30 Aralık 2009 Çarşamba

BÜYÜK RESMİ GÖRMEK



ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


         Amerikalı yazar Richard Bach’ın kendinden daha ünlü masalsı romanı “Martı” yı okuyanlar bilir. Bütün martıların amacı uçmak değil yemek bulmaktır, ama Martı Jonathan Livingston’un  amacı uçmak ve yeni şeyler öğrenmektir. Sonunda diğer martılardan daha yükseklerde ve daha uzun uçmayı başarır. Özgürlüğün ve sonsuzluğun içinde tek tek balıkları değil sürüler halinde gezen balıkları görür. Artık elinde kocaman bir resim vardır ve her şeye hakimdir.

         Biz o martı kadar, olayların üstünde, resmin tamamını görüyor muyuz, hiç düşündünüz mü? Görmediğimize eminim. Çünkü hiç birimizin hafızası kuvvetli değil. Eskileri öyle pek kolay hatırlamayız. Görmek için önceki olayları unutmamak gerekir oysa.

         Hatırlayalım mı?

         1980 yılına girildiğinde terör ülkemizde insanları canından bezdirmişti. Bu gerekçeyle ülke idaresine Kenan Evren liderliğinde bir askeri cunta el koymuştu. Önce nedense bıçakla kesilmiş gibi terör durdu. Sonra yönetimsel zaafları azaltacak düzeltmeler savıyla 1967 anayasasından geri, çalışanların aleyhine, bir anayasa halk oylaması sonucu kabul edildi. Özelleştirmelerin ve taşeronlaştırmanın önü açıldı. Türkiye'yi büyük pazara çeviren yeni-özel girişimci (Neo-liberal denen şey) dönüşüm sürecinin toplumsal sonuçları artık fakirlik olarak gözle görülür hale geldi. Kamu işletmeleri, kamu kaynakları ‘bir yağma merkezi’ haline getirilerek istihdamın ‘tasfiyesini’ sağlayan şartlar sağlanınca işsizlik arttı.

         Kısa adı TÜİK'in  yani Türkiye İstatistik Kurumunun asıl gerçekten uzak verileriyle ‘renkli işsizlik haritaları’ çıkaran bütüncül akıl, artık etnik bölge peşinde. Neden? Kimse neden bu fakirliği tartışmıyor? Bu fakirlik unutuldu, unutturuldu, başbakanın delikanlı efelenmeleri konuşulur oldu. Neden?

         Budanan sosyal haklar ve giderek azalan sosyal devlet ilkesi ‘bir kalkınma modeli’ olarak yutturuldu. Öyle olmadığını çok acı tecrübelerle öğrendik. Öğrendik mi acaba?
Kullanım dışı kalemlerle gerçeklikten uzak ‘enflasyon’ ve ‘ekonomik büyümeleri’ gösteren iktisatçıların istatistik grafiklerinde ‘halkın’ değil hükümetin veya hükümetlerin çıkarları gözetildi. Neden? 


         Anayasanın hak olarak tanıdığı kamu hizmeti, alınan ve satılan ‘bir şey’ haline gelirken, bu hizmetler de ‘sosyal hakları’ bulunmayan kiralık işçilerle verdirildi. Neden?

         Ücretler en aza indirildi, sosyal yardımlar kesildi, sendikalaşma engellendi, ‘çalışma yaşamı’ antidemokratik ve otoriter alan haline getirildi. Neden?


         Resmi görmek için cevaplarımızı ters açıdan bakarak vermeye başlayalım. İstenen şey ülkenin yöneten ve yönetilenlerinin, yani insanlarının toptan akıl tutulmasına saplanmaları. Daha önceki bir yazımda akıl tutulmasının ay ve güneş tutulması kadar kısa olmadığını hatta kronikleşebildiğini yazmıştım. Eh! Amaç bu değil mi zaten?

         Açılımlar, DTP-BDP kışkırtmaları, acemilerin bile bu şekilde düzenlemeyeceği kendini ele veren suikast girişimleri, birilerinin bizi uyutma çalışmalarını uyguladığının göstergesidir. Sürecin sonunda toplumun aklını kaybetmesi isteniyor. Sunulan her şeye inanmamız için, hiçbir soru sorulmaması için, her şeyi kaybetmemiz gerekiyordu.

         Artık tepkisiz, sormayan, çözmeyen bir Türkiye'de yaşıyoruz. İstenen olmuştur. Önce fakirleştirilerek, sonra bu fakirliğe karşı çıkılmaması için haklar gasp edilerek, ardından düşünce sistemi bozularak yeni bir orta doğu oluşturmanın temelleri atıldı. Biz orta doğulu görünüme bürünmeden bunlar yapılamazdı. Tekel işçilerinin direnişi tamda bu konuda çok önemlidir. Yeniden örgütlenme hakkı olmadan, işçi ücretleri, küreselleşme palavralarıyla kandırılarak fakirlik sınırının yarısı kadar verilmesi engellenmeden, bu ülke kullanılmaktan kurtulamaz.

         Görmemiz gereken resim budur.

         Martı Jonathan Livingston’un  amacı gibi bir amacı sermayedarlarımızda edinmelidir. Verdiğiniz az ücretle sizde az kazanırsınız, ülkemiz de az kazanır, hatta şimdi olduğu gibi hep kaybeder. Önce çalışanlara yaşanabilir ücret verilmezse ürettiklerinizi satın alacak kişi kalmayacak. En tatlı kazançlar yurt içi satımlarda kazanılmıyor mu? Yurt dışına yapılan satışlar iç satış fiyatlarının nerdeyse ¼ oranındadır. İç pazarlar için ücretlerin doyurucu olması şarttır. Vatan severlik öyle hamasi edebiyatla olacak şey değil. Çalışanlar, dolayısıyla halk sosyal refaha ulaştırılırsa doğusuyla batısıyla bütünlüğü bozulmadan varlığını sürdürecektir.

         Tekel işçilerinin grevine lütfen bu gözle bakalım. Bize büyük resmi görmemizi sağladığı için  bu grev ayrıca önemlidir.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

28 Aralık 2009 Pazartesi

DİKKAT! ÖZÜRLÜYÜM



ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE




         Özürlüyüm, özür dilemiyorum. Ama siz bana çook özür borçlusunuz.

         Değneklerle yolda yürürken acaleniz vardı beni düşürüp arkanıza bakmadan geçtiniz.

         Özürlü araç amblemli, “Dikkat! Özürlü Aracı” uyarı yazsı olan motorlu aracımla yolun sağından giderken gümrük önünde son moda, yürüyen spor metal kutunuzu kaldırım kenarında bulduğunuz boş bir yerde park etmek için önüme sürdünüz ve aniden durdunuz, yarım metre mesafede duramazdım, bende duramadım arkadan çarptım.

         Burnumun kanayıp kanamadığına değil, değerli, yürüyen metal kutunuzun tamponunun yamulup yamulmadığına baktınız.

         Bir gün Sakarya caddesinde aynanıza bakmadan binek tipi yürüyen kutunuzun aniden kapısını açtınız, yolun soluna kendimi atarak kurtulmak istedim, arkamdan gelen araçlar benim özürlü amblemli “Dikkat! Özürlü Aracı” uyarı yazısı olan motorlu aracıma çarpacaklardı nerdeyse. Zor kurtuldum.

         Deprem sonrasında Küpçülerde eski Karaşahin Akünün önünde sağ tarafta açılan PTT kanalından dolayı daha siz ortada yokken yolun ortasına geçerek giderken nerden çıkıp geldiyseniz geldiniz, özürlü amblemli, “Dikkat! Özürlü Aracı” uyarı yazısı olan motorlu aracımın sol sinyalini görmediğinizi düşünerek yavaşlayın uyarısıyla sol elimle yaptığım işareti de dikkate almadan ilk şoförlük denemenizde daralan yolda sollamaya çalışırken arkadan çarpıp beni PTT kanalına attınız.

         Bedenime giyerek yürüyebildiğim birkaç milyarlık yürüme cihazım kırılmış motorum çalışamaz hale gelmiş, sol kolum ağır hasar görmüşken siz olay yerinden kaçmaya çalıştınız.

         Siz iş yeriydiniz, siz kırtasiyeydiniz, siz bankaydınız, siz belediyeydiniz, siz sağlık ocağıydınız, siz okuldunuz, biz hariç herkes hizmetlerinizden faydalanabiliyordu.

         Ya rampanız yoktu, yada kullanılamaz durumdaydı. Üstelik yöneticileriniz sorumluluktan kaçıyordu.

         Biz yaşamak istiyorduk. Bütün diğer yaşayanların yaşam kalitesinde yaşamak ama. Öylesine yaşamak değil. Sadece nefes alarak yaşamak hiç değil. Bunun için sokağa çıkıyorduk. Bunun için konuşuyor, bunun için yazıyorduk.

         Dün Posta Gazetesindeki bir haberle hala anlaşılmadığımızı gördüm, çok üzüldüm.

         İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Mecidiyeköy’deki Metrobüs Terminalinin inşasında tekerlekli sandalyeler için yapılan asansörler çalışmıyormuş. Özürlüler vakfı bu durumu kınamış.

         Asansörlerde kalan özürlülere halk “Sokakta ne işiniz var? Oturun evlerinizde” diyerek kızıp tepki göstermişler.

         Metrobüse binmeye çalışan halk yüzündende özürlüler dışarı çıkamayınca yaya trafiği tıkanmış. Polisten yardım istemişler, “kendiniz yaptınız, size neden yardım edeyim” cevabını almışlar.


         Evet şimdi anladınız mı neden özür borçlu olduğunuzu?

         Özürlüyüm, isterseniz kusura bakın özür dilemiyorum. Ama siz bana çook özür borçlusunuz.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 28.12.09


27 Aralık 2009 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 25


         Bugünkü ilk şiirle sizlere merhaba demek istiyorum sevgili okurlar. Simgesel anlatımla, halka önerilen ve ekonomik yaptırımla dayatılan hayatın bir eleştirisini yapmaya çalıştım. Görsel ve yazılı basının buna bağlı olarak halk beğenisini zevksizlik düzeyine indirmeye çalışarak kişiyi düşünemez yargılayamaz hale getirdiğini de ikinci tema olarak işledim. Takdir sizin, beğenilerinize bırakıyorum.
….    ….    ….

Şarabın
Esrik kelimeleri ağzında
Zaman haritasına seni imliyorum
Kendimi unutuyorum bu ölü havada
Zamanı yitiriyorum
Bugünü emdim, posasını çıkardım
Başka günler sırada
Dönemeçlerde,
               kabuslar kadar, rüyalarda var
Söylenen sözlere inanma, umut bağlama
Haberlerde
     “kemerleri sıkın az kaldı”
                        diyen spikerlere
Uçak olsa inerdi,
              kuşlarda kalamazdı havada
Sen kemerleri sıktıkça
               krizler daha çok yükseliyor
Kişi başına düşen milli gelirden
              kırk iki dansöz düştü payına
Şalını giy, zilini tak parmaklarına
Endülüs’ten
Kudüs’ten
İspanya’dan
Pandispanyadan müzikle
                      döne döne rakset
Şarabın;
Esrik kelimeleri ağzında
Bugünü emdim, posasını çıkardım
Başka günler sırada
Zaman haritasına seni imliyorum

Aydın Göle
09.07.2001

***   ***   ***

         Sevdiğinizle konuşurken sesinde bir kırılganlık bulursanız üzülmez misiniz? Daha önceki numaralı şiirlerde de belirtmiştim hatırlarsanız, adı olmayan, numaralı kısa şiirler kısa mesajla yolladığım şiirlerdi. Bu üzüntümü bu şiiri yollayarak belirtmiştim.  
….    ….    ….

44
Sesin durgundu telefonda
                 konuşurken demin
Saklama söyle ne var
Tunç olsa erir ateşiyle öfkemin
Seni üzen kim, ey yar

Aydın Göle
09.07.2001

***   ***   ***

         Yaş kemale erip sevgi yolunuzun üstünde bir çiçek gibi önünüze çıkarsa neler düşüneceğinizi tahmin ediyorum. Evet yüreğiniz mabet sessizliğiyle aşkı kabul eder ve onu kendiniz için hapseder, ama fark eder misiniz acaba? Kendinizde aşka mahpus olur ve içinden çıkamazsınız. Olsun! Ne fark eder? Hiçlikten kurtuldunuz ya, buna değer.  
….    ….    ….

45
Kayan yıldızdı gençliğimiz,
Bugün düne cevaptı hiçliğimiz,
O koskoca hiçliğin içinde biz.
Bir yürek kadar mabettir aşk,
Kendimizi hapsettiğimiz.

Aydın Göle
11.07.2001

***   ***   ***

         Sevgisiz geçen zamanlarda insan kendine acımaktan başka ne yapar? Tembel tembel gerinir, nerdeyse hiç hareket etmek istemez. Gözlerinde yaşam sevinci de kalmaz. Artık var olduğu bile şüphelidir.
….    ….    ….

46
Yaşlı ve tembel buluttum
Bahçelere yağmayı unuttum
Bu yüzden kurudu çiçeklerim
Gerçek değil soyuttum
Aşkı dizlerimde uyuttum
Bir kederi taşır göz bebeklerim

Aydın Göle
11.07.2001

***   ***   ***

         Yalnızlığı severim, ama yapayalnızlığı sevmem. Hep korktuğum böyle bir durumdur. Sevdiklerinin olduğunu bilmesi, dağ başında yada deniz ortasında olsa da insana güven verir. Yalnızlığa bir ihtar çekmeyi beni unutanı arayıp unutmamasını sağlamakla çok yaparım.
….    ….    ….

47
Unutuldum, arayan yok,
                           yalnızım bu köşede
Mevsimsiz yaprak dökmüş,
                                  gölgesiz meşede
Yalnızlığa çekilmiş ihtardır.
Unuttuğunu unutan beni,
                                   o mahzun yardır.

Aydın Göle
21.07.2001

***   ***   ***
         Unuttuğunuz bir duygu olmuşsa sevda, anlamını kaybetmiş kelime kalabalığına dönmüşse hayat, karanlıklar içinde kaybolmuş olmaktan beter durumdasınız demektir. Bir gün o karanlığın içinde ışık benim için birden bire yandı. Ben trafoyu yüklenmiş gezer oldum ondan sonra. Ondan sonra, durun durabilirseniz. Sevdanın gücü böyle bir şey işte..
….    ….    ….

48
Duygularımı uyutmuştum çoktandır
Sen gelince o derin uykudan uyandı
Aşka yürek, yemyeşil bir vatandır
Karanlık kenttim, ışıklarım şimdi yandı
Işıklar yandı, ben yandım, sen görmedin
Kimse görmedi tüten dumanımı
Bir sevda sardı baştan aşağı beni

Aydın Göle
24.07.2001

***   ***   ***

         Bir sevda ölüleri kıskandırabilir mi? Mercan rengi sevda olursa kıskandırır. İşte öyle bir sevdaydı içimdeki. Ben sevdam için ölmek istemedim. O çok alışılmış bir şey. Ölüler kalksınlardı. Görseler bu sevdayı, ölmek istemeyeceklerine emindim. Zaten yaşarken sevmedikleri için pişman ölmüşlerdi.. dirilerek ellerine hazır bir fırsat daha geçmişken sevmeden ölünürmü?
….    ….    ….

Şakaklarım tutuşmuştu, yanıyordu
Bu aşka kalbim nasıl dayanıyordu
Salı akşamıydı, yazdı, sıcaktı
Bir kibrit çaksanız hava yanacaktı
Şakaklarım gibi o da
                        durmadan terliyordu
Çünkü aşkımı itiraf etmiştim
                              önce kendime, sonra sana
Sonrada sen itiraf etmiştin
                                 çünkü beni sevdiğini.
Mehtap şahitti, mağrurdu,
                          aşkımız kadar parlaktı o gece
Aldanmıyorduk,
                          yok hayır aldanmıyorduk
Ömrümüzün
                      en güzel rüyasını yaşıyorduk
Ne cömertsin ey talih
Biz yıllarca hep senden korktuk
O gece bize güldün ana şefkatiyle
Tumturaklı sözleri aştık
Aşkı yaşıyorduk nefes nefese
Mutluluk sağanağından sırılsıklamdık
Vücudumuzu sardı mavi bir elektrik
Birbirimizden habersiz
                                  yıllarca bekleştik
Öttür borunu İsrafil
Kalksın mezarlarından pişman ölüler
Mercan rengi sevdamızı görsünler
Ölebilirlerse sonra bir daha ölsünler

Aydın Göle
27.08.2001


Görüşmek ümit ve dileğiyle sevgiler içinde sevgiyle kalın sevgili okurlar.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 27.12.09

26 Aralık 2009 Cumartesi

DTP – BDP, PKK KOMEDİSİ



ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE







         Bu iş bir komediye döndü artık. Kim ne derse desin çok acemice oynanan bir komedi bu. Komedi dozunu arttıranda zaten acemilikleri.. İnanın bilerek izlerseniz sizlerde bu komediye çok gülersiniz.

         Ne demek mi istiyorum? Ne demek olacak canım, kapatılan DTP ve hemen arkasından açılan BDP’den söz ediyorum. Parti kurucuları ve milletvekilleri anayasa mahkemesi tarafından 11 aralıkta kapatılmasına karar verdikten ve 16 aralıkta resmi gazetede kararın yayının ardından DTP kapatıldıktan sonra sine-i millete döneceklerini söylemediler mi? İki gün sonra BDP’nin açılışını yapıp, üçüncü gün çok saygıdeğer bebek katili “apo”ları istemediği için millet vekilliğinden istifa etmeyeceklerini söylediler.

         Oysa Emine Ayna “halkımız dağa çıkın diyor” dememiş miydi? Sanırım onlar dağları karıştırdılar. Niyetleri Uludağ’a çıkmaktı herhalde. Belki biraz kayak yapmak iyi gelir, kürt kızlarının gelenek baskısından kurtulmaları için, eğitim görmelerini sağlayacak, yada feodal yapıyı değiştirecek bir eğitim yasası tasarısı, yada toprak ağalığı sistemini ortadan kaldıracak bir toprak reformu yasa tasarısı hazırlama imkanı bulurlar.

         Türk milleti kadirşinastır hiç utanmasınlar, diğer her şeylerini finanse ettiği gibi Uludağ’a çıkmalarını da bu millet finanse eder. Belki o zaman Amerikan politikaları sonucunda yok olmaktan kurtulurlar. Çünkü Amerika kürt hareketini Barzanileştirdi. Bu yüzden Kandil dağından indirilerek PKK yok edilecek. Bunu sayın (!) bebek katili gördü, borozancıları (eski DTP, şimdiki BDP) göremediği için onları “ti” sesiyle hizaya getirdi.

         Biliyor musunuz; İmralı sakini bir keresinde bu durum nedeniyle avukatları aracılığıyla “Türkiye elimizden çıkıyor, bütün mücadelemizi Türkiye’nin parçalanmaması üstüne kurmazsak eylemimiz Barzani’nin kontrolüne geçer” demişti. Bunun üstüne bütün kürt ileri gelenleri olduklarını iddia edenler ağız değiştirdiler. Birden bire hepsi Türkiye’nin bütünlüğünden söz eder oldu. “Koparabildiğimiz kadar hak koparalım” dediler, bunu barışın şartı olarak göstermeye çalıştılar. Bu arada sayın (!) bebek katili İmralı sakini bu konu hakkında bakın ne diyor:

         “Benim rolümü oynayabilmem için barış projesinin ortaya konulması gerekiyor.
         Her şeyi benim omuzlarıma yıkmasınlar.
         Dürüstlükle bir demokratikleşme projesi hazırlanmalıdır. Ve hemen harekete geçilmelidir.”

         “Sorumluluklar hep omuzlarıma yüklenmiş. Bu şekilde Hükümet de bütün yükü bana bırakıyor. Bu da benim sağlığımı bozuyor.” Vah zavallı vah, ne büyük vatan severmiş de haberimiz yokmuş, vatanımız için kendini paralıyormuş baksanıza.

         Kendinden menkul değerler edindiler, ülkeye yapmadıkları kötülük bırakmadılar. Ülkenin  hem zamanını, hem kaynaklarını, hem insanlarını ziyan ettiler. Daha çok zenginleşeceğimize, batı bölgesinin ürettiği gelirler çarçur edilerek refah seviyesi bakımından çok geriledik. Batı bölgelerinde çalışan işçi ve iş veren gelirlerinden alınıp doğu bölgelerine aktarılan vergi gelirleri terörle mücadelede kullanıldığı için eskisi gibi aktarılamadı. Şimdi bütün bunlara rağmen o bölge insanı Türkiye Cumhuriyetinden ayrılmayı düşünmüyor.

         Geçen yazımda Bahçeşehir Üniversitesinin Güneydoğu bölgesinde yaptığı anketi yazmıştım. O ankette kürt nüfusun %78,9 unun TC vatandaşlığından çıkmak istemediği anlaşılmıştı. Bu ülkenin imkanlarından vaz geçmek öyle kolay mı?

         Şimdi İmralı müdavimi BDP milletvekillerine neden istifa etmeyin dediği anlaşılıyor değil mi?

         Siz siyasetçilerin, hele terörist başı-bebek katilinin söylediklerine hiç bakmayın. Gerçek hiçte onların dediği gibi değil. Onlar bir futbol takımının antrenörü gibidirler. Şampiyon olan bir takıma antrenörün katkısı %15 olduğu söyleniyor. Siyasetçilerinde bundan fazla değil. Onlar yöneten veya yönetmeyen olması hiç fark etmez, hepsi gürültücü çığırtkanlardır. 


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 25.12.2009

25 Aralık 2009 Cuma

DTP’NİN BU ÜLKE İNSANINA BORCU

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE



         “Kör ölür badem gözlü olur.” Demiş atalarımız. Bu söz “bir şey yitirildikten sonra değer kazanır” demektir. Hepimizde böyle bir duygu ve düşünce var. Bize bunu düşündüren pişmanlık veya acıma duygusu mudur? Eğer öyleyse bir şey kötüde olsa varlığı sonlandırılmamalı mıdır? Buna kesin olarak cevap verebilir misiniz? Havada kalmış sözlerle bu soruyla karşılaşılınca kimse kolay kolay olumlu veya olumsuz cevap veremez buna. O zaman bu sözü yere indirelim, ayakları önce bir güzel yere bassın. Yani efendim sözü kişileştirelim.

         Sözü DTP’nin kapatılmasına getirmek istiyorum. DTP kör bir göz müydü? Bu soruyla yeni bir tartışma yaratmaya gerek yok! 18 aralıkta yayınlanan “HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN ROLÜ GEREĞİNCE OYNADIMI?” başlıklı yazıda dediğim gibi DTP mecliste olduğu süreçte bölgenin çağ dışı ilkellikten kurtulması için en başta aşiret düzenini yıkmaya yönelik tek bir yasa önerisi sunmadı. Bu aşiret düzeninden kaynaklanan baskıcı gelenekleri bitirecek eğitim seferberliği içine kız çocuklarının zorunlu katılımı ve kürt işadamlarının bölgenin kalkınması için yatırım yapmaları hakkında önerilerde de bulunmadı. Üniter devlet yapısından kaynaklanan bölgesel kalkınma paylarından faydalanan işadamlarının orda kurdukları işlerin daha sonra batıya taşınmalarına hiçbir kürt lider ve partileri gibi DTP’de ses çıkarmadı. Terör örgütü PKK’ya endeksli bir politika uygulamaktan başka bir şey yapmayan bu parti kapatılınca Türkiye’nin aydınları “kör ölür, badem gözlü olur” sözünü doğrular nitelikte davrandılar.

         DTP kapatılınca partinin başkanı Ahmet Türk (güvercin kanadın da lideri olduğu söylenmesi bile hoş değil, bu ülke hepimizinse birbirimize karşı şahin olacak değiliz ya..) Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “benim bir rüyam” var demiş. Bu söz Amerikalı zenci lider  Dr. Martin Luther King’in sözüdür. 1963 yılında meydan konuşmasına katılan 200 bin Amerikalı zenciye bu sözle hitap etti. Dünyanın tanıdığı bu lider, Hürriyet gazetesi yazarı Oktay Ekşi’nin de yazdığı gibi; “soydaşları adına “insan hakları”mücadelesine başladığı 1955 yılından, bir suikast sonucu öldürüldüğü 3 Nisan 1968’e kadar bir kere olsun “şiddetin” yanında olmadı. Hukuk dışı hiçbir mücadele tarzını desteklemedi.”

         Okay Ekşi yazısının devamında şunları söylüyordu:

         “Hemen her konuşmasında “soydaşlarının maruz kaldığı haksızlığı, baskıyı, eşitsizliği” dile getirdi ama en çok da Washington D.C.’de yaptığı “Bir rüyam var” temalı konuşmasında bunları tekrarladı. Örneğin:
         “Siyah derililere vatandaşlık hakları verilmedikçe Amerika’da kimse huzura ve sükuna kavuşamaz” dedi.”

         Dr. Martin Luther King o yıllarda rüyasını şöyle anlatıyordu:

         “Polisin bizlere karşı uyguladığı, anlatılamayacak kadar insafsız kabalık önlenmedikçe; oto-yolların kenarlarındaki ve şehir merkezlerindeki otellerde geceleme hakkı bize tanınmadıkça; Mississippi’de yaşayan siyah derililere oy hakkı verilmedikçe; New York’taki bir siyah derili oy verecek hiçbir seçeneğe sahip olmadıkça bizi hiçbir şey tatmin edemez” dedi.

         Ahmet Türk’ün adına konuştuğu insanlarımızın hangisi bu şartları yaşamıştır. Kürtler seçme ve seçilme hakkını kullanarak mecliste girmedi mi, hatta cumhurbaşkanı olmadı mı bu ülkede? Kürt işadamı olup da işi engellenen, zengin olmasına izin verilmeyen oldu mu? Böyle olmadığı ortada. 18 aralıkta yayınlanan “HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN ROLÜ GEREĞİNCE OYNADIMI?” başlıklı yazıdaki istatistik sonuçları da bunun kanıtıdır.

         Dr. Martin Luther King rüyasını dile getirirken imtiyaz değil eşitlik istiyordu. Hiçbir zaman “Biz ayrı bir halkız” demedi. Kendi ülkesiyle bir çatışma içine girmedi. Ahmet Türkün rüyasını terör örgütünün sesi olma çabaları içinde nasıl değerlendirmek gerekir acaba?

         Bu rüyayı en başta terörü lanetleyerek makul ölçülerle dile getirmek, temsilcisi olduklarını söyledikleri kürt halkına ve bu ülke insanlarına Ahmet Türk liderliğindeki DTP’nin borcudur.
Bundan sonra kurulacak bir kürt partisi bütün bunları dikkate almak zorundadır.


         Not: Bu yazı yazılırken BDP kurulmamıştı.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

23 Aralık 2009 Çarşamba

VERGİ Mİ RÜŞVET Mİ?





ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE



         Yunan vatandaşı ekonomik krizle boğuşurken vermek zorunda kaldığı rüşvet nedeniyle biz neden vergi ödüyoruz ki diye soruyormuş. Öyle ya, her şeyin belli bir bedeli varsa vergiye ne gerek var ki. Devlet; memur ve yöneticiler için bir acentelik durumuna düşerse olacağı bu tabii ki.

         Rüşvetin bir çeşidi de yok. Sayın sayabildiğiniz kadar.

         Dünyanın sayılı ekonomik gazetelerinden Wall Street Journal Yunanistan’ın bu durumuyla ilgili bir makale yayınlamış.

         O makaleye göre bir işletme sahibi şöyle diyor:

         “Her ay 10 bin Euro’luk bir bütçe ayırmak zorundayım. Bu parayı kamu görevlilerine rüşvet olarak vermek zorundayım. Açtığım yeni kafede dışarı masa koymak için her ay bu parayı ödemek zorundayım.”

         Çevresine biraz şikâyette bulunsa, hükümet aleyhine birkaç kelime sarf etse, ertesi gün“ilgili makama” davet ediliyor.


         “Bir daha yaparsan işletme ruhsatın iptal edilir” diyorlar.”

         Gene makaleden başka bir alıntı. Fizik öğretmeni genç kadın öğrencilerine konuşuyor:

         “Size burada ders anlatmamın ne manası var ki? Nasılsa üniversiteye hazırlanmak için para ödeyerek ders alacaksınız.”
         Herkesin bildiği bir sır.
         İlköğretimde ve ortaöğretimde okuyan çocukların çoğu bir üst okula girebilmek için ek ders alıyor.
         Ortada bir “devlet hizmeti” var.
         Ama herkes “birilerine” bir şeyler ödemek zorunda.
         Zaten sınıfa konuşan kadın öğretmen de, dersleri bitince özel ders veriyor.

         Aynı makaleye göre hastalar doktorlara zarf içinde para ödüyor.

         Bütün bunları Hürriyet Gazetesinin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök köşesinde yazmıştı.

         Devleti rüşvet zaafa düşürür. Rüşvet devletin gücünü tüketir. Gücü kalmayan devlet rüşvetin yaygınlaşmasına neden olur.

         Bizde de bu durum bazı durumlarda sürekli, bazı durumlarda da zaman zaman görülmüyor değil.

         Hala daha devlet okullarında yeterli eğitim verilemeyişini, her köşede dershane açılmasını ne olarak görüyorsunuz?

         Yeterli yada yetersiz bir sürü özel hastanenin açılması sizce gelişmenin göstergesi mi? 

         Örnekleri uzatabildiğiniz kadar uzatın isterseniz.

         Devletin vergi almaktan vaz geçtiğini duymuşta değilim. Vergi varsa rüşvet nasıl verilir? Vergimizin takipçisi olsak rüşvet bu kadar yaygın olamazdı. Daha güzel bir ülke ve daha güvenli yarınlar istiyorsak bu beladan kurtulmamız gerekir.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 22.12.09



21 Aralık 2009 Pazartesi

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 24



         Merhaba sevgili okurlar. Bu günün ilk şiirinde dilimize zorla sokulan şu “in” ve “out” kelimelerini konu alıyorum. Yükselişte ve inişte demek olan bu kelimeler benim canımı çok sıkıyor. Buna basının alet olmasına ne demeli? Bu işin bir yanı tabii. Şiirde ikinci yanına daha çok vurgu var, amacım ikisini anlatmaktı. Başarılı olup olmadığımı takdirinize bırakıyorum.
    

“in” benim bildiğim ayılarındır afedersiniz
“out” topun dışarı çıkması
Ne zamandır gözde şimdi “in” ler
Ben modanın peşinde değilim
Ama Moda da yaşasaydım eğer
Bu çamur deryasından kurtulurdum
Benim yaşantım hep “out”
Yani oyunun dışında tutuluyorum
Hiçbir oyunu kazanamayışım bundan
Mazeretim yok aslında
Bir mazeretim varsa
                       DÜRÜSTLÜĞÜMDÜR


Aydın Göle
19.05.2001

***   ***   ***

         Numaralı şiirler telefonla mesaj olarak gönderilmiş şiirlerimdir. Bu şiir de “Hoş Sada” da  birlikte müzisyenlik yaptığımız, eski usta bağlamacı Rahmi Oskay arkadaşımın şirketi Karsan Soğutma’da kısa süre sekreterlik yapan Fethiye’li, burada yüksek öğrenim gören bayana memleketine gidişinde yazıldı.
     

43
Gidiyor musun
Bu şehir üzdü mü seni
Ağlattı mı kara geceleri
Umudunu mu çaldı yarına ait
Gitmezsen oraları
               gidersen buraları
            özleyeceksin mutlaka
Gidiyor musun
Saat kaçta kalkacak otobüs
Gönderenin var mı, orda karşılayanın
Ben iki güvercin yolluyorum
                                    seni yolcu etmeye
Ben, ben gelemem, gücüm yok vedalara
Sahi gidiyor musun
Belki son anda vaz geçersin ha
Ama git! Yolundan almayayım
Git! Yolların türküsünü söyleyerek
Gökteki yıldızlar kadar umut,
                                saçların kadar
                          mutluluklar diliyorum
Burçlarındaki sevgi bayrağını
                       dalgalandıran rüzgarın
                            hiç eksik olmasın
                                                     Git!..


Aydın Göle
28.05.2001

***   ***   ***

         Bu şiir bu günkü ilk şiirimizin son mısraıyla başlayıp bitmesi nedeniyle devam niteliğinde görülebilir. Okuduğunuzda göreceksiniz bu şiir bir devam şiiri değil. Aslında devam şiiri olsaymış, fena olmazmış hani. O zaman “ bu hamur daha çook su kaldırır” derdim.
     

Demiştim ya
     dürüstlüğüm tek mazeretimdir
Mahcubiyeti onurla harmanladım
Cadı avına çıktım cesaret yüklenip
Her şeyde pis koku –iç çürümesi-
Gazeteciler haber peşinde
Rotatifler, teleksler, fakslar dolu
Medya kartel
Para babaları
      eski solcuları
      kırpıp kırpıp anchorman* yaptılar
Boğaza bakan villalarında
               asansör boşluğuna düşer kimi
Kimi nur tarikatının sözcüsü
Kimi  evlilikleri rekabete açar

Kimi ihale için hazırolda
Kimi hükümetin gözcüsü
Kimi çocuk satar Avrupa sosyetesine
Kimi kadın memesi için vatanı
Kimide bir Çingene’den meme emmiştir
Ama hiç biri
              nerde duracağını bilmemiştir
Derin mavi, derin devlet
Askercilik oynar,
                yada belde jop
               ve kelepçe polis
Karanlığa ışık yaktık
Sürekli aydınlık için işi gücü bıraktık
Şimdi partinin ampulü ışıl ışıl
Devr-i sultanın
                masal sevdası
            ürküttü rüzgârları
Benim dürüstlüğüm gene tek mazeretim

Aydın Göle
29.05.2001/18.12.2009

***   ***   ***
         Bir gün ummadığım anda bayan Che yanında okuldan arkadaşı, Adana’lı bayanla geldi. Onları Sultan Sekinin yanındaki Galaksi Cafe’de ağırladım. (Daha sonra orası çelik kapı mağazası oldu. Alt geçit oradaki bütün dükkanların işini bitirdiği gibi onunda işini bitirdi. Üç  senedir kiralık tabelası var ama kiralayan yok!) Konuşma arasında bu mısraları söyledim. Kendim bile şaşırdım. Bu ilkti ve şimdilik tek kaldı. Hemen orda kağıda dökmesem unuturdum. 
     
Bileti ayırmıştım, gidiyordum
Senden kaçıyordum,
                mazimden aklım sıra
Yapamadım Allah kahretsin
Gidemedim bu lanet şehirden
Terk edemedim seni
     bütün gemilerin batmışken
Omzun düşmüşken,
             umutsuz bir bulut
           konmuşken gözlerine
Bileti iptal edemedim bile
Kim bilir kim gitti benim yerime
Nereye gitti
Ölüme mi, düğüne mi

Aydın Göle
04.07.2001
***   ***   ***
         Gene Karsan Soğutmada kısacık bir zaman sekreterlik yapan çok güzel, çok genç, çok aksi, çok asi, çok havalı, şıpıdık bir kızı tanımıştım. Bir işe gelişi vardı, görmeliydiniz. Asimetrik etekler, balo ayakkabıları, varla yok arası yada devasa çantalar, başında mutlaka şapkalar… oysa geldiği yer Çaykışla köyüydü. Kendisini anlatan şiir yazmamı istedi. Ona bu şiiri adından esinlenerek yazdım
     

Benim aradığım aslıdır,
                        tebessümünde,
                              sevginin de
Hatta bazen dağları titreten
                                 öfkeninde
Oysa o kendini
      bir film yıldızına benzetiyor
Yıldızın sureti buradaysa
                                ASLI nerde
Benim aradığım aslıdır,
                                   kederinde,
                                   sevincinde
Adam gibi dikilmeli karşıma
                   kılıcı olsa bile elinde
Aradığımı bulamam
                      her şeyin suretinde
oysa o bir surette kendini yaşıyor
ASLI burdaysa, suret nerde
Benim aradığım ASLI’dır,
                        söyleyin ASLI nerde


Aydın Göle
05.07.2001

***   ***   ***
         Bu şiirle arzularımıza karşı teslimiyeti engellemenin akılla mümkün olduğunu anlatmak istedim. Arzularına yenilip işini, eşini ve çevresini kaybedenleri çok gördüm çünkü. Şimdi özgürlükler seksle başlıyor, seksle bitiyor. Bireyselleşmenin verdiği yaşam hazzı telaşı gerçek özgürlüğün iktisadi özgürlük olduğunu unutturuyor. Böyle olunca seks başta olmak üzere, kredi kartlarına kadar varan yaşam hazzı aceleciliği başka türlü bir tutsaklığı getirmedi mi sizce de?
     

Hoş geldin tatlı arzu
Al bedenimi istediğin gibi sar
Sana emanet etim ve kemiğim
                     ve hatta bütün derim
Bulursan bir olgun orospu isterim
Sokak lambasının
                odama giren
           ışığıyla dans etsin
Işıkla, gölgelerle, benle,
                       sabaha kadar sevişsin

Hoş geldin tatlı arzu
Al bedenimi istediğin gibi sar
Sana emanet etim ve kemiğim
                     ve hatta bütün derim
Usumu bana bırak, ben onu isterim
Ben onunla kölelikten kurtulurum
                    onunla kendime yeterim

Aydın Göle
08.07.2001


Haftaya görüşmek dileğiyle iyi pazarlar sevgili okurlar.



*anchorman: ana haber sunucusu



… … …
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com




Yayın Tarihi: 20.12.09

HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN ROLÜ GEREĞİNCE OYNADIMI?

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


         Ne yazacağımı kara kara düşünüyordum. Gündem dışında yazmak hiç istemiyordum. Gündemi yazmakta yangına körükle gitmek olmamalıydı. Karışık duygular içinde boğuşurken imdadıma Hürriyet gazetesindeki Ertuğrul Özkök’ün yazısı yetişti. Ülkemizin yarınları için küçücük bir umut arıyordum. O yazıda verilen istatistiklerde bu umudu hala taşımamız gerektiğinin işaretlerini buldum. İnanın çocuklar gibi çok sevindim. Nasıl sevinmeyeyim söyler misiniz? Yazılı ve görsel basın, bizi Ankara’dan yöneten-yönetmeyen bütün politikacılarla el ele vererek beynimizi dumura uğratmadılar mı? Politikacılar daha az konuşsa, basın 3. sayfa mantığıyla habercilik yapmasa bence toplum sağlığımıza kavuşuruz.

         Bütün siyasi partiler ülkenin bu durumundan sorumludur. Savuşturma politikaları uygulayarak çözüm üretemeyenler ve bu durumdan yararlananlar, akıl tutulmasına sebep olmuşlardır. Bu yüzden hiç kimse sorumluluklarından kaçmadan, herkes vicdanını sorgulamalıdır. Toplum olarak akıl tutulmasından kurtulmak zorundayız. Ay ve güneş tutulması birkaç saatlik bir olaydır, fakat akıl tutulması kronikleşebilen bir olaydır.

         DTP kapatılmamalı diyenlere hangi açıdan kapatılmamalı diye soranlar şu soruyu da beraberinde soruyorlar mı? DTP askeri zaferler (PKK; DTP’nin ordusudur, DTP’de PKK’nın siyasi partisi gibi davranıyor. Açılım sürecinde yurda gelen PKK’lılar askeri kıyafet olarak gördükleri kıyafetlerini değiştirmeyerek bu durumu kanıtlamışlardı. AG.) peşinde koşmayıp, mesela toprak reformu önergesiyle meclise geldiler mi? Gene mesela; gelenek zulmünden kurtulmanın kızların eğitilmesinden gerçekleşeceğini savunduklarını duydunuz mu? Yada batıda bulunan kürt iş adamlarının bölgenin kalkınmasında rol almaları için ne önerdiler biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz değil mi? Bende bilmiyorum. Çünkü böyle bir programları yoktu ki.

         Evet Türkiye, başbakanın dediği gibi partiler mezarlığına dönüşmemeli. İyi de suç anayasa mahkemesinin mi? Herkesin anlayacağı futbol konusuyla durumu anlatacak olursak futbolda oyun kurallarını belirleyen uluslar arası kuruluş olan Fifa ve UEFA kurallarda değişiklik yapmadan var olan bir kuralı yok sayabilir misiniz? Mesela kendi başınıza bir karar alıp penaltı kuralını uygulamayabilir misiniz? Faul ve penaltı kuralı varsa cezalarda vardır. Anayasa mahkemesi bunu yapmıştır. Başka bir şey değil.

         Ertuğrul Özkök şunları yazmıştı:

         “Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, bir araştırma gerçekleştirdi.

         Araştırmanın adı, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri sosyo-ekonomik araştırması.” 
         3000 hane halkına soru kâğıdı gönderilmiş.
         Bunların 2401’inden cevap alınmış.
         Araştırmada sorulan sorulardan biri şu:
         “İmkânınız olsa Türkiye’nin neresinde yaşamak istersiniz?”


         Şu an oturdukları kentlerde, kasabalarda, köylerde mi?
         Yani, PKK’nın “Kürdistan” dediği bölgede mi?
         Yoksa Anadolu’nun başka yerlerinde mi?
         Hiç de önemsiz bir soru değil.
         Sadece Kürtleri değil, bütün Türkiye’yi ilgilendiren çok önemli bir soru.
         Özellikle de Güneydoğu’dan göç alan şehirler açısından önemli bir soru.


         Sorunun cevapları şöyle:

         Buradan memnunum    yüzde 50.
2
         İstanbul......................    yüzde 12.9
         İzmir......................       yüzde   4.8
         Antalya..................       yüzde   4.8
         Ankara.......................    yüzde   4.0


         Bölgede konuşulan insanların yüzde 78.9’u “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını”, “vazgeçilmez” olarak görüyor.


         Bu rakamı düşük sanmayın.
         Çünkü aynı bölgede yaşayıp anadili “Türkçe” olanlar arasında TC vatandaşlığını vazgeçilmez kabul edenlerin oranı yüzde 88.5.


         Şimdi sıkı durun.

         Anadili “Arapça” olanların, yani Arap kökenlilerin içinde TC vatandaşlığını vazgeçilmez kabul edenlerin oranı yüzde 89.4.
         Yani bölgedeki Türklerinkinden de yüksek.
         En düşük aidiyet duygusu ise Zaza kökenli Kürtler arasında çıkmış.
         O da yüzde 60.


         Bu sonuçları şundan veriyorum.
         Güneydoğu ve Doğu’da yaşayan vatandaşlarımızın, yarıya yakını Türkiye’nin öteki bölgelerinde yaşamak istiyor.
         Bunların yüzde 30’una yakınının yaşamak istediği şehirler, İstanbul, İzmir, Antalya ve Ankara.
         Yani bu şehirlerimiz oralardan gelecek yeni göçlere hazır olmalı.
         İşte bu noktada çok ciddi bir “algılama” sorunu ile karşı karşıya kalabiliriz.
         Son olaylar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, karşılıklı algılamaları acaba ne ölçüde etkiledi?
         Yani İstanbul, İzmir, Antalya, Ankara, Adana’da yaşayan Türkler, o bölgeden gelen kişileri nasıl görüyor?
         “Kürtler” veya “PKK yandaşları” olarak mı?
         Oysa bu araştırma gösteriyor ki, gelecek kişilerin yüzde 80’ine yakını TC vatandaşlığını vazgeçilmez olarak kabul etmiş insanlar.
         Tabii batı bölgelerine gelmek isteyenler arasında bu oranın daha da yüksek olacağı tahmin edilmeli.”


         Yazıdan yaptığım alıntılar bu kadar. Buradan çıkan sonuç kesinlikle parçalanmak değil. ortadaki durumdan doğan keskinliği kaşımamamız gerekiyor. Kaşıdığımız ölçüde ülkemizin geleceği kararır. Buna kimsenin razı olmadığı ortada. Ülkemizin sunduğu imkanlar öyle sanıldığı gibi vaz geçilir şey değildir. Şimdiye kadar herkes üstüne düşen rolü oynadı mı diye sormamız gerek. Şimdiki duruma bakarak sorulmadığını söyleyebilirim. Oynamış olsaydı ne şehit aileleri rencide olurdu, ne kürt vatandaşlarımız çağ dışı ilkellikte kalırdı. Herkes benim dediğim olsun havasında. Oysa okuduğunuz istatistikler politikacılara çok şey anlatmalı.

  
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com




Yayın Tarihi: 18.12.09