Türküleri nasıl dinlersiniz?
Ezgisine mi dikkat edersiniz, sözlerine mi; yoksa çıkmış olduğu yöresine mi?
Sizin için kırık hava oluşu mu önemlidir, uzun hava oluşumu? Yoksa siz
kentsoylu olduğunuz için türkü dinlemez misiniz? O zaman söyleyeceklerimin sizi
ilgilendirmeyeceğini zannedebilirsiniz, ama yanılırsınız. Türküleri, sadece
türküleri değil elbette bütün müzik türlerini dikkatlice dinleyin. Hepsinin; çıktıkları
döneme dair yaşantıdan yada güdülen politikadan açık veya gizli ip uçları
vardır. Yıllar sonra kimilerinin farkına varırsınız. Kimilerinin ne anlatmak
istediğini bir bilen anlatınca öğrenirsiniz. Bu açıdan bakılacak olursa çalgı
müziğininde olmak üzere sözlü müziğin çok önemli bir sosyolojisi vardır. O
nedenle sözlü müzik sadece uyumlu seslerin bir araya gelmesi değildir.
Anlattığı şeylerde önemlidir.
“Hey Onbeşli” türküsünü
bilirsiniz. Sözlerinin ne anlattığını biliyor musunuz? Ben bilmiyordum. Bu Tokat
türküsü 15 yaşında Çanakkale savaşına giden bir delikanlıyla kalan yavuklusu
üzerine yakılmış. İçinde Çanakkale sözü geçmediği için biz bu türkünün
hareketli oluşuna kanarak düğünlerde kollarımızı kaldırıp, ne çok oynamışızdır.
Hem vatan kurtarma derdine düşen halka ve bu uğurda gidipte dönemeyen
yiğitlere, hem geride kalanlarla yaşanan drama bilmeden saygısızlık etmişiz.
“Zeytin Yağlı Yiyemem Aman” türküsünün
ne anlattığını okuyunca çok şaşıracaksınız. Bende çok şaşırdım. Üstelik
sevdiğim bir türküdür.
Bir dostum Prof.Dr. Kenan
Demirkol’un bu türkünün hikâyesini anlattığı yazısını yolmamıştı. Bakın neler
yazmış sayın profesörümüz;
***
Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır .
Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.
Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır.
Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir (THM Repertuar numarası 1133).
Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (wikipedia). ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir.
ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir.
Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966).
Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur.
Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.
Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı “ısınırsa kanser yapar” gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz.
Halbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman...” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.
Katı yağ/margarine mahkum edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hale getirilir.
Basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…
*
Demokrat parti zamanının bir
marşı aklıma geldi. Orda anlam çok açık. Hedef Kore savaşına katılarak yeni
girdiğimiz Nato’daki yerimizi sağlamlaştırmak.
Amerika Amerika
Türkler dünya durdukça
Beraberdir seninle
Hürriyet savaşında
*
Yıllar önce Alex Haley’in “Roots”,
Türkçesi; “Kökler” adlı kitabı dizi filme uyarlanmıştı. TRT’nin tek
kanallı olduğu dönemde aynı adla yayınlanan bu dizide, 1750 yılında bir Afrika
ülkesi olan Gambiya’dan Amerika’ya kaçırılan zencilerin köle oluşları ve
kölelikten kurtuluş mücadeleleri anlatılıyordu. Dizi film ülkemizde de çok
sevilmişti. O sıralar romanın da, filmin de gerçekte yaşamış olan kahramanı
Kunta Kinte’ye ne çok acımıştık. Bu yüzden yüreğimiz yanmıştı. Kaç nesil sonra
beyaz adam zencilere özgürlüklerini vermeye razı olmuştu. Zencilerde toprak
sahibi olabilecek, çiftçilik yapabilecekti. Zenciler bayram ediyorlardı. Gelgelelim
sevinçleri kısa sürdü. Toprağın sahibiydiler ama toprağa atılacak tohumları
yoktu. Hiçbir zamanda olmadı. Çünkü özgürlüklerini kazandıkları anlaşmada küçük
bir ayrıntıda anılan bir maddeyle beyaz adamdan daima tohum alacaklarına dair
imza atmışlardı. Topraklar zencilerindi, tohum beyaz adamın. Kölelik devam ediyordu
anlayacağınız. Amerika bu tutumunu hiç değiştirmedi. 100-200 sene önce ne
düşünüyor ve yapıyorduysa gene aynı şeyleri düşünüp yapıyor. “Zeytin Yağlı
Yiyemem Aman” türküsü bunun göstergesidir. O zamanlarda böylesi bir teknoloji
yoktu. Müzik ve filmlerle kitleler yönlendirilmeye çalışılıyordu. Şimdi yazılı
ve görsel basından tutunda, internetle ve üretilen her ürünle kitleyi kolayca etkiliyorlar.
*
Küreselleşme bu olsa gerek. Ulu
önderimiz Atatürk’ün hafızalardan silinmeye çalışılması boşuna değil. Bundan
sonra nasıl türkü yakarız acaba?
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com