Yazı dizimizin sonuna geldiğimiz
bu bölümde Osmanlıdan Cumhuriyete anayasa serüvenimizi özetlersek gelgitleri
olsa bile özgürlük yolculuğumuzdan başka bir şey olmadığını görürüz. Bu ister
dış destekli, ister tepeden inme yoluyla olsun bir gurubun yada bir şahsın
buyruklarıyla ülke yönetmesini bitirmiştir. Keşke iç dinamiklerimiz sonucu
demokrasiyi talep eder bir toplum olsaydık. Bugün modası geçmiş bir Marksist söylem
olsa bile söylemeden geçemeyeceğim; “Asya Tipi Üretim Tarzı”na sahip bir
imparatorluk anlayışının ürünü olmamız yüzünden demokrasiyi talep eden yerli
sermayemiz oluşmadığı için iş aydınlara kaldı. Bu yüzden batıda görülen
tarihsel süreç burada işlememiştir. O kadar mesafe almamıza rağmen hala daha
demokrasi konusunda olgun bir toplum olduğumuz kanısında değilim. Tekrarlamadan
edemeyeceğim; keşke iç dinamiklerimiz sonucu demokrasiyi talep eder bir toplum
olsaydık. Çünkü o zaman korkulardan uzak bir toplum olurduk. Sistemimiz
sağlıklı yol alırdı.
Daha anayasa hazırladığımız ilk
aşamada bile aydınlar ve padişah birbirleriyle çelişmişler ve baskın basanın
mantığıyla hareket edilip bir iktidar kavgası vermişlerdir. Bu kavgada ilk
aşamayı Sultan Abdülhamit kazanmıştır.
İlk anayasamız olan “1876 Kanun-i
esasisi” toplumsal ihtiyaçların değil, güçsüz düşen bir imparatorluğun
içişlerine karışan o günkü büyük devletlerin zorlamasının eseridir. Padişah
fermanıyla mutlakiyetten, yani padişah buyruğundan kanun devletine böylelikle
geçilmiştir.
“İlk anayasada padişahın
yetkilerinin fazlalığı Heyet-i Mebusanın yasama sürecine katılma ve hükümetleri
denetlemesine izin vermiyordu.”
1876 yılında Anayasal monarşiye
dönüşen Osmanlı İmparatorluğunda Sultan Abdülhamit’in kendi koyduğu kanunu
kaldırarak sekteye uğrayan süreç, 8 Ağustos 1909 yılında birçok maddesi
değiştirilip yenilenerek tekrar yürürlüğe giren “Kanun-i Esasi”yle bir kez daha
başlarken, padişahın yetkileri sınırlandırılıyordu.
“Söz konusu değişikliklerle padişahın
yetkileri önemli ölçüde sınırlanmıştır. Sadrazamı ve onun seçtiği Heyet-i
Vükela üyelerinin Padişah tarafından atanmasına rağmen, Heyet-i Vükela bireysel
ve toplu olarak Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu tutulmuş; bir konuyu görüşmek
için Padişah’tan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Parlamento’nun
Padişah’ın daveti olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişah’ın iznine
gerek olmadan yasa önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Padişah’ın ‘mutlak
veto’ yetkisi ‘geciktirici veto’ya dönüştürülmüştür.”
Cumhuriyetin kuruluş aşamasında
ikinci, tüm demokrasi tarihimizin üçüncü anayasası “1921 Teşkilat-ı Esasiye”
kanunu adıyla tarihe geçen, “Egemenliğin
kayıtsız şartsız millete ait olduğu’ ilkesi ilk kez bu anayasada ifade edilen, iktidarın
kaynağında köklü bir dönüşümü gösteren” TBMM ile halkı kurtuluş ve kuruluş
mücadelesine dahil eden, yerel yönetimlere oldukça yetkiler veren bir çerçeve
anayasadır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924
anayasası kabul edildi. Yarı başkanlık sistemini
andıran cumhur başkanlığı makamının gücüne karşılık meclisin denetleyiciliği de
konularak bir tür parlamentarizmin uygulanmasını sağlamıştır.
1924
Anayasasının özgürlük ve eşitlik anlayışı genel ve soyuttur. Klasik ve siyasi
hak ve özgürlükler tanımış olmasına rağmen, ilköğretimin devlet okullarında
parasız olması dışında, sosyal ve ekonomik haklar hiç yer almaz. Anayasa,
düzenlediği hak ve özgürlükler için güvenceler öngörmemiş; milletin tek ve
gerçek temsilcisi olan TBMM tarafından yasa yoluyla söz konusu hak ve özgürlüklerin
düzenlenip korunacağını varsaymıştır. 1921 Anayasasının benimsediği yerinden
yönetim ilkesi bu Anayasada benimsenmemiş ve yerel yönetimler merkezin
denetimine bırakılmıştır.
1924
anayasasının kuruluş amacından saptırılabileceği sanısıyla 1960 ihtilalinin
ardından bireyi ön plana koyan, egemenliğin kullanımını sadece parlamentoya
bırakmayan, cumhurbaşkanını (Avrupa’daki kralların temsili özelliğinin dışında
yetkisiz olması gibi) yönetimden ayıran bir anlayış 1961 anayasasınca kabul
edilmiştir. “2. maddesi cumhuriyetin niteliklerini sıralamıştır. Bunlar içinde
devletin insan haklarına dayanması, aynı zamanda sosyal bir hukuk devleti
olması önceki anayasalarımızda yer almayan özelliklerdir.”
Bu anayasa sayesinde bireyin
korunduğunu ve çalışanların örgütlenip kendilerini ifade edebildiğini
görüyoruz. Geçen süre içinde kendisini geleceğe taşıyacak sınıfsal temele
dayanmayan cumhuriyet bu anayasa ile sınıfsal ayrılığı kabul etmiştir. İş
dünyası ilk kez toplu sözleşmeler dönemine girmiştir.
Daha
önce bütün esaslarıyla andığımız anayasalarımızı bu bölümde özet olarak ele
aldığımız için bazı bölümler atlanmış gibi gelebilir; amacım öze dokunan
noktaları belirtmek olduğu için kimi yerleri es geçiyorum. Elbetteki tamamının
asıl etkiyi oluşturduğunu unutmuş değilim. Bu bakımdan 1961 anayasasının rejimi
koruyan diğer esaslarına hiç itirazım yok. Daha sonra 1982 anayasasıyla
yetkileri arttırılacak olan Milli Güvenlik Kurulunun oluşturulması bence
demokrasiye güvensizliğin işaretidir.
1982 anayasasını anlatırken 5.
bölümde şunları yazmıştım.
“1982 anayasası1924 anayasası
gibidir, yer yer somut içerikten uzaklaşır. 1924 Anayasası bir kuruluş ve
modernleşme anayasasıdır. Toplumsal veri çok fazla olmadığı için soyut içerikle
hedefe yürüyüşü gerçekleştirmiştir. 1982 anayasası ise giderek keskin bıçak
gibi ikiye ayrılmış toplumu birleştirmek için soyut kavramları seçmiştir.”
Buna şunlar eklenirse yerinde
olacaktır. 1982 anayasası devletin yüceltildiği, halka güvenin olmadığı bir
anayasadır. Her maddesiyle önce devlet korunmaktadır. Bunun için çalışma
yaşamında çalışanların aleyhine tutumlar sergilenir. Yüksek öğretimden radyo
televizyona kadar birçok özel ve tüzel kurum ve kuruluşları denetleyen üst
kurumlar kurulmuştur.
Gene yazımızın 82 anayasasını
incelediğimiz 5. bölümden bana ait satırlardan alıntıyla yazımızı bitirelim.
“Yeni anayasa hazırlandığı şu
günlerde AKP hükümeti ve onun lideri başbakan sayın Erdoğan’ın anayasa
referandumuyla YSHK kanununda yaptığı değişikliği dikkate alınmalıdır. Buradan
şu anlaşılmalıdır; yeni anayasada hükümetler daha denetlenmez olacaklardır.
Çıkacak yeni anayasa halkın egemenliği adına meclisin denetlenememesi, buna
bağlı olarak hükümetlerin gücünün arttırılması söz konusu olacaktır. Temsili
demokrasi kültüründe bu belki yeterli kabul edilebilir. Fakat çağımız temsili
demokrasiyi aşmış, katılımcı demokrasiye geçmiştir. Hele hele internet denen
hızlı iletişim ve bilişim çağında toplumu eski toplum zaaflarına sahip zannedip
eski alışkanlıklara bağlı kalarak yönetmek mümkün olamayacaktır.”
SON SÖZ:
Sevgili dostlar cahil cesaretiyle
engellilerin ihtiyaçlarına ve özlemlerine cevap verecek bir anayasa taslağını www.yenianayasa.tbmm.gov.tr adresine
yolladım. Aldığım haberlere göre ilimizden birçok kuruluş ve kişiler
hazırlıklarını tamamlamak üzereler ve yakında önerilerini TBMM Başkanlığına
iletecekler. Çorbada tuzunuz olsun istemez misiniz?
BİTTİ
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder