Yavaş yavaş kış mevsiminin ortasın geldiğimiz şu günlerde,
(gerçi doğru dürüst kış gördüğümüz yokya; kar yok, buz yok) sevgi ve
selamlarımı sunuyorum sevgili okurlar. İlk cemrenin düşmesine nerdeyse bir daha
var. Düşmesine diyoruz, hemde yerçekimi kanununa rağmen, yada deyim olarak
havaya düşecek. Şaka bir yana eskilerin takvim anlayışına göre havanın suyun ve
toprağın ısınmaya başladığı günler olarak belirlenen günlere yavaş yavaş
geliyoruz. Kış ayları masraflı aylardır. Masraf ayları bitiyor. Bütçeler biraz
rahatlar mı dersiniz?
Bugünkü ilk dört şiir Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban”
adlı romanından yaptığım intihâllerle oluşturduğum şiirlerdir. O romandan etkilendiğim
böyle birkaç şiir daha yazdım.
Onlarıda beğeninize sunacağım.
…. …. ….
Hepsi toza toprağa
bulanmış
Paslı bakıra dönmüş
derileri
Dikenli tel gibi
uzamış sakalları
Hepsi sanki kaçışan
bozgun askerleri
Aydın Göle
14.03.2002
….
…. ….
Kalbimde bir avuç
barut var
Durmadan patlıyor
durmadan
Bağrım için için
yandı ben tutuştum
Göğün içinde yanan
bir kuştum
Aydın Göle
14.03.2002
….
…. ….
Her bir gözün dili
bu kadar aşikâr
değildir
Alevden iki sestiler
iki göz
Yangın yerinde insan
kemiği kokuyor
Her göz bir şikârdır,
fakat
Bu göz aşikârdır beni
istiyor
Aydın Göle
14.03.2002
*** *** ***
Burada araya girip birkaç söz söylemek istiyorum. Şimdi
nerdeyse kendine bakmayan kalmadı. Traşını düzenli olan gençlerimiz var artık.
Saçına da özen gösteren çok. Eskiden böyle birisi parmakla gösterilirdi. Böyle
birinden kâh kıskanarak, kâh imrenerek, kâh mesafeli durarak söz edilirdi.
Kendileri böyle davranmazdı. Tembelliklerini taçlandırmak için şu sözün
arkasına sığınırlardı. “Alan almış-satan satmış, bu sıkıntı niye?” Onlara göre
kendine bakan çapkın ve hovarda olurmuş. Yada gene onlara göre okuyup yazan ve
kendine bakan kişiler gizli ilimler dedikleri sihir ve büyü olaylarına teşne
insanlardı. Cumhuriyet kazanımlarının sonucu olarak eğitimin iyi kötü
yayılmasıyla bu tip insanlar kalmadı. Biz Arap din anlayışına feda edilemeyecek
kadın erkek eşitliği ile sanayi gelişmesi içinde olan bir ülkeyiz. Ne köylü, ne
işçi olmamış, sadece petrole dayalı zenginlikle, yönetimlere yakın tüccarların
elinde halk olunamaz. Halk olamadan ise din anlayışı bidat ve hurafelerle
dolar. Bir sopa ve bir cin yeter onlara. Burada da adına hiç yakışmadığı halde
hoca denilen kendine bile faydası olmayan şifa dağıtıcı, yuva dağıtıcı, gelecek
taciri muskacı soytarılar zengin olur. Aşağıdaki şiiri bu dediklerimin ışığında
okur musunuz?
….
…. ….
Her gün traş
olmayıver
Sabah akşam dişlerini
fırçalama
Burada saçlarını
yalnız kadınlar tarar
Geceleri ışıkların
açık sabaha kadar
Bir şeyler okursun
öğrenmek için
Herkes senin büyü
yaptığını sanır
Tevekkeli hiç tekin
değilsin
Aydın Göle
15.03.2002
*** *** ***
Bu şiirde engelli bir çocuk olduğum çağlarımı anlatıyorum.
Küçük çocuklar yanlarından geçerken korkuyor ve içeri kaçıyorlardı. Köpekler
bile yanıma yaklaşamıyor (yaklaşsalar korkardım aslında) arkamdan
havlıyorlardı. Çocukluğumda engelli içine şeytan girmiş garip bir yaratık
olarak görülür, biraz daha büyük çocuklar tarafından taşlanırlardı. Belki de
iyilik yapıyorlardı kimbilir.. İçimizden şeytanı çıkartıp yürütmek istiyorlardı
bizi belkide. Ama şeytan inatçıydı, kan revan içinde kalırdık, o içimizden çıkmazdı.
Aradan zaman geçti; engelliliğin şeytanın işi değil, bir hastalık olduğu
anlaşılır oldu. bunun üzerine bize acımaya başladılar. Bizde bunu çok iyi
kullandık, sadece dilendik. Sözü fazla uzattım. Ben sizi şiirle baş başa
bırakayım.
….
…. ….
Çocukların yüzünde
korkuyu gördüm
Bakmadım bu yüzden
yürürken yüzlerine
Her söylenene
hem sağırdım hem
kördüm
Kırgınım mevsimlerin
güzlerine
Çocuklar kaçışıyordu
Köpekler havlıyordu
arkamdan
Ne acayiptim oysa,
nede korkunçtum
Bende –değnekle
yürüyen- bir çocuktum
Aydın Göle
15.03.2002
*** *** ***
Sıradan bir şiir işte. Özel bir hikayesi yok! Çok küçük, çok
sade. Gene Y.K.Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından esinlenilmiş bir şiir
….
…. ….
Kafamın içinde
Kalbimin üstünde
Seni taşıyamıyorum
Taşımaktan fakat
Başımı kesseler
Vazgeçmiyorum
Aydın Göle
15.03.2002
*** *** ***
Özel bir şiir kime yazılır? Elbette ki sevgiliye. Ama bu bir
kadın değil. O zaman üç yaşında olan yeğenim Barış’tı bu sevgili.. ablasıyla
ikisi dizlerimin dibinden ayrılmazlardı.
….
…. ….
İNCİ TANEM
Sen derin
Lacivert denizlerin
Koynunda saklandığın
istiridyelerin
Uykusunda çaldığım
İnci tanemsin
Benim bir tanemsin
Gecenin gizine
Senin dizine
Koyup yorgun başımı
Rüyaya dalmak
Gözyaşımı kurutmak
Geçmişimi unutmak istiyorum
İnci tanem
Aydın Göle
15.03.2002
*** *** ***
Bütün olumsuzluklarımı tek satıra bağladım. Şiir mi? Bence
şiir.
….
…. ….
Çünkü bütün şairler
gibi çirkinim
Aydın Göle
16.03.2002
*** *** ***
Bu şiir doğum günü hediyesi olarak Aynur Çatak’a yazıldı.
Aynur derneğimizin hanım üyesidir. Bir görseniz kendisini. Çok hamarat, çok
becerikli ve çok hızlı bir bayan. Gerçekten hayata dört elle sarılıyor.
….
…. ….
105
Tekerlekli sandalyede
pek beceriklisin
Rüzgarlar utanır
rüzgarlığından
seni görse, çok
yüreklisin
Kimse görmez ama sen
dört ellisin
Hayata bağlılığından
belli Aynur
Seni üzmesin hiçbir
şey, izin verme
Hayatında yapma
çiçekler olmasın
Baharlardan gül
toplama
sen zaten gülsün
Dilerim yüzün ömrünce
gülsün Aynur
Aydın Göle
16.03.2002
*** *** ***
Burada yozlaşmayı anlatıyorum. Buda Y.K.Karaosmanoğlu’un
“Yaban” adlı romandan esinlendi.
ÇATLAK ZURNA
Zurna çatlaktı
Eller oyuna isteksiz
Yemekler tatsız
Kimsenin gücü yoktu
Kızmaya yada
kavgaya..
Zurna çatlaktı
Zurnacı ezeli çatlak
Bu tavan bu gök kubbe
Şimdi ortadan
yarılacak
Bir düğün, seven
kızlara
Kızlar çatlak
Yanık delikanlılara
Onlarda kızlardan
çatlak
Zurna çatak
Zurnacı ezeli çatlak
Tavan çatlak
Yağmur çatlak
Kovalar çatlak
Kevgir gibi evler
Atılan mermiler çatlak
Aydın Göle
16.03.2002
Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar. Tekrar görüşmek
dileğiyle hoşça kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder