28 Ocak 2012 Cumartesi

UYGAR KENT UYGAR İNSANLA OLUR

Bu sene soğuk fakat kurak bir kış geçireceğiz derken geçtiğimiz hafta yurdumuzun büyük bölümü, ilimizde dahil, beyaza büründü. Böyle havalarda sokakta olanlar aklıma gelir. Evsizler dondurucu kış gecelerinde nerelere sığınır? Bir sıcak çorba veren bulunur mu onlara. Deprem nedeniyle Van’da zor şartlar altında yaşamak zorunda kalan yurttaşlarımıza yardımlar devam ediyor mu? Depremzedelere, devlet ve diğer illerdeki yurttaşlar tarafından yapılan yardımları PKK talan ediyor mudur? O buz gibi gecelerde aklıma bunlar geldi. Oraları buralardan kat be kat soğuk üstelik. Biz -5’lere dayanamazken oralarda kimi yerler
-25, -31’i gördü. Bunu düşünerek sıcak yataklarınızda uyuyabilirseniz rahat uyuyun bakalım. İnsan olan uyuyamaz. Sokaklardaki kediye köpeğe, uçan küçücük serçeye hiç aklınız düştü mü? Sofralarınızdaki kırıntıları onlara ayırmayı düşündünüz mü? Bu dünya bütün canlıların ortak mülküdür. İnsan bırakın diğer canlıları kendi ırkına bile zalimken, gezen gezmeyen tüm canlılarla aynı kaderi yaşadığımız kimin aklına gelir? Fakat uygarlık bu değildir. Teknolojik gelişmeler sonucu sahip olduğumuz konfor bizi daha bencil, sadece kendini düşünen yaratık yaptı, çıktı. Hele hele teknolojiyi üretmeyip ithalle şişinenlerden olunca önümüzü göremeyen bir millet olduk çıktık. 

Bir kar yağışı beni bu düşüncelere itti. Engelli biri olarak hava şartlarına yenik düşüp evde kalınca, yapacak bir şeyiniz kalmıyor. Televizyonlarda akşam haberlerini izlerken kar nedeniyle mahsur kalan yolcuları ve sürücüleri görerek halimize şükrettim. Dün akşam facebook hesabıma girip şöyle bir paylaşımları göreyim dedim. Tamda bu konuya uygun bir fotoğraf altında, Japonya’da karla mücadele hakkında yorumlar yapılmıştı. Uygarlık hayatı kolaylaştırmaktır. O fotoğraf onun göstergesiydi. Yol kenarlarında 4-5 metre kar dağları varken yola sanki kar yağmamış gibiydi. 35 sene önce batıda statların alttan ısıtılarak futbol sahaları maç oynanır duruma gelmişti. Yoksa Japonlar bu teknolojiyi karayollarına mı uyguladılar diye düşünmedim değil. Meğer başka bir yol bulmuşlar. Ne yapıyorlarmış biliyor musunuz? Karayollarına zemine sıfır fıskiyeler koymuşlar. Kar yağınca o fıskiyelerden denizden aldıkları tuzlu sular 15 santim yüksekliğe çıkacak şekilde fışkırıyor. Tuzlu su sayesinde de kar yerde tutunamıyormuş.

Ne mantık değil mi? Bizim üç tarafımız deniz ama denize kıyısı olan kentlerimiz ki, doğu kentlerine kıyasla daha sıcak olmasına rağmen ulaşım felç oluyor. Okullar zorunlu olarak kapanıyor, memurlara izin veriliyor. Eğitimin gerilemesi demek olan bir zaman kaybıyla devlette sektöründe de iş kaybı doğuyor sözün kısası.

Biz ne yazık, daha uygarlığı keşfedemedik. Kurallara göre değil gönlümüze göre davranışımız ondan. Canımız nasıl isterse öyle davranıyoruz. Eskiden geniş kırlarda iken kimse kimseye çarpmadan istediği gibi hareket etme imkânına sahipti. Yaşam alanları kişi başına düşen miktarıyla azaldıkça çarpışmalar arttı. Tıpkı çarpışan otolar gibi. Bundan büyük keyif alanlar var.

Bırakın karayollarını ve kent içi ulaşımını fıskiyelerle açık tutmayı, normal akışla, yayaya saygıyla başarabilsek uygar bir toplumun temellerini atmış oluruz. Bunu kentimiz için söylemek uzun bir süre mümkün olamayacak gibi. Alt geçidin ortasında ışıklardan karşıya geçmeye çalışın ne demek istediğimi anlarsınız. Rampalar hangi akla hizmetle çok dik ve kısa
yapıldı bilmiyorum. Birilerine rant sağlandığı muhakkak. Yoksa zeminle bir olan yaya geçitleri varken o kadar rampalı  yapma gereği duyulmazdı. Bosna yolundan Sakarbaba yönüne yanan ışıklar yayaya o kadar kısa süreli yanıyor ki, bir yaşlı, bir engelli mümkün değil karşıya geçemez. Kentin bazı yerlerinde ışıklar böyle kısa süreli yanıyor. Yaşlı ve engellileri kimse düşünmüyor, bu belli oldu (onca sorun varken birde engellileri düşünecek değiliz, önceliğimiz engelliler değil diyen belediyemiz var bizim). Birde yayaya yeşil ışıklar yanarken sabırsız sürücüler acımasızca yollarına devam edince bir kazaya kurban gitmek işten bile değil. Canınızdan bile olabilirsiniz.

Bizim derneğimizin önünde yaya geçidinden karşıya geçmeye çalışıyoruz. Bu niyetle sinyal ışıklarımızla niyetimizi belli ediyoruz, 5 senede sadece bir sürücü durup yol verdi inanın. Hem orada bulunan uyarı levhalarına rağmen inanın sadece bir kere. Banket işgalleri nedeniyle yaya kaldırımları bile güvenli değil. Yunus marketin önü banket işgalinden geçilmiyor. Oysa beş metre ötesi hektarlarca otopark. Tuvalete bile arabasıyla gidecek kadar tembel ve lüks düşkünü, kent yaşamını bilmez sığır çobanı bir millet miyiz, şaşırıyorum yahu. Gerçekten medeni bir toplum olmamızı, Sedat Balta üstadımızın dediği gibi etrafında toplu yaşayış bakımından gelişmiş İzmit gibi bir şehir varken aynı yönde hiç gelişemeyen şehrimiz için bunu beklemek şimdilik hayalden başka bir şey olamasa gerek. Bakın şehrimiz depremden sonra yeniden imar edilirken engellilerin ulaşılabilirliliği konusunda halâ sorunlar sürüyor.

Kentin merkezinde böyle garip rampalı yaya kaldırımları, yayaya duruşuna uzun, geçişine kısacık yanan trafik ışıklarının olduğu, yayanın karşıya geçebileceğini belirten işaretli yerlerde insafsız sürücülerin durmayı bırakın, vahşi bir yol üstünlüğü anlayışı nedeniyle yavaşlamayı bile kendilerine yakıştırmadığı bir yerde fıskiyeli karla mücadele ile yolları açık tutulsa da medeni bir kent asla olamayız. Ehliyetlerin bakkallardan (sürücü kursu veren dersanelerden) çok kolay alındığı bir ülkede başka türlüsü beklenmemeli. Beklenemez diye istemeyi sürdürmeyecek değiliz. Ne demişler; “isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü.”
İstemeyi sürdüreceğiz çünkü uygarlık ne istediğini bilen insanlar sayesinde gelişir. Uygar kentse uygar insanla oluşur.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 25.01.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder