29 Nisan 2013 Pazartesi

AĞIR ABİLİK DEĞİL AĞIRBAŞLILIK


Son zamanlarda gördüğümüz “ağır ağabeyliğin” aldatıcı tarafını hatırlatarak belirtmeliyim ki  pek sıklıkla göremediğimiz ağırbaşlılık eskiden olgunluğun işareti kabul edilir, ağırbaşlılık gösteremeyen olgunlaşmış sayılmadığından pek itibar görmezdi. Şakalaşmak, espri yapmak; ölçüyü aşmamak kaydıyla ağırbaşlılığa engel değildi. Bununda yeri ve zamanı vardı tabii. Öyle aklına her esen, her istediği yerde şakalar yaparsa bunun adı münasebetsizlik, yani laubalilik, yada günümüzde söylenen biçimiyle sululuk olmaktan kurtulamazdı. 

Peki ağırbaşlılık sadece daha az şaka yapar olmakla mı kazanılır?

Bu sorunun cevabını verirken “bütün davranışların insana yakışmayanları ağırbaşlılığı bitirir” diye kestirip atmak kolaycılığına düşmemek gerekir bence. Şaka ve espri hayatın tek düzeliğine yapılan küçük sıçramalar olmasına rağmen bunun sürekliliği dibe çakılmaksa; dövünme, her şeyden şikâyet, birini çekiştirme v.b şeyler nedir? Ağırbaşlılığa asla yakışmayacak insanın bu olumsuz davranış biçimleri pek sıklıkla karşımıza çıkıyor. Hatta bu tür davranışlar günlük, sıradan davranışlarımız olmuştur.

Her türlü felâket sonralarımızı, düğün dernek edenlerimizi şöyle bir gözlemleyin. Birinde saç baş yolanların, diğerinde sevinçle içi kabarmışların çıkardığı gürültüyü duyar, ortaya serilen curcunayı görürsünüz. İkisi de aynı kakafonide buluşmuşlardır. Oysa insan; acısınıda, sevincinide taşkınlığa yer vermeden kendi içinde yaşamalıdır. Daha fazla dövünme, daha fazla sevinç narası ve kendini yerin dibinde görme yada her şeyle övünme kimseye olgun ve ağırbaşlı insan görüntüsü kazandırmaz. 

Bir insan sadece gürültü çıkarmıyor diye de ağırbaşlı olur mu?

Jest ve mimiklerde ağırbaşlılığın göstergesidir. Bunlara birde toplum içinde sıra ve düzene uymakta gelir. Bunun için sakin olmak gerekir. En sakin olduğumuz zaman uyuduğumuz zamandır demeyin. Ben ağır başlılığı hiçbir şekilde eylemsizlik olarak göstermek niyetinde değilim. Uykuysa yarı eylemsizliktir. Günlük eylemlerimiz içindeyken de sakin olursak ortam huzuru sağlanmış, işler tıkır tıkır işlemiş olur. Bu kolaylığı kendimize ve toplumumuza neden kazandırmayalım? Bu emirle değil kendiliğinden oluşan bir iç disiplini getireceği için kesinlikle ağırbaşlılığı yüceltecek ve ona katkıda bulunacaktır. Bizde kuyruklarda çıkan kavgalara bakarsanız ne dediğimi anlarsınız. Ortaya çıkan manzara onur kırıcıdır. Oysa ağırbaşlılık onurlu insanlara özgüdür. Onurlu insan ticaretten hukuka kadar varan her alanda hakkına razı olmakla kalmayıp, başkasının hakkını kollayan koruyan insandır. Onurla kuşanmış ağır başlılık içten gelen ışık gibidir. Işığın kaynağı görünmez ama kendisi asıl ışık olup ışır.

Ağırbaşlılığı; tüketme çılgınlığı yaşayan toplumumuzun felâket anında gösterdiği davranışlarda aramayın. Kimse bir başkasının aynı şeye ihtiyacı olabileceğini düşünmüyor.
Varsa yoksa salt kendi ihtiyaçları.. üstüne üstlük stokçuluk bile yaparlar. Ellerinde olan bir şeyin ikinci, üçüncü, belkide onucusunu edinmeye çalışırlar. Çünkü onlara göre bugünün yarınıda var. Evet bugünün yarınıda var ve bu hep böyle sür-git gitmeyecek. Bütün felâketlerin en kötü zamanı ilk iki haftadır. Ondan sonra üretken ve organize olmayı başaran bir toplumda bir düzene girer. O zaman bu stokçuluk niye? Ağırbaşlılığın bir şartı da yetinme duygusunu geliştirmektir. Yetinme duygusunun olduğu yerde stokçuluk oluşmaz. Yetinme duygusu ağırbaşlılığın erdem kazanmış halidir.

Erdemli kişiler karşıtlarının karşısında böbürlenen bir büyüklenme tavrını benimsemezler. Tıpkı yetinme duygusu gibi alçakgönüllülük sonuçta ağırbaşlılığı besler. Onlar içleri doldukça eğilen buğday başakları gibidirler, en küçüklerine bile aynı tevazu ile yaklaşırlar. Yetenek ve ustalıkları onlara sorun öğrenirsiniz, çok çalışılarak elde edilmiştir. Çok çalışan bir toplumun; erdemli, dolayısıyla ağırbaşlı bireylerin eseri olduğunu bu kişiler hem söylerler, hem de söylemekle kalmayıp uygularlar.

Kimse kimsenin yerine geçmeye hevesli olmayıp, herkes bulunduğu yerde işini en iyi yaparsa kalitede artar. Erdem ve kalite birleştiği takdirde insanların arayışlarıda o yönde olacaktır. Ondan sonra korkmayın; ev ve dükkânların kapılarını açık bırakın. New York kentinde 5 dakikalık elektrik kesintisiyle yağmalanan market ve mağazalar gibi hiçbir dükkân yağmalanmaz. Yollarda trafik gürültü ve keşmekeşi olmaz. İhtiyacı olanın dışında kimse sol şeride geçip önündekini sollamaya geçmez.

Dahada iyisi ağırbaşlılığı zayıfı ezmemek olarakta tarif edebiliriz. Zayıfı ezmeyle ağırbaşlılık Nerde görülmüştür? Onun adı sinsiliktir. Sinsilik, asıl niyeti gizlemek için çok konuşmamak  ağırbaşlılığın içinde yer almaz. İkisi ayrı şeydir, birbirine karıştırmayalım. Zayıfı ezmemek, korumak ve kollamak erdemdir. Erdemde yukardada belirttiğim gibi ağırbaşlılığın önemli aşamalarındandır.

Erdemin içine özveriyi de koymayı unutmamalı. Özveri (fedakârlık); hiçbir kişisel yarar gözetmeden, belkide kendisinin göreceği zarara rağmen topluma yada kişinin kendisinden başka birisine yüksünmeden yaptığı işler veya ayırdığı zaman dilimiyle ortaya çıkar. Duyarlı insanlarda özveri çok vardır. Onlar başkasının yanmaması için ateşe yalınayak yürürler. Yalınayak yürürkende şikâyet etmezler. Ağırbaşlılıkla ilişkiside buradandır.

Karakterimizin temeli aile içindeki genetik yapıyı izlediği düşünülürse bize doğuştan hazır olarak verilmiştir diyebiliriz. Önce aile, sonra yakın çevre, sonra özel veya resmi eğitim kurumlarıyla devlet, karakterimize biçim verir. Bunların çok azı kendi seçimimizdir. Daha sonrada egemen grupların reklam veya siyasi propaganda çalışmaları da seçimlerimizi etkiler. Kısacası karakterimiz epey etkilere açık vaziyette oluşuyor. Eğer ülke politikaları kendine yeten, sakin, üretken, vicdani boyutu yüksek olması yönünde eğitmekse insanlarda o yönde gelişme gösteriyorlar. Yok eğer sorgulamayan, itaatkar, geçmişiyle (boş boş) övünen olması isteniyorsa da insanlarda öyle bir karakter kazanmış oluyorlar. İkisinde de ağırbaşlılık var olabilir. Konumuz olumlu insan modelini ortaya koymaktı. O takdirde sözünü ettiğim ilk eğitim modeli seçilmelidir. Herkes ne yapacağını bilmeli. Trafik kazasından depreme kadar karşılaşılan her türlü felâkette kendiliğinden bir refleks oluşturan toplumlar zorlukların üstesinden gelebilir. Burada sayamadığım daha birçok sebep aklı başında, ağırbaşlı insanı oluşturmanın şart olduğunu gösterir inanın. Bunun da yolu herkesin oybirliğiyle kabul edeceği gibi eğitimden geçer.

Eğitim herkese ağırbaşlılığı öğretirken mesleklere dağılmış ağırbaşlı insanlar sayesinde toplumsal seviye yükselecektir. Bunu en yaygın biçimde basın yayın dünyasında görürüz. Felaket veya kargaşa anında abuk subuk sorular sormayan, kimseyi rencide etmeden konunun can damarını topluma aktaran, aktarırkende hiçbir engele takılmayan bir görsel yada yazılı basın toplumun ihtiyacını ağırbaşlılıkla karşılamış olur.

Ağırbaşlılıkla ilgili son ekleyeceklerimle yazıyı bitiriyorum. Her insanın kalbinde (belki de tüm canlılarda) Allahın kendinden koyup yerleştirdiği bir vicdan yer alır. Vicdan, sadece yandaşına, sadece eşine-dostuna değil, hiç tanımadığı birine, tanıyor olmakla birlikte sevmediği birine de gösterilirse vicdan olur.

İşte ağırbaşlılık olarak anlattığımız kavramın etrafı bu kavramlarla doldurulmalıdır. Çünkü bütün bunlarla birlikte ağırbaşlı insan olarak (ağır ağbi değil) kâmil insan olunur. Kâmil insanların çok olduğu ülke insanlığa örnek olur. Böyle ülke var mı? Bir düşünün bakalım var mı? Size şu kadarını söyleyeyim ki böyle bir ülke var.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 12.04.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder