30 Mayıs 2013 Perşembe

DEVLET BABA İLE ANAVATAN

Dünyada ilk toplu yaşam yerleri araştırıldığında bir süreç gözlemlenebilir. Bu süreçte önce giderek kalabalıklaşan toplu yaşama biçimlerini görüyoruz. Bu toplu yaşama biçimleri tamamen insan kalabalıklarının korunma güdüsünden doğmuştur. Korunma güdüsüne başka kalabalık guruplar kadar coğrafya ve mevsimlerinde etkide bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle göçler, gene bu nedenle savaşlar olmuştur. Tüm devletlerin doğuşu ile genelleştirilebilecek bir kitaptan alıntılarla konumuzu açmak istiyorum.

Alıntılar aktaracağım kitabın sahibi Mehmet Niyazi. Kitabının adı; “Türk Devlet Felsefesi”.
Önce devletin ortaya çıkışının anlatıldığı bölümle başlayalım.

“Devlet ailelerin bir genişlemesidir. Hayatın haşinliğine karşı mücadele gücünden yoksun çocukları korumayı gaye edinen ailenin en önemli özelliği Türk devletinin de bir özelliği haline gelmiştir. Türk devleti “babalık” görevini yüklenmiştir. Türk hakan çadırlarının kubbeli olması göğün yerdeki sembolü kabul edilmiştir. Eski Türklerde gök kubbesi devletin, çadır ise ailelerin örtüsü olarak düşünülmüştür. Birinin altında devlet diğerinin altında aile kurulmuştur.”

Günümüzde de giderek yumuşamış biçimde etkilerinin görüldüğü bu sistem batıda kralları, doğuda şahları, padişahları, han ve hakanları, kağan veya beyleri doğurmuştur. Önce var olmak için su ve av hayvanlarının bol olduğu yerler uğruna savaşılırken, toprak ekilip biçilmeye başlandıktan sonrada bereketli toprakları ele geçirmek için savaşıldı.

Mehmet Niyazi özelde Türklerin devlet kurma biçimlerinden söz ederken genelde devletlerin doğuşunu ve milletlerin tarih sahnesine çıkışınıda anlatmış oluyor. Alttaki satırlar bunun göstergesi.

“Yüzyıllar boyu yaşanan müşterek olaylar toplumları millet olma yoluna doğru iter. Tarihi yapanlarda yine büyük milletlerdir. Toplumlar yaşadıkları coğrafyanın etkisi altındadırlar. İlk Türkler Orta Asya bozkırlarında tarih sahnesinde göründüler. İktisadi uğraşları hayvancılık olan bu ilk Türkler için Orta Asya otlak ve su bakımından pek cömert değildi. Konar-göçer topluluklar halinde idiler. Düşmanla ne zaman karşılaşılacağı bilinmediğinden her an savaşa hazır olmak zorundaydılar. Böyle bir tehlike altında yaşayan insanların teşkilatlanmaya önem vermeleri tabii idi.”

İlk örgütlenmeleri aileler yaptılar. Aileler güçlendikçe hanedan oldular; devletler kurup yönettiler. Mehmet Niyazi’ye kulak verelim.

“Ziya Gökalp eski Türk toplumunun geçtiği merhaleleri altılı bir ayrıma tâbi tutmuştur; Aile, soy, sop, boy, uz, il (devlet). İlk 3 zümre ailevi karakterdedirler. Kan bağı bunlarda kurucu unsur sayılır. Siyasi karakterleri ikinci plandadır. Son 3 zümrede ise zayıflayan kan bağı yerini belli ölçüde ülke birliğine bırakmıştır. İçlerinde idare edenler –edilenler farklılaşması vücut bulmuş kısaca aile olmaktan çıkmışlardır.”

Aile olmaktan çıkıp devletleşen yapı oturmuş bir geleneğe sahip olarak töre denen bir tür hukuku oluşturdu. Mehmet Niyazi bunu şöyle anlatıyor:

“Türk milleti devletini ‘töre’sine göre kuruyordu. Töre geçmişten geliyor geleceğe yön veriyordu. ‘Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler’ gibi abidelerdeki ifade törenin önemini gösterir. Toprağın üstün tutulduğu yerleşik ile birinci planda devlete yer veren bozkır kültürü arasında fark vardır. Hint-Avrupalı toplulukla ‘baba’ sıfatını ‘vatanlarına’ verdikleri halde Türkler bu sıfatı ‘devletlerine’ vermişlerdir. Hint- Avrupalılar daha kolay olan yerleşik hayatı  tercih ettikleri için işgale katlanıyorlardı. Türkler ise varlıklarını bağımsızlıkları ile bir görüyorlardı. Türk devleti Çin’in kıyısında tarih sahnesine çıkmıştı. Bu kalabalık devlete karşı göçebelikle varlığını koruyabilirdi. Ancak bu göçü devlet düzen ve disiplininde gerçekleştirebilirdi. Bundan dolayı Türklerde ‘devlet’ topraktan daha önemli hale gelmiş ve ‘devlet baba’ olmuştur. Toprak ise devlet babanın koruyuculuğunda ‘ana vatan’ olarak ifade edilmiştir.

Burada ilginç olan kurulan devletin toprağının olmayışı. Toprağı olsa kendinden güçlü düşmanı Çin tarafından yok edilirdi demek ki. Buna karşılık Türkler göçler sonrasında gittikleri yerleri vatan edinip yerleştiler ve güçlü devletler kurdular.

Özelde Türk devletlerinin doğuşunu anlattığımız yazımızın başına dönecek olursak genelde dünya sahnesinde kurulan devletlerin bir takım farklılıklar gösterse de aynı neden ve biçimlerde kurulduğunu görüyoruz.  Önce var olmak için su ve av hayvanlarının bol olduğu yerler uğruna savaşılırken, toprak ekilip biçilmeye başlandıktan sonrada bereketli toprakları ele geçirmek için savaşıldı.

Yüzlerce yıl böyle geçtikten sonra toprakları ele geçirme savaşlarının ardından 19. ve 20. yy’da bereketli topraklara yer altı kaynakları eklendi. Sanayi toplumu böyle kurulurken gelişmeler sonucu biri komünizm diğeri kapitalizm adıyla ikiye ayrıldı. İkisi de gelişmemiş ülkelerin yer altı kaynaklarını sonuna kadar kullanmışlardır. Kapitalizmin kendini yenileyebilmesi, daha cazip hayatlar sunabilmesi kominizmin Leninist-Stalinist uygulamasını bitirdi. Şimdi kapitalizm tek seçenektir. Onunda enerjiye ihtiyacı sürekli artmakta. Bu yüzden enerji kaynakları olan kendileriyle asla savaşamayacak zavallı ülkeler artık savaşılacak ülkeler durumundadır.

Toprağın altının üstünün karıştırıldığı bir çağda DEVLET BABA ile ANAVATAN kavramları ne kadar yaşar milletlerin iradesiyle belli olacaktır.



Yayın Tarihi24.05.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder