29 Mart 2010 Pazartesi

ELAZIĞ DEPREMİ ÜSTÜNE

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


            Geçen haftalarda bilgisayarımın ekran kartı yanmıştı, yazılarımı okuyanlar bilir. Pazar ve pazartesi yazılarım aksamıştı. O zaman bilgisayarımın eskidiğini söylemiş, patronum Adnan beyden ve sizlerden özür dilemiştim. Bu hafta internet bağlantım koptu. Modemle uğraştım olmayınca sorunu çözmek için bilgisayarıma format attım, gene olmadı. Meğer bu defa modemim bozulmuş. Bunun içinde kabul edilmesi dileğiyle özür diliyorum sizlerden.

            Bu arada zamanda geçti doğal olarak ve Elazığ depremi gündemden düştü. Bu yazının bir önemi kalmadı diyebilirsiniz. Oysa bazı şeylerin önemi hiç eksilmez. Deprem ve sonuçları bunlardandır. 

            Ne kadar kaçarsak kaçalım gerçek bizi bulur. Depremde böyle bir gerçekliktir işte. En hazırlıksız zamanda apansız yakalar. Bizim depremimizde bizi uykuda yakalamıştı. 08.03.2010 tarihinde saat 4:32’de Elazığ’ın Karakoçan İlçesi Başyurt Köyü’nde ve komşu Kovancı ilçesinin Okçular, Yukarı Kanatlı ve Kayalı köylerinde olan 6.0 şiddetindeki deprem de Elazığlı yurttaşlarımızı uykuda yakaladı. Hoş uykuda olmasak ne fark ederdi. Bizdeki depremin şiddetinden kaçmaya fırsat bulamazdık. Elazığ depreminde de Elazığlılar yoksulluğun göstergesi kerpiç evlerden kaçamazdı. Öyle yada böyle şimdi yandığı gibi gene yüreğimiz yanardı. Onca canın yitmesine şimdi beraberce üzüldüğümüz gibi gene üzülürdük.

            Gün boyu haberleri izledim. Birkaç gün önce güney Amerika ülkesi Şili’de olan 8.8 şiddetindeki depremle bizim Elazığ depremimiz kimilerince ilişkilendirilmişti. Dolaylı etkilenmelerden bahsedilebilir belki, fakat direk olarak ilişkilendirilemez. Çünkü fay hatları aynı değildi. Belki Şili depreminin şiddeti, bekleyen fay hatlarını uyandırmıştır ama tetiklemiş değildir deniliyor. Bu arada ilginç bir söz duydum, Nasa’ya göre Şili depremi sonrasında dünyanın dönüş hızı artarak “gün”  1.26 mikro saniye kısalmış.

            Haberlerde kurtarma ve yardım garabeti gene yaşandı. Bu bizim iyi bir örgütçü olamadığımızın ölçüsü değil midir? Oysa çok yardım sever bir milletiz. Depremin olduğu duyulur duyulmaz yardım götüren araçlarla yollar doldu taştı. O kadar ki trafik tıkandı, saatlerce yardım araçları hareket edemediler.

            Yardım sever özelliğimizden çok etkilendim. Herkes bir şey yapmanın telaşındaydı. 17 ağustos gözümde canlandı. Bize ertesi gün ulaşabilmişlerdi. Yani depremin ikinci günü. Deprem büyüktü, yıkıntıda büyük olmuştu. Belediye ve valilik ne yapacağını şaşırmış, ilk etapta kenti terk etmişlerdi. Herkes şoktaydı, ama il yöneticilerinin soğuk kanlı olmaları gerekmez miydi? Neyse, geçmişi yargılamak amacım değil. Bir daha yaşanmamasını Allahtan  dilediğim o kötü günlerin hatırlattıklarıyla konuyu buraya kadar uzattım, kusura bakmayın sevgili okurlar.

            Elazığ depreminde sabahın ilk saatlerinde ölü sayısı 41 olarak açıklanmıştı. Öğlene doğru ölü sayısı 57 dendi. Sonra 51’e, daha sonra 41’e indirildi. Bizim 17 ağustos Büyük Marmara depremimizde de aynı şeyler yaşanmıştı. Tenzilatlı satış gibi ölü sayısı neden düşürülür anlamıyorum. Hadi bizim depremimiz bölgemizin afet bölgesi ilan edilmemesi için ölü sayısı düşürüldü denmişti. Hatırlıyorsunuz değil mi? Afet bölgesi ilan edilince 5 yıl vergi alınamazmış çünkü. Muhtarlar dernek başkanından öğrendiğim ölü sayısı 22.000’di, açıklanan ise 3.000 kadardı. Peki Elazığ’da depremde ölen vatandaşlarımızın sayısı neden düşürüldü?

            Elazığ depreminin bir simgesi de var. Adı Keko. Keko 6 yaşında. Elazığ’ın Okçular köyünde annesi ve kardeşi enkaz altında kalarak ölmüşler. Televizyonlar, evinin enkazı ve annesiyle kardeşinin mezarı arasında gidip geldiğini, mezarı tırnaklarıyla kazıyıp annesini görmeye çalıştığını görüntülemişlerdi. Bu manzaraya hangi yürek dayanabilir ki? Gözyaşlarımı tutamadım.

            Buradan deprem günlerinde kardeşimin yıkılmış bir binanın yanında bulduğu, ilk okul çocuğunun defteri aklıma geldi. Yapraklarına çiçek ve güneş resimleri çizmişti. Bir sayfasında çocuk şiiri vardı. Adı yazılı değildi. Kız mıydı erkek miydi bilmiyorum. Bilsem ne fark ederdi? Çocuktu ya, bu yetmez miydi? Yeterdi tabii. Yetti de, ona da epey göz yaşı dökmüştüm. Yaşıyor muydu onu da bilmiyordum.

            Keko bana bunları hatırlattı işte. O yapayalnız kaldı diye düşünüyordum. Aşağıdaki haberi okuyunca sevindim.

            “Elazığdaki depremde Okçular köyünde annesi ve kardeşini kaybeden, depremin simgesi haline gelen minik Keko, bugün babasıyla buluştu. Gece geç saatlerde köye gelen baba Mehmet Çiçek, sabah saatlerinde oğluyla kucaklaştı. Birbirlerine sarılarak ağlayan Keko ve babası, duygu dolu anlar yaşanmasına sebep oldu. Baba Mehmet Çiçek, Almanya'dayken olayı telefonla haber aldığını ve ilk fırsatta köye gelmek için yoğun çaba sarfettiğini ifade etti. Mehmet Çiçek, ‘Oğlumun televizyonlardaki görüntülerine bakamadım. Bundan sonra Almanya'ya dönmeyeceğim. Burda, köyümde çocuğumun yanında yaşayacağım’ dedi.”
Oralarda nice hikayeleriyle daha bir çok Keko vardır. Bu dondurucu martta onları da düşünelim. Devlet onlara yardım elini uzatacaktır elbette. Bizde boş durmayalım.

            Elazığ depreminde yitirdiğimiz vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, milletimize baş sağlığı diliyorum.

 


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 22.03.10


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder