Şu belirlemelere katılmamak mümkün mü?
“Entelektüeller,
ulusların sistemlerin çalışmasını analiz ederler; devlet adamları ise bu
sistemleri kuran kişilerdir.
Bir analistin bakış açısı ile bir devlet adamının bakış açısı arasında büyük farklılık vardır.
Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir, devlet adamı ise sorunları önünde bulur.
Analist açık bir sonuca varmak için ne kadar zaman gerekiyorsa o kadar zaman kullanabilir; devlet adamı için asıl sorun zamanın darlığıdır.
Analist üzerine risk almaz.
Vardığı sonuçlar yanlış çıkarsa, başka bir inceleme yazabilir.
Devlet adamı ise bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur.
Analistin elinde bütün bilgiler vardır ve bunlar analistin entelektüel gücüne göre değerlendirilir.
Devlet adamı ise doğruluğu henüz kanıtlanmamış tahminlere göre karar verir, kaçınılmaz değişimi ne derece akıllıca yönlendirdiğine ve her şeyden önce barışı ne kadar iyi koruduğuna göre tarih tarafından değerlendirilir.
İşte bu yüzden devlet adamlarının dünya düzeni sorunu ile ne kadar başarılı veya başarısız bir şekilde ilgilendiklerini araştırmak, çağdaş diplomasiyi anlamanın sonu değil, belki de başlangıcıdır.”
Bir analistin bakış açısı ile bir devlet adamının bakış açısı arasında büyük farklılık vardır.
Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir, devlet adamı ise sorunları önünde bulur.
Analist açık bir sonuca varmak için ne kadar zaman gerekiyorsa o kadar zaman kullanabilir; devlet adamı için asıl sorun zamanın darlığıdır.
Analist üzerine risk almaz.
Vardığı sonuçlar yanlış çıkarsa, başka bir inceleme yazabilir.
Devlet adamı ise bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur.
Analistin elinde bütün bilgiler vardır ve bunlar analistin entelektüel gücüne göre değerlendirilir.
Devlet adamı ise doğruluğu henüz kanıtlanmamış tahminlere göre karar verir, kaçınılmaz değişimi ne derece akıllıca yönlendirdiğine ve her şeyden önce barışı ne kadar iyi koruduğuna göre tarih tarafından değerlendirilir.
İşte bu yüzden devlet adamlarının dünya düzeni sorunu ile ne kadar başarılı veya başarısız bir şekilde ilgilendiklerini araştırmak, çağdaş diplomasiyi anlamanın sonu değil, belki de başlangıcıdır.”
Hepsi aklımıza yatan yukarıdaki belirlemeleri 1973–1977 yılları
arasında Richard Nixon’ın ve Watergate skandalıyla görevden alınan Nixon’ın
yerine geçen Gerald Ford başkanlığı döneminde Amerikan dışişleri bakanı olan
Henry Kissinger yapmıştır. Dış politikada yöntem belirleme uzmanlığını
geliştiren, bu yöntemleri yüklü bir ücret karşılığı verdiği konferanslarla
anlatan Henry Kissinger’in bu konuda yazılmış “Diplomasi” adını verdiği birde
kitabı vardır. Ülkemizdede Türkçeye çevrilerek yayınlanan bu kitaptan diğer
alıntılara geçmeden önce yukarıdaki satırlara biraz değinsek nasıl olur?
Az önce okuduğunuz belirlemelere bakılırsa devleti yöneten
başkan yada başbakanla herhangi bir spor karşılaşmasını yöneten hakem arasında
büyük benzerlikler var. İkiside içinde bulundukları duruma göre anlık karar
vererek hükmeder. Kararlarından çok büyük oranda geriye dönemezler. Geriye
dönerlerse belki de inandırıcılıklarını, buna bağlı olarakta hüküm gücünü
kaybederler. Her olay; tekrarı olmayan içinde yaşanılan anda, çok kısa zamanda
gelecekle ilgili ilişkiler kurarak çözümlenmelidir. Maç yorumcuları gibi
hakemlerin, tarihçiler gibi başkan veya başbakanların sonsuz zamanları ve
aldıkları her karardan vazgeçmek gibi lüksleri yoktur. İşte bu yüzden devler
arenasında bir ülkeyi yönetirken kararlı olmak yetmez. Danışmanlarla işi idare
etmekte mümkün ama kıyaslı muhakeme gücüne sahip olmak için donanımlı olmakta
gereklidir.
Henriy Kissinger’in belilemelerine dönelim.
“Roosevelt, bir dostuna şöyle yazdı: -Kan ve demir politikası ile süt ve su politikası arasında bir seçim yapmak gerekirse, kan ve demir politikasından yanayım.
Bu politika, yalnız ulus için değil, uzun vadede dünya için de daha iyidir.-”
Adamların niyetini açığa çıkarırken önce ulus sözcüğüne
vurgu yapmak istiyorum. Amerikan birliğinin kurulması her türlü inancın çokluğu
bir çok dilin konuşulduğu farklı milliyetler yüzünden mümkün olamayacağını
bildikleri için Amerikan ulusu söylemine sarılıyorlar. Ama yönetmek istedikleri
ülkelerin birliğini bozmak amacıyla ulusçuluğun faşistlik olduğu fikrini
yayıyorlar. Aslında Roosevelt’in söylediklerine dikkat edersek bunu isteme
nedenleri ortaya çıkıyor. Kan ve demir politikası boşuna tercih edilmiş değildir.
“Güç dengesi,
uluslararası düzeni yıkma kapasitesini sınırlar; paylaşılan değerler üzerindeki
anlaşma ise uluslararası düzeni yıkma arzusunu durdurur.
Hukuka dayanmayan güç, kuvvet gösterilerine neden olur; güçten yoksun hukuk da boş kabadayılıktan ileri gidemez.”
Hukuka dayanmayan güç, kuvvet gösterilerine neden olur; güçten yoksun hukuk da boş kabadayılıktan ileri gidemez.”
Bu güç dengesi Kissinger’in dışişleri bakanlığı döneminde Sovyetler
Birliğinin varlığı tehlike sayılarak başlayan nükleer silahlanma, karşılıklı
nükleer silahlanma yarışına dönüşünce kıyamet teorisine dayandırılmıştı. Yani bir
savaş çıkmasıyla, nükleer silahların kullanılması durumunda dünyanın felaketi
olur düşüncesi iki büyük gücün savaştan kaçmasını sağlamak teorisiydi bu. Bir
yere kadar bunun caydırıcı etkisi olmuştur. Buna bağlı olarak oluşan uluslar
arası hukuk güçlü olanların hukukudur.
“Bu ‘Kıyamet
Günü’ süreci, ‘casus belli’yi etkili bir şekilde politik
kontrolden çıkardı.
Her kriz, seferberlik kararı şeklinde, bir savaşa doğru hızlanma mekanizması taşıyordu ve her savaşın genel bir savaş olacağı da kesindi.”
Şu anda yaşanılanların aynı tehlikeleri içerme ihtimali taşıdığını gösteriyor. Bu genel bir savaşa dünüşebilir mi? Umulur ki dönüşmesin. Gerçi ihale üzerimize kalacak gibi görünüyor. Bu yok olmamıza neden olur endişesini taşıyorum.
Her kriz, seferberlik kararı şeklinde, bir savaşa doğru hızlanma mekanizması taşıyordu ve her savaşın genel bir savaş olacağı da kesindi.”
Şu anda yaşanılanların aynı tehlikeleri içerme ihtimali taşıdığını gösteriyor. Bu genel bir savaşa dünüşebilir mi? Umulur ki dönüşmesin. Gerçi ihale üzerimize kalacak gibi görünüyor. Bu yok olmamıza neden olur endişesini taşıyorum.
“Harold Nicolson durumu
şöyle özetledi:
-Biz Paris’e, yeni düzenin kurulacağı inancıyla geldik; ayrılırken gördük ki, yeni düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır.-”
-Biz Paris’e, yeni düzenin kurulacağı inancıyla geldik; ayrılırken gördük ki, yeni düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır.-”
Sovyetler sonrasında oluşturulan Amerikan merkezli
politikalar, kendi söylemleri üstüne bir şey katmadan söyleyebiliriz; “yeni
düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır” yapmayacaktır. Yeni
düzenin yeni sorunlar yaratacağı gün gibi açıktır. Önce balkanlarda başlayan
kaos şimdi orta doğu ve kuzey Afrikayı sarmıştır. Kafkaslar da sırada bekletilmektedir.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.sakaryaanadolu.net
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Yayın Tarihi: 20.03.2013