Geçen zaman içinde ne değişti de ahlaki erozyon diyeceğimiz
sonuçla karşılaştık. Şu söz bunu açıklamaya yetmez mi? “Ey para, sen tanrı
değilsin fakat tanrıdan da güçlüsün.” Çünkü cennet yaratıcıya liyakat ve
yaratıcının rızasıyla kazanılan yer olmaktan çıkı, yeryüzünde alınıp satılan
bir nesneye dönüştü.
Bu dönüşüm süreçlerini Hulusi Arslan’ın makalesinden
alıntılarla görelim.
*
“Modernizmin kalkış
noktasında bulunan göreceli değer algısı, bütün insanlığın yararını gözetecek
şeklide davranmaya engel olmaktadır.
Modernizmin mantıksal
örgüsü, doğrusal yönde ilerlemeyi öngörmektedir. Bu durumda sabit bir değerden
bahsedilmesi doğru olmayacaktır. Nitekim Aydınlanmacı filozoflar, değer ile
olguyu ayırarak, değerleri bilimsel faaliyetlerden uzak tutmak istemişler,
böylece değerlere, her şart altında geçerli ilkeler olarak bakılamayacağını
savunmuşlardır. Sözgelimi, Hume’a göre, değerler insanın psişik doğasından (ruhsal
yapısından) kaynaklanır, dolayısıyla
özneye (kişiye) bağlı olarak değişen
bir özelliğe sahiptir. Ona göre, kendiliğinden saygın ya da aşağılık,
kendiliğinden güzel ya da çirkin hiçbir değer yoktur; bu nitelikler, insanların duygu ve ilgilerinden, yapıları
ve özyapılarından doğar.”
*
Burda araya girerek bir gerçeği vurgulamak gerek. Din
adamlarımız bilimden uzak durup her türlü araştırmayı tu kaka ilan ettiği
sürece İslam dininin başlangıçtaki gelişmeci ruhunu yakalaması imkânsızdır.
Batının sanat ve edebiyatını incelediğinizde ayrıntıcı bir anlatımın olduğunu
her şeyin bütün ayrıntılarıyla incelendiğini görürsünüz. Doğu sanat ve
edebiyatı şiirden öteye gidememiştir. Şiir ne kadar eğitici şiir olursa olsun
kestirmeci bir yapıya sahiptir. Tıpkı karikatür gibi. Nedenini incelemeden
olguyu ve sonucu gösterir. Bizde çok dar bir çevrenin dışında anı, inceleme,
bilimsel makaleye önem verilmemesi bu yüzdendir. Devlet yöneten insanların pek
azı anı yazar. Bu düşünsel ve edebi çoraklığımızı göstermeye yeter. Böyle bir
yapıda batıya karşı varlığını değişmeden sürdürmek imkânsızdır. Hulusi
Arslan’ın makalesine dönelim.
*
“Modernizmin özündeki
göreceli değer algısı, belirtildiği üzere, modern insanı, başkalarının zararına
rağmen, kendi çıkarlarını öncelemekten alıkoyamamıştır.
Modernizmin seküler
bir pradigmaya (din dışı anlayışa)
sahip olması, modern insanı başkalarının haklarını düşünmekten alıkoymaktadır.”
*
Batının doğruluğu dürüstlüğü üstüne çok söz söylenir. Hatta
“bir kelime-i şahadet getirmeleri eksik” diyenler az değil. Onlar dini öteki
dünya anlayışına ittikleri için parayı öne çıkardılar. Cezai yaptırımlar paraya
dayandığı ve bu cezalar sıkı denetimle uygulandığından parasızlığın, bugünkü
kredi kartlarıyla da harcama limitlerinin düşmesi yeryüzü cehennemi olarak
görünmesine yol açar. Bizde paracı sistem tam oturmuş değildir. Paracı sistemle
cezalar çok can yakar olamamıştır. “Adamını bulma, işi ayarlama” kuralı
geçerliliğini yitirmediği sürece her işi sulandırma ahlakını terk etmeyeceğimiz
çok açık. Hulusi Arslan’a dönelim.
*
“Din ile bilim
arasında oluşan bu mesafe, sonunda dini, akıl ve bilimin dışına itmiştir.
(...)
İnancın, bilgi ve
akılla ilgisinin kesilmesi, bir bakıma onu gerçeklik dışına itmektir. İnancın
gerçek dışı olabileceği iması ise, şimdi ve hazır olana yönelik motivasyonu
güçlendirir ve yaşamın amacını dünyevi alana yöneltir.
(...)
Bu ideal yalnızca
dünyevî fayda ve hazzı elde etmeyi amaçlayan ve bu amaca ulaştıracak her türlü
yolu meşru gören pragmatist bir düşünce tarzını ortay çıkarmıştır. Bu düşünce
tarzı, Batı’da ete kemiğe bürünmüş bir biçimde kendisini Kapitalizm olarak dışa
vurmuştur. Zira Kapitalizm aslında yüksek insani değerleri gerçekleştirmek için
bir araçtan ibaret olan kazancı artık yaşamın temel amacı haline getirmiştir.
(...) nihai amacını
dünyevî kazanca indirgeyen bir zihniyetle, daha çok kazanç, daha çok güç, daha
çok hâkimiyet, daha çok haz uğruna, ahlâkın araçsal bir yapıya dönüşeceği
söylenebilir.”
*
Eski ahlaka göre kazanç daha çok insana fayda sağlamaya
yönelikken (burada feodal Hıristiyan anlayışı söz konusu değildir) kapitalizmin
dayattığı kazanç büyüme, büyümek için küçüğü yutmaya yönelmiştir. Onun için
birey daha çok yemeli, daha çok giymeli, daha çok gezmeli, daha çok eğlenmeli,
kısaca daha fazla tüketmelidir. Daha fazla tüketirken tanrı olmayan ama
tanrıdan daha güçlü gördüğü değişim aracı paraya tapmalıdır. Her ülke bu
sisteme uyarlanmaktadır. Ahlakta bunun doğrultusunda ülkeden ülkeye farklılık
gösterse de temel yapısı aynı olmak üzere değişmektedir. Bütün dünyaya insan
hakları, demokrasi özgürlük, barış ve dolaylı olarak zenginlik ve refah vaat
edilmesine rağmen savaş, terör, gelir dağılımı adaletsizliği, çevre kirliliği,
açlık ve yoksulluk gibi sorunlar bu ahlakın sorgulanması gerektiğini gösteriyor
bence.
Ahlak konusu burada bitti yalnız “Düşünce
Evreninde” konusu sadece ahlakla sınırlı değil. Gelecek yazılarda sırasıyla
ilgili konulara dilimiz döndüğünce değineceğiz.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 03.06.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder