30 Aralık 2012 Pazar

PARA BASIP ENFLASYON İHRAÇ EDEN AMERİKA


Bugünkü yazımıza başlamadan önce yönetim kurulumuzun aldığı bir karar uyarınca bundan böyle gazetemiz haftada bir gün Cuma günleri elinizde olacağını bildirmek istiyorum. Bu değişiklikten dolayı daha az birlikte olacağız. Alışkanlık haline getirdiğim bazı uygulamalardan vazgeçeceğiz. Hafta sonu yazılarımda şiire yer veriyordum, o olmayacak ne yazık ki.. bir de dizi yazılara daha az yer veririm her halde. Bunun dışında tüm arkadaşlarımızla size doyurucu bir gazete vererek birlikteliğimizi sürdüreceğiz. Anlayış göstermenizi ve ilginizin sürmesini diliyorum. 

Konumuza geçelim.

Kredi; kişi veya kurumların sahip olduğu satın alma gücünü belli bir bedel karşılığında bir kişi veya kuruma devretmesidir. Burada biri alan, biri veren olmak üzere iki taraf vardır. Alan açısından bakılırsa tasarruf edip bir birikim yapamayanların, başkalarının aracı kurum veya kişiye gelir karşılığı emanet ettiği tasarruf ve birikimlerinden oluşan emanetlerini kullanma işidir. Her ne durumda olursa olsun ortada bir tasarruf eden ve birde tasarruf edemeyen vardır. Bu insan ilişkilerinden devlet ilişkilerine kadar böyledir. Çok basit söylemle söylemek gerekirse günümüzde tasarruf edemeyen, bolca kredi kullanıp batan Yunanistan’la, bankalarıyla ünlü, tasarrufun merkez ülkesi İsviçre buna güzel örnektir.

Yatırım ve kalkınma amacıyla kullanılan krediler iyi bir planlamayla kullanıldığında faydalı olabilirken, süreğen masraflara kullanılan kredilerse yıkımlara yol açar. Ülkelerin kalkınma amacıyla yapmak istedikleri yatırımlara kendi bütçeleri yetmeyebilir. Bunun için alınan krediler o yatırımı yapmaya imkân verir. Dolaylı ve doğrudan vergilerle elde edilen gelirler kredilerin geri ödenmesini sağlaması gerekirken üst üste yapılan yatırımlar ve toplanamayan vergiler ödemeleri zora sokar. Bu yüzden işçi ve memuruna maaş ödeyemeyen ülke yönetimleri bu kez daha çok kredi alarak büyük borçların altına girer.

Borç yada kredi alan piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmış değildir. O borcu yada krediyi yarınlarını bu günden tüketmemesi için iki kat fazla çalışarak ödemelidir. Sorumluluk alanlar borçlanmaktan korkarlarsa borç aldıklarında daha çok çalışırlar. Borç burada itici güç olabilir. Borç almaya alışmamak gerekir. Çünkü alışıldığında her türlü durumda kapı kapı dolaşılarak dilenci durumuna düşülür. Sonunda borç ödenmez hale geldiğinde gerçekten dilenilirde... Borç alan kendini borç verenin isteklerine uymak zorunda hisseder. Hatta bunu borç veren özellikle yapabilir. Bu durumda borç alanın hürriyeti bitmiştir. Kapitalizmin dayattığı devletler arası ilişkide kredinin kullanılış biçimine bile karışılır. Öyle durumda borç alan ülke ne kadar bağımsız olabilir ki?

Şimdi bütün bunların ışığında ülkemizin bu evrelerden geçtiğini görüyoruz. Sonunda bize “siz açık pazar olacaksınız, biz üreteceğiz siz alacaksınız” dediler. İktidarlarımız onlara bu konuda söz verdikleri için iktidardadırlar. Devlet artık sanayi ve iktisadi kuruluşlara sahip olmadığı, yeni yatırımlar yapmadığı için krediye ihtiyaç duymuyor. Dolayısıyla IMF gibi kuruluşlara artık gitmiyor. Gerek yok artık. Bu arada işsizlik artmış kimin umurunda?

Farkında mısınız, bölgemiz kaynar kazana benzemişken borsamızda yükselme devam ediyor. Yabancılar mal ve hizmet piyasalarımızda olduğu gibi bizim para piyasalarımızda dolaşmaktadırlar.

Hiçbir ülkede bulamadıkları faizi bizim para piyasalarında buldukları için taze para gelmeye devam ediyor. Hükümetlerin anlattığı büyüme bu büyümedir. Biz başkalarının tasarruflarıyla gelişip büyüyoruz. Bu para giderse büyüme eksiye gider. Biz alıcıyız satıcı değiliz ki. Yani teknoloji satmıyoruz, mamûl maddemiz tekstilden başka nerdeyse yok. Olsada ne fark eder?
Bunun üstüne şahısların kredi borçlarını koyun. İş adamımızın döviz cinsinden borçlandırıldığını da eklerseniz bu refah neyin refahı oluyor?

Gelişmiş ülke yurttaşlarının tasarruf yaptıklarını sanmayın. Kazanmadan önce harcama geleneği tüm dünyaya ezberlettirildi. Artık tasarruf eden yok! Kişi başına tasarruf oranları oldukça düşük. Herkes geleceğini feda etti, yarınını bugünden yaşadı. Ömrü olanın göreceği açlıktır. Artık buna çare aranacak. Devlet borçları üstlenecektir. Devlet ne için var değil mi? Hiç borçlanmayanlarsa çektikleri sıkıntılarla kalacaklar.

İşin bu tarafı konumuzun dışında onun için uzatmayayım.

Madem batıda tasarruf edenden çok borçlu var, bu tasarrufu kim yapıyor? Kim olabilir dersiniz? Kapitalist sistemin finans sektörü tabii. Arkalarına aldıkları devlet gücüyle dünya üstünde egemenliklerini sürdürüyorlar. Ülkemize gelen taze para buradan geliyor. Artık Amerika finans sistemine dahil olan ülkeleri savaşla değil, para basarak sömürüyor. Çağımızda sömürü, mal satıp, elde edilen kârlarla, sermaye birikimiyle olmuyor. Sisteme dahil edilen ülkelerin merkez bankaları dayatmalarla denetim altına alınıyor. Böylelikle ilişkide oldukları ülkelerin para hacmini istedikleri biçimde ayarlatıyorlar. O ülkeler izin almadan asla para basamaz duruma getiriliyor. Sonra bolca bastığı kendi paralarını o ülkelere satıyorlar.

İşte kurulan kumpas böyle başlıyor. Dünyanın şimdilik tek egemen gücü olan Amerika’dır. Merkez bankası aracılığıyla para basarak egemenliğini sürdürmektedir. Sisteme dâhil olmayan İran ve Suriye gibi ülkeler sisteme sokulmaya çalışılır. Girmezse BM ve çeşitli uluslar arası kuruluşlarla nefes bile almasına izin verilmez. Taki istedikleri rejim kurulana kadar...

Amerika işsiz sayısını  % 6,5 oranına düşene kadar ayda 45 milyar dolar basmayı sürdüreceğini bildirdi. Bu fazla paranın ülke içinde enflasyon oluşturmaması için dışarıya satılması şart. Kısacası Amerika kendi enflasyonunu ihraç ediyor. Etmezse sonunu göreceğini biliyor. Dolayısıyla piyasalarımızda taze amerikan parasını 2013’tede göreceğiz. Tabiî ki sisteme direnen ülkeleri sisteme dahil etme çabalarıda hız kazanacaktır.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 21.12.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder