3 Aralık Dünya Engelliler Günü nedeniyle üç yazı yazdım. Bu yazıyla dördüncü yazı olacak. Belkide sabrınızı zorlamış olacağım, fakat hiç kusura bakmayın. Bende bir engelli olarak bir taraf, yani yandaşım. Yaşadığımız sıkıntıları siz sağlıklı bireylere, ilgililere, kamuoyuna duyurarak bunların düzeltilmesini istiyorum. TSD Adapazarı Şubesi yöneticisi, dolayısıyla engellilerin temsilcisi olarakta bu benim aynı zamanda görevim.
3 Aralık Dünya Engelliler Gününden 8 gün sonra 11 Aralık 2011 Pazar günü açık ilköğretim sınavları yapıldı. Bende bu sınavlara girdim. Daha önce bana oldukça uzak olan Fatih Endüstri Meslek Lisesinde sınava girdiğimden dolayı, meb.gov.tr’den sınava gireceğim okulu öğrendiğimde sevinmiştim. Sakarya Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi bana kuş uçuşu 2 dakikalık mesafedeydi. Akülü aracımla 5-6 dakikada ulaşabilirdim.
Pazar sabahı saat 10:00’da yapılacak sınav için saat 08:00’de kalktım, hazırlandım ve 09:30’da evden çıktım. 09: 37’de okulun önündeydim. Gelin görün ki orda bir sürprizle karşılaştım. Zemin kat denilen yer, yerden 15-20 basamak yukarıdaydı. Rampası da yoktu. Kim sorarsa ben engelliydim ve bu kayıt işlemleri sırasında belirtilmişti. İçerden bir görevli göndermelerini sınava girmeye gelenlerden istedim. Neden sonra boynunda görevli kartı asılı bir beyefendi çıkageldi. Kendisini takip etmemi istedi. Okul girişine göre binanın sağ tarafında kısa, düşük eğimli bir rampayla ulaşılan bir asansör vardı. O görevli asansörün bozuk olduğunu, bir şansımızı deneyeceğimizi söyledi. Bozuk asansör belki kendi kendine düzeliverirdi kim bilir? Asansörün içinden bir kişi, dışarıdan da o görevli birbirlerine yüksek sesle seslene seslene asansörün kapısını açmaya çalıştılar. Lakin kapı inatçı çıktı; açılmadı. Çare tükendi derken aynı görevli, etrafımıza toplanan diğer görevlilere tekerlekli sandalye var mı diye sordu. Varmış. Getirdiler. Ben tekerlekli sandalyenin orda bulunmasına asansörün çalışmamasına karşı bir önlem sanmış ve çağdaş akla değer vermeye başladığımızı düşünmüştüm. Yanılmışım. Gelen büro döner sandalyelerinden tekerlekli olan bir sandalye idi. Görevlilerde bende eziyet çekerek yukarı çıktık. Sağ olsunlar beni sınava gireceğim salona götürdüler. Sıralar o kadar sıkışık dizilmişti ki benim oralardan geçip 6 numaralı sıraya yerleşmem mümkün değildi. Ön sıradaki sınava giren bir yurttaşımızı kaldırıp benim yerimle değişmesini sağladılar. O yurttaşımız da sağ olsun anlayış gösterdi.
Benim girdiğim salondaki sınavda biri hanım biri erkek iki öğretmen bulunuyordu. Erkek öğretmen sınava girenlerin isim listesi elinde o listeye imza atmalarını sağlıyordu. Hanım öğretmen, bir hayli tecrübeli olduğunu duruşuyla belli eden bir öğretmendi. Kemale ermiş kişilerin rahatlığıyla oturuyordu.
Sınav, sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki oturumlu yapılacaktı. Birinci oturum sonunda salonda kimse kalmadı. Çıkıp çıkmayacağımı sorduklarında aynı eziyeti yine ne çekeyim ne çektireyim düşüncesiyle salonda kalacağımı söyledim. Hanım öğretmen yardımcı öğretmenle birlikte o tekerlekli büro sandalyesiyle beni de yanlarında götürerek bana daha sıcak bir yer arayışına koyuldular. Kendileri okulun yabancısıymış. Sadece sınav için orda bulunuyorlarmış.
Koridorda önümüzde giden kişinin kim olduğunu bilmeden benim için böyle bir yerin nerde olduğunu sordular. O kişi meğer okulun müdür yardımcısı Gökhan Öğünşen’miş. Odasının kapısını açtı, beni içeri aldılar. Yanımdaki hanım öğretmenle yardımcısı öğretmen bey gittiler. Müdür yardımcısı da ikinci oturumun sınav soru kitapçıklarıyla cevap anahtarlarını sınıflara dağıtımı için izin istedi. Oda da yalnız kaldım. Bir ara kapının dışında bir bardak düşüşünün sesini duydum. Birkaç dakika sonra kapı çaldı. Girebileceklerini söyledim. Gelen beni oraya getiren hanım öğretmendi. Elinde öksüz doyuran diye tanımlanan bardakla çay getirmişti. Az önce de gelmiş fakat kapının önünde çay bardağını düşürmüş. Duyduğum ses o sesmiş diye aklımdan geçirdim. Hanım öğretmenin bu nazik tavrına nasıl davranacağıma karar veremedim. Kendisine çok teşekkür ettim. Kapıyı kapadı ve gitti. Sonra bir daha kendisini görmedim. Herhalde başka salonda görev almıştı. Dökülen çayı ve cam kırıklarını hademe bayan temizlerken kapıyı açtı, oraya sıçramış parçaları da aldı fakat kapıyı açık unuttu. Bende kapatmasını söylemedim. Giden geleni görüyordum. Bu hoşuma gitmişti.
Bir süre sonra müdür yardımcısı Gökhan Öğünşen işini tamamlamış, geldi. Üç beş sözden sonra konu ister istemez açıldı. Açılmasa rahat edemezdim ya, neyse. Mutlaka bir yerini bulur sözü yaşadığım duruma getirirdim. Kendisine; bireylerin vicdanından hiç kuşku duymadığımı, herkesin yardım yapmak için yarıştığını, oysa kendimi kamunun kurallarına teslim etmek istediğimi söyledim. Çünkü kişilerin vicdanıyla yapılanın “yardım” adını taşıdığını ve bunun yardım alanın hakkı olmayıp kişinin iyi insan olma borcu olduğunu, oysa kamu kuralları herkese aynı “hak”kı vereceğini, biz engellilerinde bunu istediğini belirttim.
Gökhan bey bu sözlerim üzerine benden utandığını söyledi ve özür diledi. Okullarında engelli bir öğretmenleri varmış. Bu öğretmenlerinin asansörü kullanmak istememesi nedeniyle bozulan asansörlerinin tamirini geciktirdiklerini ekledi.
Okul çok yeni bir okul. Asansörün çalışmayacağı aklınızdan geçmez. Gelin görün ki çalışmıyordu işte. Çalışsa bu sıkıntılar çıkmaz bu yazıda yazılmazdı. Ben şimdi bu anlattıklarımın neresinden itibaren hata aramalıyım? Düzeltilecek hatalar hangileri? Zemin kat diye belirtilen yerin nerdeyse ikinci kat oluşunu mu? Çalışmayan asansörü mü? Yoksa hiçbir ön araştırma olmadan engelliyi oradan oraya yollayan Milli Eğitimi mi? Ben karar veremiyorum. Peki, anlattığım biçimiyle engelliler konusunda sizce hata nerede?
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com/
Yayın Tarihi: 16.12.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder