30 Haziran 2010 Çarşamba

SON TERÖR OLAYLARI ÜSTÜNE


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Öncelikle son olaylarda hayatlarını kaybeden vatan evlâtlarına Allahtan rahmet, ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum. Bu terörü sonlandırmalarını hükümet ve tüm siyasi partilerle birlikte ilgili kurum kuruluş ve kişilerden bekliyorum. Dayanma gücümüzün kalmamasını amaçlayan bu terör bitirilmezse daha vahim olaylara düşeceğimiz korkusunu taşıyorum.
Gün geçmiyor ki nerdeyse felaket sayılabilecek bir aksilikle karşılaşmayalım. Her gün nefes nefese koşuyor, yeni gündemler içinde cebelleşiyoruz. Son dönemin gündem değişimi baş döndürücü hıza ulaştı. Çoğunu bir iki gün, en çokta bir hafta içinde unutuyoruz. Deniz Baykal hakkında çıkan kaset, sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına seçilmesi, CHP’nin yeni genel başkanıyla AKP ve hükümetin lideri Başbakan R.T. Erdoğan’ın çekişmeleri, arkasından gelen kömür madeni ocağı faciası, sonrasında zorla doğurulan Mavi Marmara gemisi olayı, onların ardından da üst üste gelen PKK terörü. Aradaki bir çok tartışmayı es geçiyorum. Bu sizleri yormadı mı?
En çokta neye hayret ediyorum biliyor musunuz? Başbakan bu gündemden hiç yorulmaz mı? Hangi sinir sistemi buna dayanır? Her yere cevap yetiştirmeye, her yerle kavga etmeye çalışıyor. Buna nasıl güç yettiriyor? İnsanüstü bir gücü olmalı. Yoksa çoktan pes ederdi.
Peş peşe gelen terör olaylarıyla yavaş yavaş PKK’nın muhatap kabul edilmesi dillendirilmeye başlandı. Terörden nemalananlar söylenir oldu. 21 haziran 2010 pazartesi günü 22:05’te Habertürk tv’de yayınlanan Yiğit Bulut’un yönettiği SANSÜRSÜZ adlı programda terörden nemalanan kesimler belirtildi. Kiminin iddiasına göre bir kesimi askerlerdi, kiminin iddiasına göre siyaset kurumuydu. Bunların arasına yöre halkını da koymak kimsenin aklına gelmedi.
Dün facebook’ta Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in, 13 Haziran 2010 Tarihli gene Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın BAYER’in köşesinden alıntılar yaptığı yazısı dolaşıyordu. O yazıyı sizlere olduğu gibi aktarıyorum.
“(Dr. S. Hakyemez, elektronik postayla gönderdiği yazısında bir gerçeği ifade ediyor.)
BURAYA ilk gelince insan önce bir şeyler başarmak istiyor ve bütün olanaklarını zorluyor. Ancak bir süre sonra bütün isteğini kaybedip “Ben burada ne arıyorum?” diye sorgulamaya başlıyor. Malzeme temini yerel firmaların kontrolünde (ki hepsi siyasilerin). Hastane yönetimlerine baskı had safhada. Siyasiler hastane üzerinden resmen devleti soyuyorlar. 1’e mal olanı 4’e satıyorlar. 
(Bu sadece doğuya özgü değil. Bizim insanımız her işten servet kazanma peşinde olduğu, yada çok kısa zamanda servet edinmek istediği için hakkına razı değildir. Kime baksanız yaptığı işin gelirinden memnun değildir. Bu yüzden devletle her alış verişini kendisine büyük ikramiye çıkmış bir piyango gibi görür. Geçenlerde takma ayaklı bir engellinin yaptırdığı takma ayağın ücretini sosyal sigortalar kurumu vasıtasıyla ödenmesi sırasında normal ücretin nerdeyse 3 katı ücret alındığını söylediğinde buna şaşırmadım. Bunun acısını daha pahalı benzin, daha pahalı elektrik v.b kullanarak dolaylı vergilerle ödüyoruz. A.G.)                                                      
İnsanlar doktorlara karşı büyük bir öfkeye sahip. Geldiğimden beri darp edilmeyen arkadaşım kalmadı.
Burada halk aşırı şımartılmış. İnsanların işini halletmeyince ya kaymakama gidiyor, ya da “Ben PKK’lıyım, seni vururum” diye tehdit ediliyoruz. Can ve mal güvenliğimiz sıfır. Kimse vergi vermiyor, elektrik-su vb. faturalar ödenmiyor. 
Herkese ayda 150 TL çocuk parası (ki çocuk başına), çocuk ultrasonda görüldüğü andan itibaren de mama ve bez parası ödeniyor. 
Okula giden her çocuğa devlet harçlık veriyor, harçlık gecikince anneler okulu basıp çocukları okuldan almakla tehdit ediyor. 
O çocuklar ne yapıyor peki? Üzerlerinde üniformaları, ellerinde PKK bayrakları ile DTP mitingine gidiyor. Herkese, eksin ya da ekmesin, toprak yardımı yapılıyor (ki zaten kimse ekmiyor ya). 
Bu yardımda sadece beyana bakıyorlar. Adam 5'i 50 yazdırabiliyor. Van’da dağıtılan paraya bakınca, göl bile tarım arazisine sayılsa az gelir. Her cuma kaymakamlık elden nakdi para dağıtıyor. 
Buralarda tek vergi verenler devlet memurları... İnsan içinden ve de dışından lanetler okuyor.   
(Bu yazıyı herkese dağıtın, bilinsin. Neden terör de bitmiyor daha iyi anlaşılır sanırım. Terör biterse bu insanlar çalışmak zorunda kalabilir, devlet denetimini daha iyi yapabilir... İsterler mi bu rantın bitmesini!)
Sevgiyle kalın! ”
Bunun tam tersi iddialarda örnek verilebilir. Sözün burasında aklıma bir hikâye geldi. Çıkan sonucu istediğiniz gibi yorumlamak hakkınız. Hikâye şöyle:
“Adamın biri zengin arkadaşının düzenlediği baloya davet edilir. Gidince zenginliğe ve gördüğü ihtişama çok şaşırır. Üç futbol sahası büyüklüğünde salonda açık büfede, yok yoktur. Her türlü içki servis edilmektedir. Salonun bir ucuna kurulan platformda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyaca ünlü iki tenor Luciano  Pavorotti ve Jose Carreras konser vermektedirler. Adam orkestranın önünde yer alır ve hayran hayran konseri izler. Bir ara Pavorotti sahneden iner bizimki gider elini sıkar ve sahnede konsere devam eden Carreras için “ne kadar güzel söylüyor” der. Pavorotti de; “ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor” der. biraz sonra Pavorttiy’le Carreras yer değiştirirler. Adamımız bu kez Carreras’ı tebrik eder. Pavorotti için “ne kadar güzel söylüyor” deyince Carreras’da; “ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor” der. Adam ordan uzaklaşırken baloyu düzenleyen arkadaşına rastlar. Arkadaşı düzenlediği baloyla övünür, balo için getirttiği Pavorotti ve Carreras’ı nasıl bulduğunu sorar. Adamımız; “berbat! Öküz gibi bağırıyorlar” deyince arkadaşı “sen ne diyorsun onlar dünyanın en ünlü tenorları. Ayıp ama bu yaptığın” der. Adamımız bunun üzerine “ben söylemiyorum, onlar birbirleri hakkında aynı şeyi söylüyorlar” diyerek cevap verir.”
İşte hali pür melâlimiz bu!




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 28.06.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder