15 Haziran 2010 Salı

ÇİNGENELER VE TARİHLERİ -2

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Yardım amacıyla Filistin’e giden Marmara gemisine İsrail’in uluslar arası sularda saldırması üzerine yazdığım yazıda Yahudilerle Çingenelerin uğradıkları soykırımlar nedeniyle ortak kaderi paylaştıklarından söz edince, Çingeneler hakkında da yazmaya karar verdim. Yahudiler dünyada sahip oldukları ekonomik güç ile, kendilerini allayıp pullama şansını buldular. Böylelikle dünyaya kendilerini çok etkili biçimde kabûl ettirdiler. Çingenelerse bu imkâna hiçbir zaman sahip olamadıkları için çektikleri eziyete dünya her zaman sessiz kalmıştı. Bu 6 bölümlük yazı dizisini o amaçla hazırladım. 2.’sini verdiğim bugünkü bölümde, uğradıkları soykırımı ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Çingenelerin durumunu sizlere anlatarak dizi yazımıza devam ediyorum.
***   ***
Tam yeri ve tam zamanı. Şimdide Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladığı gibi Çingenelere de uyguladığı soykırımı görelim.
“Almanya’da Hitler’in iktidar yılları Çingenelerin en kara günleri oldu. Alman diktatörünün Yahudiler için ateşlediği fırınların bacalarından Çingene dumanları da yükseldi.
Faşizm döneminde Almanya ve Avrupa’da yarım milyon Çingene gaz odalarında yakıldı veya ‘tıbbi deneylerde kobay’ olarak kullanıldı. Naziler yalnız Çingeneleri değil, üç kuşak ötesine kadar soyunda ‘çingene’ kanı taşıyanları da imha ettiler.
16 Aralık 1942’de SS şefi Heinrich Himmer tarafından çıkartılan kararda ‘Çingenelerin  topyekün imhası’ emredildi. Çingeneler Auschwitz gibi imha ve çalışma kamplarında, laboratuarlarda öldürüldüler.
Faşist teorisyenler “bu Çingeneler Avrupa’ya yabancı kanı taşıyorlar” diyorlardı.
Almanya dışında Fransa’da 15 bin, Polonya’da 35 bin, Macaristan’da 28 bin, Rusya’da 40 bin çingene Naziler tarafından topluca öldürüldü.                                                                             

Çingenelerin Yahudiler kadar güçlü lobileri olmadığından, uğradıkları katliamlar tarihin karanlık sayfaları arasında eriyip gitti."
(Çingeneler, Nazım Alpman, sayfa 101-102)                                                                                           
Bu konudaki başka bir inceleme sonucunu daha görelim. Verilen ayrıntı bizi biraz daha bilgilendirecek çünkü.
Naziler, her şeyden önce onların yaşam tarzlarından hoşlanmadılar. Zira Nazilerin insanları tamamen denetleme isteğinden ısrarla kaçıyorlardı. Bundan başka, Tübingenli sinir hastalıkları doktoru Robert Ritter gibi saf ırk uzmanları, ‘‘melez Çingeneleri’’ (bunlar sözü edilen kimselerin yüzde 90’ını oluşturmakta) kriminolojik (suç bilimsellik A.G.) ve asosyallik (toplumdışılık-cemiyetdışılık A.G.) için olağanüstü bir malzeme olarak gördüler. Nazi yönetiminin ilk günlerinde Robert Ritter ve diğerleri, Romanların kısırlaştırılmasını ‘sorunun’ çözümü olarak gördüler. 18 Eylül 1942 tarihinde yapılan Wannsee konferansında bir araya gelen SS liderleri ‘asosyal unsurlar olan Yahudi, Çingene, Rus ve Ukraynalıları, çalıştırarak imha etmek maksadı ise SS-Reich liderlerine teslim etme’ kararı aldılar. Böylece Alman Ordusu’nun girmiş olduğu bölgelerde, tüm Romanlar için toplama kamplarındaki planlı imha çalışmaları başlamış oldu. Katledilenlerin tam sayısı bilinmiyor. Çünkü Güney ve Güneydoğu Avrupa’da pek çok Roman, daha kamplarına giderken yolda yerel faşistlerin yapmış olduğu katliamlarda yaşamlarını yitirdiler. Ciddi kabul edilen tarihçilere göre, Nazi iktidarı sırasında katledilen Romanların sayısı 500 bin kadardır.
Gördüğümüz gibi Nazi Almanya’sı Çingenelere soykırım yapmış. Doğu Avrupa ülkeleri de Çingenlere kötü davranmıştır. Onlara da bakalım mı?

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) yayınladığı son rapor Doğu Avrupa’daki Çingenelerin içler acısı durumunu açıkça ortaya koyuyor. Her türlü politik, ekonomik ve sosyal hakları ellerinden alınan bu insanlar Avrupa’nın en geniş nüfuslu ve en fazla haksızlığa uğrayan azınlığını oluşturuyor. Resmi rakamlara göre Avrupa’da 8 milyon Çingene yaşıyor, ancak gerçek rakamın çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor, çünkü Çingenelerin çoğu vatansız sayıldığı için nüfus kütüklerine yazılmıyor.
Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya ve Polonya’da Çingeneler sırf kendi kültürlerini yaşamak istedikleri için toplumdan dışlanıyor. UNHCR raporuna göre, Komünist rejimler döneminde göçe zorlanıp, istemedikleri işlerde çalıştırılan Çingenelerin yaşam koşulları, bu rejimlerin yıkılmasından sonra daha da kötüleşti. Örneğin Çek Cumhuriyeti’nin yeni anayasasına göre vatandaş olabilmek için Çekçe’yi akıcı bir biçimde konuşmak, en az iki yıl süreyle bu ülkenin topraklarında ikamet etmek, Slovak vatandaşı olmadığını kanıtlayan bir belgeye ve temiz bir sicil kaydına sahip olmak gerekiyor. Ancak Çingeneler bu koşulları yerine getiremedikleri için vatandaş olamıyor.
Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de demokrasiye geçişten sonra azınlıkların vatandaşlık hakları teslim edildiği halde, Çingeneler bu uygulamanın dışında tutuldu. Daha da kötüsü mahkemeler de dahil olmak üzere hiçbir devlet makamı Çingeneleri korumaya yanaşmıyor. Bulgaristan, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Almanya'nın doğusunda Çingenelere yönelik ırkçı saldırılar tamamen cezasız bırakılıyor.                                                                                
Hep yapıla geldiği gibi ülkemizdeki günümüz Çingenelerinden önce Osmanlı Devletindeki Çingeneleri görelim.
Osmanlı Devleti zamanındaki Çingenelerin genel durumları hakkındaki bilgiler, hiç şüphesiz Osmanlı Arşiv belgelerinde bulunmaktadır. Biz burada tespit ettiğimiz arşiv belgeleri ve diğer kaynakların ışığında, Osmanlı Devletinin sınırları içerisinde yaşamış olan Çingenelerin genel durumlarını belirlemeye çalışacağız.
Osmanlı Devleti, Rumeli Eyaleti’nde çoğunlukta bulunan Çingeneler için Rumeli’de merkezi o zamanki ismiyle Kırkkilise (Kırklareli) olan bir “Çingene Sancağı” tahsis etmiş, İstanbul ve Rumeli’de oturan Çingeneleri bu sancağa bağlamıştır. Çingenelerin göçebe olarak yaşamaları ve sürekli yer değiştirmeleri sebebiyle kesin sayıları tespit edilememiştir. Lâkin 1477’de İstanbul’da yapılan nüfus sayımında 31 hanelik Çingene ailesi tespit edilmiştir.                       
Çingenelerin göçebe bir hayat yaşamalarından dolayı Osmanlı Devleti, onların vergilerini düzenli olarak toplayamamış ve bunun önüne geçebilmek için yeni fethedilen yerlerden Çingenelere toprak vererek, onları yerleşik hayata geçmeye ve ziraate teşvik etmiştir. Kanaatimizce Osmanlı Devleti, Çingeneleri Avrupa’da yeni fethedilen bu bölgelere sadece yerleşik düzene geçmeleri için yerleştirmekle kalmamış, aynı zamanda onları Avrupa devletlerine karşı sınır muhafızları olarak da kullanmış olmalıdır. Zira çok geniş toprağa sahip olan bir devletin, yeni fethedilen yerleri seçmesinin başka bir izahı zor gözükmektedir. Sultan Selim II. (1566-1574) 1574 yılındaki bir fermanıyla “Bosna-Hersek’te yerleştirilmiş olan çingenelerin vergiden muaf olduklarını, hiç kimsenin onların aktivitelerine karışmamasını, ancak kanunları ihlâl eden Çingenelerin de çeribaşıları tarafından yakalanarak, devlete teslim edeceğini bildirmektedir.” O dönemde Bosna-Hersek’de yerleştirilen Çingenelerin bir kısmının madencilikle uğraşmış olduklarını da belirtmek gerekmektedir.
Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan Çingeneleri Müslim ve gayr-ı Müslim olarak iki gruba ayırmasına rağmen, bu iki grubu hukukî bakımdan denk saymıştır. Osmanlı Devleti’nde sadece gayr-ı Müslimlerden cizye alınması söz konusuyken, kıptî teb’anın hem zimmilerinden hem de Müslimlerinden cizye alınmıştır. Ancak bu iki grubun ödediği cizye miktarı farklı tutulmuştur.
Bu belge Osmanlı Devleti’ndeki Çingenelerin hepsinin Müslüman olmadığını ortaya koymaktadır. Çingenelerle ilgili pek çok hükmün bulunduğu Fatih Kanunnamesi’nde Çingenelerin dinî durum ve ayırımları da ortaya konulmaktadır: “Müslim olan Çingene, kâfir olan Çingeneler arasında oturmamalı, Müslümanlara karışmalıdır. İlle de onlarla birlikte oturup, Müslümanlara karışmayacak olursa, onların da kâfirler gibi haraçları alınmalıdır.
Çingenelerle ilgili dikkat çeken bir diğer husus ise, onların dolaşacakları yerlerin tespit edilmiş olmasıdır. Göçebe Çingenelerden hiç birinin kendi cemaatini terk edip gitmesine müsaade edilmemiş ve terk edenler yakalanarak kabilesine teslim edilmiştir. Ayrıca Müslüman Çingenelerle Müslüman olmayanların birbirine karışmasına, birlikte konup göçmelerine ve kız alıp vermelerine müsaade edilmemiştir. Hatta Çingene kanunnamesine göre Müslüman Çingenelerin kafir Çingenelere karışması durumunda, onlardan sayılacağı ve cizye mükellefiyeti yükleneceği bildirilmektedir.
Kıbtiyân ve cingâne tâifesi diye anılan ve Osmanlı Devleti’nde özel statüye tabi askerî ve sosyal bir sınıf olan Çingenelerle alakalı ilk hukukî düzenleme, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) devrinde yapılmış ve “Rumeli Etrâkinün Koyun Âdeti” Kanunnâmesinin içinde neşrolmuştur. Ancak bu sosyal ve askerî grupla ilgili ilk müstakil kanunnâme ise, II. Bâyezid devrinde tedvin olunmuştur. Kanunî devrinde ise çingenelerle ilgili iki ayrı kısa hukukî düzenleme yapılmıştır. Bunlardan ilki; İstanbul Müftülüğü Şer‘î Siciller Arşivi, Üsküdar Mahkemesi Sicilleri, (No: 6/15, s. 138)’de yer alan ve Çingenelerin ifa ile mükellef oldukları cizye ve harâclarını tanzim eden bir kanun hükmüdür. İkincisi ise; aynı şer‘iye sicillerinde (No: 6/15, s. 137)’de yer alan bir kanun hükmüdür. Bu iki Kanunnâmenin metinlerini Ahmed Akgündüz günümüz Türkçesine çevirmiştir. Anadolu, Karaman ve Trabzon kadılarına tedvin edilen bu hükümde, şer‘î hükümlere göre, cingânelerden alınacak harâc, harâc-ı re's denilen cizye ve kesim yani harâc-ı mavazzaf denilen “çift akçesi hükme bağlanmış bulunmaktadır. Bu kanun hükmünde, “kıbtiyân” denilen Çingeneler, “âzâdegân” denilen azadlı köleler ve “yâve kafirler”  denilen kaçkın gayr-i Müslimlerle alakalı düzenlemeler yapılmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Kanunî dönemine ait Tapu-Tahrir Defteri’nde “Kanunnâme-i Kıbtîyân-ı Vilâyet-ı Rum ili” başlığı adı altında kayıtlı bulunan kanunnâme ise özet olarak şu hükümleri ihtiva etmektedir:
1- Müslüman Çingenelerin her hane ve mücerredi (ergin bekarı), yılda yirmi iki akçe resim verirler. Kâfir Çingenelerin her hane ve mücerredleri ise yılda yirmibeşer akçe, bîveleri (dul kadınları) de altışar akçe ispenç verirler.
2- İstanbul, Edirne, Filibe ve Sofya’da olan Çingenelerin nâ-meşrû fiile girişen avratlarından kesim adı altında her ay yüzer akçe resim (vergi) alınır.
3- Cürüm, cinâyet ve ârüs resimleri, sâir reâyâ gibi, kânunların gerektirdiği mütad şekil ve miktarlarda edâ ederler.
4- Kayıtlı bulundukları kadılıktan başka bir kadılığa veya havlulara giderek izlerini ille de kaybettirmekte inad eden Çingeneler aranıp bulunduklarında, kınanıp cezalandırılarak kendi kadılıklarına iade olunurlar.
5- Kendi cemaatlarından kaçan Çingeneler, katuna başları (konak yerlerinin reisleri) ve kethüdaları (kahyaları) aracılığıyla buldurulup kendi cemaatlarına getirilirler. Böylece, avârız-ı divâniye vukuunda onların kendi cemaatlarının efrâdı arasında bulunmaları sağlanmış olur.
6- Çingene sancağına ait olan Çingenelerin cürüm ve cinâyetlerine, bâd-i hevâlarına, rüsüm-ı örfiyyelerine ve siyasetlerine Çingene sancağının beği mutasarrıftır. Vilayetin diğer sancaklarının Beğleri ve Subaşıları ve kapu halkı ve yeniçeriler buna asla karışamazlar.
7- Gerek has, zeâmet ve tımarlarda ve gerekse evkaf ve emlâkda raiyyet olarak kayıtlı bulunan çingenelerin İspençe ve rüsûm-ı örfiyyelerine ve bad-i hevâlarına ve siyasetlerine , ne çingene sancağının beyi ne de diğerleri karışabilir. Bunları, doğrudan doğruya o raiyetlerin sahipleri tasarruf eder.
8- Müslüman çingeneler kâfir çingenelere karışarak onlarla birlikte göçüp konacak olursa, kınanıp te’dip edildikten sonra, onlardan da kâfir Çingeneler gibi resim alınır.

DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 11.06.10


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder