28 Nisan 2012 Cumartesi

OSMANLIDAN CUMHURİYETE ANAYASALAR 9


Yazı dizimizin sonuna geldiğimiz bu bölümde Osmanlıdan Cumhuriyete anayasa serüvenimizi özetlersek gelgitleri olsa bile özgürlük yolculuğumuzdan başka bir şey olmadığını görürüz. Bu ister dış destekli, ister tepeden inme yoluyla olsun bir gurubun yada bir şahsın buyruklarıyla ülke yönetmesini bitirmiştir. Keşke iç dinamiklerimiz sonucu demokrasiyi talep eder bir toplum olsaydık. Bugün modası geçmiş bir Marksist söylem olsa bile söylemeden geçemeyeceğim; “Asya Tipi Üretim Tarzı”na sahip bir imparatorluk anlayışının ürünü olmamız yüzünden demokrasiyi talep eden yerli sermayemiz oluşmadığı için iş aydınlara kaldı. Bu yüzden batıda görülen tarihsel süreç burada işlememiştir. O kadar mesafe almamıza rağmen hala daha demokrasi konusunda olgun bir toplum olduğumuz kanısında değilim. Tekrarlamadan edemeyeceğim; keşke iç dinamiklerimiz sonucu demokrasiyi talep eder bir toplum olsaydık. Çünkü o zaman korkulardan uzak bir toplum olurduk. Sistemimiz sağlıklı yol alırdı.

Daha anayasa hazırladığımız ilk aşamada bile aydınlar ve padişah birbirleriyle çelişmişler ve baskın basanın mantığıyla hareket edilip bir iktidar kavgası vermişlerdir. Bu kavgada ilk aşamayı Sultan Abdülhamit kazanmıştır.

İlk anayasamız olan “1876 Kanun-i esasisi” toplumsal ihtiyaçların değil, güçsüz düşen bir imparatorluğun içişlerine karışan o günkü büyük devletlerin zorlamasının eseridir. Padişah fermanıyla mutlakiyetten, yani padişah buyruğundan kanun devletine böylelikle geçilmiştir.

“İlk anayasada padişahın yetkilerinin fazlalığı Heyet-i Mebusanın yasama sürecine katılma ve hükümetleri denetlemesine izin vermiyordu.”

1876 yılında Anayasal monarşiye dönüşen Osmanlı İmparatorluğunda Sultan Abdülhamit’in kendi koyduğu kanunu kaldırarak sekteye uğrayan süreç, 8 Ağustos 1909 yılında birçok maddesi değiştirilip yenilenerek tekrar yürürlüğe giren “Kanun-i Esasi”yle bir kez daha başlarken, padişahın yetkileri sınırlandırılıyordu.

“Söz konusu değişikliklerle padişahın yetkileri önemli ölçüde sınırlanmıştır. Sadrazamı ve onun seçtiği Heyet-i Vükela üyelerinin Padişah tarafından atanmasına rağmen, Heyet-i Vükela bireysel ve toplu olarak Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu tutulmuş; bir konuyu görüşmek için Padişah’tan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Parlamento’nun Padişah’ın daveti olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişah’ın iznine gerek olmadan yasa önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Padişah’ın ‘mutlak veto’ yetkisi ‘geciktirici veto’ya dönüştürülmüştür.”

Cumhuriyetin kuruluş aşamasında ikinci, tüm demokrasi tarihimizin üçüncü anayasası “1921 Teşkilat-ı Esasiye” kanunu adıyla tarihe geçen, “Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu’ ilkesi ilk kez bu anayasada ifade edilen, iktidarın kaynağında köklü bir dönüşümü gösteren” TBMM ile halkı kurtuluş ve kuruluş mücadelesine dahil eden, yerel yönetimlere oldukça yetkiler veren bir çerçeve anayasadır.

Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924 anayasası kabul edildi. Yarı başkanlık sistemini andıran cumhur başkanlığı makamının gücüne karşılık meclisin denetleyiciliği de konularak bir tür parlamentarizmin uygulanmasını sağlamıştır.

1924 Anayasasının özgürlük ve eşitlik anlayışı genel ve soyuttur. Klasik ve siyasi hak ve özgürlükler tanımış olmasına rağmen, ilköğretimin devlet okullarında parasız olması dışında, sosyal ve ekonomik haklar hiç yer almaz. Anayasa, düzenlediği hak ve özgürlükler için güvenceler öngörmemiş; milletin tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM tarafından yasa yoluyla söz konusu hak ve özgürlüklerin düzenlenip korunacağını varsaymıştır. 1921 Anayasasının benimsediği yerinden yönetim ilkesi bu Anayasada benimsenmemiş ve yerel yönetimler merkezin denetimine bırakılmıştır. 

1924 anayasasının kuruluş amacından saptırılabileceği sanısıyla 1960 ihtilalinin ardından bireyi ön plana koyan, egemenliğin kullanımını sadece parlamentoya bırakmayan, cumhurbaşkanını (Avrupa’daki kralların temsili özelliğinin dışında yetkisiz olması gibi) yönetimden ayıran bir anlayış 1961 anayasasınca kabul edilmiştir.  “2. maddesi cumhuriyetin niteliklerini sıralamıştır. Bunlar içinde devletin insan haklarına dayanması, aynı zamanda sosyal bir hukuk devleti olması önceki anayasalarımızda yer almayan özelliklerdir.”

Bu anayasa sayesinde bireyin korunduğunu ve çalışanların örgütlenip kendilerini ifade edebildiğini görüyoruz. Geçen süre içinde kendisini geleceğe taşıyacak sınıfsal temele dayanmayan cumhuriyet bu anayasa ile sınıfsal ayrılığı kabul etmiştir. İş dünyası ilk kez toplu sözleşmeler dönemine girmiştir.

Daha önce bütün esaslarıyla andığımız anayasalarımızı bu bölümde özet olarak ele aldığımız için bazı bölümler atlanmış gibi gelebilir; amacım öze dokunan noktaları belirtmek olduğu için kimi yerleri es geçiyorum. Elbetteki tamamının asıl etkiyi oluşturduğunu unutmuş değilim. Bu bakımdan 1961 anayasasının rejimi koruyan diğer esaslarına hiç itirazım yok. Daha sonra 1982 anayasasıyla yetkileri arttırılacak olan Milli Güvenlik Kurulunun oluşturulması bence demokrasiye güvensizliğin işaretidir.

1982 anayasasını anlatırken 5. bölümde şunları yazmıştım.

“1982 anayasası1924 anayasası gibidir, yer yer somut içerikten uzaklaşır. 1924 Anayasası bir kuruluş ve modernleşme anayasasıdır. Toplumsal veri çok fazla olmadığı için soyut içerikle hedefe yürüyüşü gerçekleştirmiştir. 1982 anayasası ise giderek keskin bıçak gibi ikiye ayrılmış toplumu birleştirmek için soyut kavramları seçmiştir.”  

Buna şunlar eklenirse yerinde olacaktır. 1982 anayasası devletin yüceltildiği, halka güvenin olmadığı bir anayasadır. Her maddesiyle önce devlet korunmaktadır. Bunun için çalışma yaşamında çalışanların aleyhine tutumlar sergilenir. Yüksek öğretimden radyo televizyona kadar birçok özel ve tüzel kurum ve kuruluşları denetleyen üst kurumlar kurulmuştur.

Gene yazımızın 82 anayasasını incelediğimiz 5. bölümden bana ait satırlardan alıntıyla yazımızı bitirelim.

“Yeni anayasa hazırlandığı şu günlerde AKP hükümeti ve onun lideri başbakan sayın Erdoğan’ın anayasa referandumuyla YSHK kanununda yaptığı değişikliği dikkate alınmalıdır. Buradan şu anlaşılmalıdır; yeni anayasada hükümetler daha denetlenmez olacaklardır. Çıkacak yeni anayasa halkın egemenliği adına meclisin denetlenememesi, buna bağlı olarak hükümetlerin gücünün arttırılması söz konusu olacaktır. Temsili demokrasi kültüründe bu belki yeterli kabul edilebilir. Fakat çağımız temsili demokrasiyi aşmış, katılımcı demokrasiye geçmiştir. Hele hele internet denen hızlı iletişim ve bilişim çağında toplumu eski toplum zaaflarına sahip zannedip eski alışkanlıklara bağlı kalarak yönetmek mümkün olamayacaktır.”


SON SÖZ:

Sevgili dostlar cahil cesaretiyle engellilerin ihtiyaçlarına ve özlemlerine cevap verecek bir anayasa taslağını www.yenianayasa.tbmm.gov.tr adresine yolladım. Aldığım haberlere göre ilimizden birçok kuruluş ve kişiler hazırlıklarını tamamlamak üzereler ve yakında önerilerini TBMM Başkanlığına iletecekler. Çorbada tuzunuz olsun istemez misiniz?


BİTTİ


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi06.04.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder