31 Mart 2013 Pazar

YENİ DÜZEN DİPLOMASİSİ YENİ SORUNLAR DEMEKTİR


Şu belirlemelere katılmamak mümkün mü?

“Entelektüeller, ulusların sistemlerin çalışmasını analiz ederler; devlet adamları ise bu sistemleri kuran kişilerdir.

Bir analistin bakış açısı ile bir devlet adamının bakış açısı arasında büyük farklılık vardır.

Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir, devlet adamı ise sorunları önünde bulur.

Analist açık bir sonuca varmak için ne kadar zaman gerekiyorsa o kadar zaman kullanabilir; devlet adamı için asıl sorun zamanın darlığıdır.

Analist üzerine risk almaz.
Vardığı sonuçlar yanlış çıkarsa, başka bir inceleme yazabilir.

Devlet adamı ise bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur.

Analistin elinde bütün bilgiler vardır ve bunlar analistin entelektüel gücüne göre değerlendirilir.

Devlet adamı ise doğruluğu henüz kanıtlanmamış tahminlere göre karar verir, kaçınılmaz değişimi ne derece akıllıca yönlendirdiğine ve her şeyden önce barışı ne kadar iyi koruduğuna göre tarih tarafından değerlendirilir.

İşte bu yüzden devlet adamlarının dünya düzeni sorunu ile ne kadar başarılı veya başarısız bir şekilde ilgilendiklerini araştırmak, çağdaş diplomasiyi anlamanın sonu değil, belki de başlangıcıdır.”

Hepsi aklımıza yatan yukarıdaki belirlemeleri 1973–1977 yılları arasında Richard Nixon’ın ve Watergate skandalıyla görevden alınan Nixon’ın yerine geçen Gerald Ford başkanlığı döneminde Amerikan dışişleri bakanı olan Henry Kissinger yapmıştır. Dış politikada yöntem belirleme uzmanlığını geliştiren, bu yöntemleri yüklü bir ücret karşılığı verdiği konferanslarla anlatan Henry Kissinger’in bu konuda yazılmış “Diplomasi” adını verdiği birde kitabı vardır. Ülkemizdede Türkçeye çevrilerek yayınlanan bu kitaptan diğer alıntılara geçmeden önce yukarıdaki satırlara biraz değinsek nasıl olur?

Az önce okuduğunuz belirlemelere bakılırsa devleti yöneten başkan yada başbakanla herhangi bir spor karşılaşmasını yöneten hakem arasında büyük benzerlikler var. İkiside içinde bulundukları duruma göre anlık karar vererek hükmeder. Kararlarından çok büyük oranda geriye dönemezler. Geriye dönerlerse belki de inandırıcılıklarını, buna bağlı olarakta hüküm gücünü kaybederler. Her olay; tekrarı olmayan içinde yaşanılan anda, çok kısa zamanda gelecekle ilgili ilişkiler kurarak çözümlenmelidir. Maç yorumcuları gibi hakemlerin, tarihçiler gibi başkan veya başbakanların sonsuz zamanları ve aldıkları her karardan vazgeçmek gibi lüksleri yoktur. İşte bu yüzden devler arenasında bir ülkeyi yönetirken kararlı olmak yetmez. Danışmanlarla işi idare etmekte mümkün ama kıyaslı muhakeme gücüne sahip olmak için donanımlı olmakta gereklidir.

Henriy Kissinger’in belilemelerine dönelim.

“Roosevelt, bir dostuna şöyle yazdı: -Kan ve demir politikası ile süt ve su politikası arasında bir seçim yapmak gerekirse, kan ve demir politikasından yanayım.
Bu politika, yalnız ulus için değil, uzun vadede dünya için de daha iyidir.-”

Adamların niyetini açığa çıkarırken önce ulus sözcüğüne vurgu yapmak istiyorum. Amerikan birliğinin kurulması her türlü inancın çokluğu bir çok dilin konuşulduğu farklı milliyetler yüzünden mümkün olamayacağını bildikleri için Amerikan ulusu söylemine sarılıyorlar. Ama yönetmek istedikleri ülkelerin birliğini bozmak amacıyla ulusçuluğun faşistlik olduğu fikrini yayıyorlar. Aslında Roosevelt’in söylediklerine dikkat edersek bunu isteme nedenleri ortaya çıkıyor. Kan ve demir politikası boşuna tercih edilmiş değildir.

“Güç dengesi, uluslararası düzeni yıkma kapasitesini sınırlar; paylaşılan değerler üzerindeki anlaşma ise uluslararası düzeni yıkma arzusunu durdurur.

Hukuka dayanmayan güç, kuvvet gösterilerine neden olur; güçten yoksun hukuk da boş kabadayılıktan ileri gidemez.”

Bu güç dengesi Kissinger’in dışişleri bakanlığı döneminde Sovyetler Birliğinin varlığı tehlike sayılarak başlayan nükleer silahlanma, karşılıklı nükleer silahlanma yarışına dönüşünce kıyamet teorisine dayandırılmıştı. Yani bir savaş çıkmasıyla, nükleer silahların kullanılması durumunda dünyanın felaketi olur düşüncesi iki büyük gücün savaştan kaçmasını sağlamak teorisiydi bu. Bir yere kadar bunun caydırıcı etkisi olmuştur. Buna bağlı olarak oluşan uluslar arası hukuk güçlü olanların hukukudur.

“Bu ‘Kıyamet Günü’ süreci, ‘casus belli’yi etkili bir şekilde politik kontrolden çıkardı.

Her kriz, seferberlik kararı şeklinde, bir savaşa doğru hızlanma mekanizması taşıyordu ve her savaşın genel bir savaş olacağı da kesindi.”

Şu anda yaşanılanların aynı tehlikeleri içerme ihtimali taşıdığını gösteriyor. Bu genel bir savaşa dünüşebilir mi? Umulur ki dönüşmesin. Gerçi ihale üzerimize kalacak gibi görünüyor. Bu yok olmamıza neden olur endişesini taşıyorum.

“Harold Nicolson durumu şöyle özetledi:
-Biz Paris’e, yeni düzenin kurulacağı inancıyla geldik; ayrılırken gördük ki, yeni düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır.-” 

Sovyetler sonrasında oluşturulan Amerikan merkezli politikalar, kendi söylemleri üstüne bir şey katmadan söyleyebiliriz; “yeni düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır” yapmayacaktır. Yeni düzenin yeni sorunlar yaratacağı gün gibi açıktır. Önce balkanlarda başlayan kaos şimdi orta doğu ve kuzey Afrikayı sarmıştır. Kafkaslar da sırada bekletilmektedir.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net 


Yayın Tarihi: 20.03.2013
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder