30 Haziran 2016 Perşembe

DÜŞÜNCE EVRENİNDE 12

“Düşünce Evreninde” dizimizde “ahlak” konusunu bugün bitiriyoruz. Ahlakı belirlemekte, din olgusu kadar geleneklerinde etkili olduğunu belirtmiş, “Kısaca anmak gerekirse; insanı doğru ve adaletli olmaya, muhtaçlara yardım etmeye, iyilik yapmaya, iyiliğe teşekkür etmeye, insan haklarına saygı göstermeye davet eden; adam öldürme, yalan, aldatma, bencillik, hırsızlık, zina, zulüm ve haksızlık gibi kötülüklerden uzak durmaya çağıran temel davranış biçimleridir.” Demiştik.

Geçen zaman içinde ne değişti de ahlaki erozyon diyeceğimiz sonuçla karşılaştık. Şu söz bunu açıklamaya yetmez mi? “Ey para, sen tanrı değilsin fakat tanrıdan da güçlüsün.” Çünkü cennet yaratıcıya liyakat ve yaratıcının rızasıyla kazanılan yer olmaktan çıkı, yeryüzünde alınıp satılan bir nesneye dönüştü.

Bu dönüşüm süreçlerini Hulusi Arslan’ın makalesinden alıntılarla görelim.
*
“Modernizmin kalkış noktasında bulunan göreceli değer algısı, bütün insanlığın yararını gözetecek şeklide davranmaya engel olmaktadır.
Modernizmin mantıksal örgüsü, doğrusal yönde ilerlemeyi öngörmektedir. Bu durumda sabit bir değerden bahsedilmesi doğru olmayacaktır. Nitekim Aydınlanmacı filozoflar, değer ile olguyu ayırarak, değerleri bilimsel faaliyetlerden uzak tutmak istemişler, böylece değerlere, her şart altında geçerli ilkeler olarak bakılamayacağını savunmuşlardır. Sözgelimi, Hume’a göre, değerler insanın psişik doğasından (ruhsal yapısından) kaynaklanır, dolayısıyla özneye (kişiye) bağlı olarak değişen bir özelliğe sahiptir. Ona göre, kendiliğinden saygın ya da aşağılık, kendiliğinden güzel ya da çirkin hiçbir değer yoktur; bu nitelikler, insanların duygu ve ilgilerinden, yapıları ve özyapılarından doğar.”
*
Burda araya girerek bir gerçeği vurgulamak gerek. Din adamlarımız bilimden uzak durup her türlü araştırmayı tu kaka ilan ettiği sürece İslam dininin başlangıçtaki gelişmeci ruhunu yakalaması imkânsızdır. Batının sanat ve edebiyatını incelediğinizde ayrıntıcı bir anlatımın olduğunu her şeyin bütün ayrıntılarıyla incelendiğini görürsünüz. Doğu sanat ve edebiyatı şiirden öteye gidememiştir. Şiir ne kadar eğitici şiir olursa olsun kestirmeci bir yapıya sahiptir. Tıpkı karikatür gibi. Nedenini incelemeden olguyu ve sonucu gösterir. Bizde çok dar bir çevrenin dışında anı, inceleme, bilimsel makaleye önem verilmemesi bu yüzdendir. Devlet yöneten insanların pek azı anı yazar. Bu düşünsel ve edebi çoraklığımızı göstermeye yeter. Böyle bir yapıda batıya karşı varlığını değişmeden sürdürmek imkânsızdır. Hulusi Arslan’ın makalesine dönelim.
*
“Modernizmin özündeki göreceli değer algısı, belirtildiği üzere, modern insanı, başkalarının zararına rağmen, kendi çıkarlarını öncelemekten alıkoyamamıştır.
Modernizmin seküler bir pradigmaya (din dışı anlayışa) sahip olması, modern insanı başkalarının haklarını düşünmekten alıkoymaktadır.”
*
Batının doğruluğu dürüstlüğü üstüne çok söz söylenir. Hatta “bir kelime-i şahadet getirmeleri eksik” diyenler az değil. Onlar dini öteki dünya anlayışına ittikleri için parayı öne çıkardılar. Cezai yaptırımlar paraya dayandığı ve bu cezalar sıkı denetimle uygulandığından parasızlığın, bugünkü kredi kartlarıyla da harcama limitlerinin düşmesi yeryüzü cehennemi olarak görünmesine yol açar. Bizde paracı sistem tam oturmuş değildir. Paracı sistemle cezalar çok can yakar olamamıştır. “Adamını bulma, işi ayarlama” kuralı geçerliliğini yitirmediği sürece her işi sulandırma ahlakını terk etmeyeceğimiz çok açık.  Hulusi Arslan’a dönelim.
“Din ile bilim arasında oluşan bu mesafe, sonunda dini, akıl ve bilimin dışına itmiştir.
(...)
İnancın, bilgi ve akılla ilgisinin kesilmesi, bir bakıma onu gerçeklik dışına itmektir. İnancın gerçek dışı olabileceği iması ise, şimdi ve hazır olana yönelik motivasyonu güçlendirir ve yaşamın amacını dünyevi alana yöneltir.
(...)
Bu ideal yalnızca dünyevî fayda ve hazzı elde etmeyi amaçlayan ve bu amaca ulaştıracak her türlü yolu meşru gören pragmatist bir düşünce tarzını ortay çıkarmıştır. Bu düşünce tarzı, Batı’da ete kemiğe bürünmüş bir biçimde kendisini Kapitalizm olarak dışa vurmuştur. Zira Kapitalizm aslında yüksek insani değerleri gerçekleştirmek için bir araçtan ibaret olan kazancı artık yaşamın temel amacı haline getirmiştir.

(...) nihai amacını dünyevî kazanca indirgeyen bir zihniyetle, daha çok kazanç, daha çok güç, daha çok hâkimiyet, daha çok haz uğruna, ahlâkın araçsal bir yapıya dönüşeceği söylenebilir.”
*
Eski ahlaka göre kazanç daha çok insana fayda sağlamaya yönelikken (burada feodal Hıristiyan anlayışı söz konusu değildir) kapitalizmin dayattığı kazanç büyüme, büyümek için küçüğü yutmaya yönelmiştir. Onun için birey daha çok yemeli, daha çok giymeli, daha çok gezmeli, daha çok eğlenmeli, kısaca daha fazla tüketmelidir. Daha fazla tüketirken tanrı olmayan ama tanrıdan daha güçlü gördüğü değişim aracı paraya tapmalıdır. Her ülke bu sisteme uyarlanmaktadır. Ahlakta bunun doğrultusunda ülkeden ülkeye farklılık gösterse de temel yapısı aynı olmak üzere değişmektedir. Bütün dünyaya insan hakları, demokrasi özgürlük, barış ve dolaylı olarak zenginlik ve refah vaat edilmesine rağmen savaş, terör, gelir dağılımı adaletsizliği, çevre kirliliği, açlık ve yoksulluk gibi sorunlar bu ahlakın sorgulanması gerektiğini gösteriyor bence.

Ahlak konusu burada bitti yalnız “Düşünce Evreninde” konusu sadece ahlakla sınırlı değil. Gelecek yazılarda sırasıyla ilgili konulara dilimiz döndüğünce değineceğiz.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 03.06.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder