26 Nisan 2011 Salı

TÜRKİYENİN DEĞİŞİMİ SÜRECİNDE BİR MAKALENİN İZLERİ 1


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Keşke sosyal konularda kolay çözülebilen, pozitif bilimlerle içli dışlı olabilen konular olsa. Tarih deneysel bir bilim dalı değildir. Daha doğrusu bilim bile değildir. Bilim geleceği örer. Tarihse geçmişi anlatır. Anlatılan geçmişten bu güne uygulanacak pek fazla bir şey kalmaz. Ne devletler o tarihteki devletlerdir, nede o günkü teknolojinin bugün hükmü vardır. Bugün olanlar kendine özgü şartları içerir. Olayların dünle benzerliğine bakıp dünden bugüne ders çıkarmak ne kadar geçerli olur? Hiç olmaz demiyorum, ama deneysel bilimler gibi ona dayanarak çözümler üretemeyiz diyorum. Burada esas olan bilim üretmektir. Bilim üretirken hafızamızı kaybetmememiz gereklidir. Tarih işte burada devreye girer. Tarih eğer kendi içinde arkeoloji, hukuk, sosyoloji, sanat tarihi ve ekonomi bilimlerini barındırırsa (ki bunun adı tarih olmaktan çıkar, mukayeseli tarih diye anılan geniş kapsamlı bir felsefe olur) o zaman bilimsellik kazanır ve gerçeğin kavranmasını sağlar.

Aşağıda Rus haber ajansı Regnum’da Stanislav Tarasov imzalı makaleden seçtiğim satırları okuyacaksınız. Bu satırları bu düşüncelerle okudum. Makale bir Rus gözüyle Türkiye’nin geldiği ve gittiği yolu gösterdiği için ilginç. Bu ve buna benzer makaleler gelecekte tarihçiler için bir belge niteliğindedir. Sözünü ettiğim bu makale içinde bulunulan zamanı anlattığı için şimdiki zamanlıdır, oysa anlatılan ziyaretler bir ayı bulmak üzere.

***

Azerbaycan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Araz Azimov resmi ziyaret amacıyla Türkiye’de bulunuyor. Azimov, Türk meslektaşlarıyla siyasi istişarelerde bulunma niyetiyle bu ülkeyi ziyaret ediyor. Araz Azimov, Azerbaycan Dışişleri Bakanlığının en bilgili uzmanlarından biri sayılıyor. Çünkü diplomat aynı zamanda, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in Karabağ ihtilafının çözümünde özel danışmanı olarak görev yapıyor. Bu yüzden, Azimov’un Ankara’yı sadece bugünlerde Soçi’de gerçekleşen Medvedev-Aliyev-Sarkisyan görüşmesi hakkında değil, anlaşmaya varılan ancak şimdilik açıklanmayan bazı konular hakkında da bilgilendireceğini tahmin etmek mantıklıdır. Soçi’de, genel olarak Orta Doğu’daki karışıklıklar neticesinde Arap dünyasında hâsıl olan durumun belli detaylarının ve ayrıca durumun Karabağ ihtilafı üzerindeki muhtemel etkilerinin tartışıldığı şüphe götürmüyor. Ayrıca Azimov’un Türkiye ziyareti, Moskova’nın Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kabul etmeye hazırlandığı, martın ikinci yarısında ise ABD Dışişleri Bakanının Türkiye’yi ziyaret etmeyi planladığı bir ana denk geliyor. Karabağ sorunu, her ne kadar Arap dünyasında meydana gelen sarsıntıların yanında önemsiz kalsa da genel meselelerin dışında hem Erdoğan’ın hem de Clinton’un ziyaretinde kesinlikle tartışılacak.

(...)

The Washington Post gazetesine göre Barack Obama yönetimi, bu bölgenin bir dizi devletinde iktidarın İslami hükümetlerin eline geçeceği tezine hazırlanıyor. Bu, Amerikan politikasına “daha çok dini açılar” getirebilir. Bu anlamda Türkiye politikasının İslam dünyasıyla “ortak değerler temelinde” ilişkiler kurmak yönündeki eğilimi, oluşmakta olan siyasi örtüye uyuyor. Ankara’nın Kemalizmin yıkılması sürecinde AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etmek istemeyişini esas katalizör olarak kullanmasının bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz.

(...)

Türkiye’nin tutumu, bölgesel “enerji merkezi” olarak şekillenmesi, Rus ve Azeri enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında transit ülke rolünü oynaması bakımından da yeni nitelik kazanıyor. Buna ilaveten, Suudi Arabistan’ın dış politikadaki aktifliğinin görülür bir şekilde azalmasından dolayı Orta Doğu’da jeopolitik önemi gittikçe artan komşu İran’la ticari, ekonomik, siyasi ilişkilerin ve enerji alanında işbirliğinin coşkulu bir biçimde gelişmesi de var.

Neticede Orta Doğu’da Ankara, Moskova ve Tahran’ın taktiksel çıkarları örtüşmeye başladı. Stratejiye gelince, bazı bilgilere göre, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçenlerde gerçekleştirdiği İran ziyareti sırasında taraflar, ABD birliklerinin Irak’tan ve uluslararası askeri kontenjanın Afganistan’dan çıkışından sonra bölgenin yetki alanlarına bölünmesini düşünüyor.

Böylece, bölgede (Türkiye Osmanlı İmparatorluğu, Farslar İran olmak üzere) geleneksel tarihi matriksin yeniden oluşması süreci aslında tamamlanıyor ki bu, gelecekte Türkiye, Rusya ve İran’ın yeni dış politikalarının hatlarını belirleyecek. Ocak ayı sonunda Avrupa Güvenlik Konseyi Parlamenterler Meclisinde (AKPM) konuşan Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ülkesinin tutumunu şöyle izah etti: “Nasıl ki İngiltere Birlik çerçevesinde aktif bir politika yürütüyorsa, Fransa da Kuzey Afrika devletleriyle tarihi bağları canlandırıyorsa, Türkiye de jeopolitik ve jeostratejik konumunun özelliklerine uygun olarak çevresindeki ülkelerle ilişkileri geliştiriyor.” Yani Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde haklarını ileri sürerek Türkiye, “müttefik” Azerbaycan’ı yine de İran ve Rusya’nın tarihi etki alanına dahil ediyor. Bundan hareketle Türkiye, Orta Doğu’da manevralarını sınırlı kılan “Türk dayanışması”na değil de İslam’ın ilkelerine dayanan ve uzmanların fazla gözüne çarpmayan bir süreci yavaş yavaş teşvik etmeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde pan-İslamist düşünceler birinci sıraya çıkartıldı. Jön Türklerin 1905-1908 devriminden sonra ise İstanbul’un başlıca sloganı pan-Türkizm oldu ki bu, İmparatorluğun gelişiminde büyük ölçüde belirleyici oldu. Sonra ise Kemal Atatürk örneğinde Türkizm ortaya çıktı.

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 04.04.2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder