30 Haziran 2016 Perşembe

BUNDADA BİR HAYIR VARDIR

“Vardır bunda bir hayır” sözünü eskiden daha çok duyardık belki. Eskiler ister iyi ister kötü, her olay karşısında bu sözcükleri kullanırlardı. Çünkü insanların kendi bulundukları açıdan olayları bütün boyutuyla görmeleri mümkün değildi ve hiçbir zaman mümkün olmadı. Bunun itirafıdır o söz. Öte yandan hem bir umudu da belirtir, hem üst akla; yani yaratıcıya teslim olmayı. Bunun bir adım ötesi “Bakalım Mevlâ’m neyler? Neylerse güzel eyler!” sözüdür.

Durumu kabul ederek umutla beklemek iyimser olmak değil midir?

Hayata iyimser bakmanın yararları saymakla bitmez. En azından en kötü durumda bile insan yıkıma uğramaz. Ancak sebepsiz iyimserlik falcılıktan farksızdır. Yada sebepsiz iyimserlik uzak görüşlülük eksikliğinin işaretidir. İnsan ne fal umudu taşımalıdır, ne olayları tartmadan iyimser olmalıdır. Ama hayatın kargaşaya dönüşmesi istenmiyorsa hikâyemizdeki gibi bir bilinmezi iyiye yormak gerekir. Çünkü bizleri yaratana teslim olunmazsa içimizde bitmez çelişkiler doğar. O çelişkiler kötümserliği getirir.  Kötümserlikten kuşku, kuşkudan kargaşa, kargaşadan kavga çıkmıştır hep. Oysa hayat dinginlikle huzurludur. Dinginlikse iyimserlikte vardır.

Yazarını bilmediğim bugünkü hikâyemiz bu konuyu işliyor. 

*

Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral,daha çocukluğundan itbaren arkadaş olduğu,birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı.Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister başkasının,ister iyi olsun ister kötü,her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!"

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar.Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu.Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.

Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
“Bunda da bir hayır var!”
Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
“Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?”
Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar.

Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı
çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

“Haklıymışsın!” dedi.
“Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi.”
“Hayır” diye karşılık verdi arkadaşı.
“Bunda da bir hayır var.”
“Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırdı kral.
“Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.”

“Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?
Ve sonrasını düşünsene?”

*

Hikâyemiz gerçek olaya dayanmayan hoş bir hikâyeydi. Yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim. Allah koruyacaksa kullarını onlara sebepler yaratır.


Tıpkı bu hikâyede geçen sebepler gibi... 


Yayın Tarihi: 20.06.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder