Bugünkü yazımıza başlamadan önce yönetim kurulumuzun aldığı bir karar uyarınca bundan böyle gazetemiz haftada bir gün Cuma günleri elinizde olacağını bildirmek istiyorum. Bu değişiklikten dolayı daha az birlikte olacağız. Alışkanlık haline getirdiğim bazı uygulamalardan vazgeçeceğiz. Hafta sonu yazılarımda şiire yer veriyordum, o olmayacak ne yazık ki.. bir de dizi yazılara daha az yer veririm her halde. Bunun dışında tüm arkadaşlarımızla size doyurucu bir gazete vererek birlikteliğimizi sürdüreceğiz. Anlayış göstermenizi ve ilginizin sürmesini diliyorum.
Konumuza geçelim.
Kredi; kişi veya kurumların sahip olduğu satın alma gücünü
belli bir bedel karşılığında bir kişi veya kuruma devretmesidir. Burada biri
alan, biri veren olmak üzere iki taraf vardır. Alan açısından bakılırsa tasarruf
edip bir birikim yapamayanların, başkalarının aracı kurum veya kişiye gelir
karşılığı emanet ettiği tasarruf ve birikimlerinden oluşan emanetlerini
kullanma işidir. Her ne durumda olursa olsun ortada bir tasarruf eden ve birde
tasarruf edemeyen vardır. Bu insan ilişkilerinden devlet ilişkilerine kadar
böyledir. Çok basit söylemle söylemek gerekirse günümüzde tasarruf edemeyen,
bolca kredi kullanıp batan Yunanistan’la, bankalarıyla ünlü, tasarrufun merkez
ülkesi İsviçre buna güzel örnektir.
Yatırım ve kalkınma amacıyla kullanılan krediler iyi bir
planlamayla kullanıldığında faydalı olabilirken, süreğen masraflara kullanılan
kredilerse yıkımlara yol açar. Ülkelerin kalkınma amacıyla yapmak istedikleri
yatırımlara kendi bütçeleri yetmeyebilir. Bunun için alınan krediler o yatırımı
yapmaya imkân verir. Dolaylı ve doğrudan vergilerle elde edilen gelirler
kredilerin geri ödenmesini sağlaması gerekirken üst üste yapılan yatırımlar ve
toplanamayan vergiler ödemeleri zora sokar. Bu yüzden işçi ve memuruna maaş
ödeyemeyen ülke yönetimleri bu kez daha çok kredi alarak büyük borçların altına
girer.
Borç yada kredi alan piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmış
değildir. O borcu yada krediyi yarınlarını bu günden tüketmemesi için iki kat
fazla çalışarak ödemelidir. Sorumluluk alanlar borçlanmaktan korkarlarsa borç
aldıklarında daha çok çalışırlar. Borç burada itici güç olabilir. Borç almaya
alışmamak gerekir. Çünkü alışıldığında her türlü durumda kapı kapı dolaşılarak
dilenci durumuna düşülür. Sonunda borç ödenmez hale geldiğinde gerçekten
dilenilirde... Borç alan kendini borç verenin isteklerine uymak zorunda
hisseder. Hatta bunu borç veren özellikle yapabilir. Bu durumda borç alanın
hürriyeti bitmiştir. Kapitalizmin dayattığı devletler arası ilişkide kredinin
kullanılış biçimine bile karışılır. Öyle durumda borç alan ülke ne kadar
bağımsız olabilir ki?
Şimdi bütün bunların ışığında ülkemizin bu evrelerden
geçtiğini görüyoruz. Sonunda bize “siz açık pazar olacaksınız, biz üreteceğiz
siz alacaksınız” dediler. İktidarlarımız onlara bu konuda söz verdikleri için
iktidardadırlar. Devlet artık sanayi ve iktisadi kuruluşlara sahip olmadığı,
yeni yatırımlar yapmadığı için krediye ihtiyaç duymuyor. Dolayısıyla IMF gibi
kuruluşlara artık gitmiyor. Gerek yok artık. Bu arada işsizlik artmış kimin
umurunda?
Farkında mısınız, bölgemiz kaynar kazana benzemişken
borsamızda yükselme devam ediyor. Yabancılar mal ve hizmet piyasalarımızda
olduğu gibi bizim para piyasalarımızda dolaşmaktadırlar.
Hiçbir ülkede bulamadıkları faizi
bizim para piyasalarında buldukları için taze para gelmeye devam ediyor.
Hükümetlerin anlattığı büyüme bu büyümedir. Biz başkalarının tasarruflarıyla
gelişip büyüyoruz. Bu para giderse büyüme eksiye gider. Biz alıcıyız satıcı
değiliz ki. Yani teknoloji satmıyoruz, mamûl maddemiz tekstilden başka nerdeyse
yok. Olsada ne fark eder?
Bunun üstüne şahısların kredi
borçlarını koyun. İş adamımızın döviz cinsinden borçlandırıldığını da
eklerseniz bu refah neyin refahı oluyor?
Gelişmiş ülke yurttaşlarının tasarruf yaptıklarını sanmayın.
Kazanmadan önce harcama geleneği tüm dünyaya ezberlettirildi. Artık tasarruf
eden yok! Kişi başına tasarruf oranları oldukça düşük. Herkes geleceğini feda
etti, yarınını bugünden yaşadı. Ömrü olanın göreceği açlıktır. Artık buna çare
aranacak. Devlet borçları üstlenecektir. Devlet ne için var değil mi? Hiç
borçlanmayanlarsa çektikleri sıkıntılarla kalacaklar.
İşin bu tarafı konumuzun dışında onun için uzatmayayım.
Madem batıda tasarruf edenden çok borçlu var, bu tasarrufu
kim yapıyor? Kim olabilir dersiniz? Kapitalist sistemin finans sektörü tabii.
Arkalarına aldıkları devlet gücüyle dünya üstünde egemenliklerini
sürdürüyorlar. Ülkemize gelen taze para buradan geliyor. Artık Amerika finans
sistemine dahil olan ülkeleri savaşla değil, para basarak sömürüyor. Çağımızda
sömürü, mal satıp, elde edilen kârlarla, sermaye birikimiyle olmuyor. Sisteme
dahil edilen ülkelerin merkez bankaları dayatmalarla denetim altına alınıyor.
Böylelikle ilişkide oldukları ülkelerin para hacmini istedikleri biçimde
ayarlatıyorlar. O ülkeler izin almadan asla para basamaz duruma getiriliyor.
Sonra bolca bastığı kendi paralarını o ülkelere satıyorlar.
İşte kurulan kumpas böyle başlıyor. Dünyanın şimdilik tek
egemen gücü olan Amerika’dır. Merkez bankası aracılığıyla para basarak
egemenliğini sürdürmektedir. Sisteme dâhil olmayan İran ve Suriye gibi ülkeler
sisteme sokulmaya çalışılır. Girmezse BM ve çeşitli uluslar arası kuruluşlarla
nefes bile almasına izin verilmez. Taki istedikleri rejim kurulana kadar...
Amerika işsiz sayısını
% 6,5 oranına düşene kadar ayda 45 milyar dolar basmayı sürdüreceğini
bildirdi. Bu fazla paranın ülke içinde enflasyon oluşturmaması için dışarıya
satılması şart. Kısacası Amerika kendi enflasyonunu ihraç ediyor. Etmezse
sonunu göreceğini biliyor. Dolayısıyla piyasalarımızda taze amerikan parasını
2013’tede göreceğiz. Tabiî ki sisteme direnen ülkeleri sisteme dahil etme
çabalarıda hız kazanacaktır.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.comYayın Tarihi: 21.12.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder