30 Aralık 2017 Cumartesi

DÜŞÜNCE EVRENİNDE 20


Ne zaman biteceğini bilmediğim, konuları açtıkça lahana gibi açılan, ucu açık bir yazı dizisinin 20. bölümüne geldik. Düşünce evreninde dolaştığımız dizimizle yaşanılır bir gezegeni oluşturma çabalarına her dönem eklene eklene bugüne ulaşmış görüşlerin dile gelmiş olanlarını siz okurlarımla paylaşmak amacımdı. Bu amaçla düşünce dünyasında kullanılan dili ve/veya düşünce yöntemlerini veya tarzlarını göstermeye bugünde devam edeceğim.



ANIKLIK
Osmanlıca: İstidat, Layık, Kabiliyet, Ehliyet, Muvafakat 

Fransızca: Aptitude 

Almanca: Eigung 

İngilizce. Ability)

Günümüz Türkçesi: Doğal yetenek.

1. Etimoloji : Anıklık terimi, Uygurca hazır, tamam, yetkin anlamlarına gelen anığ kökünden türetilmiştir. Osmanlıcada bu terim çeşitli karşılıklarla bir hayli karıştırılmıştır. Örneğin Ahmet Naim İlmünnefis çevirisinde Fransızca aptitude terimini kabiliyet terimiyle çevirdiği gibi passibilité, capacité, faculté, receptivité, vacation terimlerini de aynı karşılıkla karşılamıştır. Oysa Fransızca aptitude terimi, Hind-Avrupa dil grubunun bağlamak, tutturmak, dokunmak, yetişmek, çıkmak anlamlarını kapsayan ap kökünden Latinceye aynı anlamlarla apere sözcüğüyle geçmesinden türemiştir. Türkçede tam karşılığı doğal elverişlilik ya da doğal yetenek (Os. İstidat)'tir.

2. Ruhbilim: Anıklık, bir işi daha az çabayla ve daha yetkinlikle yapmayı sağlayan doğal elverişliliği dile getirir.

3. Tanrıbilim: Ruhbilimsel anlam Tanrı vergisi olarak nitelenir. Gönülde duyulan Tanrı çağrısı (Os. Hidayet, Fr. Vocation) anlamında da kullanılır.



ANIMSAMA
Platon’un, yada bizde bilinen diğer ismiyle Eflatun’un görüşüne göre ruhun bedene girmeden önceki varlığında görmüş olduğu ideaların bilince dönüşü. Çünkü bu dünya bir hayaldir ona göre. Buraya biz geçmişimizi hatırlamaya geliyoruz. Her anımsama bunun içindir.

ANLAM BİLİM
Anlamları inceleyen bilim... Semantik olarak da bilinir. Anlambilim felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir. Düşünsel ya da mantıksal yaklaşım, göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma, düz anlam, yan anlam, doğruluk gibi özellikleri inceler. Dilbilimsel yaklaşım ise, zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur.

düşünsel ve dilbilim alanlarında anlambilim, bir dilin göstergeleri ile bunların anlamları arasındaki bağlantının incelenmesidir. Anlambilime farklı yöntem ve amaçlarla yaklaşılsa da, 

her iki alan da insanların dilsel anlatımlardan nasıl anlam çıkardıklarını açıklamaya çalışmıştır.



Düşünsel sorunları bir dil içinde ifade edilmek zorunda olduklarından, sonunda dilin kendisi ile ilgili soruşturmalar haline dönüşürler. 1920’lerde ve 1930’larda olgucu okulun mantıkçıları, dile matematik ve mantıkta bulunan kesinliği ve açıklığı getirmeye çalışmışlardır. Onlara göre “doğal diller” açıklıktan ve kesinlikten uzaktır. Bu nedenlerden belirsizlik ve çokanlamlılıktan arınmış “ideal” bir dil üzerine kurulu bir anlambilim kuramı geliştirmeye çalışmışlardır.


DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 01.07.2016

30 Haziran 2016 Perşembe

DÜŞÜNCE EVRENİNDE 19

“Düşünce Evreninde” adlı bu yazı dizimizde, düşünce dünyasında kullanılan dili ve/veya düşünce yöntemlerini veya tarzlarını göstermek amacını taşıyorum. Önceki bölümde “Andırım”a giriş yapmış, devamını bu bölüme bırakmıştım. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.   

ANDIRIM
Osmanlıca: Münasebet, Tecanüp, Mücaneset, Müşareket, Müşabehet, Mümaselet, Temsil, Münasele,  Müteşabihat, Teşbih, Delili Şebeh, Kıyası Fıkhi, Müşakele
Fransızca: Analogie 
Almanca: Analogie 
İngilizce: Analogy 
İtalyanca: Analogia.
Günümüz Türkçesi: Oranlar arasında benzerlik. 

1. Etimoloji : Avrupa dillerinde Yunancanın nisbet anlamındaki analoyia sözcüğünden türetilmiştir. Bilimsel terim olarak nisbet bakımından benzerlik anlamını verir. Türkçede andırım eşanlamlı olarak andırış andırışma terimleri andırmak kökünden türetilmiştir. Aynı anlamda örnekseme terimi de kullanılır.

2. Mantık : Andırım terimini günümüzde de kullanıldığı anlamda oranlar arasındaki benzerlik olarak antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles tanımlamıştır. Andırım niceliksel olabildiği gibi niteliksel de olabilir. Nitekim mantık daha çok niteliksel andırımlarla uslamlama yapar. Ne var ki niceliksel oranlar arasındaki andırım kesindirkuşkulanılamaz. Niteliksel oranlarsa aynı ölçüde kesin değildirler. Öyleyse uslamlamada tümdengelim ve tümevarım'la birlikte andırım aynı kesinlik ve pekinlikle kullanılabilir mi?.. Ortaçağın skolastik mantıkcıları görgücülüğün karşısında usculuğu pekiştirmek içintemevarım'a karşı tümdengelim ve onun yanında da andırım'ın üstünlüğünü tanıtlamaya çalışmışlardır. Çünkü tümevarım deneyciliğin işidir çeşitli tikel deneylerden elde edilen sonuçlardan genel bir sonuç çıkarılır. Tümdengelim'se o zamanlar usculuğun işi sayılmaktadır çünkü genel ilkeler deneylerden değil düşüncelerden çıkarılmaktadır. Andırımsal kanıt (Os. Burhanı temsili Fr. Argument analogique)'ın güçlendirilmesi de usculuğun yararına olacaktır. Bu konuya koca bir ortaçağ boyunca gereğinden çok önem verilmesinin nedeni budur. Bk. Andırımlı Uslamlama.

3. Eleştiricilik : Bk. Analogien der Erfahrung Deney Andırımı Principe de la Permanence de la Substance Principe de la Succession des Phénoménes Principe de la Simultanété des Substances.

4. Yaşambilim : Günümüz yaşambiliminde andırışlar kuramı'ndan farklı olarak aynı kaynaktan gelmedikleri halde aynı görevi gördüklerinden ötürü birbirine benzeyen örgenlere andırımlı örgenler denilmektedir. Örneğin kuşların kanatlarıyla böcelerin kanatları böyledir her ikisi de uçmaya yarar oysa aralarında hiç bir özdeşlik yoktur. Bk. Andıran Örgenler Andırışlar Kuramı Benzetili.

5. Estetik : Antikçağ Yunanlılarından beri yakın zamanlara kadar güzel yazı ya da şiirlere benzer (Os. Nazire) yazmak ustalık sayılmış bu bakımdan güzel sanat yapıtları örnek tutulmuştur. Günümüz sanatında bu sadece bir taklit sayılır ve sanatdışı bir olgudur.

6. Tanrıbilim : Bk. Analogie Propre Analogie Métaphorique Analogon Rationis.

7. Dilbilim : Andırım dilbilimin başlıca yöntemlerinden biridir. Yeni sözcükler örneksemelerle türetilir.

8. Fizik : Bilinen benzeyişlerden bilinmeyen benzeyişleri çıkarmada kullanılan mantıksal andırım yöntemi fizik biliminde de başarıyla kullanılmıştır. Örneğin bunlar gücü önceden bilinen beygir gücüne benzetilerek ölçülmüştür.

9. Astronomi : Fizikte olduğu gibi astronomide de aynı mantıksal benzetme yöntemiyleönemli sonuçlar elde edilmiştir. Örneğin dünyamızdaki fizik ve kimyasal koşullara benzer koşullar bulunduğu için Ay'a adam göndermeye girişilmiştir.

10. Bilgi kuramı : Andırım yöntemi benzeyişten sonuç çıkarmada tanımlamada ve sınıflandırmada yararlıdır. Örneğin Claude Bernard et yiyicilerin kırmızı ve ot yiyicilerin sarı renkli idrar çıkardıklarına bakarak ot yiyici tavşanın aç bırakılınca kendi kendin yediğieşdeyişle yedek besinleriyle beslenerek ot yiyicilikten et yiyiciliği geçtiği sonucunu çıkarmıştır. Huygens ışığın bir dalga olduğunu ses titreşimleriyle ışık titreşimleri arasındaki benzeşmeye dayanarak bulmuştur. Andırım yöntemi ortak özellikleri bulunan nesnelerdebirinde bulunan başka bir özelliğin ötekine de bulunabileceği olasılığına dayanır. Ne var ki bu bir olasılıktır ve bilimsel kesinlikten yoksundur. Bundan ötürüdür ki yüzyıllar boyunca deney ve gözlem yerine kullanılmış olan andırış yöntemi birçok başarılı sonuçlar elde etmesine rağmen bugün kullanılmamaktadır. Bununla beraber kimi bilginlerbaşka yöntemlerle de denetlemek koşuluyla andırış yönteminin bugün de kullanılabileceği ve yararlı sonuçlara yol açabileceği kanısındadırlar. Ne var ki andırım tek başına bir tanıt olamaz ve başka yöntemlerle denetlemediği hallerde güvenilir bir tanıtlama değildir. Tanıtlama sorunun dışında andıranını yapma yoluyla bir çok yeni buluşları gerçekleştirebilir.



DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 29.06.2016

DÜŞÜNCE EVRENİNDE 18

“Düşünce Evreni” de bilimsel gelişmelerden etkilenmiştir. Çünkü her bilimsel gelişme yeni bir hayat tarzını doğurur. Her yeni tarz eski tarzlarla geçiş süresince çeliştiği gibi, yeni tarz kendi içinde de çelişir. Bu çelişmeler sorun demektir. Sorunlar genele yayıldıkça sorunsallaşır. Sorunun sorunsallaşması düşünce evrenini ilgilendirir. İşte bu noktada düşünenlerin düşüncesi sorunun ortaya konmasını sağlar.

“Düşünce Evreninde” adlı bu yazı dizimizde, düşünce dünyasında kullanılan dili ve/veya düşünce yöntemlerini veya tarzlarını göstermek amacımdır.  

ANABOLİSME
Besinlerin protoplazmaya dönüşmesi... Yaşambilim bilgini profesör Michael Foster, metabolizma olayını ikiye ayırmış ve bunlardan hücrelerin yıpranışına katabolisme, bu yıpranışı onarmak için hücre içinde besinlerin protoplazmaya dönüşmesine anabolisme andını vermiştir. Bu, İngiliz düşünürü Spencer’in intégration adını verdiği bir özümleme olayıdır. Foster’e göre her iki yaşambilimsel işlem birbirine karşı ters yönde işlerler.

ANALİTİK DÜŞÜNCE
Açıklığa ulaşmayı; örneğin, kavramları, önermeleri, yöntemleri, savları ve kuramları özenle parçalarına ayırmak yoluyla netleştirmeyi amaçlayan düşünsel evrenin bir görüşüdür.

ANALİTİK ÖNERME
Doğruluğu veya yanlışlığı, önermenin kendisinin çözümlenmesiyle belirlenebilecek olan önermedir. Karşıtı sentetik önermedir: Doğruluğunun belirlenebilmesi için kendi dışındaki olgulara gereklilik duyan önerme.

Çok uzun zamandan beri devletin varlığı tartışma konusudur. Çok önceleri küçük şehir devletçikleri halindeyken bir ailenin veya sülalenin hakimiyetiyle soyluların devletine, daha sonra sahip olduğu büyük toprak parçasının tarımsal geliriyle, yada ürettiği sanayi ürünü kazancıyla veya likidite transferiyle gelir elde eden daha büyük kitlelerin, yani burjuvaların hakimiyetiyle cumhuriyete dönüşen devlet bir ara büyük bir hayalle son hedefte kendini imha edecek komünizm öncesi toplumcu (sosyalist )devlete dönüştü. Ara ara görünen aşırı milliyetçi söylemle ırkçılığı savunan faşist devletleri bu arada es geçiyoruz. İşte devleti böyle aşamalara dayandığı sınıflara bakarak tek tipleştirici, özgürlük engelleyici bir organ olarak görmüşlerdir. Bu akımın adı “Anarşizm”dir. Anarşizm dinide özgür insanın önünde engel olarak görür.

Şimdide “ANARŞİZM”i inceleyerek görelim.
Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti.

Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur. Özgürlüğü gerçekleştirmek için en başta devlet yıkılmalıdır. Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum çağını başlatmak için kullanılamaz. Temsilcilik, gerçeklere dayanmayan bir düşçülüktür; bu gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür. Baskı yerine özgür işbirliği, korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir. Devlet yerine işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle meydana gelen federasyonlar kurulmalıdır. Uyum bu birleşmelerin doğal dengesiyle gerçekleşecektir. Çeşitli birlikler her an yön ve biçim değiştirerek her an etkin yönü ve biçimi kullanacaklardır. Devlet ile birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir. İnsan; bir üretici olarak anamalın otoritesinden, bir vatandaş olarak devletin otoritesinden, bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir gelişme olanağına kavuşmalıdır. Bütün insansal yetenekler ancak başsızcı yani lidersiz (anarşist) bir toplumda, hiçbir baskıyla engellemeksizin, özgürce gerçekleşebilir

ANDIRIM
Osmanlıca: Münasebet, Tecanüp, Mücaneset, Müşareket, Müşabehet, Mümaselet, Temsil, Münasele,  Müteşabihat, Teşbih, Delili Şebeh, Kıyası Fıkhi, Müşakele
Fransızca: Analogie 
Almanca: Analogie 
İngilizce: Analogy 
İtalyanca: Analogia.
Günümüz Türkçesi: Oranlar arasında benzerlik.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 27.06.2016

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

(Gönül Duranoğlu 2)
Merhaba sevgili okurlar. Geçen hafta başladığımız ve beş hafta sürecek Gönül Duranoğlu ve şiirlerine ayırdığım yazımızın ikincisiyle karşınızdayım. Önce şairimizi tanıyalım. 

“1940 yılında Ankara’da doğan Gönül Duranoğlu ilk ve orta okulu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde okudu. Daha sonra girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde Hocaları Ali Avni Çelebi ve Cemal Tollu’dan Sanat Eğitimi aldı. Aynı zamanda ressam olan şairimizin Resmi ve özel kolleksiyonlarda resimleri vardır. Üç sanat kuruluşunun kurulmasında önemli katkılarda bulunmuş, hatta bu kuruluşların bizzat kurucusu olmuştur. Resim çalışmalarıyla birlikte edebiyat çalışmalarına da şiir, deneme ve araştırmalarıyla sanat, edebiyat dergilerinde devam etmektedir. Gönül Duranoğlu, hayatın içinden geçen her türlü olgu ve olaylardan  gözlemlediklerinden edindiği izlenimlerini düşünsel, eleştirel ama içine kalbinide kattığı kendine özgü duygulu bakış açısıyla şiirlerine dökebilmiştir. Şiirlerinin tamamında geçmişten geleceğe uzanan iki uçlu yapı görünür. Geniş açılımlı, biraz geçmişe özlemide taşıyan, eleştirel ve nitelikli, bireysel ve toplumsal açıdan aydın sorumluluğuyla biçimlenmiş yaşam anlayışını öne çıkarıyor. Aydınlanmacı, savaşımcı çağdaş insan tutumuna kadın duyarlılığını ekleyerek bunu yapıyor.

Kısaca şairimiz ressam, şair ve yazardır. Cumhuriyetin ilk yıllarının duygularıyla kazandığı ülkünün etkisini eserlerinde görmek mümkündür.

Keyifle okumanız dileğiyle sıra geldi şiirlere...

...

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 3
Hâlâ gece ateşleri yanar
Mübarek toroslarda.
Tevatür eşkıya öyküleri
Biraz patlamış mısır kokar.
Kimse eşkiyaları anlayamaz
Benim kadar.
İnsanın göçebe yanıdır
Onlara dağlarda
Gece ateşleri yaktıran.
Çünkü mapusluğun bedeli
Daha hafiftir
Dağlarda yaşamaktan.
Ey çocukluğumun özgür
Dağlıları.
Ben o karanfil buğulu
Masallarımı yitirdim.
Sizin oralarda hâlâ
Rüzgar reyhan kokar mı?

Gönül Duranoğlu

***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 4
Bin yıldır yaşarım
Ben bu toroslarda.
Otların ağulusunu
Yosunların dermanlısını
Dağlılar öğretti bana.
Tanrıtanımaz
Bir eşkıya bilirim.
Üçgen muskasını
Hep boynunda taşırdı.
Her söylediğinde
Bildiği bir türküyü
Gizlemeden ağlardı.
“Yaman olur torosların boranı
Hançer değil sevda açtı
Ciğerdeki yaramı.”
Rüzgârın kıran
Ya da sevda getirenini
En iyi o anlardı.
Yanından hiç ayırmazdı
Doğum üzre telef olan
Bacısının resmini.
Adı kanlı katile çıkmış
Başka bir dağlı,
Ey her koyağına
Bin umut gizlediğim
Sırdaşım dağlar,
Bekleyin bu yaz da
Size çok anlatacağım var.

Gönül Duranoğlu

***

DAĞ ŞİİRLERİ-SİSYPHOS 5
Ey yolcu ne zaman
Türkü söylesem,
Allı pullu gelin ederim
Ben bu Torosları.
Rüzgârına reyhan katar
Dikenini mor sümbülle bezerim.
Dizelerim aldatmasın seni.
Dağlı bir göçebe değilsen
İnanma bana.
Taş, toprak ve dikenden
Başkasını bulamazsın orada.
Çünkü dağlar yalnız,
Kızıl şahinlerine
Ve yerleşik göçebelerine
Açarlar sırlarını..

Gönül Duranoğlu

***

DENİZ GEZGİNLERİ

(Deniz’e masallar IV)

Dünyanın bilinmeyen insansız bir adasında
Akıllı ve hüzünlü otuzyedi deniz kuşu yaşarmış.
Masal bu ya gerçekte bu kuşlar bir zamanlar insanmış.
Tanrı onları kötü ruhlu insanlara görünmez yapmış.
Vakt-i karanlıkta yaşarlarken ve insan suretindeyken.
Bu kuşlar her karanlığa ışığı ve sevgiyi taşırlarmış.
Günlerden bir gün bu 37 can ve dostları,
Geçmişi aydınlık bir diyara sevgi alışverişine gitmişler.
Çalmış çığırmışlar sözleşmiş söyleşmişler,
Tuvana bir şölen olmuş ki görenin aklı şaşmış.
Bu masalın kötüleri ise aymazlar diyarında yaşayan,
Güzelliklere kara pusular kuran karagoncoloslarmış.
Cayır cayır yakmışlar o güzel insanları.
Gazetelerde gördüm ve sonsuza dek Lanetledim o salyalı suratları.
Her yıl temmuz ayında gök yüzüne bakarım,
Denize doğru uçan kanat uçları yanık,
Otuz yedi deniz gezginini selamlarım.
Deniz aylardan temmuzsa ve sahildeysen,
Gökyüzüne bak otuz yedi deniz gezgini göreceksin.
Onlar yangınlardan geldiklerinden serin denizleri severler.
Deniz isimli çocuklara ve sevdiklerine görünürler.

Gönül Duranoğlu

***

DENİZ’İN MASALI
Uzat ellerini gökyüzüne çocuk,
Yakala en uzaktaki parlak yıldızı.
Tutsak et onu gözlerindeki gizemli ışığa.
Kayıp gitmesin bol yıldızlı bir gecede sonsuza.
Sana hiç temmuzu anlattım mı ben çocuk?
Ya da söyledim mi ağustosun türküsünü?
İkisi de Bir serencam üstünedir
Ve boyu fidan yağmur saçlı bir kızı anlatır.
Derler ki kız bir sevdanın ardına düşüp,
Kavminden kopmuş,
Sevdalısıyla uzak diyarlara gidip,
Yeni bir kavim kurmuş.
Ve temmuz ve ağustos çocuk,
Yağmur saçlı kızın güzelliğine vurgunmuş.
Temmuz tam biteceği gün,
Bir top ışık olup kızın kapısına konmuş.
Kız bu ışığı çok sevmiş.
Kız denizi de çok severmiş.
Ve tuzunu ve lacivertini.
Ağustos geri kalmamak için temmuzdan,
Ve bildiğinden saçlarında ışıkları saklayan
Sevdalı kızın denize özlemini,
O da bir top deniz olup temmuzun yanına durmuş.
Bu senin masalın çocuk.
Sen temmuz ve ağustossun.
Uzat ellerini ışığa ve denize,
Sen denizin ve ışığın çocuğusun.

Gönül Duranoğlu

***

DOSTUM
Benzersiz umarsız
Bir bulut indi bahçeme,
Kırkikindi yağmuruyla Ankara’nın.
Gece gibiydi gözleri
Ve kara bir gün gibiydi.
Çaresiz...
Gülüşü,
Duruşu,
Bir selam gibiydi.
Kardeşime benzer,
Tanıdık biriydi.
Sımsıcak,
Sevecen,
Dost,
Sanki bendendi.
Gözyaşlarındım senin,
Tanımadın mı,
Dedi.

Gönül Duranoğlu

***

DÖNÜŞ

(özel’e)

duydum geri dönmüşsün sılana
hasta ve çok yorgunmuş hepimize yeten yüreğin.
biz seninle bir zamanlar elele dolaşırken
gez göz arpacıkların menzilinde
şimdi karanlık güneşleri yanında taşıyormuşsun.
biz seninle aynı sılanın gurbetçileriydik
bütün kapıları çalıp seni soruyorum
falcıların yeşil su tasları dilsiz
bir ses, bir soluk, ince kırılgan bir gülüş
karanlığına karışmışlar bulamıyorum.
sen alanların en güzel gözlü kızı
kavgalarımızın kırmızı karanfili
hepimizin en narini, en güçlüsü
geçmişle geleceğin kesiştiği bir boşlukta
bir sunak taşının hem kurbanı hem bekçisi
sana biçilen karanlıkları artık taşıyamıyormuşsun
ah bir bulabilsem seni
uzatabilsek birbirimize ellerimizi
yeniden yaşatabilir miyiz kırmızı karanfillerimizi.

Gönül Duranoğlu

***

EĞRETİ
sevgili
zaman, bir türlü güvenemediğim
avuçlarımdan sessizce kayan sevgilim,
yine de her şeyimi bilen tek tanığımsın.
karun senin adına biriktirdi tüm servetini.
nemrut hala tan yeri bekçiliğini yapıyor.
gündüz, saçlarını her gün senin için örerken
gece, kahpeliklerin dökümünü
adına aht-i atiklere yazıyor.
atlılar geçiyor tozlu sokaklardan.
geçmişten geleceğe doğru
tarih düşmek için seni arıyorlar
adına altın sikke bastıranlar
ellerindeki sadaka taslarıyla peşinden koşuyorlar
kaybedilmiş bir savaşın ölü komutanları
utkularını anlatmak için adını sayıklıyor
leylak kokulu ilkbaharlar geçiyor önünden
heybelerinde kendi yağmurları yüklü
her şey geçip gitmek üzerine kurulu
gidenlerin yeri hemen doluyor
ve sonun başlangıcında her serencam
elindeki defter-i kebire kaydediliyor.

Gönül Duranoğlu

***

Bu haftalıkta bu kadar sevgili okurlar. Gelecek haftada şairimizle birlikte olacağız. Hepinize mutlu hafta sonları...



Yayın Tarihi: 26.06.2016

DÜŞÜNCE EVRENİNDE 17

“Düşünce Evreninde” adlı bu yazı dizimizde, düşünce dünyasında kullanılan dili ve/veya düşünce yöntemlerini göstermek amacım. Her kavramın, her eylemin isimlendirilerek hatırlanmasının sağlandığı bu yöntem, bilimsel ve teknolojik gelişmeye bağlı olarak topluma yerleşmiş değildir. Hatta tüketimin daha çok arttırılmasının düşüncenin reddedilmesine bağlı olduğu kabul edilmiştir. Böylelikle insanın bulunduğu üretim aşamalarında öncelikle alınır satılır bir meta haline gelmesi sonra ürettiği ürüne sanayi toplumu öncesinde olduğu gibi bedelsiz sahip olamaması buna bağlıdır. İnsanın üretim aşamalarında makinenin bir parçası olduğu düşünülecek olursa insan olmaktan çıktığını anlamak zor olmaz. Kapitalist düzendeki uzlaşmaz çelişki buradadır. Yaşadığımız bu çelişkiyi ortaya koymak gibi bir iddia taşımayan yazı dizimize devam ediyoruz.

MANTIKDIŞICILIK -ALOGİSME-
Mantıkdışıcılık... Gerçeğe sezgi ya da inanla varabileceğini ileri süren öğretiler, gerçeğe mantıksal akıl yürütmeyle varılabileceğini reddettikleri için bu adla anılmışlardır. Özellikle akıldışıcılar, inancılar ve sezgiciler, genellikle de gizemciler bu adla nitelenirler.

ALTBİLİNÇ 
Osmanlıca: Tahteşşuur, Matahteşşuur, Nimemşuur, Gayrı meş’urun bih, Şuuraltı, 
Fransızca: Subconscient, 
Almanca: Unterbewusst.
İngilizce: Subconscios, 
İtalyanca: Subcosciente, Subcoscio
Bilinç süreçlerini etkileyen bilinçdışı ruhsal süreçler... Dilimizde daha çok bilinçaltı deyimiyle dile getirilmektedir. Kimi sözcüklerde güçsüz bilinç (Osmanlıcası Zayıf şuur, Fransızcası Faiblement conscient) olarak tanımlanmış ve bilinçdışı (Osmanlıcası Gayrı şuur Fransızcası İnconscient) deyimiyle anlamdaş sayılmıştır.

ALTIK
Osmanlıca: Mütedahil, Arazi, Madun, Tekabülü basit;
Fransızca: Subelterne, 
Almanca: Subeltern, Subelternirt, Untergeordnet;
İngilizce: Subaltern, Subalternate;
İtalyanca: Subalterna Subalternata.
Külli yani bütüncül, cüz’i yani kısmi, günümüz Türkçesiyle tümel ve tikel karşıtlığını taşıyan önermelerin birbirlerine göre durumu.... Altık önermeler, nicelikçe karşıolumlu önermelerdir.

DENEYSELCİLİK -AMPİRİZM-
Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti... Bu öğreti bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan bilgi edinilemeyeceğini savunur. Bilginin duyumlara dayandığı savı, akıldan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir. Ampirizm, duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların, akli prensiplerin, doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkâr eder. Dolayısıyla bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve mahsulü olduğunu ileri sürer. Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul etmez.

Ampirizm, insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır. Ampirizme göre akıl, mantıki bir role sahiptir, yani olaylardan değil, gözlemlerden elde edilen önermeleri, tutarlı bir sistem halinde düzenleme rolüne sahiptir.

Ampirizm, şu önemli yanılgıları taşır: Maddesel ilişkilendirmekten yoksun olduğu için tek yanlıdır, bilgi sürecinde deneyin rolünü metafizik bir tutumla mutlaklaştırır. İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü küçümser. Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin göreli bağımsızlığını reddeder. Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de kişisel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil, pasif bir süreç olarak görür.

Ampirist John Locke doğuştan, önsel, bir bilgi olmadığını göstermek için “boş levha (tabula rasa) deyimini kullanmıştır. Locke göre insan beyni, doğduğu anda boş bir levha gibidir. Bu levha, yaşandıkça duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır. Bu yüzdendir ki yeni doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş kalır. Çünkü doğuştan bilgi yoktur. Bilgi, ancak duyularla elde edilebilir. Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez. Anadan doğma körde renk bilgisi yoktur, çünkü rengi algılayamamaktadır.

DENEYSEL -AMPİRİK- DEYİ
Türkçe: Marksbilim
Kuramsal deyi karşıtı, eylemsel deyi... Herhangi bir olgunun kuramsal deyimi, ampirik deyiminden başkadır. Örneğin, ekonomide değer kuramsal deyi, fiyat aynı olgunun ampirik deyimi’dir. Artık-değer ve kar deyileri de böyledirler. Birincisi aynı olunun kuramsal deyimini, ikincisi ampirik deyimini dile getirirler. Ampirik deyi ile kuramsal deyi, her zaman, birbirine uygun düşmezler. Örneğin değer ve fiyat aynı değildirler, bir malın değeri on kuruş olduğu halde fiyatı on beş kuruş olabilir. Ampirik olgu, kuramdan (Fransızcası Téorie, teori) uzaklaşabilir ama kuramsız anlaşılmaz. Bu iki deyi biçimi arasındaki önemli farkın anlaşılmaması, ekonomi alanında birçok yanlış sonuçlara varılmasının nedeni olmuştur. 



DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 24.06.2016

DÜŞÜNCE EVRENİNDE 16

Bir süredir ara verdiğimiz “Düşünce Evreninde” yazı dizimize geri dönüyoruz. Bugün yabancılaşma konusuna değineceğiz. Yabancılaşma, insanın sadece insandan ayrı düşerek yabancılaşması değildir. Söz konusu olan insanın bulunduğu üretim aşamalarında öncelikle alınır satılır bir meta haline gelmesi, sonra ürettiği ürüne sanayi toplumu öncesinde olduğu gibi bedelsiz sahip olamamasıdır. İnsanın üretim aşamalarında makinenin bir parçası olduğu düşünülecek olursa insan olmaktan çıktığını anlamak zor olmaz. İşte buna yabancılaşma diyoruz. Kapitalist düzendeki uzlaşmaz çelişki buradadır.

Yabancılaşma görüldüğü gibi üretim aşamalarının bir sonucudur ama bununla sınırlı değildir. Diğer etkenlerle birlikte yabancılaşma kavramını yakından görelim.   

ALİENATİON (Yabancılaşma)
İnsanın çevresinden, işinden, emeğinin ürününden ya da benliğinden uzaklaşma ya da ayrılma duygusunu dile getiren kavram. Çağdaş yaşamın çözümlenmesinde çok kullanılan bu kavram değişik anlamlara gelir.

1)Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil, dış etkenlerin, yazgının, şansın ya da kurumların belirlediğini düşünmesi

2)Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu düşüncesi.

3)Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının, güvensizliğin, sınırsız bireysel rekabetin yaygınlaşması.

4)Kültürel Yabancılaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu.

5)Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu.

6)Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması

Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx’a göre bu kavram, insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir. Tarihsel süreçte insan, tarihsel ve toplumsal yasaların bilgisini edinip onlara egemen olamamasından ötürü, toplumsal gelişmeyi insansal özünü geliştirici bir biçimde geliştirememiştir. Toplumsal yasaların bilincine varmadan toplumsal gelişmeyi bilinçle ve insanca yönetmek imkansızdı. Bu bilgisizliğin sonucu olarak, tarihsel süreçte hep kendisine yabancı, eş deyişle insansal olmayan ürünler ortaya koymuştur. Bundan ötürü insan, yarattığı maddesel ve ruhsal dünyasını durmadan zenginleştirdiği halde bizzat kendisini maddesel ve ruhsal olarak durmadan yoksullaştırmıştır. Bunun sonucu olarak insan, bizzat kendi kendisine yabancılaşmış ve insan olmayana dönüşmüştür. 

İşte açıklama bu.

Gerçeği arayacak olursanız meta fetişizmi (saplantılı mal tutksu) bunun ürünüdür. Meta fetişizmi ancak insanın metayı araçsallaştırmasıyla önlenebilecekken, amaç haline getirildiği için, hem ürettiği metaya yabancılaşma ve hem onu edinmek için fazladan zaman tüketme gibi çifte sarmalın içine girmektedir.

Yabancılaşmanın bir olumsuz yanı yalnızlaşmadır ki buda fetişizmi doğuran ana etkendir.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 22.06.2016

BUNDADA BİR HAYIR VARDIR

“Vardır bunda bir hayır” sözünü eskiden daha çok duyardık belki. Eskiler ister iyi ister kötü, her olay karşısında bu sözcükleri kullanırlardı. Çünkü insanların kendi bulundukları açıdan olayları bütün boyutuyla görmeleri mümkün değildi ve hiçbir zaman mümkün olmadı. Bunun itirafıdır o söz. Öte yandan hem bir umudu da belirtir, hem üst akla; yani yaratıcıya teslim olmayı. Bunun bir adım ötesi “Bakalım Mevlâ’m neyler? Neylerse güzel eyler!” sözüdür.

Durumu kabul ederek umutla beklemek iyimser olmak değil midir?

Hayata iyimser bakmanın yararları saymakla bitmez. En azından en kötü durumda bile insan yıkıma uğramaz. Ancak sebepsiz iyimserlik falcılıktan farksızdır. Yada sebepsiz iyimserlik uzak görüşlülük eksikliğinin işaretidir. İnsan ne fal umudu taşımalıdır, ne olayları tartmadan iyimser olmalıdır. Ama hayatın kargaşaya dönüşmesi istenmiyorsa hikâyemizdeki gibi bir bilinmezi iyiye yormak gerekir. Çünkü bizleri yaratana teslim olunmazsa içimizde bitmez çelişkiler doğar. O çelişkiler kötümserliği getirir.  Kötümserlikten kuşku, kuşkudan kargaşa, kargaşadan kavga çıkmıştır hep. Oysa hayat dinginlikle huzurludur. Dinginlikse iyimserlikte vardır.

Yazarını bilmediğim bugünkü hikâyemiz bu konuyu işliyor. 

*

Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral,daha çocukluğundan itbaren arkadaş olduğu,birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı.Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister başkasının,ister iyi olsun ister kötü,her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!"

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar.Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu.Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.

Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
“Bunda da bir hayır var!”
Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
“Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?”
Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar.

Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı
çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

“Haklıymışsın!” dedi.
“Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi.”
“Hayır” diye karşılık verdi arkadaşı.
“Bunda da bir hayır var.”
“Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırdı kral.
“Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.”

“Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?
Ve sonrasını düşünsene?”

*

Hikâyemiz gerçek olaya dayanmayan hoş bir hikâyeydi. Yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim. Allah koruyacaksa kullarını onlara sebepler yaratır.


Tıpkı bu hikâyede geçen sebepler gibi... 


Yayın Tarihi: 20.06.2016