Bu ay haftaya
bitiyor. Mevsimler eski bildiğimiz doğallığında gitse kışıda bitirmek üzereyiz
derdik. Ama bu yıl (şimdilik) kış görmedik ki... şubat sonunda eski inanışa
göre cemreler düşerdi; mecaz anlamda şimdi cemre düşecek mi diye sorabilir
miyim? Havada bahar cümbüşü olurdu. Kokuları ve sesleriyle cümbür cemaat
evrenimizi doldururdu bu cümbüş, ne güzel. Bu güzelliği içimde duymak ve bu
duygular içinde sizlerle birlikte olmakta ne güzel. Merhaba sevgili okurlar.
Eskiler okur
yerine kari derlermiş, kıraat etmekten gelen bir fiil olarak. Kırat; okumak,
kari; okuyucu demekmiş.
O eski dili
duymakta çok hoş geliyor kulağıma. 1989 yılında Cerrahpaşa’da bir buçuk yıl
önce böbreğimdeki taşı aldırmak üzere ameliyat olduktan sonra bu kez çürüyen
böbreğimi aldırmak için yatarken, eski bir öğretmen emeklisi, 80 yaşında dinç
bir İstanbul beyefendisiyle tanışmıştım. Okumaktan gelen alışkanlıkla eski dil
Türkçeyi anlıyordum. Fakat ben o lezzette, şivesini yakalayarak konuşamıyordum.
Konuştuğum dil daha güncel bir dildi. O beyefendi yaşıyorsa (100 yaşını geçmiş
olurdu o zaman) Allah sağlığını versin, ölmüşse rahmet etsin beni mest etmişti.
Eski romanlardan yapılan dizilerde bu yüzden güncellemelere karşı çıkıyorum.
Dil bir dönemin en önemli izidir. Bu yok edildiğinde o dizi dönemi yansıtmış
olamaz.
Bu kadar söz
yeter. Şiire sıra gelmedi mi derseniz haklısınız. İlk beş şiiri geçen hafta
sözünü ettiğim Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romandan
yaptığım intihallerle yazdım.
…………
Boynu bükük ve hep sırıtan çocuk
Derler ki ara sıra ağladığıda olurmuş
Masalından kaçmış keloğlandır
İtaatli kılıbık, biraz korkak
Çokça geveze, azıcık filozoftur
Ruhu dipsiz bir kuyu
Huyu pekte edepsiz değildir hani
Göreni şaşırtır hatta
Yolculuklardan sabır kazanmış
Kurtla kuşla yarenliğinden sadelik
Oynadığı her oyun bir perdelik
İnsanlardan kaçar
Her hayvana kucak açar
Tabiat onun tek gerçek dostu
Bütün sevgisizliklerini kustu
Has sevgiler ona kaldı
Kimse anlamadı, girmediler masala
Sırıtmasını deliliğine verdiler
Oysa iç dinginliğinden rahattı,
Sevgisi ışıldardı yüzünde
Sırıtması bundandı
Has sevgiler ona kaldı
Aydın Göle
17.03.2002
*** *** ***
Hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı utanmasa
Yuttu büyük bir lokma gibi hıçkırıklarını
Biraz sarsıldı duvar arandı dayanacak
Kırpışık gözleri buğulu, takıldı tavana
Kurt gibi
avazı çıktığı kadar uluyacaktı utanmasa
Bu yüzden sessiz döktü göz yaşlarını
Aydın Göle
17.03.2002
*** *** ***
Akar durur bu nehir
Ciğerimden akar gibi
Bir cerahat gibi ılık
Buradan kuşlar gitti
Şimdi gökyüzü bomboş
Katlanılır şey midir ayrılık
İlk zamanlar günleri unutuyordum
Aylar karışıyor birbirine şimdi
Yalnız mevsimleri duyuyorum etimde
Bir gün yaşımı da unutacağım
Seslenseler adımı, bakmayacağımı
Geçmişimi belki hiç hatırlamayacağım
Seni hissetmekten kurtulamayacağım
Aydın Göle
17.03.2002
*** *** ***
Nasıl sevişir kuşlar
Kediler, köpekler, atlar
Nasıl koklaşır bilirim
Sen nasıl seversin bilmem
Göz göze geldiğinde sevgilinle
Masum bir bebek mi durur kirpiklerinde
Yoksa gözbebeklerinde
bin şimşek mi var
El ele tutuşup dudak dudağa gelince
Nasıl okşarsın bilmiyorum
Kalbin süt kabı gibimi taşar
Tahrip gücü yüksek
roket gibi kıtalar mı aşar
Ağzından dökülen sözler sesler
Kaç manaya gelir bilmiyorum
Aydın Göle
19.03.2002
*** *** ***
Kırk yaşında adam maskesi
Küçük bedenlerinde büyük öfkeler
Bomboş yüzüyle korkutur herkesi
Adam gibi yürür kederli cüceler
Aydın Göle
19.03.2002
*** *** ***
Kimseyi görmek istemiyorum kimseyi
Bir loş kuytuda, bir başıma kalıyorum
Kalabalıklar boğuyor beni
Billur mavisi yalnızlığıma koşuyorum
Çünkü orda sen varsın
Billur mavisi yalnızlığım
Masmavi körfezim
Aydın Göle
19.03.2002
*** *** ***
Beni kim anlar
Kimler derdime deva bulur
Anlatsam kim dinler ona sevdamı
Gurbet gibi bir sevda
Hangi hemşire
Hangi kardeş
Kimler deva bulur derdime
Benimki sevda
Hey toprak ana, ne katısın
Benim acılarıma çok yabancısın
Aydın Göle
20.03.2002
*** *** ***
Şimdi
okuyacağınız şiiri 1999 büyük deprem sonrasında evimiz için yazdım. Evimiz
üstümüze yıkılmamış, fakat oturulmaz duruma gelmişti. Bir gün bir arka
sokaktaki geçici olarak oturduğumuz amcamızın evinden harabe durumdaki evimize
gelmiş, yeni evimiz yapılmaya başlanmadan önce vedalaşmıştım.
…………
Duvarlarından bütün resimleri
Pencerelerinden tül perdeleri
İnsafsızca, zalimce aldım affet!..
Kel duvarlarında çok çivi kaldı
Ne çok canını yakmışım meğer
Bir çivide dedemin resmi
Bir çivide saat
Bir çivide tablo vardı
Her çivi geçmişe açılan kapıydılar
Hüzün buğusu çıkıyor kapılarından
Ben artık gidiyorum hoşça kal
Teşekkür ederim
Gün oldu fırtınalardan
Gün oldu yağmurdan, kardan
Korudun beni teşekkür ederim
Sıcak yaz günleri nefes aldığım yerdin
Ayazda bağrında ısıtır,
karanlıkta beni gizlerdin
Ben artık gidiyorum hoşça kal
Son kez bakayım durda
Soramazsın biliyorum, ama sorda
Neler anlatırım senle paylaştığım
Hatırlıyor, gülüyor, üzülüyorum
Hoşça kal mabedim ben gidiyorum
Aydın Göle
20.03.2002
*** *** ***
Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanından intihallerle yazdığım iki şiiri daha
sizlere sunuyorum.
Sakalı vardı
Heybetliydi bu yüzden
Sanki kainat dardı
Nerden gelmişti bu gezegene
Uzak yerlerin hikâyelerini anlatırdı
Her şafak söktüğünde, güneş batana dek
Bir berber yanlışlıkla birgün
Kırptı sakallarını
Gitti yarısı heybetinin
Mahalle ona çoktu artık
Hikâyelerini dinleyende yoktu artık
Kala kala kaldı mahallenin delisine
Aydın Göle
21.03.2002
*** *** ***
Beyaz, bembeyazdı dişleri
Karanlıkta ağzına üşüşmüş yıldızdılar
Bir körpe söğüt dalıydı vücudu
Dalları bir dereden eğilmiş su içer
Toprak anada kökleri
Her dalında yaprakları vardı
Yapraklarında ben vardım
Ben kim miyim
Ben ona sevdalı meraklı tırtıl
Her ayağımda ona atan bin yürek var
Yolculuğum yüreğine doğru onun
Bin yıl sürsede
Aydın Göle
21.03.2002
*** *** ***
Bu haftanın
son şiiriyle sizlerden ayrılıyorum. Gelecek Pazar buluşmak dileğiyle.. her şey
gönlünüzce olsun.
Bu akşam gökten ceza yağacak
Nuh tufanı kokuyor karanlık
Mükâfat belirtisi hiç yok
Lanetlendik mi biz, günahımız ne
Af kapıları kapandı mı yüzümüze Allahım
Aydın Göle
21.03.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder