30 Haziran 2016 Perşembe

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

(Onat Kutlar 3)
Merhaba sevgili okurlar. 2 haftadır Pazarları şairimiz Onat Kutlar ve şiirleriyle birlikte olduk.  Bu hafta son kez bitlikte olacağız. Daha önceki iki hafta şairimizi tanıtmıştım, kaçıranlar olabilir düşüncesiyle gene önce kendisini tanıyalım, sonra şiirlerine devam ederiz.

“25 ocak 1936 yılında Alanya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketi Gaziantep’te tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini son yıl yarıda bıraktı, felsefe öğrenimi için Paris’e gitti. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Doğan Kardeş dergisinde sekreterlik yaptı. 1956 yılında, a dergisinin, 1965’te ise Türk Sinematek derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve 1976 yılına kadar aynı derneğin yöneticiliğini yaptı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Yönetim ve Yürütme Kurulu üyesiydi.
1952’de çeşitli dergilerde yer alan şiirleriyle tanınmaya başlayan Onat Kutlar, Gösteri, Hisar, İlke, Küçük Dergi gibi dergilerde şiirlerini yayımladı. Duyarlı, ayrıntılara inen, açık bir söylemle yazdığı şiirlerinde toplumsal durumlar ve konumlar öne çıkmaktaydı.
İstanbul’da The Marmara Oteli’nin pastanesine konan bombanın patlaması sonucu yaralandı, 15 Ocak 1995’te yaşamını yitirdi.”

Kısaca şairimiz böyle tanıtılmış, sıra şiirlerine geldi.

...

MARDİN HOYRATI
- Nedendir oğul, sabaha karşı
bir kanat gölgesi geçti yüzünden
Kartal mı desem yoksa keder mi
Bir günah işledin mi?
- İşledim ana, bir ağaç kestim.
- Kalk oğul uyku iyi değildir
Bir arpa ekmeği yapayım sana
Günün çayı yatıştırır öfkeyi
Bu horoz neden ötmüyor?
- Düşte uyur görüyorum kendimi.
- Sormak bana düşmez oğul, erkek
kendi kanadıyla uçar, git su boyuna
yıka ellerini bir de tütün sar
Düğün yok ellerin neden kınalı?
- Ana ben sevdiğimi öldürdüm.
Kaynak: İki Irmak Arası

ONAT KUTLAR

***

ORMAN
Kendine esen rüzgârla derinleşen
yüzü bir adamın durur
ve ormana bakar, bu benim.
Damarların uğultusunu duyar bir sarnıçtan
gizli bir kente döşenmiş su yollarının
Ağaçların sararmış yaprak uçları
dalarken gökyüzünün karanlık denizine
kökler büyülü bir ışıkla aydınlanır ve toprak
yabancı bir mimariye açılır, bana ait olan.
Yalnızlık, doğunun bildik çarşısı
kendi alışverişiyle canlanır, yeni bir ırkın
kölesi masmavi bir adam haber bekler, benden
yabancı bir tapınağın tanrıçasına.
Ötmeyen soyu tükenmiş kuşun saati
alacakaranlığı gösterir, gündüze mi geceye mi
gideceği belirsiz bir yolcu gibi. Ben.
Anılar biter ve bir cumhuriyetin
sınırları silinir.
Çekilirken bir çınarın burcuna
yüzünün gölgesi olan güneş bayrağı,
bir adam çam iğnelerinden bir çelenk koyar
kayanın dibine, bir gençlik anıtı olan kayanın.
Sonra ağır ağır ağaca dönüşür
Geleceğe ve sonsuzluğa uzatır yapraklarını
sürgünde bir kıral gibi, ülkesi olmayan
Bırakır kılıcını toprağa
rüzgâr ve büyüyle gelen adam
Geriye uzak bir uğultu kalır ve kimsenin ayak basmadığı bir orman.

ONAT KUTLAR

***

PERA’LI BİR AŞK İÇİN
Merhaba güzelim, bak nasıl doldurdu
-Dur önce şu sigaramı yakayım-
Kırmızı bir güneş bardağımızı
Dışarda kararan rum kilisesinin
Gürültüyü yapraklara çeviren
Çan sesleriyle yüklü ve karmakarışık
Saatlerden geçiyoruz umut, ayrılık
Günleri. Yüzünün gülü kapalı
Acı eylül geçiyor köklerimizden
-Sanırım değişen bir şey olmalı-
Biliyoruz öğle sonu mavi perdesi
Gözlerinin yıldızıyla ışıyan
-Dur güzelim yüzüne dokunacağım-
Ve aklı yetmeyen tarlakuşuna
Öpüşlerle derinleşen bir halı
Yeni gelin bahçeleri dokuyan
-Bu kör eylül karanlığından uzak-
Bir ölümsüz yaz ülkesi olmalı
Çıkalım buradan hemen gidelim
-Ben önce şu hesabı vereyim-
Avluda fatihin ormanlarından
Kesilmiş çamlara bakan rum yetim
İçimi yalnızlıkla dolduruyor
Kapıda sadakor bir dalgınlığın
Ardından bize bakan şu delikanlı
-Nasıl benim gençliğime benziyor-
Şiirimiz bitince ve solduğunda
Sarı gül yaprağına yazdığım divan
Alıp götürecek bir sahaf olmalı

ONAT KUTLAR

***

SADECE SENİN YÜZÜN
At konuşmadan çıkar yollara
Eğersiz çıplaktır bir payitahtın
ıssız sokaklarından sabaha karşı
bir ılgarla geçer
Açılır sular ve deniz koşar yalnızca
kendinin bildiği ülkeye doğru
Ardında kıvılcım tarlaları bırakır
Ayaklarında mermere çarpan
demirler bulunması bundandır
Denizi bilir de bakmadan geçer
At uysaldır parlak gönderine
çekilir çocuklar ve gökkuşağı
Kamçıdan dizginden gemden çekinmez
Korkusundan değil utanmasından
Bir çam hizasından geçer ormanı
Yel burnunun narin kanatlarına
bir ipek sezgisiyle dokunur. Ova
Sonra kentler gelir durur bakar at
Gözleri güzeldir gelecek gibi
Sisli yaprakları demir kargıyla
kuşatan askerler ve köpekleri
yelesinin sularında boğulsun diye
fırtınayı bekler
Sonra çılgın dörtnala bir koşu başlar
Nereye nereye? Belki Oramar
Yakar kendi yazısının yapraklarını
Sarı tanyerinin bulutlarından
alnına durmadan yıldızlar kayar
Ayağı sekili dağ köylerinden
kaynağı bilinmez sulara doğru
Bir resim değildir at ve sınırları
tam çizilmemiştir
Tökezler bir düşün yamaçlarında
Kişneyerek bir çavlana dönüşür
Bekler Oramarın ıssız dağları
ve altın nadaslardan doğan çocuklar
yeni bir at gelinceye kadar

ONAT KUTLAR

***

SURLAR VE DENİZ
körler ülkesinin tam karşısında
çünkü gören olmadı seni benden başka
duran kent sevgilim nicedir
surların çevirdiği denize doğru
kurdum barbar çadırını bekliyorum
bekliyorum bembeyaz bir yapının
omuzlarına konacak kartal
kapına dikilmiş boynuzlarıyla
kara koç başı hırslı kalkan
ve hasret ve tutku ve bitip tükenmez
ayrılığa inatla kafa tutan
bakışların tozlarına bulanmış
ağaç heykeli olan gövdemle
içinden görmek istiyorum seni
dinlemek daha da bir güze doğru
çimenlerinden geçen serin esintiyi
yıkanmak derin saatlerinde denizinin
yarı aydınlık sokaklarından geçmek ve eski
bir balıkçının uslanmaz merakıyla
ağ atmak akşama karşı sularına
yanan alnımı su mermerinin
karnına koymak ve uyumak
yorgun savaşçının
tütün ve barut kokusuyla uyumak bir hayvanın
karlı sınırlarını aşmak bir yaza doğru
saklı kent bıktım seni kuşatan
kendi çadırlarından kör kılıcına
tuğlalarla örülmüş yanık surlardan
bıktım bana uzaklığı öğreten
di’li geçmişiyle zamanın
yazılmış kuşatma günlüklerinden
taş perdeleriyle bir gize doğru
yelken açan kent göremiyorum seni

ONAT KUTLAR

***

TEŞEKKÜRLER KALBİM SANA
Gençliğimin dalları hep ikindiyi gösteren durmuş bir
yelkovan gibiydi o yıllarda yani erken ölümü ve içinde
altın tozlarıyla ağır ağır yaz boyunca yaprakları tirse
yeşili ve kişin yoktu bilemezsin o küçük saatin karnında
sapsarı bir çark ne işe yarar tıpkı kimi sözcükler gibi
önce anlaşılmayan ve bir zaman gelir döner başlatır
bir şiiri
İşte öyle bir şarkıydı
Her gün içimde yaşayan yalnız bir japonun küçük bir
alanda kırmızı kasım yapraklarını büyüttüğü paris'te
tuvaletlerinde bile çeyrek le monde sayfaları kullanılan
çünkü kalındır kağıdı banyolarla dolu ve sartre'in
çocukluk anılarıyla bir otelde lahmacun cumhuriyetinin
üç uyruğuyla eski bir rus plağını ilk kez dinlerken
bu şarkı çantama düşürmüş olmalı
geleceğin ormanını
Sağol yüreğim çünkü o ezgi
bakir bir şafakta uçarken saatlerce altımda “güneşte
sararmış kemik ve kil ve külle örtülü” ortaasya kentleri
ve parti çizgisinde lacivert giysilerle adamlar büyük
bir gökyüzü gemisinin lombozlarından alkol denizinde
yüzen daglara bakar bakar donuk gözlerle
içimde bir sıkıntı ne istediğimi bilmiyorum görünmüyor
ekimin kayıp ülkesi düşünürken habersiz savurduğumuz
beyaz bir bulutta
seni taşıyordu
Bağlı kaldı
içimdeki japonun da içinde kapkara bir koç o yüzden
dolanır durur düşleyerek tanyeri ülkesini ve bekler ne
zaman ışıtacak beyaz duvardaki tüy sarmaşığı seher
yıldızı bekler kil çadırlarda göçer denklerine sıkışmış
kara bir çekirge gibi umutsuz bir yarini ve atlara eğer
örgütleyen kolan durmadan dağılır gider gene de iner
mahmuz kan içinde bir hint horozunun gözlerine kararır
ortalık nerede başaklar ve yanılmıyorsam tıpkı
böyle bir zamanda yüreğin kanatları bir tele çarpar
eski bir şarkıyla
Çark döner
tamamlar şiirimizi.

ONAT KUTLAR

***

TURGUT’A
Eylül mezarlıklarından şimdi her gece
ellerinde fenerlerle geçen arkadaşlarım
Oturup düşündüm unutkan bir ülke eylül
Herkes unutuyor ancak bir deniz sofrasında
durulunca hazları tenin ve bütün kitaplar
hatırlıyoruz. Ne kadar yoksuluz çocukluğumuzda.
Anamızın eteğine doldurulmuş çakıltaşları
Güz gelince yeniden ölen çekirge, savruk otlar
gizli bir tarihin yarıklarını
doldurmak için ırmağın sürüklediği çerçöp
kambur yollarında ceza okullarının
aşınmayı önleyen bir avuç kabara ve anamız
şimdi düşünüyorum kimbilir kaç kez
yamalı çoraplarla birlikte yeniledi bizi
Islanınca esmer defterleri yüzümüzün
bu çamurla kanla alınteriyle gizli bir yazgı
çakıyor bir an. Karanlık feneri ülkemizin.
Nasıl bir yalnızlık, unutulmuş bir ışık diliyle
çırpınırken biz üstümüze geliyor büyük gemisi geleceğin
Bir tenis topu, koşan bir çocuk, bir gözyaşı bile değiliz.
Yalnızca bir ağaç ailesi ve bir köşede
yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta: Dalgınlık.
Düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için.
Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından
ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım
durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için.

ONAT KUTLAR

***

Şairimiz Onat Kutlar’la beraberliğimizin sonuna geldik. Gelecek haftalarda başka şairlerimizin şiirleriyle birlikte olmak dileğiyle herkese mutlu hafta sonları..



Yayın Tarihi: 12.05.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder