30 Ağustos 2011 Salı

AŞK MI SEVGİ Mİ?


Aşk gürültücüdür. Haykıra haykıra şarkı söyletir insana, yüksek sesle konuşturur. Bir şeyleri gözlere sokmak amacını taşır. Onunla birlikte ölümle hayat at başı koşar. Aşkın bir boyutunda, seçim söz konusu olsa ‘kendinden vazgeçme’ ile hayattan kopmak kolaylıkla mümkün olur. Çünkü aşk her şeyden, başta kendinden aşkınlaşmaktır. Yani tensel duyumlardan uzaklaşmak.. öyle ki bu durumda hiçbir acı duyulmaz. Acı duymak için aşık adeta kendini paralar. İşte bu nedenle aşık olan insanın sakin olması beklenemez. En küçük ayrıntı aşık olanda büyük fırtınalar yaratır. Oysa sevgi sessiz, sakin ve kararlıdır. Sevgide söylenmiş irice bir sözcük bulmak zordur. Elbette duygudur sevgi, fakat aklın önünü kesmediği için ‘kendinden vazgeçme’ ile hayattan kopmak mümkün değildir. Çünkü sevmek yaşamadan mümkün olmayacağından hayata ait bir konudur.

Bütün bunların ışığında,     

Bence SEVGİ; sakin güçtür.
Bence SEVGİ; ‘Sessiz, Derin, Yemyeşil ve Serin’ bir yoldur. 
Bence SEVGİ; Bazı şeylerin görünenler arasında yer alarak, olumlu veya olumsuz diğer bazı şeylerin görünmesine engel olmaz.

Bütün bunları bilerek sevgiyi yaşayanlar uzun ömürlü sevgileri hak ederler. Aşağıdaki hikâyeyi, pazartesi günü biten EVLİLİK ve MUTLULUK adlı yazı dizimizin ardından koymamın elbette bir amacı var. Mutluluğun gördüklerimizle sınırlı olmaması gerektiğini, asıl görmediklerimiz içinde sevgi için gerekli olan “anlamlar dünyası”nın, eskilerin deyişiyle “mânâlar âleminin” ip uçları vardır. Bu hikâye işte bunu anlatıyor.  

Adım hikâyeci başı’na çıksa yeridir. Bu hikâyenin de yazarını bilmiyorum.

***

Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasılda ısıtırdı… Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin bir zamanlar çok sevdiğim bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu. İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı. Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum. Şaşkınlıktan gözleri açılarak ‘niye?’ diye sordu. ‘Gerçekten belli bir sebebi yok’ dedim, ‘sadece yoruldum.’ Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: İşte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki! Sonunda sordu: ‘Seni caydırmak için ne yapabilirim?’ Demek ki söyledikleri doğruydu: İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. ‘İşte mesele tam da bu’ dedim. ‘Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. ‘Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl’olacak. Bunu benim için yapar mısın?’ Yüzümü dikkatle inceledi ve ‘Sana bunun cevabını yarın vereceğim’ dedi. Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.

‘Sevgilim’ diye başlıyordu,

*‘O çiçeği senin için koparmazdım’
Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim. ‘Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.’

*‘Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.’

*‘Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’

*‘Sâdık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.’

*‘Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.’

*‘Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin -gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’

*‘Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.’

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.

‘Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.’

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. Artık çok iyi biliyordum: Beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim. Bu gerçek aşktı. İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir yerdedir. Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gerekir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır. Hayat tam da böyle bir şeydir.

***

Mutlu evliliklerin giderek azaldığı günümüzde, bu nedenle boşanmaların arttığı düşünülürse, her şeyi abartarak mutluluğu arayanlara AŞK MI SEVGİ Mİ diye sormak isterim.




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 24.08.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder