30 Ağustos 2011 Salı

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 91/ BACA GÖRÜNÜMLÜ VERİCİLERE DİKKAT SAYIN BAŞKAN



Merhaba sevgili okurlar. Geçen hafta yazımızı bitirirken dediğim gibi bu haftada köşemizi Afşar Timuçin’e ayırdım. Geçen hafta şairimizi tanıttığım yazımızdaki bir bölüm şöyleydi: “Şiirde yalınlıktan, açıklıktan, anlaşılırlıktan yanadır Afşar Timuçin. Anlamsız dizeler bulamazsınız onda. İmgeleri somuttur. Bütün esinini yaşamdan, yaşamın gerçeklerinden, kendini ‘başka’ kılan ayrıntılardan alır. Başka bir deyişle, yaşamdan şiir sağmaktadır. Kolay, basit gibi görünen, bir çırpıda söylenilmiş izlenimi veren, gerçekte yoğun bir çabanın ürünü olan bütünlüklü şiirlerdir”. İşte böylesine tarzı olan şairimizin bu haftaya seçtiğim şiirleri.. her birini ayrı ayrı seveceğinizi umuyorum.  
  
...

BİR TUTKUNUN TÜRKÜSÜ

Neden onu görünce
Karışıyor ellerin birbirine
Onu görünce neden
Kendini bırakıp gidiyorsun giderken

Bırakıp gidiyorsun ve sende
Sevinç gibi bir acı koyuluyor
Öyle durup kalıyorsun gecende

Onu görünce sende neden
Bin tohum ekiliyor birdenbire
Birdenbire nice ürün kaldırılıyor
Onu görünce neden hızlanıyor
Suların akışı kendi kendine

O gidince neden başka birisin
Adın başka, susuşun başka, sesin başka
O gidince hiç kimse değilsin
Tükenmiş bir rüzgârsın ağaçta


***

BU BİZİM ŞİİRİMİZDİR

Bir suyun akışına dalar gibi kalıyoruz
O zaman gün sızıyor saçaklardan ince ince
Biz birbirimizi karşılıksız sevmeye başlayınca
Birlikte bir kirazı dişler gibi oluyoruz
Uzun bir kervan gibiyiz güneşte ağır ağır
Aydınlığı iki ayrı sevinç gibi yaşıyoruz
İki ayrı sevinci bir bütünde eriterek
Şurada otursak mı yürüsek mi biraz daha
Ötelere uzanmadan köşeyi bile dönmeden
Birkaç yüzyıl sonraki bir şiiri okur gibi
En küçük bir kıpırtıda sonsuzluğa varıyoruz
Üşütür gibi titreten buydu az önce bizi
Şimdi denizin sesiyle rüzgar belki de aynı şey
Bu senin saçların mı yoksa benim saçlarım mı
Aramıza girmeye çalışan yaramaz bir esinti mi
Uzun uzun düşünmeye başlamadan
Bütün zamanları birden şimdiye damıtarak
Bir kuşun kanadını öper gibi kalıyoruz.


***

CEYLANLARIN AŞK TÜRKÜSÜ

Yeni bir tutkuyu kaldırmaz o
Yeni bir aşk öldürür ceylanı
O sevdi mi çocuklar gibi sever
Sen olsan ateşe verirsin tarlanı
Çiçeklerini yerle bir edersin
O bir duvar dibinde yatar sesizce
Düş gibi görür inen akşamı
Kelebekler yanaklarından öper
O sevdi mi rüzgar gibi sever
Sen olsan yere çalarsın şapkanı
Yeni bir tutkuyu kaldıramaz o
Yazık olur küçücük saçlarına
Doyamadan gider derenin
Işık beyazı çakıl taşlarına
O sevdi mi yüreği bakakalır
Sen olsan yeniler giyip gezersin
Belki bir günde harcarsın paranı
O yemeden içmeden kesilir
Sevdiğini bir üzse bin üzülür
Sen olsan üzersin sevdiğini
O günde bin kere ipe çekilir


***

ÇOCUĞUN VE KAPTANIN TÜRKÜSÜ

Kaptan amca beni geçerken
Karşı kıyılara bırakır mısın?
Oralarda ne mi var? herşey
Çocuklar, sesler, ışıklar var
Bayramlar ve her türlü uzaklar

Kaptan amca beni bırakır mısın
Gittiğin kıyıların ötesine?
Oralarda ne mi var? herşey
Oralarda çalgı var, sevinç var

Kaptan amca beni götürmez misin
Gittiğin güzel yerlere şimdi?
Uzakların tutkusu nicedir
Çöller gibi yakıyor içimi


***

ÇOCUKLARA DÜŞEN

Herkesin her yaşta
Dizinde ağlanacak bir annesi olmalı
Oradan bilinmedik uzaklara doludizgin
Çocuklardan da çocuk tahta atlarla
Aşılmaz dağları geçip ulaşmalı

Kapalı kapıların arkasında
Bekleşir ölü gözlü adamlar
Çocukluğu çarmıha germek için
Bunu bilen her çocuk annesinin dizinde
Tek o adamlara inat olsun diye
Bitmeyen sevinçleri uyumalı


***

DENİZİN BEKLEDİĞİ

Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerinde biraz akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi


***

DERİNLEŞEN AKŞAMDA

Bir sigara yaktım durup düşündüm
Neyim var neyim yok döküverdim önüme
Yeniden gözden geçirdim kendimi
Kendime yabancı düştüm gene

Nasıl da sert davranmıştım kendime
Şimdi daha iyi anlıyorum
Ben sokakların kural bilmez çocuğu
Bir başkası olabilir miydim hiç
Kendi yerime

Biraz da anılarla oyalansam
Yaşanmış ve bitirilmiş olanı
Nedense bir türlü sevemiyorum
Yeniden yaşamayı düşünmüyorum
En güzel sevinçlerimi bile

Her zaman kendime dar geliyorum
Ne zaman derinlerime dönsem
Yeni bir sayfa açılıyor önüme
Ne zaman yeni bir şeyleri özlesem
Neden bilmem
Kaskatı bir karanlık yerleşiyor içime


***

DONKİŞOTUN AKŞAMI

Dulcinea seni en çok andığım
Bu garip bu bilinmez akşamlardır
Büyülü, kırık dökük hanları
Kral saraylarına dönüştüren
Anlaşılmaz gizidir akşamların

Zor zamanlarımda düşlediğim
Sen bütün sezgilerimde varsın
Olsaydın belki yarım kalırdım
Bir uzak köyde un eleyen, süt sağan
Bilinmez biri olman
Kesinlikle kanıtlamaz yokluğunu
Sen dünyaya her dokunmamda
Gün gibi yeniden başlayansın

Olmazlıkta kurar insan sevincini
Tutku herşeyi yeniler
Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır
O aptal yeldeğirmenlerine gelince
Sen onları benden iyi tanırsın
Aldı mı yere vurur adamı
Kaldı ki sen onlardan da kahramansın
Aşılmazlığınla aydınlat yolumu
Dulcinea; doğallığım, sevincim, anayurdum
Dünya, gün gelip anlayacak
Sende gerçek büyüklüğe kavuştuğumu




***

ESKİNİN TÜRKÜSÜ

Şimdi öksürtür beni
Yıllar önce içtiğim
O paslı cigara
İçsem de almam tadını

Kokusunu duysam yadırgarım
Anlamam artık bakışından
Dünkü kadar açık ve kesin
Bir biçimde bilsem de adını
Seni bir türlü tanıyamam

Şimdi iter beni
Eskiden söylediğim şarkılar
Bitenle başlayan arasında
Dünyalar kadar uzaklık var


***

GEÇEN ZAMANIN TÜRKÜSÜ


Bir de pisliğin çiçek gibi büyüttüğü
Uyuşuk ve anlamsız otlar var

Ünlü yayınevlerinde
Halka ışık tutan bütün romancılar
Öfkeli öfkesiz bütün ressamlar
Ve bütün ince kemancılar
Büyük adamların anlayışlı eşleri
İnsan pazarının reklam şairleri
Ben gidince geriye kalacaksınız benden

Her zaman böyle olur
Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken

İçindeki karmaşayı dünyaya taşıyanlar
Eğri düşünenler, doğru konuşanlar
Eli kalem tutanların bütünü
İçki sofralarının eşsiz bilgeleri
Emeğe alkış tutan tembel sürüleri
Ben gidince geriye kalacaksınız benden

Her zaman böyle olur
Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken

Gönlündeki yalnızlığı içimize getiren
Bütün kafalılar, bütün şakacılar
Felsefeye önem veren düşünür artıkları
Sanat dünyasının doygun yaratıkları
Düşünce toptancıları, duygu işportacıları
Ben gidince geriye kalacaksınız benden

Her zaman böyle olur
Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken


***

GENE BÖYLE

Yürürlükte hava su ateş toprak
Yürürlükte irili ufaklı atomlar
Çürümüş sanıların karşısında
Bu arada yalnızlık sürümden kazanıyor
Uydurma aşkların yanıbaşında

Kuş uçmuyor korku ormanlarında
Sıkıntı denilen timsah uyanık
Erdemi ve inancı savunuyor kendince
Belki güler geçersin belki de
Gülmeyi bile düşünmezsin
Anlatmazsın bile birilerine
O kadar çıplak

Oh olsun yalancı şairlere
Kokuşmuş bilgelere oh olsun
Gene sokaklar baskın
Her iyide her doğruda her güzelde
Kaçak evlerin sanrılı karanlığı
Demek ki çoktan bitti
Şimdi her yerde orada burada
Eşsiz yağmurlar altında
Bütün kara deniz ve gök haritalarında
Zor ve sessiz bir çocukluktan kalma
Serseri şair ruhum geçerlidir
Geçerlidir dayattığım her özlem
İstanbulun bütün sokaklarında


***

Bu haftada sizler için seçtiğim şiirlerin sonuna geldik sevgili okurlar. Haftaya kadar mutlu kalın. Şiirler, şarkılar ve günahsız ağızlardan dualar sizlerin olsun.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 07.08.2011

***************************************************************************



Her dönem kendine özgü gelir kapılarını açar. Savaş gibi olağandışı durumda bile kimilerine imkânlar doğar. Fırsatçılar teknolojik gelişme, siyasi değişim, toplumsal felaketler gibi akla gelen gelmeyen her durumdan yararlanmaya çalışır. Tek kanallı televizyon döneminde ünlü Alman tiyatro kuramcısı ve oyun yazarı Bertold Brecht’in “Cesaret Ana” adlı tiyatro oyununu seyretmiştim. Bu oyun savaştan fırsatlar yaratıp para için her

türlü riske atılan bir kadını ve onun gene aç gözlülüğü sonucu kaybettiği çocuklarını anlatan oyundu.
Oyundaki dilsiz kızın insanları uyarmak için kendisini feda etmesi vurucudur. Ama kimse bu uyarmalardan etkilenmez. Cesaret ananın zamanla tek derdi savaşın bitmemesi olur. Yitirilen canlar para kazanamamaktan daha büyük önem taşımaz onun için.

Belki ters bir benzetme olacak ama bugün beslenmeden haberleşmeye kadar bir çok konu hayati tehlike içermesine rağmen bunu önemsemeyip kazancına bakanların  o tiyatro oyunundaki “Cesaret Ana”dan ne farkı vardır ki?

Deprem yaşamış bir kentiz. 1999 depreminde evleri hasar görenlerin çatlak patlakları sıvayarak kapattıklarını ve kendilerinin oturmaya korktukları bu evlerini kiraladıklarını çok gördük. Bunlarında “Cesaret Ana”dan farkları yoktu elbette.

Arsalarına, apartmanlarına GSM şirketlerinin vericilerini (baz istasyonunu) kondurup buradan gelir elde edenlerinde bir farkı olamaz. Fırsatçıdırlar, topluma kanser olma riskini yaşattıkları için de günah işlemektedirler.

Bu sıralarda GSM şirketleri arsalara yerleştirdikleri vericilerin yaydığı radyasyonla kanser riski taşıması nedeniyle toplumdan gördüğü tepkiden çekinerek şekil değiştirdiler. Şimdi çevrenin yüksek binalarına baca görünümlü vericiler konduruyorlar. Mahallemizin Akıncı Sokağının Aziziye Camiine gidiş istikametinde bir arsada oldukça heybetli bir verici var. Ortasından ikiye bölünerek Akıncılar Mahallesiyle Çukurahmediye Mahallesin paylaştığı Ekici sokağında bir bina üstünede baca görünümlü verici kondu. İki vericinin arasındaki mesafe, kuş uçuşu 100 metre. Öteden beri ilkini yerinden oynatamayan mahalleli, ikinci vericiyle karşılaşınca ne yapacağını şaşırdı. Binasına baca görünümlü verici konduran kişi aylık 6.000 lira gelirle mahalle sakinlerinin hayatını riske atmaktadır.

 Benzeri durumlara ülkemizin her yerinde karşılaşılıyor. Buna ilişkin bir haber şöyleydi:


Meram Belediyesi yetkilileri, baz istasyonlarının baca, tabela, güneş enerjisi sistemleri, klima ve reklam panosuyla da kamufle edilebildiğini belirterek, 5 bin 237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184/1 maddesi gereğince de, ‘Yapı ruhsatı alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan 5 yıla kadar cezalandırılır’ hükmünün yer aldığını hatırlattı.”

Merkez Belediyesi başkanımız Süleyman Dişli beyefendi, bu konuya acil çözüm getirmenizi mahallelim adına rica ediyorum. Çözümsüzlük durumunda hem bu GSM vericisi, dolayısıyla hem de bina sahibi; mahalleliden çok can almış olacaktır. İlerde olabilecek can kayıplarının önüne geçmenizi önemle vurgulayarak beklediğimizi belirtmek istiyorum.

Biliyorum, şikâyetlerim bitmiyor. Ama BACA GÖRÜNÜMLÜ vericilere lütfen dikkat sayın Süleyman Dişli.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 08.08.2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder