insan daha çok artmıştır. En son model
elektronik eşya, bilgisayar ve cep telefon satışlarının patlaması bunun eseri
olduğunu düşünüyorum. Bunlar sahip olunan paranın göstergesi olarak kabul
ediliyor.
Aynalara bakmaya devam edelim.
“Böylece potlaç kültüründe, eşyanın değişmezliğin ve
şimdinin sembolü olmasından dolayı ritüelde oluş ve bozuluşu temsil etmek
bakımından yağmalanmasına gerek kalmamıştır. Zira modern zamanlarda eşya, zaten
hızlı tüketimle aynen bu anlamı karşılamaktadır. Dahası asıl olan değişim
olmuştur ya da tüketim.
Tüketimciliğin ve devlet kurumlarının egemen olduğu bir
çağda, pek çok insan, öz çıkarın toplumdaki baskın güdü olduğuna inanır.
Armağanlar da, en iyi ihtimalle, yararsız süsler olarak görülür. Armağan
Dünyası isimli kitabında Jacques Godbout, armağanın aslında günümüz
toplumlarında nasıl da hakim olduğunu gösteriyor. Antropolog Marcel Mauss, ‘ilkel’
ve arkaik toplumlarda armağan aracılığıyla kurulan ilişkileri incelediği ünlü
eserinde, bu değiş tokuşun temel özelliğinin, tarafları, değiş tokuş edilen
nesnelerin maddi değerinin üzerinde ve ötesinde bağlayan bir sosyal bağ kurması
olduğunu göstermişti. Bu karşılıklı soyut ‘borçlar’ sosyal dokuyu
oluşturuyorlardı.”
Son cümle ile günümüze gelmiş olacağız ama bu konuda daha
söylenecek sözümüz olduğu için şimdilik günümüze gelmeyi erteleyelim.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü Yardımcı Doçent Doktoru Kemal Üçüncü’nün
açıklamalarını görelim.
Armağan vermekteki esas ilke karşılık beklemeksizin vermek
olduğu düşünülse de gördük ki, çoğu toplum ve bireylerde hediyeleşmede
karşılıklılık ilkesi de vardır. Yrd.Doç.Dr. Kemal Üçüncü adak ve kurbanlarda bu
ilkeye sahip (sunum denilse bile) hediyelerdir, armağanlardır diyor.
“Armağan vermekten kasıt beklenilen bir davranışın, durum
veya beklentinin gerçekleşmesini; gerçekleşmişse daha güçlü bir şekilde
yinelenmesini sağlamaya dönüktür. Bu yönüyle bireysel ve kurumsal iletişimde
bir pekiştirme faktörü olduğu görülür.
Pekiştirme ‘bir davranışın ileride yinelenme olasılığını
uyarıcı olarak’ tanımlamaktadır. Bu manada olumlu pekiştireçlerin bireyler
arası ve devletler arası ilişkileri geliştirici ve kuvvetlendirici bir etkisi
olduğu açıktır. Bu çerçevede İslamiyet öncesi kültür geleneğinde ki bazı
armağanları şöylece değerlendirebiliriz”
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 16.03.15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder