26 Şubat 2013 Salı

ISMARLAMA TÜRKÜ: “ZEYTİN YAĞLI YİYEMEM AMAN”


Türküleri nasıl dinlersiniz? Ezgisine mi dikkat edersiniz, sözlerine mi; yoksa çıkmış olduğu yöresine mi? Sizin için kırık hava oluşu mu önemlidir, uzun hava oluşumu? Yoksa siz kentsoylu olduğunuz için türkü dinlemez misiniz? O zaman söyleyeceklerimin sizi ilgilendirmeyeceğini zannedebilirsiniz, ama yanılırsınız. Türküleri, sadece türküleri değil elbette bütün müzik türlerini dikkatlice dinleyin. Hepsinin; çıktıkları döneme dair yaşantıdan yada güdülen politikadan açık veya gizli ip uçları vardır. Yıllar sonra kimilerinin farkına varırsınız. Kimilerinin ne anlatmak istediğini bir bilen anlatınca öğrenirsiniz. Bu açıdan bakılacak olursa çalgı müziğininde olmak üzere sözlü müziğin çok önemli bir sosyolojisi vardır. O nedenle sözlü müzik sadece uyumlu seslerin bir araya gelmesi değildir. Anlattığı şeylerde önemlidir.

“Hey Onbeşli” türküsünü bilirsiniz. Sözlerinin ne anlattığını biliyor musunuz? Ben bilmiyordum. Bu Tokat türküsü 15 yaşında Çanakkale savaşına giden bir delikanlıyla kalan yavuklusu üzerine yakılmış. İçinde Çanakkale sözü geçmediği için biz bu türkünün hareketli oluşuna kanarak düğünlerde kollarımızı kaldırıp, ne çok oynamışızdır. Hem vatan kurtarma derdine düşen halka ve bu uğurda gidipte dönemeyen yiğitlere, hem geride kalanlarla yaşanan drama bilmeden saygısızlık etmişiz.

“Zeytin Yağlı Yiyemem Aman” türküsünün ne anlattığını okuyunca çok şaşıracaksınız. Bende çok şaşırdım. Üstelik sevdiğim bir türküdür.

Bir dostum Prof.Dr. Kenan Demirkol’un bu türkünün hikâyesini anlattığı yazısını yolmamıştı. Bakın neler yazmış sayın profesörümüz;        

***

Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır .

Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır.

Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir (THM Repertuar numarası 1133).

Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (wikipedia). ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir.

ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir.

Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966).

Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur.

Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı “ısınırsa kanser yapar” gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz.

Halbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.

Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman...” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.

Katı yağ/margarine mahkum edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hale getirilir.

Basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…

*

Demokrat parti zamanının bir marşı aklıma geldi. Orda anlam çok açık. Hedef Kore savaşına katılarak yeni girdiğimiz Nato’daki yerimizi sağlamlaştırmak.

Amerika Amerika
Türkler dünya durdukça
Beraberdir seninle
Hürriyet savaşında

*

Yıllar önce Alex Haley’in “Roots”, Türkçesi; “Kökler” adlı kitabı dizi filme uyarlanmıştı. TRT’nin tek kanallı olduğu dönemde aynı adla yayınlanan bu dizide, 1750 yılında bir Afrika ülkesi olan Gambiya’dan Amerika’ya kaçırılan zencilerin köle oluşları ve kölelikten kurtuluş mücadeleleri anlatılıyordu. Dizi film ülkemizde de çok sevilmişti. O sıralar romanın da, filmin de gerçekte yaşamış olan kahramanı Kunta Kinte’ye ne çok acımıştık. Bu yüzden yüreğimiz yanmıştı. Kaç nesil sonra beyaz adam zencilere özgürlüklerini vermeye razı olmuştu. Zencilerde toprak sahibi olabilecek, çiftçilik yapabilecekti. Zenciler bayram ediyorlardı. Gelgelelim sevinçleri kısa sürdü. Toprağın sahibiydiler ama toprağa atılacak tohumları yoktu. Hiçbir zamanda olmadı. Çünkü özgürlüklerini kazandıkları anlaşmada küçük bir ayrıntıda anılan bir maddeyle beyaz adamdan daima tohum alacaklarına dair imza atmışlardı. Topraklar zencilerindi, tohum beyaz adamın. Kölelik devam ediyordu anlayacağınız. Amerika bu tutumunu hiç değiştirmedi. 100-200 sene önce ne düşünüyor ve yapıyorduysa gene aynı şeyleri düşünüp yapıyor. “Zeytin Yağlı Yiyemem Aman” türküsü bunun göstergesidir. O zamanlarda böylesi bir teknoloji yoktu. Müzik ve filmlerle kitleler yönlendirilmeye çalışılıyordu. Şimdi yazılı ve görsel basından tutunda, internetle ve üretilen her ürünle kitleyi kolayca etkiliyorlar.

*

Küreselleşme bu olsa gerek. Ulu önderimiz Atatürk’ün hafızalardan silinmeye çalışılması boşuna değil. Bundan sonra nasıl türkü yakarız acaba?



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net 


Yayın Tarihi: 22.02.2013 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder