Dünyada ilk toplu yaşam yerleri araştırıldığında bir süreç
gözlemlenebilir. Bu süreçte önce giderek kalabalıklaşan toplu yaşama
biçimlerini görüyoruz. Bu toplu yaşama biçimleri tamamen insan kalabalıklarının
korunma güdüsünden doğmuştur. Korunma güdüsüne başka kalabalık guruplar kadar
coğrafya ve mevsimlerinde etkide bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle göçler,
gene bu nedenle savaşlar olmuştur. Tüm devletlerin doğuşu ile genelleştirilebilecek
bir kitaptan alıntılarla konumuzu açmak istiyorum.
Alıntılar aktaracağım kitabın sahibi Mehmet Niyazi.
Kitabının adı; “Türk Devlet Felsefesi”.
Önce devletin ortaya çıkışının anlatıldığı bölümle
başlayalım.
“Devlet ailelerin bir
genişlemesidir. Hayatın haşinliğine karşı mücadele gücünden yoksun çocukları
korumayı gaye edinen ailenin en önemli özelliği Türk devletinin de bir özelliği
haline gelmiştir. Türk devleti “babalık” görevini yüklenmiştir. Türk hakan
çadırlarının kubbeli olması göğün yerdeki sembolü kabul edilmiştir. Eski
Türklerde gök kubbesi devletin, çadır ise ailelerin örtüsü olarak
düşünülmüştür. Birinin altında devlet diğerinin altında aile kurulmuştur.”
Günümüzde de giderek yumuşamış biçimde etkilerinin görüldüğü
bu sistem batıda kralları, doğuda şahları, padişahları, han ve hakanları, kağan
veya beyleri doğurmuştur. Önce var olmak için su ve av hayvanlarının bol olduğu
yerler uğruna savaşılırken, toprak ekilip biçilmeye başlandıktan sonrada
bereketli toprakları ele geçirmek için savaşıldı.
Mehmet Niyazi özelde Türklerin devlet kurma biçimlerinden
söz ederken genelde devletlerin doğuşunu ve milletlerin tarih sahnesine
çıkışınıda anlatmış oluyor. Alttaki satırlar bunun göstergesi.
“Yüzyıllar boyu
yaşanan müşterek olaylar toplumları millet olma yoluna doğru iter. Tarihi
yapanlarda yine büyük milletlerdir. Toplumlar yaşadıkları coğrafyanın etkisi
altındadırlar. İlk Türkler Orta Asya bozkırlarında tarih sahnesinde göründüler.
İktisadi uğraşları hayvancılık olan bu ilk Türkler için Orta Asya otlak ve su
bakımından pek cömert değildi. Konar-göçer topluluklar halinde idiler. Düşmanla
ne zaman karşılaşılacağı bilinmediğinden her an savaşa hazır olmak
zorundaydılar. Böyle bir tehlike altında yaşayan insanların teşkilatlanmaya
önem vermeleri tabii idi.”
İlk örgütlenmeleri aileler yaptılar. Aileler güçlendikçe
hanedan oldular; devletler kurup yönettiler. Mehmet Niyazi’ye kulak verelim.
“Ziya Gökalp eski
Türk toplumunun geçtiği merhaleleri altılı bir ayrıma tâbi tutmuştur; Aile,
soy, sop, boy, uz, il (devlet). İlk 3 zümre ailevi karakterdedirler. Kan bağı
bunlarda kurucu unsur sayılır. Siyasi karakterleri ikinci plandadır. Son 3
zümrede ise zayıflayan kan bağı yerini belli ölçüde ülke birliğine bırakmıştır.
İçlerinde idare edenler –edilenler farklılaşması vücut bulmuş kısaca aile
olmaktan çıkmışlardır.”
Aile olmaktan çıkıp devletleşen yapı oturmuş bir geleneğe
sahip olarak töre denen bir tür hukuku oluşturdu. Mehmet Niyazi bunu şöyle
anlatıyor:
“Türk milleti
devletini ‘töre’sine göre kuruyordu. Töre geçmişten geliyor geleceğe yön
veriyordu. ‘Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler’ gibi abidelerdeki ifade
törenin önemini gösterir. Toprağın üstün tutulduğu yerleşik ile birinci planda
devlete yer veren bozkır kültürü arasında fark vardır. Hint-Avrupalı toplulukla
‘baba’ sıfatını ‘vatanlarına’ verdikleri halde Türkler bu sıfatı ‘devletlerine’
vermişlerdir. Hint- Avrupalılar daha kolay olan yerleşik hayatı tercih
ettikleri için işgale katlanıyorlardı. Türkler ise varlıklarını bağımsızlıkları
ile bir görüyorlardı. Türk devleti Çin’in kıyısında tarih sahnesine çıkmıştı.
Bu kalabalık devlete karşı göçebelikle varlığını koruyabilirdi. Ancak bu göçü
devlet düzen ve disiplininde gerçekleştirebilirdi. Bundan dolayı Türklerde
‘devlet’ topraktan daha önemli hale gelmiş ve ‘devlet baba’ olmuştur. Toprak
ise devlet babanın koruyuculuğunda ‘ana vatan’ olarak ifade edilmiştir.
Burada ilginç olan kurulan devletin toprağının olmayışı.
Toprağı olsa kendinden güçlü düşmanı Çin tarafından yok edilirdi demek ki. Buna
karşılık Türkler göçler sonrasında gittikleri yerleri vatan edinip yerleştiler
ve güçlü devletler kurdular.
Özelde Türk devletlerinin doğuşunu anlattığımız yazımızın
başına dönecek olursak genelde dünya sahnesinde kurulan devletlerin bir takım
farklılıklar gösterse de aynı neden ve biçimlerde kurulduğunu görüyoruz. Önce var olmak için su ve av hayvanlarının
bol olduğu yerler uğruna savaşılırken, toprak ekilip biçilmeye başlandıktan
sonrada bereketli toprakları ele geçirmek için savaşıldı.
Yüzlerce yıl böyle geçtikten sonra toprakları ele geçirme
savaşlarının ardından 19. ve 20. yy’da bereketli topraklara yer altı kaynakları
eklendi. Sanayi toplumu böyle kurulurken gelişmeler sonucu biri komünizm diğeri
kapitalizm adıyla ikiye ayrıldı. İkisi de gelişmemiş ülkelerin yer altı
kaynaklarını sonuna kadar kullanmışlardır. Kapitalizmin kendini yenileyebilmesi,
daha cazip hayatlar sunabilmesi kominizmin Leninist-Stalinist uygulamasını
bitirdi. Şimdi kapitalizm tek seçenektir. Onunda enerjiye ihtiyacı sürekli
artmakta. Bu yüzden enerji kaynakları olan kendileriyle asla savaşamayacak
zavallı ülkeler artık savaşılacak ülkeler durumundadır.
Toprağın altının üstünün karıştırıldığı bir çağda DEVLET
BABA ile ANAVATAN kavramları ne kadar yaşar milletlerin iradesiyle belli
olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder