26 Şubat 2013 Salı

ISMARLAMA TÜRKÜ: “ZEYTİN YAĞLI YİYEMEM AMAN”


Türküleri nasıl dinlersiniz? Ezgisine mi dikkat edersiniz, sözlerine mi; yoksa çıkmış olduğu yöresine mi? Sizin için kırık hava oluşu mu önemlidir, uzun hava oluşumu? Yoksa siz kentsoylu olduğunuz için türkü dinlemez misiniz? O zaman söyleyeceklerimin sizi ilgilendirmeyeceğini zannedebilirsiniz, ama yanılırsınız. Türküleri, sadece türküleri değil elbette bütün müzik türlerini dikkatlice dinleyin. Hepsinin; çıktıkları döneme dair yaşantıdan yada güdülen politikadan açık veya gizli ip uçları vardır. Yıllar sonra kimilerinin farkına varırsınız. Kimilerinin ne anlatmak istediğini bir bilen anlatınca öğrenirsiniz. Bu açıdan bakılacak olursa çalgı müziğininde olmak üzere sözlü müziğin çok önemli bir sosyolojisi vardır. O nedenle sözlü müzik sadece uyumlu seslerin bir araya gelmesi değildir. Anlattığı şeylerde önemlidir.

“Hey Onbeşli” türküsünü bilirsiniz. Sözlerinin ne anlattığını biliyor musunuz? Ben bilmiyordum. Bu Tokat türküsü 15 yaşında Çanakkale savaşına giden bir delikanlıyla kalan yavuklusu üzerine yakılmış. İçinde Çanakkale sözü geçmediği için biz bu türkünün hareketli oluşuna kanarak düğünlerde kollarımızı kaldırıp, ne çok oynamışızdır. Hem vatan kurtarma derdine düşen halka ve bu uğurda gidipte dönemeyen yiğitlere, hem geride kalanlarla yaşanan drama bilmeden saygısızlık etmişiz.

“Zeytin Yağlı Yiyemem Aman” türküsünün ne anlattığını okuyunca çok şaşıracaksınız. Bende çok şaşırdım. Üstelik sevdiğim bir türküdür.

Bir dostum Prof.Dr. Kenan Demirkol’un bu türkünün hikâyesini anlattığı yazısını yolmamıştı. Bakın neler yazmış sayın profesörümüz;        

***

Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır .

Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır.

Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir (THM Repertuar numarası 1133).

Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (wikipedia). ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir.

ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir.

Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966).

Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur.

Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı “ısınırsa kanser yapar” gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz.

Halbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.

Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman...” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.

Katı yağ/margarine mahkum edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hale getirilir.

Basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…

*

Demokrat parti zamanının bir marşı aklıma geldi. Orda anlam çok açık. Hedef Kore savaşına katılarak yeni girdiğimiz Nato’daki yerimizi sağlamlaştırmak.

Amerika Amerika
Türkler dünya durdukça
Beraberdir seninle
Hürriyet savaşında

*

Yıllar önce Alex Haley’in “Roots”, Türkçesi; “Kökler” adlı kitabı dizi filme uyarlanmıştı. TRT’nin tek kanallı olduğu dönemde aynı adla yayınlanan bu dizide, 1750 yılında bir Afrika ülkesi olan Gambiya’dan Amerika’ya kaçırılan zencilerin köle oluşları ve kölelikten kurtuluş mücadeleleri anlatılıyordu. Dizi film ülkemizde de çok sevilmişti. O sıralar romanın da, filmin de gerçekte yaşamış olan kahramanı Kunta Kinte’ye ne çok acımıştık. Bu yüzden yüreğimiz yanmıştı. Kaç nesil sonra beyaz adam zencilere özgürlüklerini vermeye razı olmuştu. Zencilerde toprak sahibi olabilecek, çiftçilik yapabilecekti. Zenciler bayram ediyorlardı. Gelgelelim sevinçleri kısa sürdü. Toprağın sahibiydiler ama toprağa atılacak tohumları yoktu. Hiçbir zamanda olmadı. Çünkü özgürlüklerini kazandıkları anlaşmada küçük bir ayrıntıda anılan bir maddeyle beyaz adamdan daima tohum alacaklarına dair imza atmışlardı. Topraklar zencilerindi, tohum beyaz adamın. Kölelik devam ediyordu anlayacağınız. Amerika bu tutumunu hiç değiştirmedi. 100-200 sene önce ne düşünüyor ve yapıyorduysa gene aynı şeyleri düşünüp yapıyor. “Zeytin Yağlı Yiyemem Aman” türküsü bunun göstergesidir. O zamanlarda böylesi bir teknoloji yoktu. Müzik ve filmlerle kitleler yönlendirilmeye çalışılıyordu. Şimdi yazılı ve görsel basından tutunda, internetle ve üretilen her ürünle kitleyi kolayca etkiliyorlar.

*

Küreselleşme bu olsa gerek. Ulu önderimiz Atatürk’ün hafızalardan silinmeye çalışılması boşuna değil. Bundan sonra nasıl türkü yakarız acaba?



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net 


Yayın Tarihi: 22.02.2013 

HASRETLE YANARKEN BİR İPLE KÜFENİN HESABINI UNUTMAYALIM


Bazı anlar vardır, söz biter. Konuşacak gücünüzde, kelimelerinizde kalmaz kimi zaman. Kendinizi boşlukta hissedersiniz. Hele bir yakınınızı yitirirseniz...

Geçtiğimiz pazar sabahı telefonum kısa çaldı, yetişemedim. Arayanı gördüğümde neden kısa çaldığını anladım. Arayan büyük halamın kızı sevgili Senahat ablamdı. Yüreğim takla attı. Aradım, ablamın sesini duyunca yanılmadığımı anladım. Halam aramızdan ayrılmıştı. Sonsuz yolculuğa çıkmış, Hakka yürümüştü. O hasret kaldıklarına kavuşurken, bizi bir hasretin içine koyarak gitmişti. O bilge anamızdı. Bilge anamızı halamızı yitirdik.

Tıpkı hayattaki iki kardeşi
Meliha ve Hamiyet gibi
Tıpkı iki evladı
Adnan ve Senahat gibi
Tıpkı torunları
Ateş, Konca, Çağlar ve Alpar gibi
Tıpkı yeğenleri
Nizamettin, Aydın, Canşen, Coşkun, Hülya, Derya, Nurşen, Harika gibi.
Almanya’daki yeğenleri Ulus, Erol ve Meral ile Hollanda’daki Filiz ve Deniz gibi.

Bizi hasretin kucağında bırakırken kavuştuklarına bakar mısınız?

İlk önce Allaha ki hepimizi yaratandır.
Eşi Cevat ki eniştemdir sayesinde.  
Babası Hasan ki dedemdir.
Annesi Lütfiye ki babaannemdir.
Kardeşleri Mesut ki babamdır, Kâni ve Nüfel ki amcalarımdırlar.
Yeğeni Faruk ki ağabeyimdir, 2. halamın 2. oğlu olarak.
Daha nice halalar teyzeler, daha nice amcalar dayılar.
Daha nice arkadaşlar dostlar. Hiç birini bilmediğim.
Kavuştular o sonsuzlukta.

Ne çok hasrete karışırız bu zaman yolculuğunda.. yitirdiklerimiz ne çok!
Yurdun cennet olsun su içtiğim küçük şişeyi içtiğim odada hatıra diye saklayan halam!

***

Can dostum Erdinç hep yakınırdı; “benim günahım çok” derdi. Ölmekten değil sorgu sualden, hesap gününde hesap verememekten korkardı. Oysa insan canlısı, güler yüzlü, yardım sever, bir kuruşluk hak yememeye çalışan, mazlumu koruyan bir insandı. Kendisine günahlardan sakınıp, Allah’tan ümit kesmemesini öğütlerdim. Büyüklerimden böyle öğrenmiştim çünkü. Kansere yakalandı. Ameliyat olmuş, midesinin tamamını verdikten sonra kendisinin yarısı kalmıştı. Sözün kısası çok kilo vermişti.

Son zamanlarında babasına ev yaptırıyordu. Evin yapımını denetlemeye ölümüne iki hafta kalana kadar oturduğu Vagon Fabrikası Lojmanlarından Hacıoğlu mahallesi Orta camiine otomobilini kullanarak gitmişti.

Bir gün telefonla beni aradı. Devlet hastanesinde yattığını belirtmiş, çektiği büyük ağrılara rağmen benle konuşmuş, son bir kez görüşmeye çağırmıştı. Gittim. Laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten saygıdeğer ve kendisine eş olarak çok yakışan hanımefendi, göz yaşlarını gizleyerek aşağıya kadar gelip beni dostumun yanına çıkarmıştı. Sona yaklaştığımızı ümitsizliğin karanlığını yüzünde görerek anladım. O eşini, ben arkadaşımı, kardeşimi, can dostumu kaybedecektim.

Odasına giren çıkan ziyaretçinin ardı arkası kesilmiyordu? Her birinin söz birliği etmişçesine söylediği “senin iyi insan olduğuna her yerde şahitlik ederim”di. Dostum “Allah razı olsun” diyerek ağlıyordu.

O gidiyordu, ama kuşlara kışın karlarda yem aramasın diye fabrikanın lojmanlarında barınaklar ve meyvelerinin çekirdekleri yem olan ağaçlar ekmişti. Kedi köpeğe, açık kalan bahçe çeşmelerinin sularını çeşme etrafına toplayan su yolları yapmış, oralara konu komşunun yiyecek artıklarını bırakabilecekleri kaplar koymuştu. Serbest dolaşan kedi köpeğede gün doğmuştu. Ölümünden bir yıl sonra oraya gittiğimde yaptıkları bozulmadan duruyordu. İşte bu dostum günahının hesabını veremeyeceğinden korkuyordu. Korkmak iyi bir şeydir. Çünkü korkan kendine ve başkasına zarar veremez. Nasıl versin ki? Her şeyin sahibi insana ne verdiyse emanet vermişti. Emanete ihanet edilir mi?

***

Bir zamanlar Doğu’nun şehirlerinden birinde, zengin ve varlıklı bir adam ölmüş. Haberciler ve tellallar şehrin sokaklarına yayılıp halka şöyle seslenmişler:
“Ey ahali! Bildiğiniz gibi Veli Ağa vefat etti. Önemli bir vasiyeti var. Ahiret hayatına alışabilmek için yardımcı arıyor. Kim mezarda geçireceği ilk gecede ona eşlik ederse, Veli Ağa’nın servetinin yarısı kendisine verilecektir.”

Tellalların onca bağırıp çağırmalarına rağmen, kimse bu ilginç teklife talip olmaya cesaret edemedi. Akşama doğru, şehrin en fakir adamlarından biri olan hamal, bakmış ki, elinde mal olarak bir küfe ve ipten başkası yok. “Hamal olarak yatar, ağa olarak kalkarım” diyerek koşmuş ve diri diri mezarda gecelemeye talipli olmuş.

Ertesi gün, genişçe bir mezar kazmışlar. Bir tarafına iyice kefenlenen Veli Ağa’yı bir tarafına da hamalı yatırıp mezarı kapatmışlar.

Az sonra sual melekleri çıkıp gelmiş. “İkisi de artık bize emanet” diye aralarında konuşuyorlarmış. Biri:

“Öyle de..” demiş. “Zengin olan zaten burada kalıcı, önce şu hamaldan başlayalım.”

Öteki melek bu teklifi makul görmüş ve hamalın baş ucuna gidip sorguya başlamışlar:

“Dünyada malın mülkün var mıydı?”

“Alay etmeyin” demiş hamal. “Sırtımdaki küfeden ve ipten başka bir şeyim hiç olmadı benim.”

“Öyleyse söyle bakalım” demiş melekler. “O küfe ile ipi hangi kazançla nasıl aldın?”

Hamal başlamış anlatmaya:

“Beş kişinin malını on kuruşa taşıdım. İkisini yedim sekizini sakladım. Ertesi gün de aynı işi yaptım. Böyle böyle para biriktirdim. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.”

Melekler:

“Olmadı” demişler. “Olmadı hamal efendi. Falancadan aldığın para hak ettiğinden çok azdı. Biz bunun hesabını ondan soracağız. Filancaya da çok ucuza taşımıssın, bunun da hesabını ondan soracağız”

“İyi ama..” demiş hamal. “hakettiğim parayı isteseydim, bana taşıtmazlardı ki...”

“Sen merak etme” demiş melekler. “Nasıl olsa ikisi de buraya gelecek, o zaman biz sorarız bunların hesabını.”

Ve sorguya devam etmişler:

“Sen bir daha söyle bakalım. Kazandığının ne kadarını yedin, ne kadarını biriktirdin?”

“VALLAHi” demiş hamal. “Genelde hep yarı yarıya... On aldıysam beş sakladım, beş yedim. İki kazandıysam, birini kenara attım.”

“Olmadı” demiş melekler. “Bu iş hiç olmadı. Sen hem kendinin hem de çoluk çocuğunun boğazından kısmışsın. Hem kendi nefsine, hem de onların nefislerine zulmetmişsin. Bu günahtır bilmez misin?”

Hamal ne cevap vereceğini düşünürken kan ter içinde kalmış. Ve bütün bir gece melekler sormuş o kıvranmış, melekler sormuş o kıvranmış.. Nihayet sabah olmuş ve mezarı açıp onu dışarıya çıkarmışlar.

Hamal bakmış, kadı efendi dahil bütün şehir kabrin başına toplanmış. Hatta mehter takımı bile hazır bekliyor.
Kadı, mezardan kendisini dışarıya atan hamala:

“Afferin hamal efendi, kimsenin cesaret edemediği bir işi yaptın. Ama mükafatını da göreceksin. Artık zengin bir adamsın.”

Halkan bir alkış ve ‘Yaşasın’ kopmuş.

Hamal:

“İstemem! İstemem! VALLAHi istemem!” diye bağırmış. “Ben, bir iple bir küfenin hesabını sabaha kadar veremedim. Onca servetin hesabını nasıl veririm. Kim isterse o alsın. Hesabını da alan versin!”

***

Ölen yakınlarımıza (Rumelililer yakınları için “tatli canlarımız” derdi) hasretle yanarken bir iple küfenin hesabını unutmayalım.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net 


Yayın Tarihi: 15.02.2013 

BAHİS ŞİKESİ VE BİR KRALIN ÖĞRETTİĞİ


Bir işte çalışıyorsunuz. Kimi zaman sabah yataktan kalkmak size zor gelir değil mi? Her ne kadar hafta sonu veya yıllık tatillerinizde gözleriniz sabah erkenden açılsa da, tatilden sonraki ilk iş gününde ve takip eden diğer çalışma günlerinde, yatak sıcak bir ana kucağı gibi sizi sımsıkı sarar ve öyle kolay kolay bırakmaz. Fakat siz son bir hamleyle kalkar ve geç kalmak korkusuyla işe koşarsınız. Hava durumu ne olursa olsun. İster kar yağsın, ister yağmur; ister puslu kasvetli olsun hava, ister günlük güneşlik; bu koşuşturmaca devam edecektir.

Her işe gidenin aklından binbir düşünce geçiyordur. Geçinmek gün geçtikçe zorlaşsada binbir düşüncenin içine bir gün daha varlıklı olmak ümidi uslu uslu, tatlı tatlı sokulur. Bedensel iş gücüyle bunun olmayacağını bilirsiniz ama bu ümidin yeşermesine izin verirsiniz genede. Çünkü ümit hayata tutunmak için atılmış kocaman bir düğümdür. Ümidin konusunun hiç önemi yok! Neyi ümit ettiğiniz hiç önemli değil. Ne ümit ederseniz edin o sizi diri tutar.

Bunu bilen devlet belki nüfusunun tamamını değil ama hiç değilse böylesi ümitler arayanlara milli piyango, spor toto, sayısal loto, şans topu gibi kendine ait ve altılı ganyan, iddia gibi özel sektöre izin verdiği şans oyunlarıyla ümit satar. Bu yolla nüfusunun diyelimki yarısının önemsediği bu şans oyunlarından zengin olanların sayısı nüfusun tamamıyla kıyaslandığında çok azdır. Hele hele büyük ikramiyeyi kazananlardan yıllar sonra günümüze zengin kalanları neredeyse yoktur. Şansın bu kadar bol olduğu oyunun adını doğru koymak lazım. Bunların hepsinin genel adı kumardır. Şans oyunlarında kazanmak kadar zengin kalabilmekte şanstır. Kumarın erdemsizliğinden midir, kazananların hesapsızlığından mı, bilinmez. Kumarda kazanan yoktur. Sonunda herkes kaybeder. Bunun için büyük ikramiye kazanılsa bile uzun yıllara varlıklı kalınamıyor.     

Şansa girmediği için adı kumar olamayacak, hayatınızı değiştiren öyle durumlar vardır ki başınıza geldiğinde kendiniz bile inanamazsınız. İşte öyle bir durum ABD’li Peggielene Bartels isimli kadının başına gelmiş. Türkiye Gazetesinden aldığım şu habere bakar mısınız? 
*
“ABD vatandaşı bir kadın, hiç tanımadığı kuzeninden gelen telefonla Gana’da Otuam toplumunun kralı olduğunu öğrendi. Kadın, ABD’de sekreterken ülkesinde kral olarak yaşıyor.
CNN televizyonunun haberine göre Peggielene Bartels isimli kadın 5 sene önce sekreter olarak çalışıyor ve Washington D.C.’de tek odalı bir dairede yaşıyordu. 2008’de gece yarısı gelen telefon kadının hayatını değiştirdi. Uzun süredir görüşmediği bir kuzeni, Gana’da küçük bir balıkçı köyünden aradı, kadına Otuam toplumunun kralı olduğunu bildirdi ve onu tebrik etti. Önce işletildiğini zanneden Bartels, ‘Bakın ABD’de saat gece yarısı 04. Çok yorgunum. Bırakın uyuyayım’ demiş. Daha sonra amcasının ölümüyle Otuam Kralı seçildiğini öğrenen kadın, Gana’da taht içinde omuzlar üzerinde taşındı, 7 bin kişilik toplumun ilk kadın kralı oldu.

Gana doğumlu olan ama 20 yaşından bu yana ABD’de yaşayan 55 yaşındaki kadın yine Gana Büyükelçiliği’nde çalışmaya devam ediyor ama her sene bir ay ülkesine giderek krallık yapıyor. Kadın, 11 ay da toplumu ABD’den idare ediyor. Kadının hayatıyla ilgili kitap yazıldı, yakında filmi de çekilecek.” 
*
Şans işte. Hem kadın ol, hem sekreter, sonra gel toplumuna kral seçil. Neden kraliçe değil mesela. Oranın adeti öyleymiş, başa gelen kadın erkek hiç fark etmez, kral olurmuş. Bu hanımefendi işinide bırakmamış. Çalışmaya halâ devam ediyor.

Bizde olsa saniye sekmez iş bırakılır. Hatta işi azıtan beyler hanımlarınıda boşarlar. Büyük ikramiye bu açıdan tehlikeli. Kazananın kimyasını bozar. Şans oyunları için kumar dedik. Bunların içine milli piyango, spor toto, sayısal loto, şans topu, altılı ganyan ve iddia gibi oyunlarıda katmıştım. İşi şansa pek bırakmak istemeyen, hatta bazı oyunlara müdahale eden guruplar bile var. Özellikle spor karşılaşmalarında son yıllarda bu çok yaygınlaştı. Adına Bahis Şikesi denen bu olayda ülkemizin birinciliği alması ahlaki erozyonumuzu göstermesi açısından bana kalırsa çok üzücü. 

Milliyet gazetesinden alıntıladığım habere bakalım.
*
Avrupa Polis Ofisi Başkanı, Rob Wainwright, 380 futbol maçında şike yapıldığını ve bunlardan birinin de Şampiyonlar Ligi’nde oynandığını ifade etti.
Aralarında hakem, futbolcu ve kulüp yöneticilerinin olduğu 425 kişi hakkında soruşturma açıldı. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin emniyetlerine 28 kişi hakkında yazı gönderilerek tutuklanma kararı bildirildi. Singapur merkezli bahis şikesinde adı geçen 380 maçın 79’unun Türkiye’den olduğu tespit edildi.

Soruşturmanın 2008/2011 sezonundaki maçları kapsadığı dolayısı ile 2012 sezonunda oynanan maçların soruşturmaya girmediği belirtildi.
Soruşturmayı başlatan Europol’un (Avrupa polisi), 18 aydır bu çeteyi çökertmek için çalıştığı öğrenildi.
Avrupa Polis Ofisi (Europol) yaptığı detaylı açıklamada İngiltere’de oynanmış bir Şampiyonlar Ligi maçının da dahil olduğu birçok karşılaşmada şüphe gördüklerini söyledi. İngiltere’deki Şampiyonlar Ligi maçının adını açıklamazken, olayın arkasında Singapur merkezli bir organize suç örgütünün olduğu dile getirildi.
Türkiye de var...
Avrupa Polisi Europol’ün raporunun ayrıntıları belli olmaya başladı. Singapur merkezli bahis şikesinde adı geçen 380 maçın 79'unun Türkiye’den olduğu tespit edildi. Türkiye’yi 70 olay ile Almanya ve 41 olay ile İsviçre izliyor
Yetkililer, şüpheli maçların çoğunun Türk, Alman ve İsviçre liglerinde oynandığını ayrıca belirttiler. Bunun yanında Afrika, Asya, Güney ve Orta Amerika’da da şüpheli maçların oynandığı açıklandı.

Avrupa’nın en büyük şike operasyonu

Avrupa’nın en büyük şike operasyonu olarak nitelendirilen operasyon ağırlıklı olarak Almanya, Avusturya, Slovenya, İngiltere, Macaristan, Hollanda ve Türkiye’deki kulüplerin adı geçiyor.
Çetenin yasadışı bahislerden 8 milyon euro kazandığı belirtiliyor. Bahis çetesinin 2 milyon euro rüşvet verdiği iddia ediliyor. Ayrıca şike için en yüksek 140 bin euro ödendiği belirtildi.

Platini takipte

Europol Başkanı Rob Wainwright soruşturmayı UEFA ile birlikte ortak götürdüklerini ve gelişmeleri UEFA Başkanı Michael Platini ile paylaştıklarını söyledi.

Futbolculara ve hakemlere rüşvet verilmiş!

Europol, üç dört yıldır yaptıkları araştırmada şüphelilerin sekiz milyon euroya yakın bir para almış olabileceklerini de ifade etti. Yetkililer, bu haksız kazanç içinden yaklaşık iki milyon euronun da futbolcu ve hakemlere rüşvet olarak dağıtılmış olabileceğini söylediler.
Europol direktörü Rob Wainwright, bu olayın 15 farklı ülkede olmuş olabileceğini de sözlerine ekledi. Wainwright, Dünya Kupası eleme maçlarının da şüphe altında olabileceğini dile getirdi.
İşte madde madde şüpheli maçlar:
- İngiltere’de üç-dört yıl önce oynanan bir Şampiyonlar Ligi maçı
- Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası’ndaki birkaç maç
- Yalnız Almanya merkezli maçlarda tam 16 milyon euroluk gelir elde edildi
Yetkililer, bu durumun aynı zamanda buzdağının sadece ucu olmasından korkuyorlar. Konu ile ilgili araştırmalar devam ediyor.
*
Eskiden sinema filmlerinde izleyip şaşırdığımız tüm polisiye olaylar artık yaşanıyor. Hükümetlerin ve diğer organizasyonların güttükleri siyasetin hassas belgelerini açıklayarak ortaya çıkaran WikiLeaks gibi Europol’de hiçbir şeyin gizlenememesine neden olacak sanırım. Bizimde kirli çamaşırlarımızı ne kadar gizlemeye çalışırsak çalışalım ortaya çıkarıyorlar. Bu avantacılık, bu kolay yoldan para kazanma hırsı, bu kural tanımaz biçimde gönlüne göre davranma alışkanlığı nasıl biter bilmem. Bunlara rağmen utanmazlık diz boyu olursa bir arpa boyu yol alınamaz. Alınamadıda.. 3 temmuz 2011’de patlayan şike olayını nasıl çözdük biliyorsunuz. Ne şiş yandı ne kebap…

Siz gene çalışmaya devam edin. Geleceğe dair umutlar besleyin isterseniz. Arada bir şans oyunlarınıda deneyebilirsiniz tabii. Bundan sonra birilerinin işi şansa bırakmadığını bilerek oynamak pek hoş değil biliyorum.

Herhalde en iyisi Peggielene Bartels gibi yapmak olacak. Baksanıza kadıncağız senede bir aydan fazla kral olmuyor. Senenin 11 ayı Washington’a gelip çalışıyor.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net 


Yayın Tarihi01.02.2013

DOLANDIRILIYORSAM DOLANDIRILIYORSAN


Farkında mısınız; polisin adı kullanılarak yapılan dolandırıcılık sayısında ciddi bir artış var. Bunun nedenini hiç düşündünüz mü? Buna tek neden gösterilemez, nedenler çok! Saflığımızdan tutunda avanta işleri sevmemize kadar, kolay para kazanmaktan tutunda, zaaflarımıza kadar birçok şey neden olarak sıralanabilir. Bunların içinde bir neden varki duyanı dolandırıcının kucağına itmeye yetiyor. Oda düşürüldüğümüz toplumsal paranoyadır. Son 11 yılda AKP iktidarıyla artan geçim sıkıntısı ve terör belasıyla, (halkın zihninin yorulmasına eklenen ülkenin bölünmesi endişesinin yanı sıra, kalbur üstü kişilerle sınırlı kalmayan) telefon dinlemesinden başlayarak her tür izlenebilme korkusu bu paranoyayı doğuran nedenlerdir. Artık ne söylense, ne tür tehdit gelse korkudan inanır olduk. Koca koca profesörler, koca koca iş adamları, sanatçılar, üst düzey askerler gelen bir telefonla birilerine binlerce lira para kaptırıyorsa orda başka söz söylenemez.

Cep telefonlarınıza Emniyetten; “Polis adı kullanılarak gelen hiçbir öneriye kulak asmayınız” mesajı birkaç kez gelmiştir. Bu durum Emniyete bile illallah dedirtiyordur sanırım.

Bir süre önce bir sabah kahvaltı masasında ev telefonumuz çaldı. Taşlıktaki askeri komutanlıktan arıyorlarmış. Komutanlarının eşlerinin bu telefonca arandığını, telefon sahibinin kimlik numarasıyla araştırma yapacaklarını söylediler. Bunun için kimlik numarasını istediler. Şüphelendim, görevli er olduklarını belirten bu kişilerden kimlik sordum. Yalap çap bir şeyler söylediler. Telefonumuz annemin üzerine kayıtlı. 76 yaşındaki bir kadının kimlik numarasıyla ne yapacaksınız dedim. Sorularımla konuşma uzamıştı. Bu soruda onları sıktı. Konuşmanın yarısında telefonu kapattılar. Belli ki dolandırıcılardı. Annemin kimlik numarasıyla kim bilir neler yapacaklardı?    

Bu konuya Hürriyet Gazetesinin ünlü köşe yazarı Yılmaz Özdil’de değinmişti. Bakın hangi düzeydeki kişileri dolandırmışlar. 
*
İTÜ’den doçenti aradılar, sizin adınızla örgüte lojistik malzeme alınmış, kariyeriniz lekelenmesin, paranın nereye gittiğini öğrenmemiz gerekiyor dediler, 120 bin lira gönderdi doçent... Bolu’da muhtarı aradılar, terör örgütü sim kartınızı kopyalamış dediler, yengenin altınlarını bozdurup, 2 bin lira ödedi muhtar... Bandırma Sosyal Güvenlik Müdürü’nü aradılar, ben savcıyım, terör örgütü kimlik bilgilerinizi ele geçirmiş, suçüstü yaptıracağım dediler, 45 bin lira havale etti sosyal güvenlik müdürü... Konya Emirgazi Ziraat Odası Başkanı’nı aradılar, terör örgütü kimlik numaranızla dolandırıcılık yapıyor, para trafiğini takip edeceğiz dediler, ziraat odasının 49 bin lirasını verdi ziraat odası başkanı.
*
CHP Zonguldak İl Başkanı’nı aradılar, Profesör Haberal’la görüşüp görüşmediğini sordular, bizim neler bildiğimizi Cumhurbaşkanı bile bilmez dediler, Ergenekon kapsamında bazı kişilerin takip edilmesi için şu şu hesaba para havale edin dediler, 6 bin lira havale etti il başkanı... Bankadan çıkarken, trafik polislerini gördü, otomobilini park edilmemesi gereken yere park etmişti, telefon hâlâ açıktı, telefonun ucundaki kişi, boşver ceza yazarsa yazsın, savcılık tarafından geri ödenecek dedi iyi mi!
*
Adana’da diş hekimini aradılar, banka hesabınızdan örgüte para aktarılıyor, mevduatınızı geçici olarak devletin şu hesabına aktarın dediler, 243 bin lirasını aktardı diş hekimi... Samsun’da doktoru aradılar, banka hesaplarınızın dökümünü hücre evinde ele geçirdik, paranızı şu şu hesaba yatırın, kimin çekmeye çalışacağını bulalım dediler, 55 bin lira yatırdı doktor... Eczacı var, öğretmen var, mimar var, mühendis var, imam var.
*
Ordu’da devlet dairesinde çalışan bir memurun, polis ayağıyla dolandırılacağı ihbarını alan harbi polis, uyarmak için derhal memuru aradı, ancak, dolandırıcılar telefonu sakın kapatma dedikleri için, telefon sürekli meşguldü, bari arkadaşları uyarsın diye devlet dairesini aradılar, memur mesaide değildi, son çare belediye hoparlöründen adıyla sanıyla bangır bangır anons ettiler, hemen kapat telefonu dolandırılıyorsun dediler, bütün Ordu duydu kardeşim, memur duymadı, 8 bin lirayı kaptırdı.
*
Ben savcıyım diye, Hatay Reyhanlı Mal Müdürü’nü aradılar, sizin adınıza örgüte para yatırıyorlar, şüphelilerin izini süreceğiz dediler, iz sürülmesi için 49 bin lira gönderdi mal müdürü... Tunceli Ovacık Özel İdare Müdürü’nü aradılar, sizin kimlik bilgilerinizle örgüte para aktarılıyor, toplantı halindeyiz, şahıslar takip ediliyor, şu şu hesaba para yatırın dediler, 100 bin lira yatırdı özel idare müdürü... Amasya’da Ballıdere Belediye Başkanı’nı aradılar, örgüte gizli gizli para aktarmış görünüyorsunuz, teröre yataklıktan içeri girmeniz an meselesi, para gönderin enseleyelim dediler, 20 bin lira gönderdi belediye başkanı.
*
Sıkı durun...
İzmir’de “emniyet müdürü” statüsündeki polis şefini aradılar, hesabınızdan örgüte para aktarılmış görünüyor, takip etmemiz için şu şu hesaba para havale edin dediler, 1.250 lira havale etti emniyet müdürü!
*
Hepsini yazmaya kalksak, ansiklopedi olur. Sinema sanatçısı’ndan örgüt bağlantısı diye 500 bin lira tokatlamışlardı. En son şarkıcı’dan örgüt takibi diye 30 bin lira kaptılar.
*
Yılmaz Özdil’in yazdıkları böyleydi. Bu satırların ardından nasıl olur dediğinizi duyar gibiyim. Şaşırmakta haklısınız. Hiçte yabana atılmayacak onca insan nasıl bu şekilde dolandırılabilir değil mi? Öyle ya, bu kişiler makam, mevki (kariyer) sahibi kişiler. Cahil kişiler hiç değiller.

Herkes telefonunun dinlendiğini, kamera yada dinleme böcekleriyle izlendiklerini, birileri tarafından kimlik bilgilerinin, hatta T.C kimlik numarasının ele geçirildiğini düşünürse olacağı budur. Benzer şikâyette başbakanımız da bulunmadı mı? Bir şikâyeti de savcılara değil miydi?

Ne demişti hatırlayalım.

 “Kesinse ver hükmünü, işi bitir. Elinde kesin hüküm yok da yüzlerce subayı astsubayı örgüt üyesi olarak hele hele genelkurmay başkanını bu şekilde değerlendirirsen bütün Silahlı Kuvvetler moralini altüst eder. Bunu çözmeden 35’i nasıl çözeceksiniz? Neredeyse komuta kademesinde oralara göndereceğimiz subayımız kalmıyor.”

Ülkemizin hali pür melali budur ne yazık ki! Bir başbakan nedeni olduğu ortamdan kendisi şikâyetçiyse herkesin dolandırılması kadar doğal bir şey olamaz.  



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net 


Yayın Tarihi: 01.02.2013