Son zamanlarda gördüğümüz “ağır ağabeyliğin” aldatıcı tarafını hatırlatarak
belirtmeliyim ki pek sıklıkla göremediğimiz
ağırbaşlılık eskiden olgunluğun işareti kabul edilir, ağırbaşlılık gösteremeyen
olgunlaşmış sayılmadığından pek itibar görmezdi. Şakalaşmak, espri yapmak;
ölçüyü aşmamak kaydıyla ağırbaşlılığa engel değildi. Bununda yeri ve zamanı
vardı tabii. Öyle aklına her esen, her istediği yerde şakalar yaparsa bunun adı
münasebetsizlik, yani laubalilik, yada günümüzde söylenen biçimiyle sululuk
olmaktan kurtulamazdı.
Peki ağırbaşlılık sadece daha az
şaka yapar olmakla mı kazanılır?
Bu sorunun cevabını verirken
“bütün davranışların insana yakışmayanları ağırbaşlılığı bitirir” diye kestirip
atmak kolaycılığına düşmemek gerekir bence. Şaka ve espri hayatın tek
düzeliğine yapılan küçük sıçramalar olmasına rağmen bunun sürekliliği dibe
çakılmaksa; dövünme, her şeyden şikâyet, birini çekiştirme v.b şeyler nedir?
Ağırbaşlılığa asla yakışmayacak insanın bu olumsuz davranış biçimleri pek
sıklıkla karşımıza çıkıyor. Hatta bu tür davranışlar günlük, sıradan
davranışlarımız olmuştur.
Her türlü felâket sonralarımızı,
düğün dernek edenlerimizi şöyle bir gözlemleyin. Birinde saç baş yolanların,
diğerinde sevinçle içi kabarmışların çıkardığı gürültüyü duyar, ortaya serilen
curcunayı görürsünüz. İkisi de aynı kakafonide buluşmuşlardır. Oysa insan;
acısınıda, sevincinide taşkınlığa yer vermeden kendi içinde yaşamalıdır. Daha
fazla dövünme, daha fazla sevinç narası ve kendini yerin dibinde görme yada her
şeyle övünme kimseye olgun ve ağırbaşlı insan görüntüsü kazandırmaz.
Bir insan sadece gürültü
çıkarmıyor diye de ağırbaşlı olur mu?
Jest ve mimiklerde ağırbaşlılığın
göstergesidir. Bunlara birde toplum içinde sıra ve düzene uymakta gelir. Bunun
için sakin olmak gerekir. En sakin olduğumuz zaman uyuduğumuz zamandır demeyin.
Ben ağır başlılığı hiçbir şekilde eylemsizlik olarak göstermek niyetinde
değilim. Uykuysa yarı eylemsizliktir. Günlük eylemlerimiz içindeyken de sakin
olursak ortam huzuru sağlanmış, işler tıkır tıkır işlemiş olur. Bu kolaylığı
kendimize ve toplumumuza neden kazandırmayalım? Bu emirle değil kendiliğinden
oluşan bir iç disiplini getireceği için kesinlikle ağırbaşlılığı yüceltecek ve
ona katkıda bulunacaktır. Bizde kuyruklarda çıkan kavgalara bakarsanız ne
dediğimi anlarsınız. Ortaya çıkan manzara onur kırıcıdır. Oysa ağırbaşlılık
onurlu insanlara özgüdür. Onurlu insan ticaretten hukuka kadar varan her alanda
hakkına razı olmakla kalmayıp, başkasının hakkını kollayan koruyan insandır. Onurla
kuşanmış ağır başlılık içten gelen ışık gibidir. Işığın kaynağı görünmez ama
kendisi asıl ışık olup ışır.
Ağırbaşlılığı; tüketme çılgınlığı
yaşayan toplumumuzun felâket anında gösterdiği davranışlarda aramayın. Kimse
bir başkasının aynı şeye ihtiyacı olabileceğini düşünmüyor.
Varsa yoksa salt kendi
ihtiyaçları.. üstüne üstlük stokçuluk bile yaparlar. Ellerinde olan bir şeyin
ikinci, üçüncü, belkide onucusunu edinmeye çalışırlar. Çünkü onlara göre
bugünün yarınıda var. Evet bugünün yarınıda var ve bu hep böyle sür-git
gitmeyecek. Bütün felâketlerin en kötü zamanı ilk iki haftadır. Ondan sonra
üretken ve organize olmayı başaran bir toplumda bir düzene girer. O zaman bu stokçuluk
niye? Ağırbaşlılığın bir şartı da yetinme duygusunu geliştirmektir. Yetinme
duygusunun olduğu yerde stokçuluk oluşmaz. Yetinme duygusu ağırbaşlılığın erdem
kazanmış halidir.
Erdemli kişiler karşıtlarının
karşısında böbürlenen bir büyüklenme tavrını benimsemezler. Tıpkı yetinme
duygusu gibi alçakgönüllülük sonuçta ağırbaşlılığı besler. Onlar içleri
doldukça eğilen buğday başakları gibidirler, en küçüklerine bile aynı tevazu
ile yaklaşırlar. Yetenek ve ustalıkları onlara sorun öğrenirsiniz, çok çalışılarak
elde edilmiştir. Çok çalışan bir toplumun; erdemli, dolayısıyla ağırbaşlı
bireylerin eseri olduğunu bu kişiler hem söylerler, hem de söylemekle kalmayıp
uygularlar.
Kimse kimsenin yerine geçmeye
hevesli olmayıp, herkes bulunduğu yerde işini en iyi yaparsa kalitede artar.
Erdem ve kalite birleştiği takdirde insanların arayışlarıda o yönde olacaktır. Ondan
sonra korkmayın; ev ve dükkânların kapılarını açık bırakın. New York kentinde 5
dakikalık elektrik kesintisiyle yağmalanan market ve mağazalar gibi hiçbir
dükkân yağmalanmaz. Yollarda trafik gürültü ve keşmekeşi olmaz. İhtiyacı olanın
dışında kimse sol şeride geçip önündekini sollamaya geçmez.
Dahada iyisi ağırbaşlılığı zayıfı
ezmemek olarakta tarif edebiliriz. Zayıfı ezmeyle ağırbaşlılık Nerde
görülmüştür? Onun adı sinsiliktir. Sinsilik, asıl niyeti gizlemek için çok
konuşmamak ağırbaşlılığın içinde yer
almaz. İkisi ayrı şeydir, birbirine karıştırmayalım. Zayıfı ezmemek, korumak ve
kollamak erdemdir. Erdemde yukardada belirttiğim gibi ağırbaşlılığın önemli
aşamalarındandır.
Erdemin içine özveriyi de koymayı
unutmamalı. Özveri (fedakârlık); hiçbir kişisel yarar gözetmeden, belkide
kendisinin göreceği zarara rağmen topluma yada kişinin kendisinden başka
birisine yüksünmeden yaptığı işler veya ayırdığı zaman dilimiyle ortaya çıkar. Duyarlı
insanlarda özveri çok vardır. Onlar başkasının yanmaması için ateşe yalınayak
yürürler. Yalınayak yürürkende şikâyet etmezler. Ağırbaşlılıkla ilişkiside
buradandır.
Karakterimizin temeli aile içindeki genetik yapıyı izlediği düşünülürse bize
doğuştan hazır olarak verilmiştir diyebiliriz. Önce aile, sonra yakın çevre, sonra
özel veya resmi eğitim kurumlarıyla devlet, karakterimize biçim verir. Bunların
çok azı kendi seçimimizdir. Daha sonrada egemen grupların reklam veya siyasi
propaganda çalışmaları da seçimlerimizi etkiler. Kısacası karakterimiz epey
etkilere açık vaziyette oluşuyor. Eğer ülke politikaları kendine yeten, sakin,
üretken, vicdani boyutu yüksek olması yönünde eğitmekse insanlarda o yönde
gelişme gösteriyorlar. Yok eğer sorgulamayan, itaatkar, geçmişiyle (boş boş)
övünen olması isteniyorsa da insanlarda öyle bir karakter kazanmış oluyorlar.
İkisinde de ağırbaşlılık var olabilir. Konumuz olumlu insan modelini ortaya
koymaktı. O takdirde sözünü ettiğim ilk eğitim modeli seçilmelidir. Herkes ne
yapacağını bilmeli. Trafik kazasından depreme kadar karşılaşılan her türlü felâkette
kendiliğinden bir refleks oluşturan toplumlar zorlukların üstesinden gelebilir.
Burada sayamadığım daha birçok sebep aklı başında, ağırbaşlı insanı
oluşturmanın şart olduğunu gösterir inanın. Bunun da yolu herkesin oybirliğiyle
kabul edeceği gibi eğitimden geçer.
Eğitim herkese ağırbaşlılığı
öğretirken mesleklere dağılmış ağırbaşlı insanlar sayesinde toplumsal seviye
yükselecektir. Bunu en yaygın biçimde basın yayın dünyasında görürüz. Felaket
veya kargaşa anında abuk subuk sorular sormayan, kimseyi rencide etmeden
konunun can damarını topluma aktaran, aktarırkende hiçbir engele takılmayan bir
görsel yada yazılı basın toplumun ihtiyacını ağırbaşlılıkla karşılamış olur.
Ağırbaşlılıkla ilgili son
ekleyeceklerimle yazıyı bitiriyorum. Her insanın kalbinde (belki de tüm
canlılarda) Allahın kendinden koyup yerleştirdiği bir vicdan yer alır. Vicdan,
sadece yandaşına, sadece eşine-dostuna değil, hiç tanımadığı birine, tanıyor
olmakla birlikte sevmediği birine de gösterilirse vicdan olur.
İşte ağırbaşlılık olarak
anlattığımız kavramın etrafı bu kavramlarla doldurulmalıdır. Çünkü bütün
bunlarla birlikte ağırbaşlı insan olarak (ağır ağbi değil) kâmil insan olunur.
Kâmil insanların çok olduğu ülke insanlığa örnek olur. Böyle ülke var mı? Bir
düşünün bakalım var mı? Size şu kadarını söyleyeyim ki böyle bir ülke var.
Yayın Tarihi: 12.04.2013